eski duvar diplerinde karanlık sular
ay vurmuş gölgelenmiş kuytular
canım oğul güzel yiğit
al gel kanlı gömleğini, sana nasıl kıydılar?
ben bu yürek yarasını bir gece elbistan'da duymuştum
bir külüstür mapusane zindanların en kötüsü
gözlerinin moru vurmuş ak mendillere
bir kelepçe sabahı ki türkülerin en acısı
ben bu yürek yarasını bir gece elbistan'da duymuştum
akşamlar bir karakuş gibi sağılıp inerdi tenha yollara
yıldızlar dut kokardı, iğdeler ay kokardı
öflez ışıkları, yol boylarında osmanlı karakolların
tilkiler üşüşünce akşam yıldızıyla bağlara
kelepçemin karasına bir ak güvercin
nazlı nazlı, canım yiğit, süzüm süzüm canım oğul, gelip konardı
ben bu yürek yarasını bir gece elbistan'da duymuştum
ekmek yedim, su içtim ben nasıl yadsıyayım
nurhak dağlarının hemencecik eteğinde o yerde
toprak kına gibidir etlidir damarlıdır
sanırsın balla yoğrulmuştur kehribar üzümleri
kütükleri Hititlerden, kan gütmesi Osmanlıdan
ekmek yedim, su içtim ben nasıl yadsıyayım
taze peynir gibi taze, sarı yabangülü selam
ya nasıl yadsıyayım ishaklı selvilerde ayışığını
ya bu kanlı gömleği ben kime giydireyim?
ben bu yürek yarasını bir gece elbistan'da duymuştum
sen ne zaman büyüdün de ne zaman kaptırdın gönlünü o nurhaklar'a?
sen daha bebek bebek, sen daha baba baba
canım oğul, o kıraç topraklarımın yabangülü, yiğidim
sen ne zaman büyüdün de düştün yollara
yolunu mavi kargalardan, toylardan sorar oldun?
hala duruyur mu tellerinde o mavi kargaları maraş topraklarının?
o karamuk çalıları, o çoban döşekleri, o müslüman kayalar?
beni sordun mu gözüm, o kanlı toprakların menekşeli sabahlarından?
çıkınımda kara zeytin bile yok, kara alman kelepçesi bileklerimde
ben bu yürek yarasını bir gece elbistan'da duymuştum
bileklerim canım oğul yeni yeni başladı sızlamaya
sen büyüdün de demek, düştün de demek o damar damar kınalı topraklara
tüketmişim yirmi yılı, canım yiğit, bir salkım üzüm gibi
canım oğul, güzel yiğit
al gel kanlı gömleğini, sana nasıl kıydılar!
ben bu yürek yarasını bir gece elbistan'da duymuştum
en hüzün verici eylemlerden birisidir. amaç etrafa ingilizceden anladığını göstermektir. genellikle kalabalık ve bu kalabalığın hepsinin öyle ya da böyle ingilizce bildiği ortamlarda gelişir. mesela sınıfta. hoca ingilizce konuşuyordur, espri yapar ve tüm sınıf abartılı bir şekilde kendinden geçer. kim ki daha fazla gülüyorsa, "iyi ingilizce biliyor" üvanını alacağını düşünür.
karşıt olarak her tatilde yatılacak bir kadın bulma, geneleve gitme abazalığının çıkarıldığı abazalıktır.
eh tabi bu karşıtlığı çıkaranlar da biliyor 3 kadınla evlenmenin abazalığını ve bunu temizleme yolunu ancak başka bir abazalıkla buluyorlar. mesela hiç aşktan, tek kadınla evlenmekten ya da sevgili olmaktan falan bahsedebiliyorlar mı? hayır, zinhar hayır. hayal dünyaları şu şekilde "ya 3 kadınla evlenirsin, ya da geneleve gidersin..". işte resim budur. akıl uçkurdadır.
nihat genç'in eski bir yazısı. eski bir güzel, ama çok güzel bir yazısı. umarım bu yazısını karşısına alıp hicap duymuyordur kendinden şimdi. yazı şöyle
insanoğlunun çektiği acılardan söz eden tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz? insanlıktan söz ettiğinizde dişlerini bit kırıyormuş gibi gıcırdatmayan tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz? gencecik anne kuzusu çocukların götüne jop sokmayı, milli menfaatler gereği diye savunmayan tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz? şeref kavramını lüzumlu lüzumsuz her yerde, her konuda kullanan, şeref israfçısı, şeref orospusu, şeref manyağı olmayan tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz? tüm halkın kaderini ve insanlığın geleceğini, istikbalini, tek bir partiye, şahsına ve devletin ali menfaatlerine odaklaştırmadan konuşan tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz?
hitler kavgam kitabında ilan eder: "her şey devlet içindir, hiçbir şey devlet dışında ve devlete karşı olamaz";, bu faşist yasaya iman etmeden bu ülkeyi yönetebilen tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz?
yine hitler kavgam'da şöyle der: "bir insanın değeri, ahmakları kandırma kabiliyeti ile ölçülmelidir!", bu ilkeye harfiyen riayet etmeden bu ülkeyi yönetebilen tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz? hırsızlık yapmadan, hırsızlara kol kanat germeden, hırsızları genel müdür, milletvekili yapmadan bu ülkeyi yönetebilen tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz? mussolini akdeniz için: "mare nostrum" (bizim deniz) diyordu, kafkasya'ya, balkanlar'a, musul'a "bizim" demeden konuşabilen tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz? (demirel, adriyatikten çin denizi, lafını ettikçe, sırp televizyonunun komik şovmenleri, bu sözleri ekranlarda defalarca yayınlayıp cephelerde bosnalı müslümanları kesmekte olan askerleri böyle ajite ediyordu.)
temel hak ve özgürlükler konusunda tek bir yasa çıkarmış, bir tek milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz? aksine, insan hakları, batı’nın bölme parçalama planıdır dememiş bir tek milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz? ünlü siyaset bilimci makyavel'in politika, kötüyle daha kötünün arasındaki tercihtir, sözünü, yani kırk katır mı kırk satır mı politikası gütmeyen tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz? kurtuluş savaşı'nda mustafa kemal'e fevkalade doğru olarak verilen başkumandanlık yetkisine, sivil rejimde de sulanmayan tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz? o gün bugün savaş olmadığı halde, başkumandanlık yetkisi gibi dgm'ler, mgk'lar gibi statüler kurulmadan bu ülkeyi yönetebilen tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz?
halkı siyasetten iğrendirmeden, bireyin kemiklerini kırmadan bu ülkeyi yönetebilen tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz? sivil idareden korkmayan, sivilleri joplatmadan, sivillerin sesini zindanlarda boğmadan bu ülkeyi yönetebilen tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz? (üniversitedeki arkadaşları demirel için, hiç kağıt oyunu oynamazdı diyorlar!" kağıt, top, bilardo gibi oyun oynamayanlar "oyun" açlıklarını işte böyle ülkenin, halkın kaderiyle oynayarak giderirler.) ülkenin kaderiyle, gencecik çocukların, yetimlerin, öksüzlerin, açların, yoksulların hayatlarıyla oynamadan bu ülkeyi yönetebilen tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz?
durmaksızın kelime-i şahadet getiren imansızlık şüphesi gibi, sabah akşam, gece durmaksızın milliyetçiliği tekrarlamadan, milli menfaatlerden söz etmeden bu ülkeyi yönetebilen tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz? "türk milletinin teminatıyız", ";devletin teminatıyız" gibi, partisini. özellikle kendisini aklına estiği her yerin teminatı saymadan siyaset yapabilen tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz?
"milli menfaat" bahanesiyle bir toplum yaşamı için olmazsa olmaz kanun teminatını hiçe saymadan bu ülkeyi yönetebilen tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz?
vatan bütünlüğünü laf olsun diye yüzyıldır durmaksızın söyleyen, yol ve coğrafya olarak vatan bütünlüğünü, yani demiryolu ve karayolunu yüzyıllarca ihmal edip, mağaralaşmış köylerden kasabalara dahi inememiş insanları, yüzyıl sonra neden geri kaldınız diye, topla tüfekle yok etmeden bu ülkeyi yönetebilmiş tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz? demokrasiden korkmadan, medeniyetten korkmadan, insandan korkmadan, ****ye, aydına, kuruma güvenmeden, ülkemizde özerk, bağımsız kurum bırakmadan bu ülkeyi yönetebilmiş tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz? (bir zamanlar başbakan şükrü saraçoğlu üniversite için söylemişti: "ne demek, hem onların paralarını biz verelim, hem de bizim aleyhimizde bulunsunlar." üstelik bugün durum değişti, üniversiteli hocaların paralarını harçlarıyla gençler verdikleri halde, bizim paramızla yiyip içiyorsunuz, yine de bizi eziyorsunuz dediklerinde 19 yıl ceza alıyorlar.)
mahkemeye saygı gösteren, savunma hakkına saygı gösteren tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz? (binlerce örnekten sadece ikisi, manisa ve göktepe davalarında, mahkemeyi ve mağdurları koruyan bir küçük demek vermiş tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz?)
milliyetçilik bir kemik ve beyin hastalığıdır!
değil tek bir cinayet, adı cinayetler serisinde geçmeyen tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz? arkasında asker, polis ya da devlet memuru, ya da yandaşları olan yüzlerce faili meçhulden sadece bir tekini ortaya çıkarmış tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz?
yüz yirmi yıl önce ziya paşa söylemişti:"asiyabı devleti bir har da olsa döndürür", türkçesi:"devlet çarkını bir eşek de olsa döndürür."
şair eşref cevap verir: "döndürür döndürmesine amma anasını .iker de döndürür."
sanki meclis duvarında burada fuhuş yapılır gibi bir yazı yazıyormuş gibi, herkesin ben ahlaklıyım, ben namusluyum, ben memleketi çok severim demeden… sanki meclis duvarında gizli bir yazı şeklinde, burada vatan satılır gibi bir yazı yazıyormuş gibi, her allahın günü ben vatanımı satmam, ben vatanı çok severim demeden bu ülkeyi yönetebilmiş tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz?
siz hiç, evini, yazlığını, arabasını, bankada yüklü parasını ayarlamadan siyaset hayatını bitirmiş tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz? vatan sevgisi, namus, ahlak, milli menfaat gibi palavralara rağmen, halk bu olmayan malları nasıl satın alıyor? çok basit! türkiye olmayan bir bir anayasayla yönetilir. ingiltere anayasası dahi yazısızdır, ama vardır, biz, “olmayan anayasasıyla” ülkeyi yönetiriz.
12 eylül anayasası tarihimizin en acımasız anayasası olduğu halde, bununla dahi yetinmeyip, derin devletin, susurluk'un, demirel'in, medyanın, mit'in icadı garip menfaatlerin teamüllerinden oluşmuş "olmayan", "görünmeyen" anayasanın teamüllerine uymadan bu ülkeyi yönetebilmiş tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz?
halka, çocuklara, insanlara, bahara, bir gün olsun, mutlu musunuz diyebilmiş tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz?
ne güzel söylemiş nazım hikmet: "insan olan vatanını satar mı/suyunu içip ekmeğini yediniz/ insan olan vatanını satar mı?
son elli yıldır halkın oyuyla geldikleri halde, yani meşruiyet sorunları olmadıkları halde, yine halksız demokrasiyi alkışlayıp demokrasiyi zincirleyen kurumlara köpeklik yapmayan, halkın oyunu alıp, halk egemenliği gibi sorunları olmadıkları halde, demokrasiden halkı kovup, ülkeyi meclis dışında bırakan partilere domuzluk yapmamış tek bir milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz?
halksız demokrasi kitabının yazarı duverger söylüyor: "halk yığınları, kendisinin maddi ve manevi çıkarlarının bilincine varmamış olduğu için, holding ve devlet desteğinde siyasal partiler, politik çıkarları gereği, halk yığınlarının oylarını yok eder. bu oyları demokrasi oyunu içinde uçururlar.
yüzlerine bir an olsun baktığınızda, dünya hayat, insan, çocuk, arkadaş, neşe, sevgili coşkusunu ebediyen kaybetme tehlikesi geçirmeyeceğiniz bir tek milliyetçi siyasetçi tanıyor musunuz?
...
yoksul, çaresiz, bilgisiz ve körleştirilmiş bu halkın, bu gençlerin kendilerini modern araçlarla topluma ve kendilerine yararlı kılacak eğitimsel, düşünsel, iktisadi araçlar olmadığı müddetçe bu yığınlar bir yolunu bulup, basitinden, ucuzundan, kurusundan, risksizinden bir şekilde "kendilerini önemli sayma, kendilerini gerçekleştirme" imkanlarını bulacaklardır!
ülkemizde en ucuz, en basit kendini gösterme, kendini topluma ispatlama, kendini önemli sayma yollarının en yaygını, vatan, namus, velhasıl ülkeyi kurtarmaktır!
değersizleştirilen insanların sıkıntısıdır! ahlakı, namusu kurtarmak! kırk televizyon, yüz üniversite, halk kitlelerini çorum'da, çankırı'da, tokat'ta, zihinsel, iktisadi, modern olarak gelişimlerine yardımcı olmadıkları sürece, tarihin bu kısır döngüsü devam edecek! bir amerikan kovboy filmidir bu, yerliler sürüler halinde kaleye saldırır: kalabalık ve vahşi kızıldereliler kovboyların mermileri bitinceye dek gönüllü ve kahramanca ölürler. önceki gün özal'ı, dün fazilet'i, bugün mhp'yi alkışlayarak kutlayan medya kovboyları birkaç aya kalmadan bu son süvarileri de kurşunlamaya başlayacaktır.
çakallar, battallar, barbarlar şehri, siyaseti işgal edip, anasını .ikecektir.
ve milliyetçi politikacılar, "halkı değersizleştirme" politikalarını elli yıldır ısrarla sürdürüp, olmayan namusu, olmayan şerefi, olmayan ahlakla, tarlalarımıza girmiş yabani domuzlar gibi, ahlakın, onurun, insanoğluna saygının leşini çıkaracaklardır!...
önceki gün özal'ın, bugün refah'ın, bugün mhp'nin arkasından koşan benim şaşırmış sevgili halkım! avrupası, medyası, bu orospu, çakal siyasetçiler kurban olsunlar senin karakaşına. burada bekliyoruz. beynindeki milli narkozun bitmesi, aptallığın sona ermesini, o milliyetçi siyasetçiler hiç kuşkunuz olmasın .iktirolup gideceklerdir!
fuat saka'nın lazutlar 3 albümünde yer alan, en bir iç yakıcı karadeniz türküsü. bu şarkıda, saka'ya eşlik eden adam hele.. sanki romana bir zamanlar sevgilisiymiş de yitirmiş.. aynen o yakıcılık da söylüyor.
Sözleri şu şekilde
romana dağların kızi
efulim fulim
yüreğume koydu sızi
ela ela leose
romana çatmış kaşini
efulim fulim
omuza salmış saçıni
ela ela leose
romananın gözü kara
efulim fulim
ararsan dağlarda ara
ela ela leose
Yaşam şuncağız bir şey işte
bir defter kalır gidenlerden
ayrı düştüklerimizden bir kitap
yıllar sonra aklına gelir de birden
bakarsın/kuytu dalında bir sayfanın
incecik izler vardır
diretmişliğimizden
Yaşam şuncağız bir şey işte
altı çizilmiştir kimi satırların
gelseydiniz, karışsaydı gözleriniz çayın buğusuna
böyle koymazdı tozutarak esmesi karın
okursun/için burkulur da biraz
derin gizler vardır
birikmiş eski mektupların
Yaşam şuncağız bir şey işte
bir dostun ölüm haberi gelir
bir ihzar müzekkeresi bir arama emri
sen bir ilmek daha arasın acının şiirine
duyarsın/biri sevdiğini öper son kez ağzından
sokaklar iz tarlası
adresin belirsizdir
Yaşam şuncağız bir şey işte
güneş fabrika duvarlarına düşünce
sessiz adımlarla yürür sabahı umut
karışsan yankıların bir ışık salkımında yitişinde
dinlersin/yazılmamış bir tarihin
yalın dipnotudur bunlar
yazılır günü gelince
Sen gittikten sonra iki çalgıcı
turnalar semahını çaldı ve kimse dinlemedi onları
benden başka. Sarımsak kokusunun
yoksulluk ve rakıyla buluştuğu saygısız kalabalıkta
kimse duymadı beni terkeden
kanatların bıraktığı esintiyi. Biri incecik öbürü kalın
iki tel vururken çalgının yüreğine
nicedir aklımı kurcalayan Bertold Brecht'in
"Sevenler" şiirini düşündüm bir yaşamdan ötekine
yanyana uçan iki turnayı. Taa yirmisekizlerden.
"Güneşin ve ayın az değişken dilimleri altında
uçup giderler yine, böyle tutkun birbirine.
Hey, nereye gidersiniz? - Hiç bir yere - Nerden gelirsiniz?
Her yerden. Sorarsınız, ne zamandır birliktesiniz? diye.
Az zamandır. Ne zaman ayrılacaksınız peki? - Yakında."
Çıktığımda hava acıktı ikindi güneşi gibi
nicedir ısıtmayan parlak ayın az değişken dilimleri altında
yürürken sordum kendi kendime. Nereye gidiyorsun?
Hiç bir yere. Ne zamandır yalnızsın? Bilmem, denize
ve ayışığından yapraklar kesen
şiire sormalı bunu. Daha yazılırken
bir anıya dönüşen şiirlere
Sordum kendi kendime ne yapılabilir çamurdan? Heykel
Acilardan? Aşk. Yoksulluklardan
bir devrim bile yapılabilir. Ama hiç bir sey
hiç bir sey yapılamaz ayrılıklardan.
Sen, çalgıcılar ve ayışığı çekip gittiniz uykunun
eşiğine vurulmuş bir turna gibi dönerek
düşerken sordum otuzdokuzlardan Bertold Brecht'le birlikte
"Ne yapmalı peki?" Aklim dokunacak
bir baska akıl arıyor. Nicedir yabancı denizlerde
yıkanan tenim baska bir teni. "Ne yapmalı?"
Biliyorum yağmur yağmaz yukarı doğru yeniden
Acımaz olur, silinir gider izi bıçağın.
Ama hiç bir rüzgar doldurulamaz boş kalan yerini,
bir yaşamdan ötekine
birlikte uçan turnaların yerini
gökyüzünde.
50 karakter sınırlamasından dolayı yazılamamış normal hali "horoz siki kadar akilla esek siki kadar akil vermek" olan büyük söz. anlamı çok derindir, her adam söyleyemez.
Nihat Genç'in televizyon kanallarında bayat bir ulusalcı söylem tutturup araya iki üç damla gözyaşı sepiştirme döneminden öncesinde kaleme aldığı, harikulade öykü.
adı üstünde onurun ulusal olana ait olan kısmı. onur aşağı yukarı saygı, şeref, itibar, özsaygı anlamına geliyor. ulusal onura dönersek ulusun şerefi, itibarı, özsaygısından bahsetmiş oluyoruz. vizigot, ulusal onurdan bahsederken vizigotların itibarından bahsediyordur...
buraya, bizim mahalleye dönersek. türkiye'de ulusal onur kelimesi çok kuvvetlidir efendim. bir kere birisi çıkıp "ermeni soykırımı var" dedi mi kesinlikle ulusal onur kabarır, hatırlatılır. mesela bir herif çıkıp "sabiha gökçen ermeni'dir" derse bu asla ulusal onura yedirilmez. herkes tarih boyunca nasıl onurluca yaşadığımızdan, bu onurun bizden başka kimseye de ait olmadığından bahseder. tarih derslerinde hep bu anlatılır...
amma velakin ulusal onur derken eğer ki aklınıza genel anlamda bir onur kavramı geliyorsa yanılmaktasınız. ülkemizde bahsedilen ulusal onur, garibana, daha güçsüze karşı sivrilirken, güçlü olana gelince lafı dahi edilmez. mesela ekonomiyi imf yönetebilir, abd kafaya çuval geçirebilir, 12 eylül için "bizim çocuklar başardı" diyebilir ve ya "çabuk çıkın" emri ile bir orduya nasıl hareket edebileceğini söyleyebilir. bunlar ulusal onur kontenjanına dahil değildir. zaten onur dediğin hiç güçlü olana kabarır mı?
işte böyle bir şeydir ulusal onur.
not: nazım hikmet hani şiirinde de bahsediyor ya, "amerika'nın yarı sömürgesiyiz" dediği için "vatan haini" ilan edildiğini... neyse. sustum.
uzun süredir yaptığım gözlemlere dayanarak söylüyorum ki bu lafı eden kişilerin, büyük bir kısmı zir cahildir. "insanlarımız cahil..." gibi insanı heyecanlandıran bir girişle başlayan konuşmaları genellikle üzücü bir şekilde devam eder. bir çoğunun konuşmasının bir yerinde "eğitim şart" gibisinden bir şeyler duymak işten bile değildir.
Nick Cave abimizin let love in albümünde bulunan (yaptığı tüm şarkılarda olduğu gibi) aşmış gitmiş şarkısı. Aynı albümde "Do you love me (part2)" şeklinde, sözleri aynı ama müziği daha da bir güzel olan versiyonu da var.
Sözlerini de yazalım da tam olsun:
do you love me?
i found her on a night of fire and noise
wild bells rang in a wild sky
i knew from that moment on
i'll love her till the day that i died
and i kissed away a thousand tears
my lady of the various sorrows
some begged, some borowed, some stolen
some kept safe for tomorrow
on and endless night, silver star spangled
the bells from the chapel went jingle-jangle
do you love me? do you love me?
do you love me? do you love me?
do you love me? do you love me?
do you love me? like i love you?
she was given to me to put things right
and i stacked all my accomplishments beside her
still i seemed so obselete and small
i found god and all his devils inside her
in my bed she cast the blizzard out
a mock sun blazed upon her head
so completely filled with light she was
her shadow fanged and hairy and mad
our love-lines grew hopelessly tangled
and the bells from the chapel went jingle-jangle
do you love me? do you love me?
do you love me? do you love me?
do you love me? do you love me?
do you love me? like i love you?
she had a heartful of love and devotion
she had a mindful of tyranny and terror
well, i try, i do, i really try
but i just err, baby, i do, i error
so come find me, my darling one
i'm down to the grounds, the very dregs
ah, here she comes, blocking the sun
blood running down the inside of her legs
the moon in the sky is battered and mangled
band the bells from the chapel go jingle-jangle
do you love me? do you love me?
do you love me? do you love me?
do you love me? do you love me?
do you love me? like i love you?
all things move toward their end
i knew before i met her that i would lose her
i swear i made every effort to be good to her
i made every effort not to abuse her
crazy bracelets on her wrists and her ankles
and the bells from the chapel go jingle-jangle
do you love me? do you love me?
do you love me? do you love me?
do you love me? do you love me?
do you love me? like i love you?
ahmet erhan'ın bir şiiri. ellerinden öpüyoruz kendisinin, her şiiri ama özellikle bu şiiri için.
tüy ve buğu
sen, benim tüylenmiş yerlerimin konuğu
sen ki penceremde donmuş o buğusun
- incesu pazarına yolun düştü mü hiç?
ne ilgisi var deme, sen o renklersin
o damar damar domates, patlıcan moru
bağırtısı kürt halil'in, birdenbire patlayan..
oturdum, yağmuru içime doldurdum bu akşam
sanki bir şey olmadı, biraz gözlerim söndü
onlar dağlanan gönlümün dünyaya açılan yanı
baktım baktım seni gördüm, baktım baktım
sen, benim tüylenmiş yerlerimin konuğu
- buharlı trenler çağına yetişebildin mi?
üşüye üşüye kömür ayazında kavruldu tarlalarım..
ne ilgisi var deme.. yapayalnız kaldım..
ahmet kanneci'nin bir albümü. içindeki parçalar şöyle:
1 ham meyva
2 supurgesi yoncadan
3 naz bari
4 halay
5 odam kirectir
6 madimak
7 alli turnam
8 bulbulum
9 yalan dunya
10 ilahi
11 yandim allah
12 lacin
13 daldalan
14 hora
15 aygiz
olmayacak gibi görünen bir şeyin gerçekleşmesi sonucunda hayrete düşen bünyenin takdir edilesi lafı. ankara'da hatırı sayılır büyüklükte bir kitlenin favori "deyim"idir aynı zamanda.
Özellikle 12 Eylül'den bu yana, toplumsal olaylar hakkında, ciddi iki laf edemeyeceğini de bildiği için ancak espri yapma gücünü kendinde bulan afacan gençlerimizin haline bakıp, çayını yudumlarken aniden üzülen bünyenin sarfettiği kelam.
not: yine bu bünye bilmektedir ki bu afacan gençlerimizin belini darbe feci kırmıştır. yılda altı kişiye bir kitap (o da metal fırtına ya da ayşe kulin romanı..) düşen bir alandadırlar. durumları vahimdir. ağlaması gerektikleri halde medeni cesaretlerinin çok yüksek olmalarından dolayı toplumsal konular hakkında bir marifetmiş gibi espri yapmaktadırlar bu gençlerimiz ki "apolitik gençlik espri yapıyor" diyen bünyeyi asıl bu üzmektedir.
anarko-ekolojinin babası. "özgürlüğün ekolojisi" (ayrıntı yayınları artık basmıyor. bulmak için bayağı bir enerji sarfetmek gerekiyor maalesef), "toplumu yeniden kurmak", "kentsiz kentleşme" gibi toplumsal ekoloji hakkında yazılmış önemli eserlerin de sahibidir aynı zamanda. ne yazık ki yakın zamanda yaşamını yitirmiştir. aklımda kaldığı kadarıyla ünlü "taraf olmayan bertaraf olur" cümlesi de bookchin'e aittir.
Sivilceler için verilen oldukça etkili bir losyon. Prospektüsünde abartı bir şekilde yan etkiler sıralanmış olsa da kullanan kişilerin genelde pek şikayetçi olmadığı görülmüştür.