iki bira içtim,
Sonra pek de kısa olmayan bir yolculuğa çıktım bu akşam.
sevdiğim bir şarkıyı açtım, kulaklıklar son ses.
Yolculuk hele de gece yapılan; tuhaf bir hüzün veriyor insana. Sakinleşmek, dinginleşmek..
Sevgili pushover; vatan diye kastettiğin bölgenin neresi olduğunu bilmek isterim.
Benim de birtakım hainliklerim var, kabul ederim.
Ama beni "vatan haini" olarak görüyorsan, belli ki aynı vatanın evladı değiliz..
iyi değilim.
Ruhumu sıkıp duran bir şey var. Düşünmek istemiyorum çok, vakti değil. Finaller, makaleler, sunumlar.. çok şey var, onun vakti değil. Çünkü bitiriyor beni..Bunlar iyi olsun diye en azından, düşünmemeliyim.
Ama sıkıyor işte. Ruhsuzluk, umursamazlık, hissizlik.. Bir ton duygu hissettim, kendime.
Sanki bir salsam yaşayamayacakmışım gibi.
Özlüyorum bir de. Neyse.
Bazen kötü biri olduğum için cezalandırıldığımı düşünüyorum. Ya da kim bilir kötü biri olayım diye..
Belki de gelir, bir gün. Yeterince anlamsız ve alakasız cümleler kurduysam bu da burada bir not olarak dursun o zaman.
Belki de iyiyim derim bir gün.
Oluruna bırak. Onur'una bırak.
Hetero bir birey hangi sebeplerle doktora gidiyorsa, örneğin psikolojik destek, o sebeple doktora gitmeli arkadaşın.. ihtiyacı varsa yani.
Onun dışında kendini "farklı" hissettirmemelisin ona. Normal iyidir. Normali severiz.
Birçok yakın arkadaşıma açıldım, hepsi farklı farklı tepkiler verdi. Ama "bunda hiçbir şey yok" kafasını önce senin yaşaman lazım. Hele ki aslında çok iyi çocuk vs cümlelerin çok gurur kırıcı. Yapma bunu. Arkadaşına değer veriyorsan. Çünkü böyle bir şeyi söylemek kolay değil. Senden hangi konuda destek istiyorsa destek verebilirsin, ama onun dışında bir şeyi de sorgulama..
Sevgiler..
içi boşaltılmış bir meslek grubu daha.
Şu an doktora yapan bir öğretmen olarak söylüyorum bunu. Evet, öğretmenler odasına adım atan herhangi bir aydın, bunlar nasıl öğretmen der mi der. Sohbetler aşırı derecede sığ. Fakat veli baskısı, idareci baskısı kısacası mobbing, itibarsızlaştırma.. bitmiyor. Küçümsemek istemiyorum kesinlikle ama okuldaki hademe, öğretmenden daha fazla maaş alıyor.. politika tamamen yanlış. Evet, haklılar öğretmenler iş yapmıyor, kendilerini geliştirmiyor. En önemli sebebi de politik. Tatmin yok çünkü, işini iyi yapan öğretmenler farklı olmakla suçlanıyor ya da her iş üzerlerine yükleniyor.. aldıkları maaş yeterli değil. Kendini geliştirene, işini yapana bir ödül yok, bakın ödülü maddi olarak kısıtlamıyorum da üstelik. idareci, milli eğitim neyse ne- bir tebrik bile edilmiyor..
40 öğretmen olarak bulunduğum okulda 20 ücretli öğretmen var. Hadi haziran ayı maaşlarını söyleyeyim 4.450. Adı ücretli öğretmen ama 20'sinden 10'u öğretmenlik mezunu değil. Bunlardan yarısı dört yıllık fakülte mezunu bile değil. Gelin de hayır bekleyin arkadaşlar bu meslek grubundan.. bir nesil böylece kayboldu. Şimdi belki anlaşılmıyor ama.. az kaldı az..
Öğretmen sadece bilgi vermez. Öyle olsa kitaplar yüzyıldır var, ansiklopediler hakeza.. millet deli gibi çocuğuna özel ders verdiriyor, dershaneye gitmeyen kalmadı. Madem öğretmen ihtiyaç değil, niye hala talep var. Sorun acaba okullarda mı diye düşünmeden edemiyor insan.. Hadi akademik beceriyi bir kenara bırakalım, disiplin, özkontrol, sosyalleşme, empati.. pekçok sosyal duygusal beceri de öğretmen eliyle biçimleniyor.. bunlar öylece elde edilmez..
bu tamlamayı oluşturanlar da ramazan boyunca oruç tutup bittiği ilk gün rakı içenler, yaşandı bu olay da oradan biliyorum.
bu tipler her küpe takanı gay, her cumaya gideni imanlı, her dekolteli giyineni yollu sananlar.. aynen aynen paşam. Çünkü din de sizin tekelinizde. Türban bir aksesuar olarak kullanılamaz, inanan insan nasıl inandığını da size soracak, sırat köprüsünde bilet soranlar sizsiniz çünkü.
sağlıklı yeme içme alışkanlığı, kilo kontrolü, düzenli uyku, düzenli cinsel yaşam, sağlık-stres kontrolü, sigara ve alkolden mümkün olduğunca uzak durmak, spor alışkanlığı kazanmak gibi bir çok başlığı içine alan yaşam biçimi.
Türkiye'de yaşıyorsanız tabi ki düzenli yaşam deyince insanın aklına ancak sabah 9 akşam 5, iş-ev mekik dokumak geliyor. artık bunu elde etmek bile düzenli yaşam belirtisi olarak varsayılıyor.. Ne diyelim.
Çok yakında değerleneceğini düşündüğüm netflix dizisi. Son zamanlarda Türk dizi sektöründe bu kadar kaliteli bulduğum bir şey çıkmamıştı.
Müzikler, görüntü, oyunculuklar..
Kötü bir ruh haliyle, kendimden, yazdıklarımdan, arkadaşlardan uzaklaşmak istemiştim. Şimdi oldukça pişmanım. Olduğu haliyle, eski beni devam ettirmek güzel olabilirdi.
Alınan kişiyi Kocaman gülümseten, heyecanlandıran, heveslendiren hediyedir.
Bu yıl benim için şu güzellikle karşılaşmam böyle bir şeydi. Bu zamana kadar pekçok hediye aldım, maddi-manevi değeri yüksek olabilecek. Ama beni bu kadar mutlu eden bir şey olmadı.
Her elime aldığımda, ilk günkü heyecanla, hediye edeni hatırlayarak çalıyorum.
Hayallerimi bilerek, bana huzur ve meşguliyet verecek bir şeyi benimle buluşturduğun için teşekkür ediyorum sana sevgili yazar.
Sevgilime sabırlar dilediğim ayaz biçimi.
Muhtemel ki, henüz kara kış döneminde Ankara’da olmadığım için iliklerime işlercesine hissetmedim kendisini. Zira Edirne ayazı, Çanakkale rüzgarı yemiş biri olarak merak etmiyor da değilim.
Toplumsal bir şiirin sinemasal anlatımı olarak gördüğüm angelepoulos filmi. Çocukluk aşklarının sebepsiz savaşlara kurban gittiği..
Oldukça geniş bir perspektifte Sessiz, sade, minimalist bir yaklaşımla anlatılmış film. için eziliyor, yorulduğunu hissediyorsun. Yaşadığımız toprakların ortak kaderi bu; tarihte döngüsellik.. özgürlüğü arayan insanların kendini zamanda ve mekanda sınırlandırmak zorunda kalması.. yıkımlar, yok oluşlar, yalnızlıklar. Kardeşin kardeşe düşmanlığı, hiç bir yere sığamamazlık..
Uzun mu uzun bir film olduğunu eklemeden de geçemeyeceğim.
Kemik iliğinden üretilebilen bir sperm için bunca teoriye gerek var mı acaba? He biz kendi kendimize üremiyorsak bilim insanlarının bu durumu etik ve ahlaki bulmamasındandır.
Ve şöyle bir cümle var. Ya allah, yaaa hak diye nidalar atmama sebep: “kadınlar ise sadece kadın üretebileceği için türün insani özelliklerini yok eder. “
Kadınlar neden sadece kadın üretebiliyor? Sperm üretilebiliyorsa?? Ve türümüzün insani özelliklerini erkekler mi kurtarıyor? insani özellik ne ola ki?
Arkadaş z. Özger’in şiiri olmakla birlikte ulaş tosun’un yine onun hayatının arkadaşları ve yakın çevresi tarafından anlatıldığı belgesel.
O döneme dair bir şeyler izlediğimde içim eziliyor. Siyasi ve düşünsel hayatın gelişiminde-Evriminde sanatın ne kadar etkili olduğunu görüyorum. Henüz lise Çağlarında şiir-deneme yazan gençler, fikir üreten gençler var. Şimdinin tam aksine. Düşünceleri için savaşanlar, tutkulu olanlar var. Şu an edebiyat fakültesi mezunu birçok insan vasıfsız eleman. Düşünmüyor, üretmiyor. Çok yazık.
Fakat o dönemde -70’lerde- Düşün ki, şiirle sanatla uğraşan henüz 20’lerinde bir genç. Siyasi görüşün devrimci tarafında yer alan, bir yandan heteronormatif algıların dışında, fiziksel olarak da kendini eksik gören biri. Ve yine henüz 20’lerinde bu hayattan şaibeli bir şekilde göçüyor.
Nadine labaki’nin kusursuz komediyle harmanlandığı özünde trajik filmi. Müzikal unsurlarla karıştırılmış sürekli değişen dram-komedi ikiliği ancak bu kadar güzel yansıtılabilirdi.
Dini mezhep çatışmasının yaşandığı bir köyde kadınların, o yıpranmışlık içinde incelikli zekalarıyla, erkeklere birbirlerinden farklı olmadıklarını göstermek için yaptıklarını anlatıyor. iyi hissettirdi bu film bana.
ki başyapıt övgüsünü gönül rahatlığıyla kullanabiliriz bence. izlemeli.
2020 yapımı belgesel. Fotoğraf ve resim sanatçısı ali Arif ersen’in Baş ağrısıyla gittiği hastaneden kendi vücuduna hapis biri olarak ayrılmasından önce ve sonrasında yaşadıklarını anlatır. Yakın arkadaşları ve çevresi tarafından oldukça sevilen Ali Arif bir anda kilitlenen vücuduyla birlikte sosyal hayatının, işinin gücünün, ilgilerinin yarım kalmasıyla başa çıkıyor. Arkadaşlarının tasarladığı bir gözlükle sadece başını oynatarak kırmızı bir noktanın gösterdiği kadarıyla hayatını yaşıyor. Vazgeçmiyor.
Dokunaklı, daha iyi anlatılabilirdi belki. Ama oldukça dokunaklı.
Mubi’de günün filmi olmasıyla birlikte tanıdığım hint filmi. Özeti okuduğumda oldukça zorlama bir senaryo olabileceğini düşünmüştüm.
(ilgili özet: Mumbai'nin kusursuz bir şekilde çalışmasıyla ünlü öğle yemeği teslimat servisinde beklenmedik bir hata yaşanır. Böylece, genç bir ev kadınıyla yaşamının son demlerindeki bir adam arasında özel bir bağ kurulur. ikisi, sefer taslarına attıkları notlarla, yalnızca kendilerine ait bir dünya yaratır.)
Fakat her şey o kadar doğal ifade edilmiş ki; el yazısıyla bir mektup neticesinde oluşan heyecan, merak, el titremesi, gizleme hali.. her şey çok kişisel hissettiriyor.
Öyle büyük bir aşkı da anlatmıyor üstelik. Nezaket, tereddüt, savunmasızlık filmin genel tezahürleri. Hiç bilmediğin- görüşmediğin birine duyduğun güven- güvensizlik hali tatlı bir biçimde işlenmiş.
Yine başrolde müziklerin olduğu bir tony gatlif filmi. Zira (bkz: exils)deki müzikal harikalık bizim topraklarımızla harmanlanınca daha da artmış.
Daphne Patakia'nın karakterine kattığı gerçek çekicilik ve şaşırtıcı öz farkındalık olmasaydı, kolayca tahammül edilemez bir klişe enkaz haline gelebilirdi film. Ama onun hiçbir şeyden özür dilemeyecek kadar özgür ruhlu bir çocuk olarak gösterilmesi inanılmaz keyifli bir hale getirmiş filmi. Tony Gatlif’in geleneksel ifadesi sanırım bu. Farklı olan Herkesi reddeden bu dünyada, sürgün olmanın iç karartıcı anlamları üzerine kafa yormadan önce, saf sevinç anlarıyla izleyicinin keyif almasını sağlamak.
(bkz: istemem babacığım) türküsünün olduğu sahneyi bir milyon kere izleyerek, bu keyfi en üst seviyede hissettim. Bana hitap eden 4/4’lük bir film.
Bundan birkaç yıl önceyle birebir aynı olan gündemdir.
Çük fotoğrafları bir yana, entry girilebilecek diğer başlıklar da hiç değişmedi. Entelektüel seviyenin bu kadar düşük olduğu bir yerde zaman zaman entry girip, başlık okumaktan yine de keyif alıyorum. Kendimi ortamın zekisi olarak düşünmek ego okşayıcı. Bence geriye kalan üç beş akıllı da sırf bu yüzden burada.
Hakan günday’ın Kaleminden bir yeraltı edebiyatı. Yirmili yaşların başında okusam belki hoşuma giderdi, fakat şimdi sadece, fazlaca bunalımlı iki karekterin iç bunaltıcı hikayesi olarak görüyorum. Okutuyor mu kendini? Evet. Ama ruh emici, irite eden, gerçekdışı karakterlerin 500 sayfa boyunca e yeter artık dedirtecek hayatına tanıklık etmek beni yordu. Evet, altı çizilecek etkili ve anlamlı cümleler de vardı elbet. Bir de Kitabın son bölümü olan kinyas’ın yolu nu da beğendim, en azından ümit var eden mutlu birkaç cümle içerdiği için..