korkulu rüyam. her yerde uyurum ben. yerde, soğuk betonda, açık havada, bahçede. ama kanepe olmaz. oturamıyorum da kanepeye ben. bayaa bildiğin kanepe denilen bu gereksiz icadı kullanamıyorum. yatak var, koltuk var, kanepeye ne hacet?
bundan uzun yıllar önceydi. eve iki tane kanepe aldık. yepisyeni, cillop gibi. nasıl sevdim, nasıl. bağrıma bastım ikisini de. her sabah annemin kirlenmesinler diye üzerlerine serdiği battaniyeleri alıp silkiyordum. güzelce süpürüyordum, üstlerini örtüyordum. seviyordum onları, konuşuyordum onlarla. hele cam kenarındakini iyice benimsemiştim. odamda yatmıyordum. onun üzerinde uyuyordum.
soğuk bir kış günü, yine sevgili kanepemde uyurken, kanepe birden içine kapandı. ben içinde sıkıştım. ilk önce korkmadım, o bana kötü bir şey yapmazdı. ama sonra kurtulmaya çalıştığım halde, bana izin vermedi. debelendikçe daha da dibe batıyordum. kısacık hayatım film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden. sonra annem geldi de, kurtardı beni o hainden. elm sokağı da meşhurdu o zamanlar. insan yutan yataklar falan...
işte o gün bugündür, kanepeye ne oturabiliyorum, ne de yatabiliyorum. koskoca kız olup, bir kanepeye oturmaya cesaret edememek nedir, bilir misin sen sözlük? evlenince, kocamla kavga etsem, kanepede ben yatarım diye bir trip bile atamıycam lan ben.
ıslak odunla sevilesi kızdır. adamın kafasını ütüler sınavdan sonra. kendi sınavını unutursun, iyi miydi, kötü müydü. bunun derdini dinlemekten helak olursun. çok kötüydü sıfır alacağım kesin diye gezer ortalıklarda. sınav sonuçları bir açıklanır: notu doksan beş. ağlayayım mı güleyim mi bilemedim dersin ya bazen, burda belli durum: hönkürdesen bile yeri var.
terbiyesiz kızdır. hem giymiş mini eteği, açmış orasını burasını, hem de ahlaktan bahsediyor. sonra da diyorlar sapıklar çoğaldı, suç oranları arttı. sen giyip gelirsen mini eteği olur tabi. ahlaksız.
senin kafandakilerin hiç önemi yok. kafasını kapatıp, ahlağın a'sını bilmeyenler var ya, işte devir onların devri. onların sadece gözleri görünüyor, sense açmış gelmişsin bacaklarını. onlar içten içe ahlak kavramını yıktığı halde, ahlak timsali sayılır; ama sen sırf eteğin eksik diye ahlaksizlıkla suçlanırsın. ahlak elden gidiyor hep senin yüzünden.
bizim bir arkadaşın geçenlerde yaptığıdır. takmış gelmiş kulaklığı. herkese gösteriyor, anlatıyor falan işte. beş artı bir ses sistemi gibiymiş de, o seste bile dışarı zerre ses vermiyormuş da, son teknolojiymiş de falan fıstık. ne kadara aldın diye sorduk. sormayın yaa, üç yüz milyona aldım. iki gündür aç geziyorum, ama dedi.
hesapladım da, günlük yüz elli lira eder adamın harcaması lan. oha.
saatlerce susabiliyorsa, artık konuşacak bir şeyi kalmamış sevgilidir. sana anlatabilecek bir şeyi olmadığına inanıyordur. çok fazla konuşmuştur belki de, bir işe yaramamıştır; vazgeçmiştir.
eğer hala sevgili'nizse, parça parça etrafa dağılmaktır.
yolda karşılaştık. insanın kalbi nasıl ağzında atabilir, öğrendim. bir adam, bir kadının canını ne kadar yakabilir, öğrendim. sesin kulağıma değince, duyabiliyor olmaktan nefret ettim.
gözün gözüme dolandı, düşeyazdım. iki yıl. iki yıl sonra unuttuğumu sandığım bir şeyi hatırlamak, ömrümden ömür götürdü. bakışların hep mi böyleydi? boş. bomboş. bakışlarını ne çok özlemişim. sesin ne güzel. kaybettikten sonra, varlığın değeri böyle batıyormuş demek ki insanın içine.
sakalların uzamış. zayıflamışsın da. yüzün küçücük kalmış. gözlerin kocaman, gözlerime sığmamış. zaman yüzünde yürümüş, sana izleri kalmış. iki yıl, iki asır gibi geçmiş. sevmişsin, sevilmişsin. terkedilmişsin bir de. adımı ağzına almamışsın hiç. oysa adımı ne çok severdin.
''böyle olsun istememiştim ben'' dedin ya durduk yere; sol yanım acıdı durduğu yerde. ellerimi seviver istedim yine. sarılıver tüm kalbinle. olmaz ya; ben yine de diledim, belki olur diye.
yan yana öylece dikildik. ''seni özledim'' dedin; güldüm. ''hem de çok'' dedin; yine güldüm. ''hani çok güzel bir şey olunca herkese söylemek istersin ya, sana söyleyemeyince, hep eksik, hep yarım bir mutluluk'' dedin. bu sefer gülemedim.
artık gitmeliyim. yüzüne bakmaya halim kalmadı. ''hoşçakal'' dedim; hoşça kalamamışsın oysa, farkettim. '' sen de kendine iyi bak'' dedin. sensiz nasıl olacaksa o? ''olur'' dedim; ama olmaz, bildim.
yürüdüm. bir adımım, ötekini istemedi yanına. geri dönsem ya dedim, dönemedim. böylesi daha iyi.
kıyamadığımdır. ben nerde böyle bir insan görsem sigarayı da veririm, ateşi de. yazık lan. en ucuz sigaranın üç yirmi beş olduğunu düşününce, hak veririm ben o adama. geçen aynısı bana oldu. gerçi benim ateşim vardı da. sırf sigara isteme bahanesine onu da yok sayıp, ateş de istedim. sigarasızlık adamın başını döndürünce, gözü başka bir şey görmüyor.
her şey aynı. senden sonra, hiçbir şey değişmedi. kahvaltı saatleri aynı, ders süreleri. öğlen yemeği aynı saatte. akşam yemeği hep sekizde. çevremdeki insanlar ne de çok konuşuyor. artık hiç uyanasım gelmiyor sabahları.
ne garip şey sensizlik. hiçbir şey yolunda değil. fazla oynatılmış kuklanın yorgunluğu üstümde. kemiklerim derime batıyor. bileğimden öpmüşlüğünü saklayamadım. gözüme bakmışlığını da. ama içime batmışlığın, olduğu gibi yerinde. sol yanımı acıtan, bu olsa gerek.
vakitli vakitsiz bir fikir düşer ya insanın aklına. hiç istemez aslında, düşünmeyi. engel olamaz ama. kurduğu bütün setleri, yıka döke gelir kurulur ya o fikir aklının orta yerine. sen benim o fikrimsin işte. içimin en dibinden kopup gelen fikrim.
ellerim çok çirkin sen gittiğinden beri. yüzüme tek gülümseme koyamadım gittin gideli. başkasını sevsen diyorlar, belki. yolumu kaybettim. gözlerimi gömdüm. kalbim, içime durdu. her şey aynı kalır sandım, olmadı.
nefes alamamaya sebep olur. yaşadığımızı hissettiren tek şeydir o çocuk. o hasta olursa, kendini iyi hissetmezse, onun kırıklığı, dışımıza vurur. onun elden ayaktan düşmüşlüğü, bizi yorar.
nasıl iyileşir, nasıl düzelir o çocuk, bilmiyorum hiç. ne yaparsam, eli ayağı tutmaya başlar bir bilsem. dışımda bir şeyleri yoluna koysam, o da düzelir mi acaba? ben mi büyütemiyorum onu, o mu büyümek istemiyor? öyle kalsa daha mı iyi, büyümesi daha mı mutlu eder beni? o kadar çok soru var ki ona dair. hasta bir de şimdi. nefes almak gittikçe daha zor gibi.
insanı o an için dünyanın en mutlu insanı yapmaya yarayan şeylerdir. montla ya da hırkayla ellerimi yıkarken, bileklerim ıslanmamışsa, bileğimden içeri soğuk su akmamışsa, mutluluktur o benim için. daha da bir şey istemem.
başrollerinde hep fransızların oynadığı rüyalar görmektir. en iyi sanat filmini onlar yapıyor. sıkıntıdan patlıyorsan, ağzın yüzün kayıyorsa, hissizleşiyorsan, sanat filmi gibi rüya görüyorsun demektir.
bir tek bana oluyor sandığım, başkalarına da olduğunu görünce sevindiğim durum. on dört yıllık okul hayatım boyunca ne sınavına girdiysem, gözümün önünden elm sokağı kabusu ve testere filmlerinin sahneleri geçmiştir. ilk zamanlar freddy'i düşünürdüm uzun uzun. parmakları gözümün önüne gelince, ürperirdim. sonra onun yerini testere aldı. kesilen biçilen insanlar falan. öss''yi amanda ile birlikte yaptık çıktık. allah ondan razı olsun valla.
çok fazla sigara içen insanların sık sık kurduğu cümledir. hızlı yürüyünce ya da koşunca falan insan soluk alıp veremez. can çekişir nerdeyse. yani neymiş: sigara içmek öldürürmüş.
bazen garip karşılanan, ama aslında gayet doğal olan bir durumdur. kız arkadaşına veya eşine hediye alıyor olabilir. sevgilisi yoktur, ama öyle fantazileri olabilir. hormonsal bir durum bile olabilir.
dün gece alt komşunun saatlerce yaptığı eylemdir. biliyorum çünkü, aynı zamanda da ''ee ee hadi kızım, hadi güzel kızım, saat üç oldu, uyu artık, kollarımız koptu'' diye çocuğa bağırıyordu. aslında susmayı denese, çocuk da, ben de uyuyacağız.
olması zaten kesin olan bir şeyi arzulamaktır. zaten öleceksin arkadaşım. nedir yani bu öleyim de gideyim. ben de kurtulayım, çevremdekiler de diye depresif depresif isteklerle gezmek. gerek yok bir kere. her canlı ölümü tadacak sonuçta.
mutsuzluğun dibine vurmaktır. hem işte hem aşkta kaybetmektir. ağır bir depresyona sürükler insanı. toparlanmak uzun zaman alır. iyi yanından bakayım bir de. aşk acısını daha az hissedebilirsiniz belki. acı ikiye bölünür falan. ne bileyim. olur gibi geldi bana.
durumu sınavdan doksan sekiz aldığında ağlayan öğrenci kadar vahim olmayan öğrencidir. candır, canandır. sevilir bile. ne güzel lan. adam on beş almış hala gülebiliyor. yaşam sevincinin doruklarında. bir de ötekine bak. millet on beş yirmi almışken gülebiliyor. doksan sekiz almış, ağlıyor bir de. terbiyesiz!
adamın aklını alan kedidir. ama öyle böyle değil. elini ayağını titretir. kaşın gözün bir ayrı oynar. koşsan koşamazsın, kaçsan kaçamazsın. kediden kaçılır mı lan sorusunu sorarsın kendine bir de o korku esnasında. karanlıkta kaplan gibi görünen kediyle gözgöze geldiğin o an, dünyanın sonu gibi gelir. böyle ölmemeliydim dersin. böyle olmaz. ne hayallerim vardı benim. dünya turuna falan çıkacaktım. evlenip çoluk çoluğa karışacaktım. ah ulan kedi!
tam tersi de telefondaki erkek isimlerini kız isimleriyle değiştirmektir. annenin telefonu karıştırdığı zamanlarda 'bu kim' sorularına maruz kalmamak için yapılır.
deneyimlerinden yararlanabilecek yazarlar kulübüdür. biraz daha fazla şey yaşamış, biraz daha fazla şey öğrenmişlerdir. otuz yaş altı yazarlardan tek farkları da budur.
söylendiği insanı derinden yaralayandır. değer verdiğin bir insan sana yalan söyler, yalanıyla birlikte, aranızdaki bir şey de yok olup gider. ne olduğunu anlayamazsın bile. güven değildir bu. o'na hala güvenirsin. sırtını yaslayabilirsin yeri gelince. ama bir şey, az biraz kalbinden, az biraz aklından, bir daha bulamayacağın bir yerlere gider.
nereye olur, ne zaman olur bilmiyorum. ama giderler. önce aşık olduklarını söylerler. sonra sorunun sen de olmadığını. aşkın ağır geldiğini söylerler. sensiz olamayacağını, ama gitmesi gerektiğini. bin tane şey söylerler, hepsi kem küm. sonra da giderler.
bir insana söylenebilecek en kötü cümlelerden biri olsa gerek. hepimiz mutlu olmak istiyoruz. ne şekilde olursa olsun. bizim mutluluğumuz kimlere acı getirecek olursa olsun, bencilce, içten içe, bunu istiyoruz.
her birimizin içindeki mutlu olma isteğini söndürür bu cümle. asla mutlu olamayacağını söylediğimizde birisine, hayatını sorgulamaya başlar. yanlışlarını görmeye. kırdığı insanları, kırgınlıklarını gözden geçirmeye. doğru bir şey gibi gözüküyor belki uzaktan. ama bunu yaparken mutlu olmaya olan inancı da yok olup gidiyor kişinin.
dünyanın öbür ucundasın artık. elimi ayağımı koyacak yer bulamıyorum ben. senin ellerin ne alemde, kim bilir? derime battı kemiklerim. yüzümde kan çanakları. bana hiç benzemeyen bir silüet aynada. bakmaktan korktuğum aynaların hepsi siyah bir torbada, yanyana.
sesin yok. kokun yok. adın yok. bana dönük sırtın bile yok. sensizlik bir garip sessizlik. bu ne biçim halsizlik. gözümün feri kaçtı gitti. omuzlarım yana eğik. yoldan geçen adam sen olsa ya.
ayrılık şimdi bu, öyle mi? sen yoksun artık. biz yokuz. ben yokum, aşk yok. dilsizlik hakim bizim buralarda. sağırlaştım sanki biraz da. kimseler sen değil. sen gibi bile değil. sana benzetmeye çalıştığım insanlar, kıyından köşenden geçmiyor. sen olmaya çalışanlar, sana zerre benzemiyor.
tükenmişlik dedikleri bu olsa gerek. artık adın bile yok..
-çok sağol ercü
+ne demek ablacım.
-ay bu sütyenim de çok eskidi. yenisini almak lazım.
+yok ya, bence gayet iyi.
^^hadi ercü hadi, gir içeri. iyi günler ablacım.
-size de tatlım. iki lafın belini kırdırtmadın ya neyse.
^^...
ercü yok ortalıklarda. az önce kadının ağzının içine düşmüş. ah be teyzecim, yaşın gelmiş elliye. hala bir nazlar, bir edalar. yirmi yaşında çocuk ercü de. ayıp değil mi bu yaptığın? yapma demiyorum. yap. ama hobi olarak yap..