"Çocuğu olan kadına anne denmektedir ve anne olmak biyolojik bir şeydir. Evet. Ama nedense bu annenin önüne ya sürekli bir sıfat ekleniyor ya da kavramın içi boşaltılarak soyutlaştırılıyor. Fedakar ana, cefakar ana, çilekeş ana, becerikli anne, güzel anne, iş bilir anne, kutsal annelik…. Ana, anne ve annelik meteor yağmuruna reklamlarda, edebiyatta ve medyada öyle çok rastlıyoruz ki, kimse “hop nooluyoruz ya” demiyor"
Devlet tiyatrolarında oynananmakta olan bir oyun konusu şu şekilde diyerek bir giriş yapabiliriz; "Suç nedir? Ceza nedir? Öldürmek nedir? Tüm bunların nesnesi ya da öznesi ‘insan’ nedir?
‘’Kanunlar ülkelere göre değişir, fakat insan karakteri her yerde insan karakteridir.’’ der Peter Ustinov. Belki de bu yüzden tutunamayacağımız bir konuyla karşı karşıya bırakır bizi: Martovsky adında bir genç, tecavüz suçundan ölüm cezasına çarptırılır ve hikaye başlar… "
Yazan : PETER USTiNOV | Çeviren : NEViN KAYABAL - AHMET GÜNGÖR ENÇER | Yöneten : CEVDET ARICILAR
oyun bir çok açıdan sorgulamaya itiyor bizi. konusu itibariyle vicdan ve aklın aynı anda konuşmaya başlamasını sağlıyor. konu her ne kadar bilindik de olsa özellikle Nışan Şirinyan'ın ve diğer tüm oyuncuların performansları kolayca akışa kaptırıyor. oyunculuklar, replikler, dekor... her ayrıntısıyla izlenmeye değer. sahne geçişleri, dekor değişimleri, perde arası oyunculuklar diyaloglar her anıyla zevkle izlenecek bir oyun. hem oyunu tanıtalım hem de tavsiye edelim. toplanın toplanın gidin.
Yaprak Zihnioğlu'na ait bir biyografi kitabıdır. bir tarih kitabıdır.
Kitapta Nezihe Muhittin kimdir ? Kadınlar için ne düşündü. en verimli çağında kadın hareketinden nasıl koparıldı ? Nasıl unutturuldu ? gibi sorulara cevap vermekle başlıyor.
henüz cumhuriyet halk fırkasının bile bir taslağı yokken cumhuriyet fikriyle aydınlanan ve cumhuriyetin kurulmasına yakın bir tarihte bir kadın halk fırkası kuran kadınların hayatlarına tanık ediyor bizi bu kitap.
kadınlara seçme ve seçilme hakkı bir anda mustafa kemal tarafından mı verildi yoksa kadınlar hakları için zaten osmanlının son dönemlerinden beri bir hak arayışında mıydı?
mustafa kemal neden kadın halk fırkasını itibarsızlaştırdı ve kadınları henüz siyaset içinde bulunacak kadar yetkin değiller düşüncesiyle gerilemeye sürükledi.
o dönem feminist olduklarını iddia eden kemalist kadınların düşünceleri neydi.
feminizm, kadın, meşrutiyet, milliyetçilik ve cumhuriyetin ilanına kadar ve ilanından sonra kadın neredeydi, kimler kadını sadece eş ve annelik kalıplarına sıkıştırmak istiyordu. gibi çokça ve geniş çerçeveden bakan sorular soran bu soruları o dönemin eski türkçe belgelerine dayandırılarak cevaplayan zihnioğlu tek parti yöneticileri ve kadınlar arasında ki çatışmayı çok sade çok güzel bir dille yazmış.
bu kitabı özellikle kadınlardan okumalarını rica edebilirim bizden biz kadınları daha önceki kuşakların mücadeleleriyle bağlantı kurmaya bizden esirgenmiş olan bilgiye sahip çıkmasını sağladığı için.
26 yaşındaki Harvard MBA öğrencisi ve baterist Kiran Gandhi geçtiğimiz Nisan ayında Londra maratonunu herhangi bir hijyenik ürün kullanmadan, bacaklarından regl kanı akara koştu. Bu maratonu aynı zamanda meme kanseri için koşuyordu ve 2,000 sterlin de bağış topladı....
röportajını linkte bulabilirsiniz. böylece daha doğru olarak tanırsınız.
"meninist, men (ingilizce erkek/adam) ile feminist kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuş bir kavramdır.
Özellikle ABD’de beyaz, zengin ve erkek (yani dertsiz diyebileceğimiz) grubun twitter’da ortaya attığı, sözde erkek haklarını savunan kavramdır. Sözde diyorum, çünkü kendini “meninist” olarak niteleyenler öncelikle feminizmin ne olduğunu bilmez. feminizmin kadınların üstünlüğünü savunan bir ideoloji olduğunu zannettiklerinden hatta feministlere “feminazi” derler, halbuki feminizmin bununla ilgisi yoktur.
sanırım başta şaka olarak ortaya çıkan bu kavram zamanla bu başta bahsettiğim grup arasında sosyal medyada yaygınlaşmış ve gitgide daha da itici bir hal almıştır. örnek verecek olursak;
“Kadınların erkeklerden daha uzun yaşamasının sebebi kadınlarla yaşamak zorunda olmamalarıdır.”
“newton’un 3. duygu kanını. erkeğin her etkisi için kadının aşırı tepkisi vardır.”
gibi cinsiyetçi, seviyesiz ve mizahi olmaktan uzak söylemleri var. konuyu daha da abartıp şöyle şeyler yapanlar da var:
Mesela saçmalığını son karikatür üzerinden ele alalım, kadınların yatakta kendilerini “şöyle yap böyle yap” demelerini ezilmek olarak görüp buna karşı bir tepki veriyorlar, ancak bir kadının vajinasının darlığı ya da salgı miktarı biyolojik unsurlardır. Partnerini memnun etmek için değiştirebileceği bir şey değildir. Üstelik resm edilen pozisyon bile genel olarak kadının pek zevk almadığı, erkeğin daha çok hoşuna giden bir pozisyon.
Seviyesizliğini daha net açıklayabilmek için bu tarz şakaların Türkiye’deki eşdeğeri bir dönem çok popüler olan şu tişörtler diyebiliriz:
Yani demem o ki, eğer meninistlerin yaptığı şey hakikaten erkek haklarını savunmak olsaydı “Ataerkil-heteroseksist düzen erkeklere de bir takım kalıp roller yüklüyor. Erkeğe sert olması, “erkeksi” olması, çocukken arabayla oynaması, ağlamaması, duygularını ifade etmemesi gerektiğini dayatır. Buna karşı çıkıyoruz, erkekler de istediği gibi olabilir” derlerdi. Ve ben de tüm içtenliğimle desteklerdim. Ama bunun yerine “Kadınlar kibar erkekleri friendzone’layıp piç erkeklerle birlikte oluyor, çok fena eziliyoruz.” demeyi tercih ediyorlar.
Sözde feminzmle dalga geçen, ama feminizmin yüz yıllık ideolojik külliyatına dair hiçbir şey bilmeyen ve bu cahillikleriyle ulu orta maymun olan ve aynı zamanda ne sınıfsal, ne ırksal ne de cinsiyet anlamında ayrımcılığa hiç uğramamış, asla da uğramayacak beyaz, ABD’li zengin çocuklarından oluşan bir gruptur özetle meninistler."
Bunlardan bağımsız olarak, çağımızdaki bilgilere göre antropolojik kısmı biraz geri de kalmış olsa kadının ezilmesinin kökenlerini anlamak için önemli bir kitap Engels - Ailenin, Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni’dir.
*Bu kitap Genç Kızlık Çağı, Evlilik Çağı ve Bağımsızlığa Doğru isimli 3 cillten oluşur. Kitapçılarda “ikinci Cins” ismiyle dikkatinizi çekmeyebilir, Türkiye’de tek tek adlarıyla daha çok biliniyor.
- Kadınların En güzel Tarihi (TŞB Kültür Yayınlarından Çıkma)
-Robert Briffault- Analar
-Evelyn Reed - Kadının Evrimi I- II
-Dana Scully - Cinsel Şiddeti Anlamak
-Fatmagül Berktay- Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın
Güzellik Hastalığı Salgını (An Epidemic Of Beauty Sickness)
"Güzellik algılarımız karışık ve derin evrimsel köklere sahiptir. Bilimsel perspektife göre güzellik sadece çekici değil aynı zamanda nadir bulunmakta. Asıl çarpıcı nokta ise kadınların güzel olma isteği veya güzel hissetmemeleri değil. Asıl çarpıcı olan kadınların güzellik arayışlarının hayatlarındaki diğer hedeflerini ve ilgi alanlarını yönetmesi ve bastırması. Çok kilolu olduklarından, ciltlerinin yeterince pürüzsüz olmadığından, genç yaşta yüzlerinde oluşan kırışıklardan, magazin dergilerindeki bikini modelleri gibi veya Victorias Secret melekleri gibi görünmediklerinden, selülitlerinden veya sıfır beden olamadıklarından endişeliler.
Kadınlar medyada gördükleri resimlerdeki kadınların alışılmadık bir şekilde zayıf olduklarını veya yeme bozukluğuna sahip olduklarını biliyorlar. Medyada gördükleri resimlerdeki kadınların genel kadın popülasyonunu yansıtmadığını ve istatiksel olarak aykırı olduklarını biliyorlar. Bunların üstüne, kadınlar gerçek hayatta kimsenin bu resimlerdeki gibi gözükmediğinin farkındalar. Bu iyi bir haber. Kadınlar yeme bozukluklarını, photoshopu biliyorlar. Fakat kötü haber: hiç biri yardımcı olmuyor. Bunların farkında olmak bir şeyi değiştirmiyor. işte bu güzellik hastalığıdır.
Peki güzellik hastalığının belirtileri nelerdir? Kadınların zaman ve enerjisinin önceden sadece profesyonel model ve aktrislere ait olan endişeler tarafından çalındığı bir noktaya nasıl geldik? Ve daha önemlisi enerjileri yoğun bir şekilde dış görünüşlerine odaklandığında kadınlara ne oluyor? Fiziksel güzellik içinde bir takım özellikler içerir. Fakat kadınlar için bir tanesi önem açısından tüm diğerlerini yenmektedir: kilo, yani beden ölçüsü. Esquire dergisinin 1994te yaptığı bir araştırmaya göre kadınların %54ü şişmanlamaktansa kendilerine bir tırın çarpmasını tercih etmektedirler. Ve bu araştırmanın paylaşıldığı bir sınıfta genç kadınların tepki göstermesi beklenirken tır ne kadar büyük? Ne tür bir tır? Ne kadar hızlı gidiyor ve gerçekten ne kadar canımız yanar? gibi sorular sordukları görülmüştür. Aslında bir bakıma mantıklı geliyor. Evet, bir tırın çarpması elbette ki can yakacaktır. Fakat can yakıcı başka bir etken daha var ki o da kadınların şu üç mesajın bombardımanına tutulduğu bir kültürde yaşamak:
1. Güzellik bir kadının sahip olabileceği en büyük, en güçlü ve en önemli şeydir.
2. Medyada ve dergilerde görülen resimler olması gereken güzelliğin standartıdır.
3. Sen medya ve dergilerde bulunan resimlerdeki gibi görünmüyorsun.
Dünyanın dört bir yanına bakacak olursak, kadınlar ve erkekler giderek giderek irileşirken kadınların için belirlenen vücut ideali giderek inceliyor. Kadının kendisi ve görünmesi istenen ideal arasındaki mesafe giderek büyüyor. Bu mesafe küçük bir boşluk değil derin bir uçurum ve o derin uçuruma bakıldığında güzellik hastalığı görülmektedir. Medya tarafından aşırı derecede aşılanan ideal kadın fotoğrafları bize bunun öyle olmasa bile normal olduğunu kabullendirmekte ve bizi hasta etmektedir.
Güzellik hastalığı, kadınların eğitimleri, aileleri veya ilişkileri için endişelenmek yerine kilo verme programları, cilt bakım rutinleri, kollarının sarkması, karın kasları veya baldırları için endişelenmesidir. Peki bu hale nasıl mı geldik? Nesneleştirme teorisi denilen fikirler kümesine göre bu hastalık şu şekilde işlemektedir:
Kadınlar onlara geçerli değerlerinin görünüşleri olduğunun öğretildiği bir dünyada yaşıyorlar. Sokakta yürürken insanlar görünüşün hakkında yorum yapar, reklamlar sana nasıl daha güzel olabileceğini söyler, televizyon programları, hatta haber bültenleri güzellik standartlarını karşılamayan kadınları alay konusu yaparlar. Fiziksel görünüşün diğer insanlar tarafından o kadar fazla izlenir ki zamanla bu perspektifi özümsersin ve kendinin izleyicisi olursun. Dolaşmak, dünyayı seyretmek yerine bütün zamanını dışarıdan nasıl göründüğünü düşünerek harcarsın. işte bu güzellik hastalığının en kötü sonucudur. Kendini izlemekten dünyayla iletişim kuramazsın.
Peki, güzellik hastalığını nasıl yenebiliriz? Güzelliğe daha az yatırım yaparak. Sizi dış görünüşünüz hakkında çok daha fazla düşünmeye iten televizyon programlarını izlemeyi bırakarak. Eğer magazin dergileri sizi güzellik standartlarına takıntılı hale getiriyorsa okumayı bırakarak. Vücudunuzu diğer insanların bakması için toparlanmış parçaların bir koleksiyonu gibi düşünmeyi bırakarak. Vücudunuz bir bütün halinde sizin dünyayı keşfetmek için aracınız. Basenlerinizin ölçüleri, bacaklarınızın kalınlığı hakkında endişelenmeyi bırakın çünkü o bacaklar sizi dünyanın etrafında yürütüyor. insanların sizi bir çizime dönüştürmesine izin vermeyin. Ve en önemlisi, kız çocuklarına sürekli onların güzel olduklarını söylemek yerine cesur olduklarını, yetenekli olduklarını, akıllı ve yardımsever olduklarını söyleyerek niteliklerini fark etmelerini sağlayın. Bunu yaptığınızda genç kızlara sosyal statü kazanmak için en iyi yatırımın güzellik peşinde olmak olduğunu öğreten sistemi baltaladığınızı düşünün. Dış görünüşlerinin karakterlerine ve çalışmalarına bir dipnot olduğunu fark etmelerini sağlayın. Bizler asla güzelliğin önemli olmadığı bir dünyada yaşayamayacağız. Beyinlerimiz böyle yaratılmamış. Fakat güzelliğin daha az, karakterlerimizin daha fazla önemli olduğu bir dünyada yaşayabiliriz. Düşüncelerimizde, konuşmalarımızda ve karşımızdakilerle etkileşimimizde yapacağımız ufak değişimler daha güzel bir gelecek için yol açmamızı sağlayabilir."
Sonia Singh isimli mükemmel kadın, aşırı seksüelleştirilmiş oyuncak bebeklerin makyajlarını silmiş, kıyafetlerini ve saçlarını değiştirip onları gerçek çocuklara benzetmiş. Kendisi bebeklerin yüzlerini, ayakkabılarını ve saçlarını çocuklaştırırken annesi de onlara kıyafetler dikmiş. Anne-kız böylece endüstrinin çocuklara aşılamak istediği kadınlığın üstesinden gelmişler.
Body shaming(bedeni aşağılama) endüstriyel standartlar belirleyip bunun üzerinden hem zayıf hem de şişman kadınlara farklı uygulanan örgütlü estetik baskı. Bu aşağılama Fat shaming(şişmanlığı/şişman bedeni aşağılama) ve Skinny Shaming (Zayıf bedeni aşağılama) olarak ikiye ayrılıp adlandırılıyor.
Şişman bedenlerin yaşadığı, sosyal dışlanma, alay, zayıf kadınların yaşadığı aşağılanmadan çok daha fazla göz önünde olduğundan bu kavrama daha aşinayız. Fakat bu demek değil ki endüstriyel standartlar zayıf kadınları rahat bırakıyor. Özellikle 90'lardaki heroin chic modasından sonra zayıflığın ayrıcalık olduğu daha da vurgulandı, zayıflık özendirilmesi yapıldı. Yine de bu bile zayıf kadınları baskıdan muaf kılamadı. Özendirilen görüntüdeki kadınlara bile yeterince iyi olmama suçlaması yapılıyor, sadece köpekler kemik sever, hasta gibisin, tahta gibisin vs. Bu baskıyı yapan kişilerin arasında üzülerek söylemek gerekirse büyük oranda kadınlar da var.
Şişman aşağılama büyük oranda erkekler tarafından gerçekleştirilen bir baskı. Endüstrinin her zaman erkek algısına hizmet edecek şekilde ortaya koyduğu kadın standartlarını sorgulamadan benimseyen en geniş kesim onlar. Bizim dikkat etmemiz gereken şey ise, şişman aşağılamayla mücadele ederken zayıf aşağılama yapmamak. Sıklıkla internette gerçek erkekler kıvrımlı sever gibi görseller görüyoruz, fuck the skinny bitchez tarzında şarkılar duyuyoruz. Şişman aşağılamasının sebebi zayıf kadınların varlığı değil, zayıflığın bir etiket gibi pazarlanması. Ve bizim bedenlerimiz erkeklerin hoşlandığı biçimlere girmek zorunda değil.
Bedenimiz erkeklik için değildir.
Bize empoze edilen ama ulaşmayı bir türlü başaramadığımız imkansız görüntünün kişiliğimizi ve hayatımızı etkilediğini biliyoruz. Hayatımızdaki bazı problemlerin sorumlusu olan ulaşamadığımız standartlara sahip olanların içinde bulundukları durumdan şikayet etmesi bizi sinir ediyor belki, büyük beden bulamadığımızda zayıfların buluyorum ama yakışmıyor'larına bileniyoruz, onların kendilerinden hala memnun olmamalarına ya da. Yine de bu bize kızkardeşlerimizi küçük düşürme hakkı tanımaz. Tekrar vurgulamak gerekirse, bizim mücadele etmemiz gereken endüstri ve etiketi. Zayıf kadınlar ve zayıf bedenler değil. Bize yapılandan şikayet ederken, aynı baskıyı başka kadınlara yaşatmamalıyız.
Sanchez, Küba Devriminin merkezindeki kadındır ve hatta kararları veren asıl kişinin o olduğu bile söylenir. 10 Mart 1952 darbesinden sonra Celia, Batista hükümetine karşı yürütülen direnişe katılmıştır. 26 Temmuz Hareketinin kuruculuğunu, devrim boyunca çatışma birliklerinin liderliğini yapmış, kaynak denetimini üzerine almış ve hatta Batistanın devrilmesi için Meksikadan Kübaya 82 savaşçının taşınmasını içeren Granma Çıkarmasını bile o örgütlemiştir. Celia devrimden sonra da ölümüne dek Castronun yanında kalmaya devam etmiştir.
tarih kitaplarından öğrenemeyeceğimiz devrimci kadınlardan sadece bir tanesidir.
Yunanistanlı sanatçı,şair, aktris. 53 yaşında kızına bir şiir yazarak intihar etmiştir.
Bir sabah kapıyı açıp yollara çıkacağım
dün gibi
ve düşünüp durmayacağım artık
babadan bir parça
denizden bir parça
-onlar ki beni bıraktılar-
Ve şehri. Çürüdükleri şehri.
Ve kayıp arkadaşlarımızı düşünüp durmayacağım
Bir sabah kapıyı açıp
dosdoğru ateşe gireceğim
dün ki gibi
faşistler diye bağırarak
barikatlara dayanarak ve taşlayarak
yukarıda, güneşte parlasın diye o kızıl sancak
kapıyı açacağım
-korktuğumu değil-
ama yetişemediğimi söylemek istiyorum
Ve senin
benim gibi silahsız yola çıkmamayı öğrenmen gerektiğini
-çünkü ben yetişemedim-
çünkü o zaman benim gibi kaybolacaksın
böyle belirsiz
kırık, paramparça
denizden, çocukluk yıllarından
kızıl sancaklardan
Bir sabah kapıyı açıp
kaybolacağım
devrim düşüyle
uçsuz yalnızlığı içinde yanacak yolların
kağıt barikatların uçsuz yalnızlığı içinde
provokatör eşgaliyle
-inanma onlara!-
Zaman gelecek ve birşeyler değişecek
bu dediğimi hatırla Maria
hatırla teneffüslerde oynadığımız bayrak yarışını
-bana bakma- ağlama!
umut sensin
Dinle;
çocukların ebeveynlerini seçeceği
şansa çıkmayacakları zamanlar gelecek
kapalı kapıların
dışarıdan eğilmiş kapalı kapıların olmayacağı bir zaman
işimizi seçeceğimiz
dişlerine bakılan atlardan olmayacağımız zamanlar gelecek
insanlar, -düşünsene!-
renklerle konuşacaklar
ve notalarla diğerleri
Su dolu büyük bir cam tüpün içinde sakla sadece
bazı sözcük ve anlamları
tarih dersi için;
uyumsuzlar, baskı, yalnızlık, fiyat, kar, rezillik
Yalan söylemek istemiyorum
zor zamanlar Maria
daha zorları da gelecek
Bilmiyorum -fazla birşey bekleme benden-
bu kadar yaşayıp
bu kadar öğrenip
bu kadar söyleyip
bu kadar okuduktan sonra
birşeyi iyice kazıyorum aklıma;
Bir anlamı var insan kalmanın
yaşamı değiştireceğiz Maria
herşeye karşın.
Ad Soyad: Sevgi Taşkın
Yıl: 2010
Neden öldürüldü: Kadın hayatına dair bir karar vermek istediği için
Kim tarafından öldürüldü: Kocası
Korunma talebi: Gerçekleşmemiş
Öldürülme şekli: işkence
kadınlar! kardeşlerinizin sesini duyun. onlara kulak verin. şiddeti durdurmak bizim elimizde. nesilleri yetiştiren bizleriz. ana olan biziz. barış olan biziz. kadın dayanışmasına omuz verin. sesimizi yükseltelim!
Ad Soyad: Yeşim Yalçıntaş
Yıl: 2014
Neden öldürüldü: Red Edilme
Kim tarafından öldürüldü: Eski Erkek Arkadaşı
Korunma talebi: Yok
Öldürülme şekli: Ateşli Silah
Ad Soyad: Nazlı Mercan
Yıl: 2013
Neden öldürüldü: Bilinmiyor
Kim tarafından öldürüldü: Babası Tuttuğu Azmettici
Korunma talebi: Yok
Öldürülme şekli: Ateşli Silah
Ad Soyad: Melda Yüksel
Yıl: 2012
Neden öldürüldü: Nefret Cinayeti
Kim tarafından öldürüldü: Erkek Kardeşi
Korunma talebi: Yok
Öldürülme şekli: Bilinmiyor
Ad Soyad: Meryem Seyhan
Yıl: 2010
Neden öldürüldü: Tecavüze uğrayıp katledildi
Kim tarafından öldürüldü: Tanıdığı Biri
Korunma talebi: yok
Öldürülme şekli: Bıçaklama
Ad Soyad: Emel Çalış
Yıl: 2008
Neden öldürüldü: Reddetme
Kim tarafından öldürüldü: Eski Sevgilisi
Korunma talebi: Bilinmiyor
Öldürülme şekli: Ateşli Silah
Ad Soyad: Gönül Özcan
Yıl: 2008
Neden öldürüldü: Kriz ve işsizlik
Kim tarafından öldürüldü: Damadı
Korunma talebi: Bilinmiyor
Öldürülme şekli: Ateşli Silah
hükümeti, otoriteyi ve kiliseyi eleştiren yazılar ve şiirler yazmış bir çok işten atılmıştır. paris halkının seçimiyle milletvekili olmasına rağmen özgürlüğünü seçmiş ve milletvekilliğinden istifa etmiş. sıradan insanların ilginç portrelerini çizerek büyük hayranlık uyandırmış. çağının en büyük şairleri arasında ismi hep yer aldı ancak daha sonraları yeni yazar ve şairler tarafından yapıtları "bayağı ve kof" olarak nitelendirildi. en ünlü şiirlerinden biri tanrı babadır. ve bu şiiri Sabahattin Eyüboğlu çevirmiş ruhi su ise bestelemiştir.
Tanrı Baba, bir sabah uyanınca,
Biz insanları düşündü nasılsa,
Gitti pencereye: "Kim bilir, dedi;
Belki o gezegen yok oldu gitti.
Ama baktı, uzakta, çok uzakta,
Bir köşecikte fır dönüyor dünya.
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı,
Alsın vallahi bir şey anlıyorsam
Bu dünyalıların tutumlarından.
Ey benim minnacık yaratıklarım,
Ak ve kara, donuk ve yanıklarım,
Dedi Tanrı, en babacan haliyle;
Sizi ben yönetiyormuşum sözde.
Oysa, görüyorsunuz, Allah'a şükür,
Benim de sürüyle bakanlarım var,
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı,
Alsın vallahi, çocuklar, bu bakanları
ikişer üçer atmazsam kapı dışarı.
Boşuna mı kızlar verdim, şarap verdim size?
Güzel güzel yaşayasınız diye.
Nasıl olur da siz benim inadıma
Orduların Tanrısı dersiniz bana?
Ne yüzle adımı alıp dilinize
Top atarsınız birbirinize?
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı;
Alsın vallahi, çocuklar, bir tek
Orduyu kumanda ettiysem bugüne dek.
Şu süslü püslü zibidilerin işi ne
Yaldızlı tahtlar üstünde?
Nedir o kasılmaları, böbürlenmeleri?
Beslediğimiz bu karınca beyleri
Sözden benden kutsal haklar almışlar
Benim inayetimle kral olmuşlar
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı;
Alsın vallahi, benden geldiyse eğer
Sizleri böyle kötü yönetenler.
Hiç bana kızmayın artık, çocuklar;
Temiz yürekli olun, bana yeter.
Sevişin, güle oynaya yaşayın,
Sizi yakar makarım diye korkmayın
Kralına da, yobazına da basın kalayı...
Ama keselim, Allahaısmarladık
Curnalcılar duyarsa yandık
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı
Alsın vallahi, o yüzsüz herifleri
Sokarsam kapımdan içeri.