üç itici insanın bir araya gelmesiyle başını alıp yürüyeceğini düşündüğüm program. umarım sayıları artmazda, milletin eline malzeme vermezler. ben seyretmeyeceğim tabikide. gerilmeye hiç ihtiyacım yok.
tuhaf bir gizemi içerisinde bukunduran muhteşem insan. sesi, yorumu, besteleri.. en azından tüketim hastalığına tutulmuş insanlar tarafından yenilip yutulmayan hala * ilk günkü tazeliğini korumayı başarmış aşmış müzisyen. sevilen.
bildiğin pembe dizi tadında bir çizgi filmdi. aşk, entrika, ihtiras, kıskançlık, ölümler falan. alttan yavaş yavaş müziğin girmesi aniden tavan yapması sonra aniden açılan gözler, çocuk kalbimde onarılmaz yaralar açmıştır. o değilde terry'de allah için hoş çocuktu. canlansada yanıma otursa derdim.
yayından kaldırıldığı sıralarda erkek kardeşimle beni o üzüntüden bu üzüntüye sürükleyen çizgi film. ben sadece üzülmüştüm, o sıralar çocuk bu sıralar ergenliğinin son yıllarında olan kardeşim camdan atlayan çocuğu bulup ebesini .ikmek istemişti de bütün aile şoka girmiştik. bildiğin boynu şişe şişe ağladı lan. o kadar üzüldü, anla işte.
1900'lü yılların başında doğmuş arkadaşların birbirlerini gördüklerinde refleks olarak ağızlarından çıkmak isteyen fakat çıkamayan, cümlenin sonunda şaşkınlık ünlemi olan (tabikide soru işaretinden sonra) soru cümlesi.
çorbacı açacak bir arkadaşın bir nevi alan araştırması yapmak için açtığı başlık muhtemelen. yoksa hepimizi evine davet edecek hali yok ya.
hem; (bkz: misafir umduğunu değil, bulduğunu yer.)*
arkamdan akan giden bir hayat olmasa, herşeyi yanımda götürebilsem, çiçeklerinde benimle solacağına bilsem, bende sonra güneş doğmasa, kuşlar cıvıldamasa...
herşeyi son vermek için zevkle yapacağım eylem. lakin...
beni kendine bağlaması an meselesi olan süpersonik oluşum. dikkat et derim, ben öyle düzgünce sevemem kimseyi. arkadaş şimdiden leyli oldum, elimde bira olmadan hemde.
şu hayatta tek başıma olmak istiyorum. ne kimseyi seveyim ne sevileyim, ne düşüneyim ne düşüneyim. hiç kimse bilmesin, varlığımı unutsun. aramasınlar, doğum günümü hatırlamasınlar, işleri düştükleri kapımı çalmasınlar, birlikte gülmeyelim... yalnız olmak istiyorum. hayatımda ses, seda, kahkaha, gürültü, patırtı olmasın. ben ve duvarlar. kafi.
tek bir fotoğrafını görmemle beni kendine bağlayan ileride ki hayatımda yaşamak istediğim hayallerimin ufak beldesi. yaz kış orada yaşama kapımı çalan olmasa, ben ve ileride sahip olacağım kedilerim rüzgarından korunmak için sarılsak birbirimize. hayat bu imkanı verse bana keşke..
ferdi özbeğen'in sesinden dinlenildiğinde insanı hayata biraz daha bağlayan, insanın içine hüznü sokan oldukça güzel bir şarkı. şöyle bağıra bağıra haykıra haykıra şarkı söyleme isteğini insanın içinde hissettiren, insanın bütün nefesini uğruna feda edebileceği güzellik. kalbimle seviyorum.
insanı yaşama bağlayan, içine bolca yaşam sevinci enjekte eden, izlerken insanın kalbini sevince boğan fransız yapımı bir film. herkesin hayatına bir şekilde dokunan, dokundukça güzelleştiren bir kız amelie. hele sonundaki sevdiceğine dokunduğu sahneler.. neyse. güzel bir film. kalbiniz hüzünden boğulurken seyredin ki farkını farkedin..
artık memeleri gündem etkisi yaratmayan tüketim hastalığına fena halde tutulduğumuz çağımızda kendisinden farklı atraksiyonlar beklenen kadıncağız. şöyle ucundan kukusunu gösterse, ne bileyim sonradan domalıp fotoğrafına ' panpişlerim, kıçımda sivilce çıktı, keşke bir sıktıran olsa elim ermiyor' diye bir tweet yazsa, hiroşima'ya atılan atom bombası kadar etkili olur ve yıllar yıllar boyunca etkisinden kurtulamaz güzel yurdumun erkekleri.
aşk ve yemekler üzerine yazılmış güzel bir film.
bir kadın ve aşık olduğu iki adama dair çeşitkenar bir aşk üçgenini anlatıyor. bir de anlam vermekte çok zorlandığım bir şey var. kadın kocasına 'abi' diye hitap ediyor. yani sanki aldatmakta biraz haklı gibi. uff karışık, izlenmeye değer.
film güzeldi, evet seyrederken ağladım hemde çok. ama hataları da çoktu be. ilk seyrettğimde es geçtim, görmemezliğe geldim, umursamadım ama ikinci üçüncü seyrettiğimde bu sefer gözlerimden gözyaşlarını değil batan çöpleri çıkarıyordum.
ve ayrıca o kadar becerikli olunmaz, 15 dakika içerisinde masa toplanıp, bulaşıklar yıkanıp akvaryum temizlenilemez, ikincisi sigara ve çiçek alma süresince mükellef bir sofra hazırlanmaz. sakinim, tamam.
sadece zakkum'dan söylendiğinde insanı içlendiren güzel bir şarkı. herkesin adına konuştum ne var bunda. yok yok artık meyhanecilerde farketmeli bence, bırakın diğerlerini...
yaz okulu vaktiydi. aylardan bu aralar. sıcaktan pişmiş beyinlerimizi buzdolabına sokma yarışına girdiğimiz bir anda, dahi! bir arkadaşımızdan gelen pırıltılarla dolu öneriyi duyunca önce afalladık, sonrada gayet makul karşılayarak hemen hazırlanmaya başladık. herhangi bir düğün salonundaki düğüne gidecektik. olmadı en azından pastayı limonataya katık ederdik. sanki çok yakın bir arkadaşımızın düğününe gidermiş gibi süslendik püslendik. ve nihayet düğün salonun kapısındaydık. bize hangi taraftan olduğumuzu sorarlarsa karşı tarafın nereden olduğunu öğrendikten sonra cevap verecektik. içeri girdik, çoluk çocuk koşturmaya başlamış, orkestra milleti çoktan piste davet etmiş, azıcık geç kaldık ama pek umursamadık. ısındıktan sonra ortama kendimi bir anda ortada buldum. ben ki düğün derneği sevmeyen, milletin ortasında oynamayacak kadar utangaç birisi arkadaşa gaz veriyordum. hey allah'ım. oynadık oynadık. hedef büyüttüm gelinle oynayacaktım, o şerefe de nail oldum kısa sürede. ama haliyle gelinle bakıştık bir süre aval aval. bol bol kameralar bizi çekti. artık bir ömür kim bunlar? acaba diye akıllarında yer edeceğiz düğün sahiplerinin. bir ömür hatırladığımda o gece nasıl eğlendiğimi unutamayacağım. para takamadık, hediyede veremedik, malum açlıktan nefesi kokan öğrencileriz. limonata pasta olayına da geç kalmıştık zaten.