kamyon şoförünün yapılan, genişletilen yollardan bahsettiği fakat o yollardan gitmek için kullandığı benzine, mazota yapılan zamlardan bahsetmediği tuhaf bir akp seçim reklamıdır.
sofra bezi üreticilerinin, zaman gazetesinin 1 milyon tiraja ulaşması üzerine gösterdikleri haklı tepkidir: ya zaman gazetesi tirajını düşürsün ya da biz üretimi durduralım.
m.ö 2000'lerde yaşanmış ve pek çok dinî ve tarihî kaynakta bahsedilen vaka. bugün israil topraklarında yer alan ve şimdi lut gölü'nün bulunduğu fakat o zamanlar geniş bir çukurluk olan topraklarda lut kavmi'ne mensup iki çoban hırto ve zarto, koyun otlatıyorlardı. canı sıkılan zarto arkadaşına ta o zamanlardan beri yapılagelen bir el şakası yaparak bu sıkıntısını bir nebze de olsa gidermek istedi. şaka, erkeklerin birbirinin apış arasını sıkarak istiklal marşını okutmasından ibaret masum bir şakaydı. olayın geri kalanını tarihî kaynaklardan olduğu gibi aktarıyoruz.
ve zarto arkadan sinsice yaklaşarak hırto'nun nazik bölgesini sıkmaya başladı.
[o dönemde iç çamaşırı icat edilmediği için zarto eliyle doğrudan temas sağlamıştı. (yazarın notu)
zarto: istiklal marşını oku çabuk!
hırto: dur! tamam okuyorum.
"lut kavmi sen çok yaşa
ismini yazacağız
hem dağa hem de taşa"
(iç ses: dur bir dakika. niye okuyorum ki? aslında hoşuma gitti.)
hırto: devamını okumuyorum. sıkarsan sık. ah evet, evet! elini üzerinde dolaştır, daireler çiz.
zarto: böyle iyi mi? hoşuna mı gitti?
bundan sonrasını tarihî kaynakların yaptığı gibi biz de sizin hayal gücünüze bırakıyoruz. sonunu zaten biliyorsunuz. lut kavmi'nin ismi dağa taşa yazılamadı çünkü bu taşak sıkma şakasıyla başlayan homoseksüellik sebebiyle üzerlerine taş yağdırılarak helak edildiler ve dünyanın deniz seviyesinin altındaki tek gölü olan lut gölü oluştu.
bu ibretlik hadiseden de çıkarılacak bir ders vardır elbet. bu kıssadan çıkacak hisse özellikle orta mektep ve lise talebelerimiz arasında yaygın olan bu istiklal marşı okutma esasına dayalı el şakasının dikkatli olunmazsa ne kadar vahim neticelere sebep olabileceğidir.
başlık aslında "amerika birleşik devletleri nin kısaltması amk olsun teklifi" şeklinde olacaktı ama malum karakter sınırı.
hali hazırda abd olan amerika birleşik devletleri'nin kısaltmasının amk olarak değiştirilmesi teklifidir. böylece milletçe yüzde doksanları aşan amerikan karşıtlığımıza, amerika'nın dünyanın her yerinde döktüğü kanlara duyduğumuz nefrete, yıllardır yakın müttefikimiz olduğu halde yüzümüze gülüp arkamızdan çevirdiği dolaplara uygun bir kısaltma vermiş oluruz.
her ne kadar amerikan filmlerini sevsek de, nba takipçisi olsak da amerika birleşik devletleri'nin politikaları hepimizin sinirini bozuyor.
işte bu sebeplerden türk dil kurumu toplanmalı ve amerika'nın abd olan kısaltmasını ne anlama geldiğini pek çok kişinin bildiği amk şeklinde değiştirmeli ve imla kılavuzlarında bu haliyle tavsiye etmelidir. bu kısaltma başka herhangi bir ülke ile de karışmayacağı için son derece uygundur ve kısa sürede eskisinin yerini alıp yaygınlaşacaktır.
kalınan ikilemler karşısında yapılan tercihlerdir. kendi adıma ortaya şöyle bir liste çıkardım:
okumak mı yazmak mı/ okumak
çay mı kahve mi/ çay
facebook mu twitter mı/ twitter
aşk mı seks mi/ aşk
yürümek mi araba sürmek mi/ yürümek
kanka mı sevgili mi/ sevgili
futbol mu basketbol mu/ basketbol
pizza mı pide mi/ pide
yağmur mu kar mı/ kar
gül mü lale mi/ gül
dizi mi film mi/ film
tarantino mu fincher mı/ tarantino
uğur dündar mı mehmet ali birand mı/ uğur dündar
engin ardıç mı yılmaz özdil mi/ yılmaz özdil
tavla mı satranç mı/ satranç
asker mi polis mi/ asker
lakers mı celtics mi/ celtics
pele mi maradona mı/ maradona
jay leno mu conan o'brien mı/ jay leno
elma mı armut mu/ armut
hülya mı gülben mi/ ikisinin de canı cehenneme.
kendisini lüks bir restaurantta pahalı bir yemek yiyip cebinden çıkaracağı çek defterini imzalamak üzere garsonu çağıran zengin ruh haline fazla kaptırmış adamdır. restaurantlarda herkes gibi kasaya gidip parayı ödemek yerine garsonu ayağına çağırıp hava attığını sandığı gibi, sağ üstteki hesap butonuna tıklamak yerine hesap lütfen der ve bir kaç saniye sonra kendine gelip evde kimse olmadığını dolayısıyla rezil olmayacağını görür ve çıkışını yapar.
düşüneceği kadını, kızı veya erkeği hayali de olsa ağız kokusuyla rahatsız etmek istemeyen kişinin davranışıdr. tıpkı "en medeni insan kendi yatak odasında bile esnerken ağzını kapatan insandır" düşüncesindeki gibi saygılı, nezaket ve zarafet timsali, medeni insandır.
milli eğitim bakanlığı'nın içişleri bakanlığı ile yaptığı işbirliği sonucunda, okullardaki asayiş sorunlarının çözülmesi için öğretmenlerin emniyetle irtibat kurmasını amaçlayan çalışmaya medyada verilen isim.
hazır polis-öğretmen irtibatı demişken iki ibretlik olay paylaşalım kardeşlerim:
iki arkadaş 2004 öss'ye girerler. biri alanında çok yüksek bir puan alır ve türkçe öğretmenliğini kazanır. diğeri ise sınavda yeterli puan alamaz. başarısız olanın ailesi bak arkadaşın öğretmenliği kazandı sen hiçbir yeri kazanamadın derken o genç de polis meslek yüksekokulu'na gitmeye karar verir. aldığı puan öğretmenlik için çok düşük fakat polis myo için oldukça yüksektir.
ikisi de eğitimlerine devam ederler. türkçe öğretmenliğ okuyan arkadaş ikinci senenin sonunda finaller zamanı kampüste bir serserinin aşırı hızla çarpması sonucu ağır yaralanır. o yaz öğretmen adayı ayağı alçıda yatarken polis myo'dan mezun olan arkadaşı ise kısa zaman sonra polis olarak göreve başlamıştır. türkçe öğretmeni adayı genç her şeye rağmen 4 senede okulu bitirir fakat bu zamana kadar kpss engelini aşıp öğretmen olamaz. bu arada polis arkadaşı evlenmiştir bile. türkçe öğretmeni de olamayan arkadaş yüksek puan alıp öğretmenliği tercih ettiğine pişman olmuştur. polis olan arkadaşı üniversite sınavında kendisinden düşük puan alsa da polis olarak bir öğretmenden daha fazla para kazanmaktadır.
aslında üniveriste mezunu olanların da polis olma şansı vardır ve pek çok işsiz öğretmen de bu yolu tercih etmektedir fakat türkçe öğretmeni ayağından sakatlandığı için böyle bir şansa sahip değildir.
yine ataması yapılmayan öğretmenler ankara'da kuğulu parka'ta eylem yapmaktadırlar. sonunda polise müdahale emri verilir ve öğretmen adayları sert bir müdahale ve biber gazı saldırısıyla etkisiz hale getirilip gözaltına alınırlar. üstelik ellerine çoğu zaman katillere, tecavüzcülere bile takılmayan plastik kelepçelerden takılır. o müdahaleyi yapıp atanamayn öğretmenlerin koluna girip götürenlerden biri de atanamamış ve polis olmak zorunda kalmış bir sosyal bilgiler öğretmenidir.
eskiden imam öğretmeni yendi denirdi. şimdi de polis öğretmeni yenmiştir. bu çalışmayla polisler öğretmenlerin amiri konumuna getirilmiştir. tabi bunda son yıllarda emniyet içinde etkili oldukları söylenen imamların payı nedir bilemiyoruz.
+lan öğretmen gel buraya
-buyrun memur bey
+bir arıza yok değil mi okulda?
-yok memur bey
+iyi tamam git şimdi kendini deşifre ettirme
artık bütün öğrencilerin gözünde öğretmenler potansiyel birer muhbir, ispiççidir. özellikle lise öğrencileri arasında şu tip konuşmalar sık sık yaşanacaktır:
+oğlum fizikçiyi geçen gün karısıyla karakolun önünden geçerken gördüm. sakın muhbir olmasın?
-vallahi lan olabilir.
bütün öğretmenlerimizin geçmiş öğretmenler günü mübarek olsun.
hatice isminin arapça'daki orijinal şekli. ayrıca erken doğmuş kız çocuğu manasına gelir ve bu durumdaki kız çocuklarına isim olarak verilirmiş. biz de ise tabi ki hz. hadice'ye atfen kullanılır ve manası pek bilinmez.
ayrıca arif nihad asya'nın naat'inde şöyle bir mısra vardır:
hadice'nin goncası, aişe'nin gülüydün.*
ümmetinin göz bebeği, göklerin resulüydün.
öyle bir geçer zaman ki dizisinin badem bıyıklı ülkücüsü. badem bıyıklı ülkücü olur mu demeyin. dizinin senaristleri yazmış, olmuş. maksat nasıl olsa milliyetçileri eli silahlı, katil, eşkiya, kız kaçıran tipler olarak göstermek. badem bıyık olmuş, hilâl bıyık olmuş ne fark eder. işin tuhaf tarafı bunu aydın doğan gibi türkiye'nin önde gelen kapitalistlerinden birinin kanalında yapmaları. aydın doğan sponsorluğunda solculuk yapıp ülkücü-milliyetçileri karalamak da bizim memelekete özgü bir güzellik olsa gerek. neyse allah'tan dergâha albayrak koymayı ihmal etmemişler. akıllarından amerikan bayrağı koymayı geçirmişlerdir de alay konusu oluruz diye vazgeçmişlerdir. senaristlerin haklarını yemeyelim, kitap da okuyordu resul. iyi ki aydın doğan kanallarında türk milliyetçisi diziler yayınlanmıyor. yoksa ne yalan söyleyeyim ciddi ciddi kafam karışırdı da davayı sorgulamaya başlardım. ne de olsa taş yerinde ağır değil mi? ha unutmadan şu filistinli'ye haddini bildirmesini istiyorum resul'den.
en son ülke tv'ye konuşan hanımefendinin türban siyasi sembol olduğu için üniversiteye girmesine karşıyım demesiyle hatırıma geldi. üniversitelerdeki isyasi sembol yasağı tam bir palavradır ve sadece başörtüsü için geçerlidir. ben başörtüsünü bir siyasi simge olarak gören birisi değilim. ama öyle olsa bile (velev ki demiyorum) üniversitelere girememesi saçmalıktır. şahsen üniversitedeki 4 senemin son iki senesini yakamda bizzat bir siyasi partinin rozetini taşıyarak geçirdim. bırakın kampüste dolaşmayı bu şekilde fakülteme de derslere de girdim. bir tek kişi bile yakandaki o parti rozetiyle giremezsin demedi. eğer ben fakülteye, derse siyasi parti rozetiyle girebiliyorsam ki bundan normal bir şey olamaz üniversitelere başörtüsü veya türban da girebilmelidir. çünkü üniversiteler her türlü hür düşüncenin düşünülüp, konuşulup, tartışıldığı yerlerdir. pek tabi olarak siyaset de bunlara dahildir. ha o kapıdan giremeyecek düşünce yok mudur? öyle bir düşünce varsa o da bölücü düşüncedir. ama biliyoruz ki bugün devletimizin üniversitelerinde okuyup devleti yıkma fikrinde olan binlerce kişi var. bugün kütahya'da böyle bir terörist 21 yaşında bir genci öldürdü. eğer yasaklanacak bir şey varsa o da bu olmalıdır.
türkiye'de sofra bezi olarak kullanılan gazeteler arasında birincilik açık ara zaman gazetesindedir. özellikle su sızdırmayan kaliteli kâğıdıyla pek çok sofranın birinci tercihidir.
(bir cemaat evinde 4 şakirt yerde serili iki yaprak zaman gazetesinin üzerinde çay içip sohbet ediyorlar. şakirtlerden genç olanı yanlışlıkla çayını döküyor)
birinci şakirt: abi tüh çay döküldü ben hemen bez getireyim halıya geçmesin.
ikinci şakirt: dur mübarek bizim gazeteyi ne sandın sen. kâğıdının kalitesinden su sızdırmaz bilmiyor musun?
birinci şakirt: a hakikaten halıya geçmemiş ya. ne kaliteli gazetemiz varmış.
(diğer iki şakirt yüzlerinde hafif tebessüm çaylarını yudumlamaya devam ederler)
beren saat'in 'fatmagül'ün suçu ne' dizisindeki aksamasının rol icabı değil, gerçek sakatlığının senaryoyla kapatılmasından ibaret olduğunun anlaşılması neticesinde bulduğum ortak noktadır. yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır. tgrt amerikalılara satılmadan önce 'kurt kapanı' adında alişan ve kenan kalav'ın başrol oynadığı bir dizi vardı. o dizide de kenan kalav gerçekte ayağı kırıldığı için rol icabı ayağından vurulup bir kaç ay o şekilde idare etmişti. ben şimdi ciddi ciddi halil ergün'ün sağlığından endişe ediyorum.
saddam döneminin dışişleri bakanı tarık aziz ırak yüksek mahkemesi tarafından idama mahkum edildi. ben aziz'in hristiyan olması sebebiyle idamdan kurtulacağını tahmin ediyordum. yanılmışım. idam kararını verenler amerikan işgaline en ufak bir tepki bile vermeden, tek kurşun atmadan yönetime gelen saddam muhalifleri. daha geçenlerde işgal döneminde 160 bin kişinin öldüğü bunun 100 binden fazlasının masum siviller olduğu ortaya çıktı. şimdi sırtını işgalci amerikaya dayayan ve bu rakamlardan en ufak rahatsızlık duymayanlar, bir devrin ikinci adamının idam fermanını veriyor.
kendisini ilk olarak porsuk sırtı saçlarıyla tanıdık. jetpa holdingi kurdu. binlerce kişiye iş sözü verdi. türkiye'nin ilk yüzde yüz yerli otomobilini üreteceğini söyledi. hatta bu sözünün altına imzabile attı. kapalı spor salonlarında binlerce kişiye konuşmalar yaptı. siirtsporu satın alıp jetpaspor adıyla birinci lige kadar çıkardı. 70 bin nüfuslu şehre 100 bin kilik stad yaptırma sözü bile verdi. avrupa'daki gurbetçilerden kâr ettireceğini söyleyip aldığı 300 milyon doları iç etti. siirt'ten bağımsız milletvekili seçildi. avrupa'da dolandırdığı paralar yüzünden 1 yıl hapis cezası yedi milletvekilliği düşürüldü. ne verdiği iş sözlerini yerine getirdi, ne ilk türk otomobilini yaptı ne de 100 bin kişilik stadı. siirt jetpaspor silindi gitti. bu kadar yerine getirilmeyen söze rağmen girdiği toplu konut işinde yüzlerce kişiye daire sözü verdi yine yerine getiremedi. bizim iyi kalpli insanımız onda hiç kusur bulmadı. arabayı global otomobil şirketleri istemediği için yapamadı dediler. türkiye'nin gelişmesini istemeyenler bu adama engel oluyor dediler. dediler de dediler.
sonra duyduk ki siirtspor'a yeniden başkan seçilmiş. son olarak da kendisini ismailağa'daki nakşibendi tarikatının şeyhine verilen üstün hizmet ödülü toplantısında gördük. ne yalan söyleyelim bayağı da özlemişiz. her ne kadar porsuk sırtı saçlarını göremesek de. göremedik çünkü başında sarık vardı. sırtında da cübbe. yani ortama uyum sağlamayı bilmişti yine. onu bu şekilde gören hamburglu gurbetçi yusuf emmi 'helal olsun sana benden dolandırdığın paralar' demiştir eminim. kim nederse desin 2000'li yılların ilk dönemine damga vurmuş bir ikondur fadıl akgündüz. ve kendisinden sonra gelecek çok sayıda ikona da emsal olacaktır. bu topraklar daha bir dolu fadıl akgündüzler çıkaracaktır. ben böyle adamları severim aslında. pek çok kişinin bilmediğini onlar bilirler: diken yaranırmış deveye ancak.
bodrum'a tur için gelen 160 kişilik eşcinsel kafilesi için söylenenlerdir.
recep tayyip erdoğan:hiçkimse cinsel tercihler üzerinden siyaset yapmasın.
kemal kılıçdaroğlu:şimdi bu ziyaretin bodrum'daki sünger üretimine bir faydası var mı?
devlet bahçeli:teşkilata talimat verdim. kimse satırla, palayla saldırmayacak. kitap okuyacaklar.
abdullah gül:iyi şeyler oluyor.
swaziland kralı:hunov changa nanyi mamna ypıot.
Nedense birden aklıma rahmetli dedemden kalan köydeki iki dönüm boş tarlada domates yetiştirmek geldi. Hatta amcaoğlumu arayıp bizim tarlanın hemen yanındaki onlara ait yine boş duran bir dönümlük tarlayı da kullanıp kullanamayacağımı sordum. istediğin gibi ek biç emmoğlu lafı mı olur dedi. Halbuki daha on sene önce o bir dönümlük yer için bütün sülale birbirine girmişti. Mahkemelerde süründüğümüzü bugün gibi hatırlıyorum. Tabi o zamanlar memlekette tarım şimdiki gibi bitmemişti.
Gübre problemim bile kendiliğinden halloldu. Anne tarafımdan uzaktan akrabam olan Mahmut dayım 30 ineğinden elde ettiği bütün tabiî gübreleri bana verdi. Eskiden olsa bu gübreleri yakacak olarak kullanırdı. Bildiğin inek bokunun içine biraz saman karıştırılıp kurutulmasıyla elde edilen bir yakıt. Bizim köyde buna kerme deniyor. Sanırım tezek deyince anlarsınız. Mahmut dayım devlet nasıl olsa her sene yazdan bir ton kömür veriyor diye bu gübreyi bana tereddütsüz verdi. Hatta tarlaya bizzat traktörüyle götürüp kendi elleriyle gübreledi. Adamın otuz ineği var ama yine de sosyal yardım alıyor. Oyunu da tahmin ettiğiniz partiye veriyor. Bu arada kayın pederi ölünce maaşının karısına kalması için boşanmışlar. Ama yine de beraber yatmaya devam ediyorlar.
Ofisten aldığım yerli tohumları kendi ellerimle ektim. (kesinlikle israil tohumu değil)Can suyunu verdim. Mahmut dayı da gübreledi. Şimdi domateslerin yetişmesini sabırsızlıkla bekliyorum. Şimdi yükselen domates fiyatlarından istifade etmek istediğimi düşünenler olabilir. Amaç para falan değil. Sadece bir şeyler üretmek. ilk yetişen domatesleri dalından koparıp oracıkta ılık ılık yemek.
adalet bakanının açıklamasını seyredene kadar bu yazıyı yazıp yazmama konusunda kararsızdım. bakan hakim ve savcıların marjinal görüşlere itibar etmediğini söyleyince tepem attı. marjinal görüş dediği nedir? hsyk'da adalet bakanlığının hiçbir etkisinin olmamasını istemek. evet bu marjinal görüş dün kaybetti. hsyk üyeliğinin tamamına adalet bakanlığının desteklediği adaylar seçildi. başlıkta da belirttiğim gibi türkiye'nin bir parti devleti haline getirilmesinin bütün aşamaları tamamlanmış oldu. parti devletinden kasıt bir partinin ülkedeki bütün kuvvetleri elinde toplamasıdır ve bütün dünyada bu sistemin adı bellidir: faşizm. hiç kimse ülkenin şu anda 1930'ların italya ve almanyasından farklı olduğunu söyleyemez. yürütme, yasama ve yargı bir ülkedeki üç kuvvettir ve birbirinden bağımsız olmalıdır. ama şimdi kim bu üç kuvvetin akp'nin kontrolü dışında olduğunu iddia edebilir. dördüncü kuvvet denilen medyadan hiç bahsetmeye gerek yok. daha dün bir başka gazetede en şiddetli hükümet muhalifi olan yiğit bulut bugün akp'nin en az 10 sene daha iktidar olacağını söylüyor. bırakın ülkenin en önemli kuvvetlerini bilmem ne ilinin bilmem ne ilçesinin tarım müdürünü bile kendi seçmek isteyen bir parti var karşımızda. bu partinin teşkilatları ilçe pancar kooperatiflerinden tutun şoförler ve otomobilciler odası seçimlerinde bile kendi destekleri adamların seçilmesini istiyorlar. sözlükte bile tetikçileri var. akp'ye yaptığımız en ufak bir eleştiriyi bile hemen bertaraf etme peşindeler. bizim şuradan yazacaklarımızla hükümeti devireceğimizi sanan kraldan çok kralcılar bunlar. yine eksileyeceklerdir giriş bölümünü okur okumaz. olsun zaten onları cididye aldığım yok. recep tayyip erdoğan memlekette kendisinden habersiz kuş bile uçurtmayacak neredeyse. bu hükümet döneminde ilk defa yandaş sendika ortaya çıktı. çünkü memuriyette terfi için bu sendikadan olmak gerekiyor. sendika da sendika olsa. referandumda evet çıkması için çalıştıklarının onda biri kadar memur haklarını savunmadılar. sendikanın öğretmen kolundakiler 'nikah masasında bile bu kadar iştahla evet dememiştik' diyebilecek kadar seviyesizleşti. akp öncesinde imamlarda bile en çok üyeye sahip değillerken şimdi tek tek bütün kolları ele geçiriyorlar. yahu koskoca adamlar öğretmen olduğu halde işsiz kalan kızı ücretli öğretmenlik yapsında 400-500 lira kazansın diye akp ilçe başkanının peşinde koşturur hale geldi. malum cemaatin dershane hocaları polis olmak isteyenler bizimle iyi geçinsin diyorlar utanmadan. bir de sekiz ay sonra seçim varmış. bence hiç gerek yok milyonlarca lira masraf yapmaya. seçimin sonucu şimdiden belli nasıl olsa. buraya not düşelim. akp %45-46, chp % 25-26, mhp %13-15, bdp %8-9 (bağımsızlarla girerlerse 30 milletvekili) demokrasi hani farklı partilerin yönetime gelme ihtimali olduğu rejimdi. bugün türkiye'de akp'den başka bir partinin seçim kazanma ihtimali var mı? şimdiye kadar yazmadığım kadar uzun yazdığımın farkındayım. ulan iktidar yandaşı gazetenin karikatüristi bile her gün muhalefeti eleştiriyor. hiç mi iktidarın eleştirilecek tarafı olmaz. neden kimse türkiye bugün neden buğday ithal eden bir ülke oldu diye sormuyor. ortadoğu'nun en fazla canlı hayvan üreticisi olan türkiye bugün ithal et getiriyor be. 10 milyon insan sigortasız çalışıyor bu memlekette. üniversite mezunlarının bile çoğu asgari ücretle hatta sigortasız çalışmaya hazır aziz vatanda. bu kadar probleme rağmen hala tek parti iktidarı yerinden oynatılamıyor bile. vel hasıl-ı kelam türkiye artık bir parti devleti olmuştur ve uzun zaman böyle kalacak gibi görünmektedir.
1975 yılında dağıstan'ın hasavyurt şehrinde doğan çeçen asıllı efsane rus milli güreşçi. 74 kiloda 3 olimpiyat, 6 dünya ve 6 avrupa şampiyonluğu kazanmıştır. kısacası katıldığı bütün büyük şampiyonalarda yaptığı bütün maçları kazanmış gerçek bir spor efsanesidir.
1956 kars doğumlu devlet tiyatroları sanatçısı. 25 eylül 2010 itibariyle vefat ettiğini öğrendiğim ve derin bir üzüntü duyduğum oyuncu ve yönetmen. allah rahmet eylesin. mekânı cennet olsun.
1980 öncesinde ülkücü hareketin en çok ses getiren sloganlarından. sağ-sol çatışmasında verilen ülkücü şehitlerin kanlarının boşa akmadığını vurgulayan bu slogan aşırı şiddet çağrıştırdığı için tepki çekmiş ve hatta türkeş tarafından yasaklanmıştır. 1990'lardan itibaren bbp'liler tarafından sahiplenilmiştir.