tsubasa, pokemon, power rangers, he man, tutenstein, casper, minuscule ve aklıma gelmeyen saygı duruşunda bulunduğum tekrarlarını hala izlediğim niceleri...
3 gün önce bişiler içmek için yakın bir kız arkadaşımla buluştum. Çok sade takılır az makyaj yapardı. O gün buluşmamızdan sonra bi davete katılacağı için abartılı giyinip fazlaca makyaj yapmış. Fondöten hiç kullanmazdı o gün fondötenin dibine vurmuş.
Aydınlandığım gün o gündü. Fondöten ve orjinal yüz arasındaki farkı biliyordum artık.
Arkadaşıma ilk cümlem şu oldu: Bu makyaj ne kızım, gelin arabası gibi geziyosun ortalıkta!
Bozuldu tabi. Bozulsunda. Durum öyle.
Öncelikle başkaları adına çalışıyorsan eğer çalışmanın ne kadar saçma olduğunu öğretiyor. Kendi kendine konuşmayı öğretiyor ve seni acemi seviyeden alıp üst düzey kendiyle konuşmacı yapıyor. Ve en tematik konularından biri de şu oluyor; LAN KENDi iŞiMi YAPSAM HiÇ KOYMAZ ÇALIŞMAK. Sonra her şey bir döngüye dönüşüyor. Kahve, işler, tamam patron, efes malt, uyku, kahve, işler, tamam pasdtfaydcsdvaasd....
Kısacası iş hayatının insana öğrettiği tek şey; Cumartesi Pazar'ın önemidir.
(Ha bir de kargo şirketine iş yerinin adresini vermişsindir. Takip numarasından aldığın ürünün sana adım adım gelişini falan izler mutlu olursun.Böyle saçma şeylerle mutlu olmayı falan da öğretiyo ve kapitalizme dair her şey)
Bu herifin cahilliğini, gayet soğukkanlı bir şekilde, açılan tartışma ortamlarında anlatırdım. Sonra bir gün bizim ufaklığın öğrenci olduğu liseye veli toplantısına gittim. Dedim gelmişken müdürü de göreyim. Müdürün odasına girdiğimde makam koltuğunun hemen arkasında kocaman RTE ve Kadir Mısıroğlu portrelerini gördüm. O günden sonra bu adam hakkında konuşmanın bile sadece kendini yormak olduğu kanaatındayım.
Çünkü; bu feslinin cahilliği fena ama fesliye inanan kısımın cahilliği daha fena.
Öncelikle meraklı ve biraz kitap okuyan tipseniz, özellikle okumuş olduğunuz psikoloji, psikiyatri kitaplarından hatta terapi ve kişisel gelişim kitaplarından bile antidepresanların 'öcü ilaçlar' sınıfına girdiğini bilirsiniz.
Peki gerçekten öyle mi? -Tabi ki hayır.
anksiyete, obsesif, depresif, p. atak gibi ruh hallerinde bu ilaçları kullanmak yerine telkinler, meşgaleler, sözlü ve özellikle yazılı (hastalık günlüğü) yöntemler ile paçayı sıyırabilirsiniz. Ki şu dünyaca ünlü Amerikalı eleman D. Burn psikiyatr da çığır açmasına rağmen ilaç kullanımını savunmaz. (iyi hissetmek kitabını da tavsiye ederim.)
Nede hayır dediğimize gelelim.
Hastalığınızın nedeni ruhsal değil biyolojik de olabilir. Sizi ruhsal bunalıma iten durum yaşadıklarınız veya içinden çıkamadığınız problemler yerine özellikle beynin ilgili hormonu veya endorfin serotonin gibi skim skum şeyleri yeterince salgılayamamasından kaynaklanıyor olabilir. Yada troid bezinizdeki bir bir hastalıkta sizi depresyona sevk ediyo olabilir..
ilaçlar çözüm olabilir.
Yapılabilecek en güzel olay; ince eleyip sık dokumak. Bütün tahlilleri ve psikolojik yardımı aldıktan sonra psikiyatra başvurmak. Geçmiyorsa ilaç kullanmak. ilaca bağımlı olmamak (bu biraz zordur ama meditasyon yoga veya biraz dağ bayırla vb. üstesinden gelinebilir)
evlerinin önüne topladıkları 10-15 köpeğe kuru ekmek yedirip ben hayvanseverim diye ahkam keserler. sanki il veya ilçenin bütün köpeklerine bakıyormuşcasına sosyal medya üzerinden yaptıkları paylaşımlar ile derneklerin ilgisini kazanır aylık çok güzel rakamları cebe indirirler. belediye ile sürekli kavgalılardır. hatta muhtemelen orada bulunan belediye barınağı bunlar yüzüne kapatılmıştır. kısırlaştırılmayan aşıları yapılmayan ama onların istediği gibi sokakta serbestce dolaşan hayvanların içler acısı halleri vardır. tamam serbesttirler ama 10 köpekten 5 i uyuzudur ve hemen hemen her çöp bidonunun yanında açlıktan ölmüş köpekler vardır.
bi kere belediyeden önce bunlardan birini aradım dedimki hemen alt mahallenizde bi köpek felç olmuş ve açlıktan ölecek, ya siz müdahale edein yada ben belediyeye haber vericem gerekeni yaptırıcam. bana telefonda; belediyeyi aramayın köpek özgür olsun ölsün gerekirse.
siz hayvan sevmeyin, kalsın.