insanların geleceklerini etkileyecek bir seçim olayında sonucu riske atmalarına değecek
kadar iyi bir rakibinin olmamasından dolayı bu partinin diye cevap verilebilecek sorudur.
babamın Q klavyedeki kaplumbağa hızında yazışıyla dalga geçişimizde söylediği bir şey vardır hep. " kızım napalım yıllardır f'le yazıyoruz, getir bir tane f bak nasıl yazarım."
tipi kişiden kişiye değişen bağımlılık zannımca. mesela ben gün içinde çay çay diye sayıklayan bir insan değilim fakat çaysız güne başladığım zamanlarda, yoğun baş ağrısı, kendini olaylara ve konuşmalara verememe, dikkat dağınıklılığı, asabiyet gibi semptomlara rastlıyorum kendimde. yani benim tiryakiliğimde alınan çayın miktarı değil, düzenli olarak alınıp alınmadığı önemli çayın.
babamın adını bilmediği, hatırlayamadığı nesneler için genelde "şey" anlamında kullandığı kelime. bir de "manita" anlamında da kullanır. bilmiyorum argo mudur, ağız mıdır yoksa babama mı özgüdür.
kızsa eğer bu sıfatı taşıyan ekşisözlük yazarı kayser sozer e karşı dikkatli olmalıdır. çünkü 14-16 yaşlarındaki kızların çok çekici olduğunu söyleyen bu arkadaşımız ya cinsi sapıktır ya da kafadan sıyırmış sapıktır. her iki açıdan da zararlıdır.
6 karbonlu, 3 tane çift bağ içeren siklik yapıdaki aromatik bileşik. 3 bağ rezonans halinde olup , hareket edebildiği için altıgen içinde bir halka olarak gösterilir.
aldıkları paranın, gördükleri eğitime oranla az olduğunun farkındayım ama "haftalık 25 saatlik çalışma süresinin 35 saate çıkarılmasına tepki gösteren radyoloji uzmanları" diye bir ibare duyunca kafam attı. 25 saat dediğin dediğin nedir ki? sen o kadar eğitim görmüşsün, kendini eğitmişsin tamam da o yüce bilgilerini insanlarla haftada 35 saatliğine paylaşamıcaksan -ki 35 bile çok az Türkiye şartlarında- keşke hiç okumasaydın. 6 yıllık tıp eğitiminden hiç de kolay olmayan mühendislik eğitimi alan, haftada 60 saat çalışan ve 1000 tl maaş alan insanlar var bu ülkede.
radyoloji uzmanlarının aldıkları radyasyonun etkisinden dolayı özel bir durumları varmış tabii. 35 saat çok olabilir o zaman. bilemiyorum. konuyu uzmanlarına bırakıyorum. ama hiçbir uzman benim elim, kolum, bacağım çekilirken orda bulunmuyor. zaten o radyasyona her seferinde maruz kalsalar muhtemelen gelecek nesillere güzel miraslar bırakamazlardı.
kocaeli'nin körfez ilçesinde, tüpraş'ın çok yakınında çok şirin bir semt. tek kötü yanı hava kirliliğidir ki bu da izmit'in havasına alışık olanlara koymaz. yaşanılası yerdir yarımca. bir de kirazı ünlüdür. hatta sanırım nazım hikmet'in bir şiirinde geçiyordu. "yarımca'da durdu tren. kirazın bol olduğu yer." gibi bir şeydi. araştırdım nette ama bulamadım.
ilk anda nickini "vejeteryan et yemez" anlamamla "çok yaratıcısın canım ya" dememe sebep olan yazar. utanıyorum. burda itiraf edeyim dedim. hoş geldin veteriner et yemez.
burda bahsi geçen şahıs, her söyleneni kabul eden "tamam abi yapalım" cı kişi değildir. her söylenene bir şaşırma ünlemi olarak "hadiiii" deyen kişidir. tabii bir süre sonra bu kelime ünlemselliğini yitirir( öyle bir kelime var mı ya). kişi artık ota boka hadi demektedir. ama kişiyi buna zorlayan çevresel koşullar -her anlattığına bir tepki bekleyen arkadaşlar- dır.