ikircimli, çelişkili ve saçma hareket. nereden bakarsan bak ''internetime dokunma'' gaza getirmesinin boş oluşunun tezahürü.
bence internete dokunulmalı. zira yapılmak istenilen düzenleme, kişisel haklara saldırıları, özel hayatın teşhirlerine, manipülasyonlara, spekülasyonlara, yalana dolana karşı bir önlem niteliğinde. zaten özgürlüğün temelinde de bu vardır. başkasının sınırına girersen orada özgürlüğün biter. bu düzenlemeye kim karşı çıkar, gezi sürecinde sıklıkla gördüğümüz kışkırtma ile insanları gaza getirip olayları körükleyenler karşı çıkar, karşı çıkar ve karşı çıkmaları için de gerek hükümete düşman olmuşları gerek safları kullanır.
eş zamanlı meydana inme çabaları da bu yüzden. maksat yoğurdun içindeki hıyar olmak. ama bilmiyorlar ki bu hareket prensibiyle kendilerinden bir cacık olmaz.
işin garip tarafı bu internetime dokunma maskesi altındaki gösterilere çanak tutan ya da destekleyen veya bu insanları gaza getiren tipler nazarında redhack kahraman adeta.
şimdi soruyorum;
-hakaretin, yalanın, kışkırtmanın önüne geçilmek istenmesi mi internet özgürlüğünün kısıtlanmasıdır?
-yoksa sevmediğin kişinin kişisel mailinin hacklenmesi mi internet özgürlüğünün kısıtlanmasıdır?
insanlar eğri oturup doğru konuşsun. illegaliteyi kahramanlık olarak gösterirken illegelitenin önüne geçilmek istenmesine faşizm diyorsan senin çakralarının hepsi kapanmıştır. at gözlüğünü çıkart ve nefretin ile hakkaniyeti birbirinden ayır.
Bilim insanları, bugüne kadar bilinen teorilere uymayan, çok sayıda olay gözlemledi. Bu olaylar kabul edilen kurallara aykırı duruyor; ama yanlışlıkları da ispat edilmiş değil. işte bilimin çözemediği 13 olay Bilim insanları, bugüne kadar bilinen teorilere uymayan, çok sayıda olay gözlemledi. Bu olaylar kabul edilen kurallara aykırı duruyor; ama yanlışlıkları da ispat edilmiş değil. işte bilimin çözemediği 13 olay!
1) ETKiSiZ iLACIN (PLASEBO) ETKiSi NEDiR?
Etkisiz ilaç verilen hastaların, tıpkı normal ilaç almış gibi kendilerini iyi hissetmelerinin nedeni nedir, bilinmiyor. Süphesiz duymuşsunuzdur, ilaç yerine verilen etkisiz ilaçların, tıpkı ilaç almış gibi etki yaptığını.. Ama nasıl etkidiği ve nedeni bilinmiyor.. Plasebo etkisinin gücünü siz de evde bir deneyle görebilirsiniz, tabii bu deneyi üzerinde uygulayabileceğiniz birisini bulabilirseniz! Günde birkaç kez, birkaç gün boyunca birinin canını yakın. Deney'in son gününe kadar ağrıyı morfin ile kontrol altına alın. Bu son gün morfin yerine tuzlu su kullanın. Sonuçta tuzlu suyun ağrıyı azalttığını göreceksiniz. işte plasebo etkisi buna deniyor. Bu etki bazen çok güçlü olabiliyor. Yukarıdaki deneyi ilk kez italya'da Torino Üniversitesi'nden Fabrizio Benedetti yaptı. Doktorlar plasebo etkisinin onlarca yıldır farkında.
Benedetti, ayrıca Parkinson hastalarında da plasebo etkisini araştırdı. Tuzlu suyun plasebo etkisinin hastalarda titreme ve kas sertliğini azalttığını gören (Nature Neuroscience, vol 7, p 587) Benedetti ve ekibi, hastalara tuzlu su verirken beyinlerindeki nöronların faaliyetlerini ölçtü. Deneyde "Alt-talamik çekirdek"teki nöronların, tuzlu su verildikçe daha az tetiklendiği anlaşıldı. Bu şekilde hastalığın semptomları düzelirken, nöron faaliyetleri de azalıyordu.
Benedetti bu deneyden elde edilen sonuçları şöyle değerlendiriyor: "Burada neler olup bitiğini öğrenmek zorundayız. Ancak bir şey kesin: Beklentiler ve terapötik sonuçlar arasındaki ilişki, beyin-beden etkileşimini anlamak için mükemmel bir model oluşturuyor. Şimdi bilim adamları plasebo etkisinin nerede ve ne zaman devreye girdiğini anlamaya çalışıyor. Hastalıklar farklı da olsa altta yatan mekanizma aynı olabilir".
2) BIG BANG RADYASYONU YAYILIMI UZAYDA NASIL EŞiT OLUYOR
Ufuk Problemi' adı ile bilinen olgu, büyük patlama'dan geride kalan radyasyon yayılımının evrenin her yerinde nasıl eşit olarak dağıldığıdır. Astrofizikçiler sorunu çözmek için göbek patlatıyor. Evren anlaşılmaz bir şekilde tekdüzedir. Görülür evrenin bir ucundan diğerine, uzayı bütünü olarak incelerseniz, kozmosu dolduran mikrodalga geri plan radyasyonunun sıcaklığının her yerde aynı olduğunu görürsünüz . Bu ilk bakışta şaşırtıcı gelmeyebilir; ancak bir uçtan diğer uca mesafenin 28 milyar ışık yılı olduğu ve evrenin 14 milyar yaşında olduğu düşünülürs e, bu sonucun ne denli anormal olduğu ortaya çıkar.
Hiçbir şey ışık hızından daha hızlı değildir. Dolayısıyla ısı radyasyonunun, Big Bang sırasında ortaya çıkan soğuk ve sıcak noktalar arasındaki farklılığı eşitlemek için iki ufuk arasında yol alması mümkün görünmüyor. Bu "ufuk problemi" kozmologların başını ağrıtan en önemli problemlerden biri. Ortaya atılan ve herkes tarafından kabul edilmeyen görüşler var.
3) EINSTEIN YANILIYOR MU?
10 yıldan daha uzun bir zamandır Japonya'daki fizikçiler varolması mümkün olmayan kozmik ışınları gözlüyorlar. Kozmik ışınlar, evrende ışık hızına yakın bir hızda yol alan parçacıklardır Dünya'da tespit edilen bazı kozmik ışınlar, süpernova gibi şiddetli olaylar sırasında üretilir ve bunlar doğada görülen en enerjik parçacıklar.
Kozmik ışın parçacıkları uzayda yol alırken, evreni dolduran düşük enerjili fotonlarla çarpışarak enerjilerini yitirirler. Einstein'ın özel görelilik kuramına göre bizim galaksimizin dışındaki bir kaynaktan çıkıp Dünya'ya gelen kozmik ışınlar, o kadar fazla sayıda enerji azaltıcı çarpışmaya maruz kalır ki, bunların maksimum olası enerjisi 5 x 10 19 elektronvolta çıkar. Buna Greisen-Zatsepin-Kuzmin sınırı adı verilir.
Ne var ki son 10 yılda, Tokyo Üniversitesi'nden Akeno Giant Air Shower Array adı verilen 111 parçacık dedektörü, GZK sınırının üzerinde birkaç kozmik ışın tespit etti. Kuramsal olarak bunların, enerji yitirmemiş olmaları için, bizim galaksimizin içinden gelmesi gerekir. Ancak astronomlar galaksimizin içinde bu kozmik ışınların gelmiş olabileceği bir kaynak bulamadılar. Peki bunlar nereden geliyordu?
Bir olasılığa göre Akeno sonuçları yanlış olabilir. Bir diğer olasılık ise Einstein'in yanılıyor olmasıdır. Einstein'ın özel görelilik kuramına göre uzayın her yönde aynı olması gerekir. Ancak parçacıkların bazı yönlere doğru daha kolay yol alması durumunda ne olacak? O zaman kozmik ışınlar enerjilerinin daha fazlasını koruyabilir ve GZK limitlerinin dışına çıkabilir.
Arjantin, Mendoza'daki Pierre Auger deneyindeki fizikçiler de bu sorun üzerinde çalışıyor. 3000 kilometre kare üzerine yayılan 1600 dedektörden yararlanan bilim adamları, gelmekte olan kozmik ışınların enerjilerini tespit ederek Akeno sonuçlarının daha iyi anlaşılmasını sağlayabilecekler.
4) HOMEOPATiK ERiYiKLER ETKiLi Mi?
Homeopatik kimyasal ilaçların sulandırılması esasına dayanır; tek bir ilaç molekülü içermeyecek noktaya gelinceye kadar sulandırılma devam etse dahi, suyun iyileştirme özelliğini koruduğu iddia edilir. Bu nasıl oluyor?
Belfast'taki Queen's University'den farmakolog Madeleine Ennis ise homeopatiyi şiddetle eleştirenler arasında. Homeopatinin hiçbir işe yaramadığını düşüncesinde.
Ennis, son makalesinde, iltihabi yangı durumunda ortaya çıkan insan akyuvarları üzerinde aşırı sulandırılmış histaminin etkilerini araştırdı. Bu bozofiller, hücre saldırı altındayken histamin adı verilen maddeyi salgılar. Bunlar bir kez salgılandığı zaman, histamin bozofillerin daha fazla salgılamasını engeller. Farklı laboratuvarlarda tekrarlanan bu çalışma homeopatik eriyiklerin histamin gibi etki yarattığını ortaya çıkartmış. Bu sonucun üzerine Ennis bu etkinin yok sayılamayacak kadar gerçek olduğunu kabul etmek zorunda kalmış.
Bu nasıl oluyor? Homeopatlar kömür, örümcek zehiri gibi maddeleri etanol içinde eriterek, bu "ana eriyik"i su ile tekrar tekrar sulandırır. Sulandırma düzeyinden bağımsız olarak homeopatlar, orijinal ilacın su molekülleri üzerinde iz bıraktığını iddia eder.
Ennis'in niçin konuya kuşkuyla yaklaştığını anlayabiliyoruz. Kaldı ki homeopatik tedavinin, geniş kapsamlı, plasebo-kontrollü klinik bir deneyde bugüne dek yararlı olduğu kanıtlanmadı. Ancak Belfast çalışması (Inflammation Research, vol 53, p 181) bazı şeylerin "etkin olduğunu" gösteriyor. Enis diyor ki: "Bulgularımızı açıklamakta zorlanıyoruz. Dolayısıyla başkalarını ileri deneyler yapması için teşvik ediyoruz. Eğer bu ileri deneylerde sonuçlar olumlu çıkarsa kimya ve fiziği yeniden yazmamız gerekebilir."
5) KARA MADDE VAR DENiYOR, AMA NEDiR AÇIKLANAMIYOR!
Fizikçiler, evrende bazı olayları açıklayabilmek için kara maddenin varolduğunu söylüyor. Yerçekimi konusundaki bilgilerimizi galaksilerin nasıl döndüğü konusuna uyarladığınız zaman, ortaya yeni bir problem çıkar, çünkü galaksilerin hızla birbirlerinden ayrılması gerekir. Galaktik madde merkezi bir nokta etrafında yörüngeye oturur, çünkü bunların karşılıklı kütleçekimsel cazibesi, merkezcil kuvvetler yaratır. Ancak galaksilerde, gözlenen dönmeyi yaratacak miktarda kütle yoktur.
Amerikalı astronom Vera Rubin, 1970'li yılların sonlarına doğru bu anormalliği tespit etti. Fizikçilerden gelebilecek en anlamlı tepki, görebildiğimizden daha fazla kütlenin varolabileceği doğrultusundaki önermeydi. Burada sorun bu "kara madde"nin ne olabileceği konusunda kimsenin bir fikri olmamasıydı. Şu anda hálá bu soruya kimse yanıt veremiyor. Öneri bol ama bu konuda bir ortak bir görüş yok. Bu da bilim adına utanılacak bir konu. Astronomik gözlemlere göre kara madde evrendeki kütlenin yüzde 90'ını oluşturmakla birlikte, insanoğlu bu yüzde 90'ın ne olduğunu bilmemekte. Büyük bir olasılıkla en önemli neden belki de böyle bir şeyin varolmamasıdır. Rubin de gerçeğin bu olduğuna inanıyor: "Eğer seçme şansım olsaydı, geniş mesafelerdeki kütleçekimsel etkileşiminin doğru olarak tanımlanması için Newton'ın yasalarının değiştirilmesini talep ederdim."
6) MARS'TA METAN GAZININ KAYNAĞI NE?
Viking uzay araçlarından biri Mars'ta metan gazı var, diğeri yok diye rapor etti? Var mı yok mu? 1976 yılında Gilbert Levin gört gözle uzay aracı Viking'den gelecek verileri bekliyordu. Mars'tan milyonlarca kilometre uzakta, Viking uzay araçları Lander, yerden aldıkları toprak örneğini karbon-14 etiketli madde ile karıştırdı. Lander'ın üzerindeki enstrümanlar, topraktan yayılan emisyonun içinde metan gazı olduğunu saptarsa, Mars'ta yaşam olduğu anlaşılacaktı.
Viking sonucun pozitif olduğunu belirtti. Demek ki bazı organizmalar karbon-14'ü sindirip yaktığı için metan gazı çıkıyordu.
Ancak bu sonuçlar beklenilen etkiyi yaratmadı. Çünkü, organik molekülleri bulmak için tasarlanan başka bir enstrüman hiçbir şey bulamamıştı. Bilim adamları da Viking'in yanlış veri gönderdiği konusunda görüş birliğine vardı. Peki Viking niçin pozitif sonuç göndermiş olabilirdi?
Tartışmalar şiddetlendi. Bu arada NASA'nın Mars'a son gönderdiği Rover'ların yolladığı bilgilere göre Mars geçmişinde sulak bir gezegendi ve bu nedenle yaşam olasılığı vardı. Levin, Mars'tan gelen tüm verilerin yaşam olduğuna ilişkin görüşünü desteklediğini ileri sürüyordu.
Ve Levin bu iddiasından hiçbir zaman vazgeçmedi ve bu konuda da yalnız değil. Los Angeles'teki Güney Kaliforniya Üniversitesi'nden hücre biyoloğu Joe Miller, verileri yeniden gözden geçirerek, emisyonun 24 saatlik biyolojik döngüsüne ilişkin kanıtlar içerdiğini ileri sürdü. Bu da, yaşamın olduğuna ilişkin çok önemli bir kanıttı. Acaba öyle mi? Mars'a gönderilecek araçların, Mars'ta yaşam olup olmadığını bazı moleküllerin şekline bakıp karar verecek.
7) HESAPTA OLMAYAN BU PARÇACIKLAR DA NE?
Atomun yapısı modelinde asla yer almayacak bazı parçacıklar gözlendi. Eğer bu doğruysa, evrenin genişlemeyi bir kenara bırakın, kendi üzerine çökmesi gerekirdi!.. Ama bu parçacıkların varlığına inananlar da var. Bu nasıl oluyor?
Bundan 4 yıl önce Fransa'da bir parçacık hızlandırıcısı varolmaması gereken 6 parçacık tespit etti. Bunlara tetra-nötron adı verildi. Dört nötronun birbirine bağlanmasıyla oluşan bu yapılar fizik yasalarına meydan okuyordu.
Caen'deki Ganil hızlandırıcısında çalışan Francisco Miguel Marques ve arkadaşları bu yapıları yeniden ele geçirmenin yollarını arıyor. Eğer başarılı olurlarsa bu kümeler, atomik çekirdekleri bir arada tutan kuvvetleri yeniden gözden geçirmemize neden olacak.
Ekip, berilyum çekirdeğini küçük bir karbon hedefe ateşleyerek, çevresindeki dedektörde biriken parçacıkları inceledi. Dedektörlere çarpan 4 ayrı nötronun izini göreceklerini umut ediyorlardı. Oysa Ganil ekibi yalnızca tek bir dedektörün üzerinde tek bir ışık çakması tespit etti. Bu ışık çakmasının enerjisi, dedektöre 4 nötronun aynı anda çarpmış olabileceğini gösteriyordu. Kuşkusuz, bu rastlantısal bir keşif olabilirdi. 4 nötron aynı yere aynı anda rastlantısal olarak varmış olabilirdi. Ne var ki bunun bir rastlantı olma olasılığı çok düşüktü.
Ancak tetranötronların varolma olasılığı da bu rastlantı kadar düşüktü. Çünkü parçacık fiziğinin standart modelinde tetranötronlar yer almaz. Pauli ilkesine göre aynı sistem içindeki iki proton veya nötronun bile kuantum özellikleri aynı değildir. Aslında bunları bir arada tutan şiddetli nükleer kuvvet o şekilde ayarlanmıştır ki, bırakın 4 nötronu bir arada tutmayı, iki yalnız nötronu bile birlikte tutamaz. Marques ve ekibi bu keşif karşısında o kadar büyük bir şaşkınlığa uğramış ki, bulguların yanlış olduğunu düşünüp bir kenara atmışlar.
Bu arada tetranötronların varlıklarına ilişkin başka kuşkular daha söz konusu. Fizik yasalarını bir kenara itip 4 nötronun birbirine bağlanmasına izin verdiğiniz takdirde kaos meydana gelebilir (Journal of Physics G, vol 29, L9) Bu şu anlama geliyor: Evren genişlemeye fırsat bulamadan çökerdi!.. Bu mantık silsilesinin içinde yine de bazı boşluklar var. Hálihazırda geçerli olan kuramlar tetranötronların varolabileceğini kabul ediyor, ancak çok kısa ömürlü bir parçacık olarak. Maddenin çoklu nötronlardan oluşabileceği fikrini destekleyen bir başka kanıt da nötron yıldızları. Çok fazla miktarda yapışık nötron içeren bu unsurlar, nötronların kümeleşmeleri durumunda açıklanamayan bazı kuvvetlerin ortaya çıkabileceği olasılığını gündeme getiriyor.
8) PIONEER 10 VE 11'i UZAY BOŞLUĞUNA ÇEKEN NE?
Şimdi güneş sisteminin dışına çıkarak yıldızlararası boşlukta yol alan Pioneer 10 ve 11 uydularını uzay derinliklerine çeken veya iten bir enerji var, bu nedir?
Bu iki uzay aracı ile ilgili bir öykü. Pioneer-10 1972 yılında fırlatıldı, Pioneer 11 bir yıl sonra yola çıktı. Şu günlerde iki uzay aracı, uzayın derinliklerinde sürükleniyor. Ancak bunların yörüngesi göz ardı edilemeyecek kadar önemli.
Çünkü bunları bir şey itiyor veya çekiyor olabilir. Bu şey uzay araçlarının hızlanmasına yol açıyor. Gerçi sonuçta ortaya çıkan hızlanma saniyede bir nanometreden küçük! Bu da Dünya'nın yüzeyindeki yerçekiminin on milyarda birine eşit. Ancak yine de Pioneer 10'u 400.000 kilometre öteye sürükleyecek kadar güçlü. NASA'nın, Pioneer 11 ile bağlantısı 1975 yılında kesildi. Ancak o noktaya kadar Pioneer 10 ile benzer bir sapmaya maruz kalmıştı. Bu sapmanın nedeni ne olabilir? Bunun kimse bilmiyor. Yazılım hataları, güneş rüzgárları veya yakıt sızıntısı gibi bazı olası açıklamaların yanlışlığı şu ana kadar kanıtlandı. Eğer bunun nedeni kütleçekimsel bir etkiyse, bu bizim bildiğimiz kütleçekimi olamaz. Aslında, bazı fizikçiler bu konuda o kadar çaresizler ki, bu gizemi açıklamak için açıklaması olmayan başka fenomenlere başvurmaktan çekinmiyorlar.
ingiltere'deki Portsmouth Üniversitesi'nden Bruce Bassett, Pioneer bilmecesinin, hassas yapı sabiti olan alfa'daki değişikliklerden kaynaklanmış olabileceğini ileri sürüyor. Diğerleri nedenin kara delikle ilgili olabileceğini düşünüyor.
Bazıları da uzay aracından gelen erken yörünge bilgilerinin yeniden incelenmesi gerektiğine inanıyor. Bu veriler, yeni bilgilerin ışığı altında incelendiğinde taze fikirlere zemin hazırlayabilir. Ancak sorunun temeline inebilmek için güneş sisteminin derinliklerindeki yerçekimsel etkiyi test edecek yeni uzay araçlarına ihtiyaç var. Böyle bir aracın 300 ile 500 milyon dolara mal olacak olması NASA'yı düşündürüy or. Yine de Pioneer anomalisinin fark edilemeyen bir ısı kaynağı gibi çok basit bir nedene bağlı olabileceği olasılığı da var.
9) EVRENiN GENiŞLEME HIZINI ARTIRAN NE?
Keşif doğru, genişleme artan hızla sürüyor, fakat bu hızı artıran kuvvetin ne olduğu bir sır. Bu, fiziğin en utanç verici, en ünlü problemlerinden biridir. 1998 yılında astronomlar evrenin giderek artan bir hızda genişlediğini keşfettiler. Ancak bu sonuç hálá nedenini arıyor. O zamana kadar evrenin genişlemesinin Big Bang'den sonra yavaşladığı düşünülüyordu.. Ann Arbor'daki Michigan Üniversitesi'nden kozmolog Katherine Freese, "Süpernova, galaksi kümeleri gibi gözlemlerimizden elde ettiğimiz bilgilerin bizlere uzayın genişlemesi ile ilgili bilgi vereceğini umuyoruz" diyor.
Bir öneriye göre boş uzayın bazı özellikleri bu konuyla ilgili. Kozmologlar buna kara enerji diyor. Ancak bu da her şeyi açıklamakta yetersiz. Ayrıca evren geniş anlamda ele alındığı zaman Einstein'ın genel görelilik kuramının biraz manipüle edilmesi gerekiyor.
10) UZAYDAKi KUIPER UÇURUMU NASIL AÇIKLANACAK?
Plüto gezegeninin ötesinde buz tutmuş kayaların olduğu bir kuşak vardır. Bu Kuiper kuşağını geçtikten hemen sonra, birden hiçbir şeyin olmadığı boşluk başlıyor. Bu nasıl oluyor? Güneş sisteminin iyice uç noktalarına doğru yol alır ve Pluto'nun ötesine geçerseniz çok tuhaf bir şeyle karşılaşırsınız. Birden, buz tutmuş kayalarla kaplı uzay bölgesi olan Kuiper kuşağını geçtikten hemen sonra artık hiçbir şey yoktur.
Astronomlar bu bölgeye Kuiper uçurumu adını veriyor, çünkü kaya yoğunluğu birden bire bu bölgede azalıyor. Bu nasıl oluyor? Bunun tek yanıtı 10. gezegen olabilir. Bu arada Quaoar veya Sedna'dan bahsetmiyoruz. Dünya veya Mars kadar büyük olabilen bu masif nesne, bölgeyi çer-çöpten temizliyor olabilir.
Colorado, Boulder'deki Southwest Araştırma Enstitüsü'nden Alan Stern, "GezegenX"in varlığı ile ilgili kanıtların giderek inandırıcı bir boyuta ulaştığını belirtiyor. Hesaplamalar böyle bir gezegenin, Kuiper uçurumunun varolma nedeni olabileceğini düşünse de, kimse bu gizemli 10.gezegeni görmüş değil. Ancak bunu da açıklayabiliriz. Kuiper kuşağı Dünya'dan çok uzak olduğu için işe yarar bir görüntü almak zordur. Bölge hakkında bir şey söylemeden önce oraya gidip bu kuşağa bir göz atmak gerekir. Ancak bu da bir on yıldan önce olmaz. NASA'nın Kuiper kuşağı ve Pluto'ya doğru yol alacak olan New Horizon uzay aracı, 2006 yılının ocak ayında fırlatılacak. 2015 yılından önce Pluto'ya ulaşamayacak olan uzay aracı, ancak o zaman bu bilinmeyen bölgeyle ilgili bilgi gönderebilecek. Bu arada Kuiper uçurumunun ne olduğunu öğrenmek isteyenlerin yapacağı tek şey, uzayı izlemek.
11) 28 YILDIR AÇIKLANAMAYAN SiNYAL NEREDEN GELDi?
1977 tarihinde Ohio State University'den astronom Jerry Ehman, "Big Ear" adı verilen radyo teleskobunun kaydettiği sinyali görünce şaşkınlıktan küçük dilini yutuyordu. Uzaydan alınan bu sinyal 37 saniye sürdü. Aradan 28 yıl geçti ama kimse bu sinyali neyin gönderdiğini çözemedi.
Yay (Sagittarius) takımyıldızı yönünden gelen radyasyon pulsu, 1420 megahertz radyo frekansı aralığı içindeydi. Bu frekans, uluslararası antlaşmalar gereğince yayın yapılması yasaklanan bir radyo frekansı içinde yer alıyor. Gezegenlerden gelen termal emisyonlar gibi doğal kaynaklı radyasyonlar, genellikle daha geniş frekansları kapsar. Peki bu sinyali ne göndermiş olabilir?
Bu yöndeki en yakın yıldız 220 ışık yılı uzaktadır. Eğer sinyal buradan gelmiş olsaydı, çok daha güçlü bir astronomik olay meydana gelmiş olurdu -veya çok gelişmiş bir verici kullanan uzaydaki ileri bir uygarlıktan geliyor da olabilir. Bu tarihten sonra gökyüzünün o dilimi yüzlerce kez tarandı. Ve bir kez daha o sinyale rastlanmadı. Ancak Big Ear teleskobunun, herhangi bir zamanda, gökyüzünün milyonda birini taradığını düşünürsek, aynı dilim içinde yayın yapan uzaylı bir vericinin yeniden tespit edilmesinin de çok zor olduğu anlaşılır.
Başkaları bunun çok basit ve sıradan bir açıklaması olduğunu düşünüyor. SETi projesinde görev alan bilim adamlarından Dan Wertheimer, bu sinyalin kirliliğin bir sonucu olduğunu düşünüyor. Başka bir deyişle bu, Dünya'daki bir vericiden kaynaklanan radyo frekansı enterferansı (parazit) olabilir. Wertheimer, "Buna benzer pek çok sinyale rastlıyoruz. Bu tür sinyallerin genellikle interferans olduğunu anlıyoruz" diyor.
12) ASLA DEĞiŞMEMESi GEREKEN ALFA YOKSA DEĞiŞTi Mi?
Alfa sabiti, değişmiş olabilir mi? Eğer öyleyse bu fiziğe ihanet anlamına gelir. Alfa, ışığın maddeyle nasıl etkileşim içine girdiğini belirleyen çok önemli bir sabittir ve değişmemesi gerekir. 1997 yılında, Sydney'deki New South Üniversitesi'nden astronom John Webb uzaktaki bir kuasardan Dünya'ya gelen bir ışığı analiz etti. Kuasarlar, çok uzakta olup kuvvetli radyo dalgaları gönderen gökcisimleridir. 12 milyar yıllık yolculuğu sırasında bu ışık, demir, nikel ve krom gibi metal bulutları arasından geçmiş olmalıydı. Ve bilim adamları bu atomların, kuasar ışığın fotonlarının bir kısmını emdiğini keşfetti.
Eğer bu gözlemler doğruysa, alfa adı verilen hassas yapı sabitinin, ışık, bulutlar arasından geçerken farklı değerlere sahip olduğu varsayımı ortaya çıkar.
Ancak bu fiziğe ihanet anlamına gelir. Alfa, ışığın maddeyle nasıl etkileşim içine girdiğini belirleyen çok önemli bir sabittir. Dolayısıyla değişmemesi gerekir. Bunun değeri, elektronun yüküne, ışığın hızı ve Planck'ın sabitine bağlıdır. Bunlardan biri değişmiş olabilir mi?
Fizikçilerin hiçbiri bu ölçümlerin doğruluğuna güvenmek istemedi. Webb ve ekibi sonuçlarında bir yanlışlık olup olmadığını inceliyor. Ancak şu ana kadar bir hataya rastlamadılar.
Webb'in bulguları alfa ile ilgili bilgilerimize meydan okuyan tek fenomen değil. Bugün Gabon, Oklo'da bulunan ve 2 milyar yıl önce aktif olan, bilinen tek doğal nükleer reaktör, ışığın madde ile etkileşimi ile ilgili bir şeyin değiştiğini gösteriyor. Los Alamos National Laboratory'den Steve Lamoreaux ve ekibi, Oklo'nun başlangıcından bu yana alfanın yüzde 4'ten fazla azaldığını ileri sürüyor.
Ancak Paris'teki Institute of Astrophysics'ten astronom Patrick Petitjean , Şili'deki Very Large Teleskope (VLT) tarafından saptanan kuasar ışığı analiz edince, alfanın değiştiğine ilişkin herhangi bir bilgiye ulaşmadıklarını bildirdi. Bu arada VLT'ın ölçümlerini inceleyen Webb, Paris ekibinin daha gelişmiş bir analize ihtiyaçları olduğu sonucuna vardı. Bu ölçümler üzerinde çalışan Webb ve ekibi bu yılın sonlarına doğru anomaliyi çözdüklerini açıklayabilir.
13) SOĞUK FÜZYON YOKSA GERÇEK Mi?
Oda sıcaklığında çok kolay yoldan bedava enerji elde edildiğinde, bütün ülkelerin enerji sorunu çözülecektir . 16 yıl önce böyle bir deney gerçekleştirilmiş ve dünya ayağa kalkmıştı. Ancak, bu deney bir daha tekrarlanmamıştı. Şimdi bu düşünce yeniden canlandı!
16 yıldan sonra soğuk füzyon yeniden gündemde. Aslında, soğuk füzyon hiçbir zaman gündemden düşmemişti. ABD Deniz kuvvetleri laboratuvarlarında, nükleer reaksiyonların, oda sıcaklığında, tükettiğinden fazla enerji üretip üretmeyeceği konusunda 200'den fazla deney yürütüldü ;. Böyle bir sonuç, sadece yıldızların içinde oluşur..
Eğer bu, yani kontrollü soğuk füzyon yeryüzünde gerçekleşirse, enerji sorunumuz biter. Amerikan Enerji Bakanlığı yeni soğuk füzyon deneylerine yeniden açık çek verdi..
Enerji Bakanlığı'nın 15 yıl önce yayımlanan ilk raporu, Utah Üniversitesi'nden Martin Fleischmann ve Stanley Pons 'un orijinal soğuk füzyon sonuçlarının yenilenmesinin mümkün olmadığını açıklıyordu. Soğuk füzyonun temel iddiası şuydu: Paladyum elektrotları ağır suya batırıldığı zaman ortaya çok büyük miktarda enerji çıkacaktı. Sonuçta bir enerji patlaması yaşanacaktı. Burada sorun füzyonun oda sıcaklığında gerçekleşmemesiydi.
George Washington Üniversitesi'nden mühendis David Nagel'e göre bu sorun değil. Süper iletkenlerin açıklanmasının 40 yılda açıklandığına dikkat çeken Nagel, soğuk füzyonu bu aşamada reddetmenin yanlışlığına değiniyor. Yani hala umut var!
Dünyadaki en büyük esrarlardan bir tanesi de hiçbir sebep yokken yanıp kül olan insanlar.
Evet bu size çok tuhaf gelebilir ancak yüzyıllardan beri hiçbir sebep yokken durduğu yerde yanıp ölen insan vakaları oluşmakta ve bunun nedeni de bugüne kadar çözülemeyen bir esrardır.
işin en anlaşılmaz tarafı da insanın yanıp kemiklerinin bile kül haline geldiği bir ortamda etrafta bulunan eşyaların hatta bazı vakalarda yananın üzerindeki elbiselerin bile hiçbir hasar görmediğidir. Tıbben bir insanın yanabilmesi bilhassa kemiklerinin kül haline gelebilmesi için çok yüksek bir ısı (1500 derece santigrad) Birde bu ısının uzun bir zaman devam etmesi gerekir (en az iki saat).
Avrupada ve Amerika da son zamanlarda ölen insanlar gömülmeyip (Crématoire) denen yüksek ısılı elektrik fırınlarında yakılıp külleri küçük bir vazoya konup saklanmaktadır.
Bu fırınlarda bile ısı 2000 dereceye yaklaşmakta ve tam kül olması üç - dört saat sürmektedir.
1731 senesinde akşam yatağına yattan ve uykuya dalan bir kadın ertesi günü sabah odasına kendisini uyandırmaya gelen hizmetçisi tarafından feci bir şekilde yanarak bir kül yığını haline gelmiş olarak bulunmuştur.
Odanın her yeri is ve kurum içindeydi ve küller her tarafa uçuşmaktaydı. Fakat yatağından 1.5 metre ötede yanan kadın kül yığını haline geldiği halde ne yatağı ve çarşafları nede odanın mobilyaları hasar görmemişti.
Yetkililer çok ayrıntılı bir araştırma yapmışlar fakat yanmanın sebebini bulamamışlardır. Zira odada yangın çıkması için sebep yoktu ne ateş vardı nede ateş çıkaracak bir şey.
Odada ki eşyalar hatta yatak çarşafları bile hiç yanıksız duruyorlardı.
Bu sonradan kayıt altına alınmış " kendinden yanma" olayları arasında ilk örneklerden biri kabul edildi.
18 yüzyılda çok sayıda kendinden yanma vakası tespit edildi fakat ilim adamları ve doktorlar bir türlü sebepsiz bu yanmalara bir ad koyamıyorlardı.
Dr. Merille, Fransada Caen şehrinde görev yapıyordu bir gün bir ölüm nedeniyle ilgili olarak çağrıldı yaptığı incelemede: ölünün vücudu yerde uzanıyordu. Geriye kül yığınından başka bir şey kalmamıştı kemikler sıcaktan eriyerek eğilip bükülmüştü. Dr Raporunda kemikleri erimiş olmasını belirtmesi çok ilginçtir zira kemiklerin erimesi için en az 1500 derece ısı gerekir, oysa rapora göre " Evdeki eşyalardan hiç biri yanmadan zarar görmemişti kadının geceliği oturduğu sandalyenin 30 cm ilerisinde el değmemişçesine duruyordu. Üzerindeki elbiselerin dışında odada yanan başka hiçbir şey yoktu." Kimileri bu yanmaları Tanrının gazabı olarak görmektedir, bu korku eski çağlardan beri vardır. " Onları Tanrının gazabı yok ediyor. Tanrının yakıcı nefesi kül haline getiriyor. " Bu doğrumuydu ?
Yukarıdaki olayların benzerine daha yüzlerce misal verebiliriz. Biz burada bu hususta yapılmış araştırma ve incelemeleri ele alıp neticeleri üzerinde tartışacağız.
Bu yanma olayları ile ilgilenen araştırmacılar olayların gittikçe artığını söylüyorlar . Bazı gazeteciler bu hadiselerle ilgili bilgi topluyorlar . Tıp dergilerinde yazılar yazılıyor fakat doğru dürüst hiçbir netice alınamıyor.
Kendiliğinden yanma olayları üç safhada oluyor:
1- Çok kısa bir zaman içinde gerçekleşiyor, yananın ne yardım isteyecek nede ne olduğunu anlayacak zamanı oluyor.
2- Olaylar çok büyük nispete ölümle neticeleniyor ve bu sebepten kurbanların ne olduğunu anlatma imkanı olmuyor.
3- Üçüncü çok ilginç durum : Böyle bir yanma olayı ya yanan yapayalnızken oluyor veya birkaç kişi iseler o zaman hepsi birden yanıp ölüyorlar. Yani hadiseye canlı şahit bulunmuyor.
1885 gecesinde Amerika da bir karı koca ve yanların da çalışan işçileri yılbaşını kutlamak için mutfakta oturup içki içiyorlar, daha sonra işçi üst kattaki odasına yatmağa çıkıyor. Ertesi sabah aşağı inen işçi mutfağa girdiğinde etrafın ince bir yağ tabakası ile kaplı olduğunu ve acı bir koku hissediyor., Evin beyi yerde yatıyordu ve ölmüştü hemen yandaki evde oturan çocuklarına haber vermeğe gitti ve oğlunla geri dönüp araştırınca mutfak masasının yanında döşemede bir yanık delik vardı döşeme yanmıştı ve aşağıya bakınca evin hanımının yerde yanık kemikler yanık kafatası ve küllerini gördüler. Bu kez kurban ikiye çıkmıştı. Yapılan araştırma sonunda hadisenin nasıl oluştuğu hakkında bir karara varamadılar.
Kendiliğinden yanma olayları incelendikçe çok enteresan durumlar ortaya çıkıyordu. Yanma çoğunlukla sınırlı bir alanda meydana geliyor yatağına uzanmış haldeyken yanan Birisinin yatak örtülerine hiçbir şey olmuyor. Bir iskemlede otururken yanmışsa incelemede iskemlede hiçbir yanık izi bulunmuyor,Elbiselerinde hiçbir yanık izi olmayan ama bedeni kömür haline gelenler var.
Araştırmalarda dikkati çeken bir hususu ta olayın kurbanlarının genel de ses seda çıkarmadan ve kurtulmaya çalışmaksızın yanmalarıydı. Yanma olayının bilinmeyen bir psikolojik yanı olabilir.
Düşkünler yurdundaki bir olayda yurtta kalanlar iç içe bölmelerle ayrılmış yerde yattıkları halde sabahleyin yanmış halde bulunan komşularının geceleyin hiçbir hareket veya ses çıkarmadığını hem yurt sakinleri hem de gece nöbet de olan hemşireler söylemişlerdir.
Kendiliğinden yanma ile pek çok olay incelenmek için beklemektedir.Acaba insanın içinde vücudunun ısısını ayarlayabilecek bir mekanizma mı var ve kendiliğinden yananlar bilmeden bu mekanizmayı mı harekete geçiriyorlar. Son zamanlarda olan bir yanma olayı herkesin gözü önünde cereyan etmiştir. ingiltere de nişanlısı ile dans ettikten sonra pisten ayrılan genç kız üzerindeki elbiselerin altından vücudu aniden tutuşmuştur. Yüzlerce kişinin gözü önünde bir alev yığını haline gelmiş alevler güçlükle söndürülmüş fakat geç kalınmış ve bir kül yığını haline gelen genç kız ölmüştür. Dikkat edilecek bir diğer hususta bu kendinden yananlar vakalarında beden içerden dışarıya doğru yani bir iç ısı ve ateşle yanmasıdır. Halbuki normal olarak yanma hadisesi dıştan içe olur.
Bugüne kadar ileri sürülmüş bir çok teori arasında iki tanesi üzerinde Durulmağa değer görülmektedir.
Araştırmacı Livingstone Georkart kendiliğinden yanma olaylarının büyük Kısmının yeryüzündeki manyetiğin değişmeleri en fazla olduğu anlara rastladığını keşif Etmiştir. Atmosferin dışında elektrik yüklü parçacıklardan oluşan iyon tabakası bulunur.
iyon tabakasının dışında da yine bir elektrik alanı olan magnetosfer vardır bu iki alan Arasındaki etkileşim dünyaya tesir eden bir elektromanyetik güç etkisi sağlar. Uzayda meydana gelen bu değişimler dünyanın belli yerlerindeki enerji yüklü yoğun elektrik Alanları oluşturur ve yıldırım nasıl bazı insanların üzerine düştüğü gibi bu yoğun elektrik alanları da bazı insanların etkisi altına alıp yakabilir denmektedir.
Diğer teori ise bugün evlerde kullanılan " microwave" mikro dalga fırınları çalıştıran prensiptir. Bilindiği gibi Mikro dalga içine konulan besin maddesi içindeki molekülleri bir birine çarptırılması neticesi ortaya çıkan enerji sayesinden içten pişer ve onu içinde bulunduğu kap ise ısınmaz bile.
Buna göre tabiata bulunan bu mikro dalgaların çok karışık bazı sebeplerden ve bazı insanlardaki özellik veya o andaki durumları yüzünden yaratıkları "entıty" varlık tan dolayı Mikro fırın gibi işleyerek insanın içinde meydana gelen ve bir anda çok yüksek derecelere varan ısı ya erişip o hale geldiklerini fakat aynı anda etraflarındaki diğer eşya ve şeylere zarar vermedikleri düşünülüyor.
69'da amstrong'un ay'a ayak basmasının bir yalan olduğu, amstrong'un sözde ay'a ayak bastığında söylediği sözlerin çekimleri sırasında set ekipmanının yıkılışını gösteren kayıtların orda burda açığa çıkması ile aydınlanmıştı.
çin de sözde ayak bastı görüntüler yayınladı lakin yalan olduğuna dair video kayıtları henüz gün yüzüne çıkmasa da, yayınlanan video görüntülerinde uydurma olduğuna dair birçok kanıt var. rusların bu görüntülerin suda çekildiği ve montajlandığı iddialarını doğruluyor çünkü görüntüleri defalarca izleyen hem rus hem nasa uzmanları hemfikirler. mesela görüntülerde hava kabarcıkları çıkıyor arada. dünya gösterilirken bir saniye arayla neredeyse tüm bulutların vs şekli değişiyor vs.
ayrıca görüntüler yalan mı değil mi bilinmez ancak kafalara başka sorular da takılmaktadır. 1969'dan bu yana teknoloji çok ilerlemiş olmasına rağmen bir allah'ın kulu çıkıp şu aya bi tekrar gidelim bakalım dememiştir. olay "bey her sene her sene aynı yere gidiyoruz, başka bir yere gidelim" olayı mıdır? yoksa vakit ve nakit kaybı olacağı mı düşünülmektedir.
üstünlük çabalarının bir ayağı olan uzay teknolojisinin bu perdesinde sanırım sadece rusların başarısı yalanlanamadı. bakalım zaman neler gösterecek.
şu sıralar sıkça başa gelen durumdur. sürekli içerik kodlama hatası , bazı entarilerin ilginç kodlamalarının oluşması durumudur. ayrıca adminler tarafından açılan ve silinen başlıktaki (bkz: sözlük hakkında önemli duyuru) noktasında yazılan ve silinen şeylerin gerçeklik payını öğrenemek hakkımızdır diye düşünmekteyiz.
Cemaatçiler chp'ye oy verecekmiş akp düşsün diye ,
Kemalistler cemaat karşıtı oldukları ve cemaatin kökünü silsinler diye için akp'ye vereceklermiş ,
Ülkücüler devlet bahçeliye kızdıklarından tkp'ye vereceklermiş ,
Kürtler açılım ve yeni devlet için akp'ye vereceklermiş ,
Koministler kürtlerin hakkı yeniyor diye bdp'ye vereceklermiş...
ne alaka la şimdi memesiz demeyin la , hemen açıklayayım ;
Ben bisiklet sürerim , kamp yaparım. Severim yani. Bunların sığması için büyük bi araba lazım. Cup yada normal bagajlı arabalar yetmez. Minübüsler tarzı da çok büyük kaçar , gerek yok. Onun dışında büyük motor lazım ki bazen orman yollarına girdiğimde beni yarıyolda bırakmayacak. E doblo da 1900 motor. Gayet iyi. Onun dışında dizel olsun ki tatilimin astarı yüzüne tükürmesin. E hız sınırından gayette yukarılara da çıkıyor bu. E tamam işte yetti gitti.
Aranızda araba sevdalısı arkadaşlar olabilir. doblo arabamı lan ibiş? diyenler çıkabilir.
Araba ne o zaman sevgili dumanı atan egzozum? Arabadaki amaç ne?
Sen neden bu kadar seviyorsun lüks arabayı la memeli? Hiç düşündün mü?
Nerden geldi bu sevda sana?
Sevgili içten yanmalı v8 motorlarım , siz taa çocukken böyle şeyler aşılandı hepinize. Birinin araba sevdası olur birinin pembe panjurlu seksi evi olur , diğerinin kürkü olur telefonu olur bilmem ne. Lan başarının anahtarları , zenginliğin 31 yolu başlıklı sikimsonik kitaplarda bile bir hedefiniz olsun. Mesela pahalı bir araba , büyük bir ev , rus hatun vb. gibi şeylerle size hedef belirletirler. Tamam 3. Sü sadece benim hedefim olabilir de diğerleri öyle yani. Adamlar demek istiyor ki aslında sen bu kitabı aldıysan zaten başarısız birisin ve paran yok. Paran olmadığı için de gözün aç. Zaten gözün aç olmasa bu kitabı alıp da niye zengin olmak isteyesin ibibik? E bende senin gözünü daha da aç yapayımda önüne gelene sal kuduz gibi diyor ama siz farklı anlıyorsunuz tabiiki.
Taa küçükken size otomobillerin ne kadar güzel olduğu anlatıldı. erkekler arabayla oynar kızlar bebekle dendi. Oyuncak arabalarınız bile en lüks arabaların kopyalarıydı. Mahallenizdeki briyantinli abinizin de güzel cup arabası gözünüze ilişti daha ilkokul 1 de. Sonra etraftaki insanların ona baktığını gördünüz , arabasına binen kızları gördünüz vb. bu altyapıya işledi o yaşlarda ve siz büyüdükçe farkında olmadan arabalara sempati duydunuz.
Şimdi sorsak yok abi ya lükslükle alakası yok , zevk bu diyeceksiniz. Tabiiki öyle. Daha çocukken aklına soktular pırasayı , şimdi sanıyorsun tropikal ananas.
Aynı şey kızlar içinde geçerli. Ver eline bebeği , makyaj yapsın , saç boyasın , üstünü başını değiştirsin zart zurt. Sonra bu hatunlardan neden böyle 3 dairelik boya çıkıyor. E verdin arkadan gazı taa çocukken , şimdi git makyaj malzemesi al , 3bin tl ye ayakkabı al.
Aslında eskiden beri (100 yıl ve daha öncesinden bahsediyorum) erkekler arabayla kızlar gene bebeklerle oynardı dimi? Ama o arabalar tahtadandı , son model arabaların kopyaları değil yada bebeklerde makyaj , saç boyama vb yoktu. Bilidiğin ana-bacı motifli bebeklerdi. Bu tip şeyler sizde taa çocukken özentilik yapmaya başlamakta. Ama birçoğumuz bunları başaramayarak (burda başarı sizin için bunlar demekse tabii. Benim için adam olabilmektir başarı. Altındaki arabanın markası , telefonun fiyatı değil) mutsuz oluyoruz. öneğin Kadınlar bunları kendi maddi olanaklarıyla yapamayınca ne oluyo? Ahanda bu oluyo ;
VERSiON 1
-kız tamam beğenmiştir de ne iş yapıyo ki bu çocuk?
-doktor kız doktor
-Tamam neyse görüşelim bi bakalım.
VERSiON 2
- kız tamam beğenmiştir de ne iş yapıyo ki bu çocuk?
-işsiz ya dahaca bişi tutturmadı
-ya kız bende bu sıralar çok kapalıyım zaten bu ilişki işlerine. Olmaz de sen ya. Boşver.
Ne oldu yumuşak? Kendine ömür boyu sponsor olacak adam potansiyeli yok dimi? Olmazsa olmaz tabii. Sırf o çocukluğundan beri özendiğin , etrafından gördüğün şeyler için sen sevgi , saygı , aşk vb. şeyleri yana bırakıp paralı adama koşuyorsun. Salaksın yavrum hemde çok salak kusura bakma.
Kıssadan hisse şudur demek istediğim sevgili volvo s40larım.. Ferrari almanın benim için hiçbir mantığı yoktur. içine 2 kişi binebilir , bagaj yok , hayvan gibi benzin içer , 110 hız sınırından sonrası beni ilgilendirmez isterse 3500 yapsın vb. benim ihtiyaçlarımı hiçbir şekilde karşılamıyor.
Peki kaynatasızlar , bu araba niçin alınır?
Zevk mi? La bi sigigit görgüsüz.
Zevk felan değil. Ya hava için ya hatun için. Alacaksın o arabayı herkes sana bakcak. Yoksa tek başına 30 sene bi adada yaşayacaksın deseler bide sana 90 model dodge kamyon yada 2014 model ferrari vercez yanında da 1000 lt benzin sadece desinler ne alacan?
Gene ferrariyi alırım ben dersen senin aklında antilop koşturayım emi? zaten boşluk , çayır çmenlik alan belli..
Ferrariyle odun taşırsın artık. Kumsalda sürersin onu. O 3-5 cmlik yüksekliğiyle asfalt döşeyebilirsen ormanda da sürersin , bi tarafına sıkışabilirsen içinde uyursun bile belki.
Demek ki neymiş? Ferrari , bugatti bilmem ne ihtiyaç değildir. Bunla tamamen siz kazanın , çalışın köpek gibi , biz size her zaman satacak birşey buluruz diyen Rothschield ve Rockefeller ailelerin sizi enayi yerine koymasıdır.
Ayrıca şu konuda da ayıktırayım sizi ; federal bankalar (dolar ve euroyu basan darphaneler) , dünyanın en büyük 100 bankasından 89u , ayrıca BP , Shell gibi petrol devleri yanısıra ford , bugatti , ferrari , volswagen gibi markalar (başkalarının kimlikleri arkasına saklı olarak) bu ailelerin elinde. Yani bu alileler sana demek istiyor ki;
Benim bankamdan para al sonra git benim arabamı almak için bana parayı geri ver. Bu arada sana bankada verdiğim parayı da senden zaten geri alacam merak etme , onu ödemek için çok çalışman lazım çok. Bu arda sana verdiğim arabanın benzine ihtiyacı var. Onu da benden al. Yani sen zaten hiçbirzaman parayı benden alamadın sevgili beyinsiz insanoğlu ve senelerdir de bunu anlamadın. Ayrıca sen farkında değilsin ama aslında bedava yaşıyorsun ve bunun için hayatın boyunca çalışıyorsun. Çok salaksınız çok..
Yada şöyle anlatayım ; bana geldiniz benim örnek veriyorum ; kendi ürettiğim ve 1 tlye mal ettiğim kaşığı almak istedin. Ben sana bunun fiyatı 10 tl , söyle lüks , böyle hoplar , şöyle zıplar dedim. Sende tamam alacam ama param yok dedin merak etme ben sana borç veririm dedim. Sonra sana 10 tl verdim ama 15 tl olarak borçlandırdım faizle. Sen o 10 tl yi bana geri verdin kaşığı almak için 15 tl de bana borcun oldu. Şimdi benim 25 tl param oldu. Hemde 1 tllik mal sayesinde. Arada tamiri yakıtı vb. şeyler için gene bana para vereceksin tabii. Bu 15 tllik borcu ödemek içinde ben sana iş verdim , onu yapıyorsun. Yani seni hem yoluyor hemde çalıştırıyorum. Sende salak gibi o kaşığa bakıp bakıp sevinyorsun sevgili üstün zekalı yaratığım.
Lan öyle şeymi olur? 10 tlyse 15 tl borçlanırım sadece sana diyen ve burada anlatmak istediğimi anlamayan IQ oranı düşük arkadaşlar için söyle tekrar anlatayım ; sevgili beyinsiz , ben bu örnekte sana tek kişilik örnek verdiğim için öyle algılıyorsun. Ama ben farklı maskeler giyip de sana kaşığı satan farklı biri , borç veren faklı biri , yedek parçası yakıtını veren farklı biri gibi gözüküyorum. Aslında hepsi benim. Yani Rothschield ve Rockefellerım ben.
Halen anlamayanlar olursa haber edin küfür edeyim. Daha nasıl anlatılır lan bu beyinsiz?!
-herşeyin en doğrusunu ve gerçeği bildiklerini düşünürler , ama aslında hiçbirşey bilmezler. tüm bildiklerini facebook , sözlük ve twitterdan alan insanlardır.
-eleştiri nittelikli yazınızdan sonra önceki entrylerinizi bulur , iyi yada kötü okumadan eksilerler.
-nick altınıza kötü şeyler yazarak kendi egolarını tatmin ederler fakat buradaki hesapların sanal hesap olduğunu bilmezler ve kişiliğe bir hakaret etmiş gibi sevinirler. nick altı önemsizdir arkadaşlar. herkes herşeyi yazabilir. yeterki troll olsun.
-küfürlü veya ezici nitelikte olduğunu sandıkları cümleleri başlıklarınız altına yazarak zeki gözükmeye çalışırlar.
NASA nin gizli Mavi Isin Projesi "Project Bluebeam"
Bu Proje, yeni cag inancini oturtabilmek icin dört farkli basmaklardan olusmaktadir. Unutmamaliyizki yeni cag inanci kurulmak istenen "Yeni Dünya Hükümeti"nin temelini olusturmakta ve bu inanc haricinde "Yeni Dünya Düzeni"nin kurulmasina izin vermemektedir! Sunu tekrar edeyim: Yeni cag dini/inanci olmadan "Yeni Dünya Düzeni"ni kurmak imkansizdir.Bu nedenle "Blue Beam Project" bu projenin en önemli temel taslarindan biridir ve bu nedenle simdiye gizli kalmistir. Bilginin disari sizmasini 1994 te Serge Monast isimli ZICK ZACK FRANSA uyesi gazeteci kardesimiz saglamistir.
Planli Depremler ve Hileli "Buluslar":
Bu projenin ilk ayaginda bircok arkeolojik bilginin cökertilmesi ile ilgilidir. Olay dünyanin belirli yerlerinde yapay olarak olusturulan depremler ve akabinde ortaya cikacak olan arkeolojik yeni buluslar sayesinde GUYA bugüne kadar ögrenilmis veya ögretilmis dinsel/ilahi bilgilerin hatalarini ve yanlis anlasilmis olduklarini gözler önüne serecek. Bulunan tüm bilgiler ülkelerin dinlerini yüzyillardir yanlis anlasildigini ortaya koyacak!
Psikolojik hazirliklar coktan filmler sayesinde baslatildi. Bunun ilk örnegi "2001: A Space Odyssey", akabinde "Star Trek" serisi ve "Kurtulus Günü" filmi. Tüm bu filmler uzaydan gelen bir ET saldirisini ve tüm dünya halklarinin ve ordularinin birlestigi bir ani betimlemektedirler. En son film serisi "Jurrasic Park" evrim teorisini tekrar mikroskop altina almakta ve Tanrinin sözlerini yalanlamaktadir.
Hileli Buluslar:Ilk basmakta anlanmasi gereken en önemli husulardan biriside, olusacak planli depremlerin bilim adamlari ve arkeologlar tarafindan gömülü oldugu iddia edilen gizliliklerin oldugu bölgelerde gerceklesecek olmasi, yani kalintilarin orada oldugu zaten tahmin ediliyordu ve deprem sayesinde hepsinin yeniden gün isigina cikmasi saglanacak. Bulunan yeni antik bilgiler özellikle Hristiyanlik ve Müslümanlik inancinin temellerini cökertecek nitelikte ipuclari sunacak. Bunu yapabilmek icin antik doneme ait bazi hatali kanitlar yenileri ile karsilastirilarak uluslara dinlerini yanlis anladiklari gösterilecek.
Gökteki devasa "Uzay Show"u: Projenin ikinci ayagi devasa bir üc boyutlu göksel showdan ibaret. Show Optik Holgramlar, lazer görüntüler ve sonik seslendirmeler (dogrudan kafanizin icine konusulabilme teknolojisi) iceriyor. Lazer gösterimli ve degisimli hologramlar dünyanin her bölgesinde ülkeye ve onlarin inanclarina bagli olarak farkli sekilde hareket edecekler. Yeni Tanri´nin sesi her dilde ve lehcede dogrudan kisilerin kafasinin icine (telepati gibi) gelecek. Bunu anlayabilmek icin cesitli gizli örgütlerin yaklasik 30 senedir yaptiklari arastirmalari incelemeliyiz. Sovyetler ileri teknoloji bir islemciyi mükemmellestirdiler ve hatta ihrac ettiler. Islemcinin haznesine simdiye kadar insan beyni ve vücudu üzerine yaptiklari anatomik, elektromekanik kompozisyon, kimyasal ve biyolojik yapilanma bilgilerini parcalar halinde yüklediler. Bu islemciler serisi tüm insan dilleri, kültürleri ve bunlara bagli anlamlarla yüklendirildiler. Sovyetler ilk olarak islemcilerini primitif programlarla yüklemeye basladilar, en baslarda yeni Mesih programi ile.
Görünüse göre Sovyetler yani Yeni Dünya Düzeni Zion hedefinin SOSYAL emperyalist kanadi, kullandiklara metodlara ayni zamanda insanlarin ve topluluklarin beyin dalgalarini hedefleyerek ister tek kisi ister bir ulus, istenilen yeni sisteme veya diktatörlüge uymak istemeyen kisilerin beyinlerine "intihar" tesvikli farkli beyin dalgalari yollayarak tehdit unsur eden kisileri ortadan kaldirmayi planlamaktadirlar.
Ikinci ayagin iki farkli bakis acisi vardir.Ilk öncelikle "Uzay Show"u. Bu show neyden dolayi kaynaklanacak? Dinlerin cökmesine az kala, verilmis olan kehanetlere bagli olarak es zamanli yapilacak. Gösteri uydulardan, sodyum bazli bir ekran üzerinde yerden yaklasik 90Km yukarida gerceklesecek. Günümüzde halen arada bir testlerini görüyor fakat bunlari UFO gözlemlemesi olarak kayitlara geciyoruz!
Cok profesyonelce hazirlanmis bu show sonucunda yeni Mesih tanitilacak ve yeni dünya inancina adapte edilecek. Gereginden cok gercekler ortaya atilacagi icin kimsenin karsi cikma firsati olamayacak. "Hatta en bilgeler dahi kandirilacak".
Projenin en can alici araclarindan biri ise "Tractor Beams" (Emici Isinlar). Bu sayede belirli insan gruplari göge cekilerek sanki Tanrinin evine gidiyorlarmis gibi bir görüntü yaratilacak. Bu teknolojinin testleri kücük gri uzaylilar tarafindan yapildigi savunulan kacirilma olaylarinda sikca yapilmakta idi. (Kücük griler 24.yuzyildan bu zaman duzlemine gonderilmis domuz-insan-kurbaga ve maymun organizmasi ayrica bioelektronik cihazlarla butunlestirilmis sibernetik robotlardir). Hesaplanmis olan, Yeni inanca ve Mesihe karsi olacak ayaklanmalar ve akabinde gerceklesecek kutsal savaslar cok büyük, dünya üzerinde görülmemis bir insan kaybina neden olacak. Mavi Isin Projesi 2000 yillik kadim kehanetleri evrensel bir tamamlanis olarak ortaya koyacak. Prensip olarak gökyüzü bir Film ekrani olarak kullanilacak ve jeostasyoner uydular sayesinde dünyanin dört kösesine es zamanli, her dilde ve lehcede yayin yapilacak.
Bilgisayarlar tüm showu uydulardaki yüklü programlar sayesinde koordine edecek. Holografik görüntüler neredeyse ayni ELF, VLF ve LF beyin sinyallerine bagli olarak görsel ve isitsel olacak, ayni zamandada sanki bir optik fenomenmis hissi uyandiracak. Özellikle, her ülkeye kendi kültürüne ve inancina bagli olan görüntüler ve akustik sinyaller verilecek. Dünyanin hicbir kösesi es gecilmeyecek! Sanki uzayin derinliklerinden geliyormuscasina verilen görüntü ve sesler, bircok mesih bekleyen din gruplarini ve tarikatlari cok etkileyecek ve sanki bekledikleri mesih en sonunda gelmiscesine bir düsünce uyandiracak.
Ardindan Isa, Muhammed, Buda, Krishna v.b. görüntüleri aciklanmis olan ilahi ve mistik gerceklerden sonra ic ice kayarak bir bütünü olusturacak. Ancak bu yeni gelmis olan Tanri esasinda "Antichrist" denen yalanci peygamber olacak ve kadim anlatimlarin yanlis anlasildigini bu nedenle kardesin kardesi vurdugunu, uluslarin uluslara savas actigini belirtip artik eski dinlerin yok edilmesi gerektigini ve yeni bir inanisa gecilmesinin vakti geldigini söyleyecek. Bu yeni inanis tabiki Yeni Dünya Düzenin inanci olacak!
Tabiki bu mükemmel hazirlanmis plan dünya üzerinde devasa bir düzensizlik yaratacak, ülkeler bribirlerine düsecek, herkes birbirini ögretileri icin suclayacak, din ugruna akmis olan milyonlarca dolarin hesabi yapilacak. Ayrica, tüm bunlarin gerceklestigi sirada tüm dünyada politik anarsi ve dogal afetlerden olusan zararlarin gerceklestigi bir an olacak.
Hatta Birlesmis Milletler yeni dünya dininin tanitimi icin Bethooven´in 9.senfonin neseye sarki isimli müzigini kullanmayi planliyorlardi.(AVRUPA BIRLIGI marsi )Egerki bu uzay showunu yildiz savaslari programi ile bir araya getirirsek karsimiza su sonuc cikiyor: uzun süredir ürelerinde calisilmis olan elektromanyetik radyasyon ve hipnotizma!
1974´te arastirmaci G.F. Shapits yaptigi arastirmalrin birini anlatirken; "Arastirmalara göre hipnotizörün kullandigi kelimeler elektromanyetik enerjiye cevrilebilir ve bu enerji dogrudan insan beyninin bilinc altina, sahsin bilgisi veya herhangi bir araca bagli olmadan yerlestirilebilir ve sahsin bu iletiyi bilincli bir sekilde kontrol veya bloke etme imkani yoktur! Bu sayede sahsin kisisel kontrolü elinden alinabilir ve özgür iradesi bastirilabilir. (Gercek Zombiler!)
Görücüye çıkar ve siz sözlük arkadaşlarımız ile yapıcı eleştiriler alır diyorum. Buyrun ilk hikaye benden olsun ;
BiR AMPULÜN HiKAYESi
Ben bir köyde , çatısı torul hartamasından olan , tahta bir yayla evinin ampülüyüm. Sadece yazları gelirlerdi yanıma. Bütün kış sert fırtınalar ve metrelerce karın verdiği soğukla mücadele ederdim. Kendimi bile ısıtamazdım o zamanlar. O kadar soğuk olurdu ki her şey
Ama yazları çok güzel olurdu. Çocuklar gelirdi eve , geceleri ışığımla duvarlarda gölgeler yapıp eğlenirlerdi , kitaplar okurlardı sayemde , birbirlerine bakıp bakıp şakalar yaparlardı. Evin iki çocuğu vardı. Ahmet ve Zeynep. ikiside benim yanımda büyüdü. Çok severdim onları. Kendi çocuklarımdı sanki. Her şeyi benim ışığım sayesinde yaparlardı geceleri. Anne ise yemek hazırlardı yorgun argın eve gelen babaya benim sayemde. Az emek vermedim ben bu aileye. Bitmek tükenmek bilmez bir sabrım vardı. Tam 7 senedir inatla yanıyordum. Tellerim içimde artık alev alev oluyordu ama kopmamaları için elimden geleni yapıyordum. Çünkü bana ihtiyaçları vardı. Ben olmasam nasıl kitap okurlardı ki? Nasıl yemek yerlerdi akşamları? Gece uyandıklarında nasıl görürlerdi etraflarını? Yok yok dayanmalıyım daha fazla. içimdeki teller erimemeli. Yoksa her şey daha kötü olur. Hem Ahmete bunu yapamam.
Herkes ayrı Ahmet ayrı. Bir gün evde çocuklar altımda oyun oynarlarken kuvvetli bir rüzgar esmeye başladı. Sonrasında gök gürültüleri geldi. Bir anda şiddetli bir yağmur başladı. Her yıldırım atışında içim titredi. Gidip gidip geldim. Tellerim yavaştan kendini salmaya başladı. Ama dayanmalıydım. Onlar için dayanmalıydım. Son gücüme kadar savaş vermeliydim. Daha önce ne fırtınalar gördüm ben bir şey olmadı! Bu mu bana zarar verecek! Olmaz , dayanırım ben! En çok da çocuklar için dayanırım! Ama gök gürültüleri artıyor , yıldırımlar bir bir düşüyordu yakınlara. Beni aydınlatmaya yarayan kablolar kusura bakma çok fazla yükleniyoruz ondan oluyor diye benden özür diliyorlardı. Bende daha dikkatli olun! Çocuklar ışıksız kalacak , yemek yiyemezler bensiz , önlerini bile göremezler! diye haykırıyordum. Ama onlarında ellerinden bir şey gelmiyordu. Onlarda çaresizlerdi , her an yanmayı göze almışlardı artık.
Fırtına iyice canımı yakmaya başlamıştı. Ama benim görevim etrafı ışıtmaktı , en kötü anlarında onları karanlıkta bırakmak değil! Sonunda fırtına hafiflemeye başlamıştı. Bende iyice yorulmuştum artık. Son sınırıma kadar dayanmıştım. Ama olmuştu işte , kurtulmuştuk o lanet fırtınadan. Artık çocuklar güvendeydi. Ertesi gün gene akşam olmak üzereydi. Güneş yavaştan çekilmeye başlamıştı. Dün gecenin verdiği yorgunluk halen üzerimdeydi. Ama gurur duyuyordum kendimle. Çocuklara baktıkça seviniyordum. Tekrar ışığımdan yararlanacaklar diye.
Evin hanımı elektrik anahtarına doğru gitti , içimden hadi bakalım görev seni bekler dedim. Hanım anahtara basınca içimde inanılmaz bir acı hissettim. Sanki birisi benim içimi söküyordu. Hem de kızgın bir demirle. Bu acıyı tarif bile edemem. Bir anda içimdeki acı pıt diye bir sesle son buldu. Rahatlamıştım bir anda. içimdeki o yangın , o acı gitmişti. Sonra evin hanımına doğru baktım. Anahtarı açıp açıp kapatıyordu , ama bir yanlışlık vardı. Yoksa benim işim bitti mi? olamaz! diye haykırdım içimden. Şimdi ne yapacaklar bensiz bütün gece? Çocuklar bir yerlere çarparlarsa ya geceleri? Kitaplarını da okuyamayacaklar! Ya bir de aç kalırlarsa? diye kendimle savaşmaya başladım. Evin hanımı küçük Ahmete seslendi ; ampül patladı yenisi arkadaki ardiyede olacak çabuk getir Ahmet ; tamam anne getiriyorum dedi ve çıktı dışarı.
Birkaç dakika sonra geldi elinde başka bir ampülle. O kimdi öyle? Böyle bembeyaz sarmallı bir şeydi. Hiç öyle bir şey görmemiştim hayatımda. Teli bile yoktu ki içinde. Nasıl yanıyordu bu anlamadım hiç. Ahmet beni çevirirken sonunda patladı buda ha! Kendimi bildim bileli buradaydı dedi. Biraz kırılmadım değil o lafına ama Ahmet işte , severim keratayı. Eskiden beri laflarını sakınmazdı kimseden. Okumayı bile benim ışığımın altında söktü. Hem bilir o benim değerimi. Az mı oynadı altımda. Resmen benim ışığımla büyüdü. Ahmet beni yavaşça sökerek sağ eline aldı ve dışarı çıkardı. Senelerdir ilk defa dışarı çıkıyordum. Dedim herhalde emekli oldum gezdirecek beni etrafı gösterecek. Ne de olsa az emeğim geçmedi ona. Derken bir anda beni havaya kaldırdı , kolunu geriye doğru aldı. Ne yapmaya çalıştığına anlam veremedim. Önümde kocaman bir kaya vardı ve beni oraya doğru savurdu. Havada süzülerek taşa doğru gittim ve ...
edit : çalınırsa zaten ip ve tarihten kazanırsınız davayı arkadaşlar. hatta kitap çıkartamayacağınız için çalınması ile mahkemeden para almanız daha karlı bile olacaktır. bırakın isteyen çalsın = )))