27 mart Pazar akşamı babam aniden yere yığılarak hastanelik oldu. Ben o sırada şehir dışında olduğum için haberi biraderimden aldım. Kendisi beni ambulanstan arayıp babamın aniden düşerek sağ tarafının felç olduğunu ve ambulans ile Okmeydanı hastanesine götürüldüğünü söyledi. Ben de en hızlı şekilde yola çıkarak istanbul’a ulaşmaya çalışırken diğer yandan bilgileri almaya çalışıyorum. ilk önce Okmeydanı olarak karar verilen hastaneden vazgeçilip memorial’a alınacağını söyledi. Daha sonra nedendir bilinmez memorial’da olmayan işlem her ne ise Bakırköy sadi konuk hastanesine gittiklerini söyledi. Ben Bakırköy istikametinde iken tekrar gelen bir telefonla sadi konuk hastanesinde yoğun bakım yeri olmadığı için beylikdüzü medicana hastanesine götürüldüğünü haber aldım. Beyninde bir pıhtı atmış ve bu pıhtı sonucu vücudun sağ tarafı felç olmuş, acil şekilde anjiyo ve yoğun bakıma girmesi gerekiyormuş. Bu acil durumda benim sayabildiğim ve takip edebildiğim kadarı ile üç hastane gezilmiş dördüncüsüne gidiliyordu.
Beylikdüzü medicana hastanesine vardıklarında acilden 112 ile giriş yapmış hasta için anjiyo ücreti olarak 3.000 lira talep edilmiş. Hastaneye hastanın 112 ile geldiğini, yapılacak tüm işlemlerin servis hariç ücretsiz olması gerektiğini telefondaki görevliye söyledim. Kendisi müdürünü arayıp soracağını söyledikten on saniye sonra müdür beyin inisiyatif kullandığını ve bu ücretin alınmayacağını söyledi. Yaklaşık beş saatlik bir yolculuktan sonra nihayet vardığım hastanede babam sadece yoğun bakıma alınıp yatırılmış, bir serum bağlanmış öylece bekletiliyordu. Bu aciliyette bir durum için neden beklendiğini sorduğumda daha 1 saat önce anjiyo için para isteyen hastanede anjiyo yapabilecek doktor olmadığı için ameliyatın ertesi gün sabah yapılacağını söylediler. Kendisini otuz saniye kadar görebildim. Konuşma zorluğu, yüzün ve vücudun yarısında hareketsizlik ile yüzünde şişlik ve morluklar vardı.
Sabah ameliyat için gittiğimizde ameliyata gerek olmadığı, elzem bir durum olmadığı, hastayı bir başka hastaneye yoğun bakıma sevk edeceklerini söylediler. Akşam ücretini istediğiniz anjiyo neden sabah yapılmadı? Akşam ücreti ödense bu ameliyat yapılsa boşa mı yapılacaktı? Yoksa hasta 112 den girdiği için mi ameliyatın yapılmadığını sordum ama cevap yok. Şimdi böyle uygun gördük dediler.
Dilerseniz hastayı servise çıkartabiliriz ama servis paralı dedi doktor bey.
Peki yoğun bakımdaki hastayı neden bir başka hastaneye yoğun bakıma gönderiyorsunuz? Yoğun bakımlık durumu var ise neden buradan servise gönderelim diyorsunuz? Yoğun bakımlık bir şey yok ise neden yoğun bakım için başka hastaneye sevk ediyorsunuz diyorum ona da cevap; yoğun bakımda yer yok oluyor. E şimdi yattığı yoğun bakım değil mi dediğimde ise asıl cevap geliyor “bizim hastalarımız sırada bekliyorlar” yani parasını ödeyen 112 ile gelmemiş kendi hastaları.
Bu arada hastaneden ekipriz raporu istiyorum. Bu raporu vermeden yerinden oynatamazsınız hastayı diyorum raporu da hileli veriyorlar. Rapora göre güya yakınlarına ulaşılamamış. Bu şekilde kendilerini kurtarmayı mı planlıyorlar anlayamadım. Yani hastanın yakınına ulaşamadık biz de anjiyo riskini almadık demeye mi getirecekler meçhul. Hasılı raporda yazılı, hastaya yapılmış hiçbir hiçbir işlem yok.
Her saniyesi değerli olan müdahale sabaha erteleniyor, beyninde pıhtı olan, bir yanı felç hastayı bir serum ile sabah ettiriyorlar.
Daha sonra hiçbir test, tahlil, mr vesaireye bakmadan doktor hastanın yüzüne bakarak anladığı kadarı ile aslında sevkinde gereksiz olduğunu düşünüp hemşireye beni aratıp hastayı taburcu ediyoruz gelin alın dedirtti.
Bakın; sağ yanı felç, beyninde pıhtı var, yapılan tek şey serum vermek, adam değil hastaneden çıkmak konuşamıyor bile, bu hastaya acil müdahale etmek şöyle dursun, bir hastaneye göndermek de şöyle dursun alın evinize götürün dediler.
Ben de bu hastanın hiçbir şekilde bu hastaneden eve gitmeyeceğini, sevki de kabul etmediğimi söyledim ama içim rahat etmedi. Belli ki bu hastanede iken babamın hayatı tehlikede, bakmayacaklar. Peki dedim sevki kabul ettim. Bu sefer de anjiyo imkanı olmayan bir yoğun bakım hastanesine sevk etmişler. Sabah kadar orada ilaç ile müdahale edeceklerini, sabah bir sonuç alınmazsa anjiyo için bir başka hastaneye götürüleceği, oradaki anjiyo sonrası tekrar hastaneye yoğun bakım için geri getireceklerini söylediler. Şimdi pazartesi saat 21. Olay gerçekleşeli 30 saat oldu. Her saniyesi önemli bu olayın daha sabah olmasını, sabahki duruma göre öğlen gibi bir başka hastaneye sevkini bekleyeceğiz. Tabi gittiği hastanede ne derler, alın gidin mi derler, ilgilenirler mi? bilemedim.
Yoğun bakımdaki yerlerini maksimum kazanç için insan hayatını tehlikeye atmak pahasına satmaktan çekinmeyen, kural, kanun, ahlak, etik tanımayan medicana beylikdüzü hastahanesini kime nereye şikayet edeceğimi şaşırdım. Bu şikayet kısmı sonraki iş, şimdi yoğun bakımda olduğu için gidip göremediğim durumundan haber alamadığım babamı hele bir şu sağlık(?) kumpasından bir kurtarayım, sonrası Allah kerim.
bu gün aldığım 544'lü bir numara ile işletmemin google haritalarda gösteriminin devam edebilmesi için 3 senelik 100 lira ödeme yapılmasını istemesi ile dikkatimi çeken olay. bildiğim kadarı ile 2012 senesinde çıkan bir uygulama ile google haritalar ayda 25,000 binlik gösterim sonunda artı her 1000 görüntüleme için 4 dolar talep ettiğini açıkladı.
daha önce bir iki kere google'dan arandım ama bu aramalar google merkezinden geliyordu yani yurt dışı aramalardı ve 544'lü değildi.
acaba bu yeni nesil bir dolandırıcılık taktiği midir? 10 seneyi aşkındır 5 internet sitem ile google haritaları kullanan birisi olarak ilk defa böyle bir şeyi duyuyorum. itibar etmedim "peki silinebilir" diyerek görüşmeyi sonlandırdım.
haritaları kullanan arkadaşların böyle bir konuda bilgisi var mıdır?
kulağımla sevişmekten keyif alan martıların uyunmamış sabahında düştüğüm tren istasyonunda istanbul'a dönmek için bekliyordum. muhtemelen öğrenci olan bir kızın gülümsediği kediyi "ben de hayvan severim ben de universite okudum, benle sevişsen ya la?" tavrı ile severek hatuna işvelenen uzun saçlı bir zibidi, erkek arkadaşı ile kemirmek için bir torba simit almış şişman bir abla, bir iki de nuri bilge filminden rol çalmış uzaklara bakıp sigara çeken adam toplam mevcudumuz.
az kişi olduğumuz için tren geldiğinde insan standartlarında itişmeden bindiğimiz trenin istanbul'a kadar değil, yol bakım çalışması olduğundan çerkezköy'e kadar gideceğini, oradan da otobüslerle istanbul'a taşınacağımızı söyledi kondükçü amca. oysa internette bilgilere, kalkış varış saatlerine, hatta ara duraklara kaçta varacağına kadar bakmıştım. böyle bir bilgi orada yoktu?
neyse, kaderimizse çekeriz deyip kulaklığı taktım, zaten o ara durak bilgileri de tutmadı. kimi yere 15 kimi yere 5 kimi yere 30 dakika farkla nasıl varabildik onu da anlamış değilim. sanırım zamanı büktük nilüfer!
çerkezköy'e geldiğimizde tren boşaldı, bir yandan da insanlar biniyordu. "siz nere la? bura trenin son durağı?" dediğimde "heralde tekirdağ'a gidiyor" diye bindi birisi. o da ne trenin ne de kendisinin nereye gideceğini bilmiyordu. mukadderat. bu arada, tekirdağ'a tren olduğunu da bilmiyordum.
trenden inenler kalabalık olunca medeni insanların seviyesinden arsız mülteci seviyesine geçiş yapmakta pek zorluk çekmedi kimsecikler. güneşin altında beklediğimiz yaklaşık 30 dakikanın ardından pos bıyıklı devrimci bir amca halkı bir olmaya, isyan çıkartmaya ve hakkımızı aramaya zorlayan bağırışlar ile dolaşmaya başladı. pos bıyıklının isyan! devrim! çığlıklarına başı örtülü bir ablamız "e yol tamiri varmış ne yapsın adamlar? yapmasınlar mı yolu?" diyerek karşılık vererek huzur ve güven ortamını tam sağlamışken sakallı bir dede "iş bilmeyen acemiler başa geldi böyle oldu" diyerek seçim sonuçlarını tcdd'ye bağlayarak kafaları hepten allak etti.
derken eski topkapı otogarından emekli eski otobüsler göründü ve trenden dökülmüş yerli mülteciler bir anda otobüse doğru koşmaya başladı. oysa otobüsün tekerlekleri vardı ve zaten bize doğru geliyordu. neyse, gelin arabası gibi önü kesilen otobüs kimseyi çiğnemeden durdu ve insanlar 10'ar kişi aynı anda tek kapıdan geçmeye çalışarak otobüsün kapısına hücum ettiler. ardından gelen ikinci otobüsü gören beklemedeki uyanıklar oraya doğru yönelirken çakal abiniz üçüncü otobüsün duracağı yeri tahmin ederek zaten yerini almıştı kaldırımda.
herkesler bindi ahhan da gidecez derken polis amcalar geldi. "hele bi durun yiğidolar? nerede evraklar?" diyerek aldı otobüs şöförlerini aşağı. la, tcdd, yani devletin kurumunun kiraladığı ve devletin yolcusunu taşıyan otobüsün ne evrağını soruyorsun?
valla sormayaymış iyiymiş, birisinin ruhsatı yok ötekisi çekme belgesi ile çalışıyor, şöförlerde src yok vesaire vesaire. anam, polizaylar da otobüsü bir saat rehin aldılar mı? lan 7 kişi bi danayı 45 dakikada kesiyor 5 polis üç otobüse bi cezayı bir saatte kesemedi. bir otobüsü de bağladılar.
uzun bekleyişin ardından elimdeki bilgilere göre değil o durakta, evde olmam gereken saatte otobüs nihayet hareket etti. bu arada, kliması çalışmayan kapıları kapalı sıcacık otobüsümüzde nasıl da mutluyduk anlatamam. bu sıcaklık yol boyuna sürdü. klima ne la? olan oldu artık neyse ne deyip kulaklığı tekrar taktım, "fena da gitmiyoruz yol açık" derken.. hay şom ağzıma victoria mankenleri zçsın yol bi kilitlendi, kaldık öyle otobanda. meğerse yol bakımı yapan sadece tcdd değilmiş. yol tek şeride düşüyor (muş bilmem kaç km ötede, anca fark ettik yanına varınca) ondanmış bu sıkışıklık. neyse, tam tek şeride geçip çilenin sonuna geldik bitti derken önümüzdeki tır bir arabaya çarpınca bu sefer kontağı da kapatıp beklemeye başladık. (çağır yavrum victoria kızlarını aaağzıma aağzıma)
kaza sahipleri ne yaptı ne etti bilemem ama bir süre sonra yolu açtılar. bu sefer de bizim şöförü efkar mı bastı nedir bilinmez, adam ayağını gazdan çekti nazlı nazlı gidiyor. ben ise bu kadar uzun yol ve içtiğim suların ardından çalkalanmış soda şişesi gibi gelen çişimi nereye kadar tutabileceğimi düşünüyorum. işin tuhaf yanı, ben o kadar sakinim ki beni tanıyan korkar, hayra alamet değil bu iş diye. ama bişi de yok ha, bayaa sakinim. kendimi takdir ettim. şöföre "çişim var az gaza bas" deyip geri oturdum ancak sıkıntıyı anladım. şöför yolu bilmiyordu. yanına gittim açtım haritaları işaretledim halkalı tren istasyonunu, bi navigasyondaki abla söylüyor bi de ben tekrar ediyorum şöför duysun diye. sanırsın ses sistemi bozulmuş cuma namazındayım da avludaki cemaate hocanın delay efektini veriyorum, "smiaalaaahuuuulimen hamideeeeehh" der gibi "300 metre sonra çatalın sağından hafifçe devam et" diye fısıldıyorum şöförün terlemiş sağ kulağına. otobüsteki mültecilerden bazıları "kaptan orası tıhalıdır sen şordan gaç" telkinlerini sinirlenmiş imamın yüksek ses tonu eaallaaaahuekberrr efekti ile "çatalın sağındannnn" diye tekrar ediyorum, biraz da çişin verdiği huzursuzluktan tehditkar bir ton ile tabii.
bilinmez yolları, "sağdan gaaç ora tıhhalıdır" seslerini bastırarak en sonunda istasyona ulaşıyoruz. ensarına kavuşmuş muhacirler olarak sevinçle dökülüyoruz otobüsten. kibarlık zamanı değil, artık çalkalanmış soda şişesini tutmak çok zor, önüme çıkan ilk binaya soruyorum "nere işeyebilirim?" bana 300 metre ötedeki garı gösteriyorlar. "lan! siz buraya işemiyor musunuz Allah'sızlar!" diyerek koşuyorum gösterilen yere. bir iki görevli abiye ablaya sorarak anca bulduğum tuvaletin kapısına yaklaşırken fermuarı açmaya başlıyorum, o derece artık!
tek el duvara yaslanmış bir el iş görmekte. şener şen ustamızın rahmetli kemal sunal'a "düşünsene lo, bir elin canoda bir elin çiköftide" repliği gibi düşün. öyle bir keyif. o upuzun boktan yolculuğun en keyifli anı. otobüste uzatsalar "al kçına sok" diyecekleri portakallı kekleri acun'dan sörvavyvırda kazanınca çığlık atan salakların mutluluğu kaç kuruş bunun yanında? bence tarih yeniden yazılmalı, her şeyin adı baştan konulmalı. felsefenin bile; iŞiYORUM, ÖYLEYSE VARIM!!!
Erken seçim kararı, siyasi partilere ilave Hazine yardımı yapılmasının da önünü açtı. Ocak ayında 274 milyon lira tutarında Hazine yardımı alan AK Parti, CHP, MHP ve HDP'ye 548 milyon lira daha ödenecek. Böylece 4 partiye bu yıl ödenen toplam Hazine yardımı, 822 milyon lira olacak. (kaynak NTV)
Daha bu güne kadar seçimlerde "Aaa negsel bayrak asmışlar, aaa şu bangır bangır kafa diken hotbus negsel seçim şarkısı çalıyor" diyip de o partiye oy vereni göremedim. Bu seneki seçimler için devletin siyasi partilere verdiği ödene 822.000.000 (kafanız karışsın diye yaptım) 822 milyon lira. Bu paramızdan 6 tane sıfırın atılmış hali, yanlış anlamayın .)
Bu paranın büyük çoğunluğu önce akp sonra chp, mhp ve arkasından hdp'ye gidiyor.
Şimdi; Neden hiç bir seçmen kazandırıcı yönü olmayan bu bayrak ve seçim otobüslerine bu kadar para harcanır onu düşünelim. Meclise giriş yapmış partiler bu yardımı alabilirler, ve bu bütçe doğrultusunda (kendileri de üzerine belki bi o kadar ceplerinden koyup) her tarafa bayrak asıp seçim otobüslerini gezdirirler. Bunu yaparlar ki; Yeni bir siyasi oluşum, yeni bir fikir yeni bir parti hiç bir şekilde varlığını duyuramasın, meydan bunlara kalsın. Aynı partiler bu büyük pastanın dilimlerini televizyon ve gazete reklamlarına da harcarlar. Harcarlar ki o medya kuruluşları kendileri hakkında haber yaparken "biraz daha" dikkatli olabilsinler. Siyasi partilerden ve siyasi partilerin birinci elden işlettiği kurum ve kuruluşlardan reklam alan hiç bir yayın organı gördüğü her şeyi haber yapamaz.
Gelelim işin diğer boyutuna. iktidara geldiklerinde savurganlıkları yok edip (kıçından) kaynak uydurarak fakir fukaraya (ki kendileri fakirleştirdiler) emekliye dula yetime para dağıtacaklarını vaad etmelerine. Bu konuda eğer samimi iseler bu 822 milyon liranın hiç bir şekilde seçmeni etkilemeyeceğini söyleyerek, "görüntü ve ses kiriliği olmasın devletin parası boşa gitmesin". biz bu parayı almıyoruz alın bunu mehmetçik vakfına, lösev'e, gazilere ve şehit yakınlarına bağışlayın diyerek reddetmezler?
Seçim barajından şikayet eden partiler neden herkesin eşit şartlarda duyurusunu yapmasına engel olan bu sisteme karşı çıkmazlar? Kasalarına girecek olan yüz milyonlarca liranın sıcaklığı ve meydanı başkasına bırakmama sevdasından öte bir şey değildir. Aslında barajdan da memnundurlar, ne kadar çok parti mecliste, o kadar çok paylaşılan para demektir.
Bakmayın siz onların avaz avaz "Milletimmmm, benim memurum benim yetimim benim işçim şehidimmm" diye ağlamalarına. Madem bu kadar memleket sevdalısısınız buyurun reddedin o yardımı!
Boşverin siyasi sığınma talebini, memlekette işkence boyutunda geri zekalı nüfusu var diyerek başvurunuzu yapın. Bunu görüp de talebinizi kabul etmeyen memleket olamaz.
tanım şeysi; iltica etmek isteyenlere fırsat sunan zaman israfıdır.
aramayla bulamayacağınız gitardır. ahir ömründe gitara heveslenen her bünyenin hemen hemen ilk denediği melodi olur kendileri. bunu bulana hiç süper baba çalınmamış blok flüt yanında hediyedir.
kadroda ismi göründüğü anda filmin boktan olduğu düşüncesini uyandırır. bu oyuncular genelde zeka seviyesi hemzemin olan komedi yapımlarında oynarlar.
örnek olarak avrupa yakasını saymazsak (bkz: peker açıkalın) (gerçi rolü gene ebleh bir roldü)
Ayda bir kaç kere anca açtığım televizyonda bu gün denk gelen (bkz: aile işi) dizisindeki repliklerden sebep merak edip öğrendiğim senarist kişi. internet üzerinden öğrenebildiğim kadarı ile 18 dizide yazarlık üstlenmiş. her ne kadar tv özürlü olsam da mizah üzerine yazarlık yapanlar ilgi alanımdadır .)
"Aile işi TV Dizisi 2016
Bedel TV Dizisi 2015
Görüş Günü Kadınları TV Dizisi 2013
Bulutların ÖtesiTV Dizisi2012
Sen De Gitme TV Dizisi 2011
Karadağlar TV Dizisi 2010
Memur Muzaffer TV Dizisi 2008
Kendi Okulumuza Doğru TV Dizisi 2008
Elveda Derken TV Dizisi 2007
Sevda Çiçeği TV Dizisi 2006
Misi TV Dizisi 2005
Gelin TV Dizisi 2003
Estağfurullah Yokuşu TV Dizisi 2003
Kınalı Kar TV Dizisi 2002
90-60-90 TV Dizisi 2001
Dikkat Bebek Var TV Dizisi 2000
Yüzleşme TV Dizisi 1999
Kedi TV Dizisi 1999"
Not; Yukarıda yer alan dizi isimleri ve tarihleri sinematurk.com sitesinden alıntı bilgilerdir.
muhtemelen her sezonda 5 kere ölüp 6 kere dirilirdi. ak gezenlerin mekanına ön kapıdan tek tabanca ile girip omuzundan paltosunu düşürmeden liderlerini öldürürdü. çıkışta bombayı patlatırken gram hızlı adım atmaz bomba muhtemelen ondan korkardı. khaleesi savcı leyla tarafından tartaklanır bütün lekesizler savcı emri ile içeri alınırdı.
genci ihtiyarı, hatunu erkeği, anamız bacımız var diyerekten direk "döşşek sızlaması" yazamadım ama tabir aslında biraz da öyle. yüksek bir yerden aşağı bakarken, ya da yüksekten haldır huldur aşağı inen bir oyuncağa bindiğim(iz)de oluşan sızıdır.
böyle ayıptır söylemesi sadrazam efendinin sağı solu ayrımı yapmadan tam orta yerinden ince bir çizgi halinde çepe çevre oluşan enteresan sızlama. kafayı baktığınız o yüksek yerden geri çekince son buluyor.
iş bu entari lan sadece ben miyim merakından da yazılmış olabilir. sözlük tabiri ile; (bkz: yazar burada kendisinden bahsetmiş)
Geçen gün mutfakta domates biber patlican (evet şarkı değil ta kendisi) sınıflandırırken tepsiye bakıp düşündüm. Tepsi içindekileri ve ederlerini, bir de olası bir (Allah korusun) kıtlık zamanı ederini. Pazarda yere düşmüş bir meyve ya da sebzenin insanların ayakları altında umarsızca çarpa çarpa yuvarlanmasını.
Acaba bir kıtlık zamanında olsa idik o yerde yuvarlanan domates için insanlar bir birini ezip ölümüne kavga etmez miydi? Ya da tıraş olurken akmaya devam eden musluktaki su bir kuraklık zamanı susuzluktan canını vermek üzere olan bir bebeğin anne babası için anlamını kim hesap edebilir?
Tüm bunları düşününce o tepsi içerisindeki sebzelerin ya da boşa giden suların, çöpe giden yiyeceklerin sizce ederi nedir, kaçadır kilosu? Kağıttan ibaret bir çuval paraya değişilir mi öyle bir yokluk zamanı şimdi israf ettiklerimiz?
Susuzluktan ölseniz bir yudum serinletmeyecek, soğuktan donsanız içinizi ısıtamayacak, açlıktan bayılsanız boğazınızdan geçmeyecek ama şimdi uğruna ömrünüzü çalışarak verdiğiniz hatta savaşlarda uğruna öldüğünüz altın gümüş pırlantalara değişir misiniz bir bardak suyu?
Şükür müdür daha kıymetli olan ibadet sabır mı? diye düşünmüş zamanın alimleri yüz yıllardır. Varılan ortak sonuç zannettiğimiz gibi zora yoka hastalığa kazaya sabır değil, şükrün daha kıymetli bir ibadet olduğudur. Çünkü etrafta şükür edecek o kadar çok şey var ki bizler bunları hayat standardı olarak algılayıp yokluğuna düşmedikçe şükrünü bilememişiz.
facebook, sözlükler ve benzeri siteler için düşündüren sorudur. sonuçta katılım, ilgi ve mesai gerektiren işlerdir fakat kullanıcı aynı zamanda her ikisi de olabilir mi? müşteri isek hani bizim veli nimet muamelemiz, hani bir bardak çayımız? çalışan isek hanimiş bizim maaşımız?
sesi soluğu çıkan herkesle şarkı söyleme rekoru kırmaya çalışan pitbull'un eninde sonunda yapacağı iştir.
hatta bu süreci hızlandırmak için kampanya başlatsak sebebi bile olabiliriz.
(bkz: one night stand)
LA gene mi la? editi; Gene bir başkasının açtığı bir başlıkda tek başına liderlik koltuğuna oturmanın şaşkın gururunu yaşıyorum. sistem, sen benimle döşşek mi katlıyorsun?
genelde kimsenin müziği iplemediği kulüplerde ya da adına kokteyl dedikleri elde kadehler ile dikilinilen sıkıcı bekleyişlerde ya da bir organizasyonun sonunda insanların gitmesine yakın çalar. performans sahibi diciy arkideş öyle bir ciddiyet bir pozlarla çalar ki sanırsın kırmızı mı mavi kabloyu mu kesecek onunla uğraşmakta. yalandan düğmelerle oynuyormuş gibi yapar fakat dikkatle izlediğinizde meme ucu ile oynar gibi bir sağa bir sola çevirdiği(?) şeyi aslında ellemediğini görürsünüz. zaten muhtemelen önünde (biz zenginiz yea biz bu işe para veriyoruz yatırım yapıyoruz demek için) elması ışıklı bir apple ürünü vardır ve bir sync tuşuna bastığı zaman zaten şarkı kendiğilinden otomasyona girmektedir. çünkü; geneli 90-110 bpm ritmindedir, arka arkaya dinlediğiniz zaman aynı şarkıyı 3 şarkıda bir tekrarlasalar farkı anlayamazsınız, o derece bir birine benzer ve o derece lezzetsiz ve enstrumandan armoniden yoksundur.
kafa karıştıran hadisedir. belli ki bir aklı evvel halay diye bir dizi gereksiz ritmik hareketler içeren bir dans şekli buldu. fakat bunun için ihtiyaç duyulan ikinci kişiyi nasıl ikna etti?
*bak şimdi, benim elimde bir bez parçası olacak sen de benim omuzumdan tutup ben ne yaparsam aynısını yapacaksın
-sebep?
Bu memlekette başarılı bir adam ve iyi bir eş olabilmek için en başta iyi bir okul bitirmelisin. Okulun ardından askerlik sorununu halledip iyi bir iş sahibi olmalısın ya da iyi bir iş yeri. Başarılı olmak zorundasın, çünkü kahveler dağıtılırken sorulan o "Beyefendi oğlumuz ne iş yapar?" sorusuna ebeveynleriniz mahçup olmadan cevap verebilsin. Verebilsin ki müstakbel kayınlarınız hanım kızımızı size layık görsünler. En ideal damat adayları evini almış eşyalarını (Mümkünse A sınıfı ve en son seri) tamamlamış adaydır. Hele bir de üst model bir arabası varsa, baldızı yanında bonus isteseniz verebilirler.
Eh malum, bu ülkede bazı kadınların aracının mazotuna ayda 2500 lira yetmeyebiliyor. Ya da hiç bir kız flört dönemindeyken sizinle tavuk döner yemek zorunda değil. Daha çok kazanmalısınız. Siz çocukların gelecekleri ve iyi okulları için daha çok çalışmak zorunda kalırken evlilik yıl dönümü, hanımın doğum günü, tanışma yıl dönümünüz ve o ilk iskenderi yerken hanımın üzerine yoğurt döküldüğünde üzerinde hangi renk eteği vardı bunların hiç birisini unutmamalısınız. Sigortanız olmalı, erkenden hakkın rahmetine kavuşursanız arkanızda kalan eşiniz ve çocuklarınızı düşünmek zorundasınız, ölünüz bile para etmeli.
Ancak bu memlekette hanım iseniz çok da fazla bir çaba sarf etmenize gerek yok. Hanım olmanız yeterli kriterdir. Ne doktorlar ne mühendisler sizi isteyecektir kim bilir? "Delikli boncuk yerde kalmaz" çapında bizden başka acaba kaç ülkede benzer anlamda ata sözü olabilir ki? Bu gözler nelere şahit oldu .) Sabahtan akşama fesbık sayfasından erkeklere atar gider alayını sap sapık yapıp barda elini çantasına cüzdanına atmaya gerek görmeyen ne amatör konsomatrisler gördüm.
Ve bu memlekette kadın erkek eşitliği yok derler, evet bence de yok. Var mı şöyle aracımın mazotunu karşılayabilecek, evini almış, nazımı çekecek, ruhumdan anlayacak, sabah akşam çalışıp bana bakabilecek bir gelin adayı? Haftanın mühim derbilerinde bana küçük sürprizler yapıp maç bileti alacak, iyi markaların güzel takım elbiselerini almam için kredi kartını bana verebilecek?
Bu soruma gelebilecek tek yanıt "Altından mı mübarek?" olur ancak. Demezler mi adama "Sen misin bu kentin zaptiyesi?" Derleeerrr derler.
E o zaman ben de bunları derim hafız, kimse gocunmasın .)
(iş bu yazı sadece yukarıdaki niteliklere ve düşüncelere sahip hanımlar için yazılmıştır. Herhangi bir kadın düşmanlığı barındırmamaktadır. )
davetliler bir o yana bir bu yana sallana yuvarlana eğlenirken bütün gece herkesi aynı anda memnun etmeye çalışan kişidir. işim gereği yaptığım bu görev hakkındaki gözlemlerim ise aşağıdaki gibidir. iş bu entry tüm düğün sahipleri ve davetlilere "iki dakika adam olun ülen" ültimatomu içermektedir. sayın müşterilerim hariç. saygılar efenim, oo damat bey de buradalarmış .)
Düğün dj sendromları; Düğün ve benzeri bir organizasyonda görev aldıysanız bu ve benzeri durumlar ile karşılaşacaksınız. Bu organizasyonu kişi başı 200 euro menüsü olan sarayda da yapsanız iki sokak arasında pazar tahtaları ile yolu kapatarak davetlilere idrar tahlili renginde limonata ikram edilerek gerçekleştirilen sokak düğününde de yapsanız bu durumlar üç aşağı beş yukarı aynıdır.
Damadın ya da gelinin birinci derece yakınının istekleri; Düğüne katılan herkes ya gelin ya da damadın en has en yakın akrabası ya da kankasıdır. Hatta öyledir ki gelin damat kim köpek ki? Aslında düğün o adamı memnun etmek için yapılmaktadır. O an ne isterse onu çalmak durumundasınız. insanlar pop şarkılar ile hoplarken gelip "Horon çalsana horon" der ve siz o pop şarkıyı zaaart diye kesip horonu girmeden başınızdan ayrılmaz gözünüze bön bön bakar. istediği şarkıyı çalsanız da oyun pistinden size arada bakışlar atar "Bu değil, daha hızlı olanı daha hızlı olanı" cümlesini iki parmağını partnerini memnun etmeye çalışan seks kölesi adam gibi süreki döndürerek anlatır ve anlamanızı bekler.
Düğünün baş sorumlusu topuz saçlı görümce; Muhakkak yanında taşıdığı ve içi karınca yuvası gibi virüs taşıyan kıçı kırık bir usb ile yanınıza gelir ve "Bu şarkılar çalacaaağk" diye elinize verir. Flash disk açılıp içine baktığınızda 1.5 mb boyutunda 10 dakikalık şarkılar görürsünüz. Değil mikserde tonlamak parçayı yeniden aranje etseniz o şarkıdan belli ki düzgün bir ses çıkmayacak. "Bende bunun 320 kbps kalitelisi var zaten" deseniz de "yoh yoh bu versiyonunu istiyorum" der. Verdiği listede şarkıcısının bile mazisinden silmek için hafızasını sildirttiği abuk subuk şarkılar vardır ve siz çalmamak için dirensenizde o şarkıları size çaldırtır ve çalmaya başladıktan 1 dakika sonra yanınıza gelip "Bu nasıl şarkı? değiştir değiştir" der. Ulan zındık işte senin verdiğin şarkıydı bu diyemezsiniz elbette. Kimin nereye oturacağından gelinle damadın ilk dans şarkısına kadar o karar verir. Bıraksalar gerdeğe de girecektir ama henüz o kıvama gelmedik toplum olarak.
Erkenden kalkacak olan harmandalı oynayan akraba; Siz kafanızda ve insanların tepkilerine göre bir gidişat ayarlamış olabilirsiniz, ancak hesaba katmadığınız birisi var; Harmandalı oynayan ağır abi erkenden gidecektir. Birisi gelir ve "Harmandalı çalsana Muhittin abi gidecek o bi harmandalı oynasın sonra kaldığımız yerden devam ederiz" der. Tabi o sırada hangi tür şarkı çaldığı ya da sırada ne olduğu ya da o esnada eğlenen 200 kişi bir anda anlamını yitirir. Harmandalı çalmaya başlar pisttekiler size bir anda tuhaf bakar, hayırdır ezan mı girdi araya neden durduk gibisinden bakarlar ve sahneye mühteşem Muhittin abimiz çıkar. Kadir inanır'ın Bağcılar meydan şubesi abimiz amerikaya ayar veren polat almedar bakışları ile kah diz çöker kah etrafında döner bu sırada insanların enerjisi düşer ve masalarına oturur. Haydi ondan sonra tırmala dj insanları kaldırmak için.
Son bi halay çalsanacılar; 4 saatlik düğünün 5 saati halay istekleri ile geçse de programı 2 saat aşmış da olsanız illa ki son bi halay çalacaktır ve insanlar sanki düğün boyunca vals yapmış gibi "Ahan da bizim oranın zurnası lililililiilil ahey ahey ahey" sevinci ile piste tekrar çıkacaktır. O esnada mekanın müdürü gözünüze gözünüze bakarak "Kes müziği kes müziği" işareti yapar ancak siz o son halayı bitirmeden oradan asla ayrılamazsınız.
Bu bizim oranın değil bunun şey versiyonu; Sanki Dünya başkentinin klasikleşmiş ünlü şarkısı muamelesi gören yöresel tatlar sendromu. Direk dj masasına düz bir çizgi ile gelen bir arkadaş kulağınıza ezan okurcasına yapışıp hönkürür "Ebesinin karşılamasını çal, oynayacaz" Sanki dal budak sabah beri oynamıyormuş gibi. Her ne kadar ben o şarkıyı bilmem deseniz de elinde bir akıllı telefon ile gelip o zaman bunu takalım der. Siz alır o telefonu... neyse takarsınız sisteme ve insanlar inceden döne döne oynamaya başlarken o telefonun sahibi gelip "Hayır hayır bu değil, bunun şey versiyonunu çal" Ulan zındık haritada yerini bilmediğim köyünden gelmiş benden bilmediğim köyün adetini istiyorsun, adeti bulmuşsun kansızını arıyorsun? Gelme oğlum o zaman istanbul'a? Git köyünün yağmurlarında ahey ahey gezin dur. Kendisi orada rahat edememiş gelmiş burada bizi rahatsız ediyor pezevenk!!!
Şey şarkısı var yaa şey hmm..; Eleman gelir sizden şarkı ister ama sadece şarkının bir yerindeki melodisini bilir. Siz o sırada arşive gömülmüş bir başka dingozun isteğini unutmadan bulmaya çalışırken kulağınızın içini yalayarak "Dınınınnn dın dın danannn don dınnn" diye sufle verir. Bre dangalak daha sen hangi şarkı olduğunu bilmiyorsun benden neyi istiyorsun? "Aaa nasıl bilmezsin yaa bak, şöyle; donnnn dunnn dinnngg dan dan dana dan dan dana dan dan dan" melodisini anlamıyorsanız hay sizin müzikal birikiminize. Oysa sokak kedisine o şekil seslenseniz o şarkının dansı ile gelir yanınıza, sen nasıl bilmezsin?
Aynı şarkıya takık dangoz; işin en başından en sonuna kadar on dakika ara ile gelip aynı şarkıyı isteyen insan sendromu. Hayır öyle bir şarkı ister ki bir türlü o tarz şarkıya sıra glmediği için o isteği çalamazsınız. Bu arkadaş vicdan azabı gibi gecenin sonuna kadar bir kenarda her göz temasında size bakar ve kafasını sallar. en son iş bitip sistemi toplarken yanınıza gelir "istediğim şarkıyı çalmadın ama canın sağolsun" der. Kendince vicdan azabı çekmemi bekler. Elinden gelse bulabilse cep telefonuma gece sms atar, "Çalmadın şarkımı" der. Gece rüyana girip kabusun olur çalacaksın uleeeyn diye dipsiz kör kuyulardan çığlığı gelir. Ulan senin misafirlerin bıraktı mı ki halaydan horondan misketten kurtulalım? Ben kendi listemi çalamadım ki senin isteğine sıra gelsin? Diyemeyiz ya la..
Çok çekeriz netekim çok. 4 arkadaş aynı evde çay içerken bile aynı şarkılarda buluşup eğlenemezken 400 kişiyi aynı anda memnun etmesi beklenilen kişidir eğlence işi yapanlar. Olduğu kadar, olmadığı kader. Kasmadan kafaya takmadan sistemi toplayıp yol üzerinde iki kutu soğuk bira alıp depoya doğru yollanmak, arkasından kokoreççiye gitmek en güzelidir. Bol acılı olsun usta, hayır domates istemem. Anaaa, bizim oranın kokoreçi değil bu. Bunun bol kekiklisinin avakado ile marine edilip mevsim salatası ile soslandırılmış körilisi yok mu?
Şortlu kızın olduğu kadar erkeklerin de savunma hakları olduğunu belirten cevaptır. (tanımsı)
Sevgili "Bakkal amcanın önünden mini eteğiyle geçen kız" sözüm sana;
Söyleyeceklerim seni biraz üzebilir, olsun yhaaaa xd der geçersin bilirim.
Hani geçenlerde mini etek değil de kıçına koli bandı sararak sokakta yürüyordun. Soran olursa hava sıcak diyordun ya, o eteğin altına giyindiğin Tarkan çizmeleri de seni sıcaktan mı koruyordu? Göbeğine yaptırdığın piercing biraz da göğsündeki dövmenin ucu görünsün diye belden bir karış yukarıda omuzdan iki karış aşağısı giyindiğin açık bluz var ya. işte onu kışın dondurucu soğuklarında giyindiğini de bilirim.
Hayallerini kırmak istemem ama sana o gün duraktan geçen otobüsü soran delikanlının niyeti hakaten otobüse binmek idi, sana değil. Biliyorum sana göre herkes sana binmek istiyor, istemeyen zaten ya eşcinsel ya da kördür. Sendeki özgüven farede olsa aslana tekme tokat dalardı. Allah'dan fare senden daha akıllı.
Zaten ne giyindiğini, pardon giyinmediğini fesbıktan divitırdan öğreniyoruz. Banyoda tuvalette çektiğin selfielerde görünen deve kuşu yumurtası irisi göğüslerini tabipler meme kanseri teşhisi koysun diye yayınlamıyorsun, biliyoruz.
Bazı geceler erkek arkadaşın diğer arkadaşları ile halı saha maçına gidip sonrasında sarhoş olup istiklal caddesinde yarı sarhoş kahkahalar atarak yürümek istiyor. Bunun anlamı hakikaten bazen erkek arkadaşları ile takılmak oluyor. ikide bir adama telefon açıp "Orada kadın sesi var, kim o?" diye rahatsız etmenin, ya da dakika başı sms gönderip "Orada kız var mı?" diye sormanın alemi yok.
Son bir noktaya parmak atıp konuyu bitirmek istiyorum; Hani insan karşısındakini kendisi gibi bilir ya, o telefonda haspel kader duyduğun kadın sesi yoldan geçen herhangi bir kadının kahkahası idi. Hani "Kim o orospu?" demiştin. Haberin olsun istedim.
gezi platformunun seçimlerde olası bir akp üstünlüğü sonrasında insanları galeyana getirerek sokağa dökme planlarıdır. planları seçimlerde hile olduğuna insanları asılsız haberler ile inandırıp kandırdıkları insanları saat 21:00 civarı meydana dökmektir.
cemaatin halk dilinde kendisini mağdur gösterme cümlesidir.
peşin fiyatına edit: ben de bilirim imla kurallarını fakat gel gör ki ahh gidi kahpe karakter sayısı.
günlük olarak rutin yapılan işlemlerdir. geneli pek şaşmaz.
hükümete bok at
muhalefete sataş
ekonomiyi kurtar terörü bitir
karşı takımla taşak geç
karşı cinsin fotolarını gönderilerini o daha göndermeden beğen
bir kaç özlü söz bul sonuna üç nokta koy
oyun isteği gönder gönderenlere küfür et
en göze çarpanı belediye başkan adaylığıdır. hayır yani inşaatçı olsan, ekonomist olsan anlarım da doktordan belediye başkanı neden? sanki çok derde devaymış gibi hemen her ilçede en az bir doktor aday vardır. tamam, ulaştırma bakanı olmak için uzun yol şöförlüğünden emekli adam olsun demiyorum ama özellikle doktor başkanın ilçeye faydası ne?
statüs ya da durum güncellemesi olarak bilinen "ne düşünüyorsun" kısmına bir şeyler karaladıktan sonra isminin baş harflerini koyarak "bakın bunu ben düşünüp ben yazdım ne kadan da zekiyim hmmmm" düşüncesine sahip insandır. Sanki o baş harfleri oraya yazmasa "ulan hangi derin bilim ya da felsefe insanı bunu yazdı" diye düşüne düşüne geceleri uykular bize haram olacak, kim bilir kaç gece yatağımızdan ter içinde sıçrayıp dehşet ile o yazıyı tekrar tekrar okuyacak ve ibret alacağız. Ya sabır.