birden. hiç düşünmeden. konuşmadan. haber falan vermeden kimseye. daha fazla üzmeden kimseyi.
gitmek...
anlam itibari ile o kadar yanıltıcı bir eylemdir ki gitmek... nereye gittiğin değildir mevzu. neden gittiğindir.
ister adımlarını say, ister kuşları izle, ya da gökyüzüne bak ve yağmuru bekle yaz gününde olsan bile...
asla arkana bakma. hele geçmişi hiç hatırlama.
tadını çıkar derim yalnızca.
zaten hayat sana bi' bok vermemiş. yenilmişsin sürekli her aşka, her sevgiye. gardın da zaten düşük insanoğluna. arkadaşların seni boğmuş. yaşadığın şehir küçülmüş, içine sığamazsın istesen de. zaten buket de aynı şehirde...
içinde de o anlamsız sıkıntı var hala. anlam veremediğin midendeki o lanet ağrı. bir boşluk. evet bir boşluktasın kabul etmesen de. bir ömür geçmez böyle. tabi buket de hala aynı şehirde.
Hayat dedikleri doğar doğmaz başlamaz. Kavrulmadan daha, insan olduğun anlaşılmaz.
Çocukken zaten ne gurur vardır ne başka bir şey. Sadece yaşarsın mutlu olmak için. Sonra büyümen gerekir...
Yaşarsın elbet. Hakkındır senin de yaşamaya devam etmek ama ruhun olduğunu, aciz ve sefil bir varlık olduğunu ancak kavrulduğunda anlarsın. Onu gördüğünde...
Onun kim olduğu önemli değil. Önemli olan sana acı çektirdiğidir. Hiç küfür etmeyen sen, sürekli küfür etmeye başlarsın. Sürekli kavrulur durursun, yanmaya yakın çıkartırlar seni. Mis gibi kokarsin.
Bir süre sonra acınla yaşamaya alışırsın...
Ve aşkı bir kenara bırakır da sevmeye çalışırsın birilerini. Fayda etmez. Bu sefer de ezilirsin. Bu sefer de öğütür seni hayat yavaş yavaş. Sevemezsin bir türlü. Ama o an gelecektir bilirsin. Beklersin... beklersin ve beklerken kaynarsın. ve sonunda seversin birini. Seversin de sevgine yazık olur bu sefer de.
Kaynar sularda demlenmeyi beklersin. Kıvama gelene kadar demlenir durursun. Ne zaman demleneceğin belli olmaz, tadın bir gün güzelleşecek. Acı ve güzel. Uzun durmamalı ama yoksa ekşir ruhun ve zehirler belki etrafını. Kıvamını bilmeli. Ona göre yola çıkmalı. Delirmemeli.
(Sigara da içmeli)
Bir gün mutlu olur muyuz bilmem kardeşim. Ama yaşadığımız kesindir.
Bizi uzaktan görenler, bizi yargılamasın lütfen. Bizlere acıdığınız için size ne kadar minnetarız bilemezsiniz. Ama bizi anladığınızı sanmayınız. Biz boşlukta falan değiliz. Sadece bekliyoruz, demleniyoruz. Kıvama gelene kadar da konuşmayız sizlerle. Derdimiz nedir daha anlatamayız çünkü istesekte.
artık hayata dair ümit beslemeyen insanların düştüğü durumdur.
evet ben de bıktım.
ve bıktım diye yazıyorum...
herkesten, her şeyden bıktım.boş boş konuşan insanlardan, gereksiz saçma sapan oyunlarından,kendini akıllı zannedip karşısındakileri sürekli ezenlerden, aşşağılayanlardan, her gün yeni birini seven kadınlarından, onların sevgisine muhtaç zavallı erkeklerinden,mutsuzluğu ergenlik sayanlardan, sahte gülümsemelerden, adeletsizliklerden, umursamaz insanlardan, sigara içmeyenlerden bile bıktım.
elimde ne kaldı bilmiyorum. insanların benimle sürekli oynamalarına dayanamıyorum artık... bile bile kanamam ki.
aşık olmak da ne kadar gereksizmiş, sevmek bile içimden gelmiyor. sinir oluyorum sahteliklerine, riyakarlıklarına... hepsi de güyya melekmiş: "gerçekten sen ikinciymişsin", inanmalıymışsım bu yalana, mutlu olmak senin elindeymiş.
evet efendim bıktım hepinizden. bir tek sokak köpeklerine acırım artık. gülümsemem bir daha yüzünüze falan. çok geç inanmak için, ümidimi kaybettim insanoğlundan. bir tek nefesim kalsın, küfür etmek için durmadan.
dünyanın adaletsizliğinden de bıktım.
bazen diyorum ki kardeşim, şu köşeden hayatıma girmiş kim varsa birden çıksa. çıksa ve "şaka yaptık lan sana" diye hep bir ağızdan bağırsa. merak etme artık her şey çok güzel olacak, mutsuz olmana gerek kalmadı bundan sonra düşünecek başka şeyler bulabilirsin, her şey yalandı. aşk diye bir şey var aslında, sonunda mutlu olduğun.
bir de dolmuşlarda bağıra bağıra telefonla konuşanlardan da bıktım.
bıkmadığım şeylere tutunarak nasıl yaşarım bilmiyorum. galiba mecburum. ve galiba ölümsüzüm ben. çay kahve sigara ile daha ne kadar tatmin edebilirim ki kendimi? tutunacak başka bir şeyler bulmalı...
benim de dahil olduğum insan grubunun davranışıdır.
bu insanlar özünde kötüdür. etrafındakileri sevmez ve onları sürekli eleştirir kafasında. ama onları seviyormuş gibi yapar ve hiç bir kötü söz söylemez onlara, arkalarından konuşmaz. sadece düşünür ve bazıları midesini bile bulandırır ama sindirmeye çalışır kusmamak için... ikiyüzlüdür belkide. farkındadır bunun.
aslında, elinde olsa bir güç, yok ederdi hepsini emin olun. gerçekten yapardı bunu. hele insanı kullanıp atanlar var ya. ilk onları silerdi yer yüzünden.
sevdiği insanlar da vardır elbet ama azdır. çok az... annesi, babası, kardeşi ve ablası. her gün birlikte çay içtiği özgür, derin muhabbetlere daldığı deniz, aşık olduğu buket, onu sevmeyen buket, ona yazık eden buket ve sokak köpekleri ve çiçeklerle derdi yoktur.
herkes sevilemez, bazıları sevgiyi haketmez, zaten sevilmek kutsaldır da bunu kimse bilmez. bu insanı kötü yapmaz... insanı kötü yapan nedir biliyor musun?
birisi sadece tarkan dinliyor diye ondan tiksinmek, birine sürekli sevgili değiştiriyor diye fahişe gözüyle bakmak, öbüründen türkü dinliyor ve köyden geliyor ve 'giysisine bak ne iğrenç' şeklinde horgörüyor diye nefret etmek, onlar yavşak bir biçimde "of şu hatuna bak tam..." diyorlar diye bulanmak, merve elif şafak okuyormuş diye boş bir insan olduğunu düşünmek, kerim kız tavlamak için farklıymış gibi davrandığı ama aslında tek derdinin kızı kandırıp terketmek olduğu ve bunda sürekli başarılı olduğundan dolayı kerimden ve ona kanan kızlardan ve bütün entel takılan insanlardan ve hiç bir değere saygısı olmayan insanlardan ve yalan söyleyen insanlardan ve hatta bir zamanlar ümit beslediği ülkesinin insanından ve hatta tüm insan ırkından nefret etmektir kötü olmak.
ben de bu dünyada iyi bir insanmış gibi davranıp ölüyorum yavaşça işte. hayat belki geçer diye. vardır benim gibileri eminim. ama iyi insanlar bizi sevmeyebilir. iyi davranmalı bence, özümüzde kötülük olsa bile...
bu yazı fotoğraf sanatına kavramsal bir eleştiri niteliğinde yapılmıştır. Dikkat çekmek istediğim nokta fotoğraftaki objektiflik kavramıdır.
Fotoğrafçılıkta, ışıkların odaklanması için kullanılan mercek, veya mercekler bütününe, objektif denir. Fakat fotoğrafçı ne zaman objektif bir fotoğraf çekebilmiştir ki?
Herkesin bir dünya görüşü vardır ve olması da çok doğaldır. Bu doğrultuda, fotoğrafçı, bir olayı, kendi fikiratına göre yansıtmaya çalışır her zaman. Kendi duygu ve algılarına göre insanlara olayları algılatmaya çalışır. Kadraj ve renkler ile istediği duyguları yansıtmaya çalışır her daim.
ayrıca objektif, ışıkları, olduğu gibi algılayamaz. her objektif özellikleri doğrultusunda farklı renkler, farklı tonlar, farklı açılar ve farklı bir keskinlik vermektedir sanatçıya.
tabi her 'fotoğrafçı' sanatçı değildir. bu da başka bir sorundur.
dünyanın 70%i su, ve bu yüzdenin içinde içilebilir su oranı ise 3%.
bir rüya gördüm geçen gece, çok saçmaydı.
değişik bir dünyadaydım. insanların yaşaması için en gerekli kaynağı tuvalletlerden akkıtığı. yalnızca çocukların özgür olduğu. yetişkinlerin koyunlaştığı. insanların umursamaz olduğu. aşkın sevişmek, evliliğin bir mecburiyet olarak kabul edildiği. medeniyetin devamlılığını sağlayabilecek varlık olan annenin, yerin dibinde olduğu, köle olduğu. yaratıcının kabul edilmediği. kötülük yapan insanların sevildiği. iyiliklerin unutulduğu. ölenin sevildiği. sanatın para ettiği. kabul edilenlerin aksini söylemenin geride kalmışlık olduğu. hayallerin kısıtlanmasının ilkokuldan başladığı. ağaçların tek işlevinin gölge yapması olduğunun zannedildiği. demokrasinin öldürmek olduğu. sevilmenin bir lüks olduğu ve lüksün para olduğu. buketin beni sevmediği... neyse ki kahvenin hep güzel olduğu.
yazdıkça eksiliyor insan. yazdıkça yansıttığındandır belki ruhunu kağıtlara...
bir parça kopup gidiyor sanki benden. kağıt parçası önemsiz belki, ama kelimelerle anlam kazanıyor. başka bir değişle, demleniyor varlık havuzunda.
kelimeler, çizgi yahut şekil değil, uzantısı oluyor ister istemez ruhun.
eksilmek acıtıyor bazen, çıkmak istemiyor bazen kelimeler. bu acı kötü bir acı değil ama... bilirsin, bu daha ziyade aşka benziyor. aşkın acı tadına. daha somut bir örnek istersen, kahvenin acı ve güzel tadına. hayatın acı ama güzel olduğuna!
roman yazmak ne zor olmalı. yüzlerce sayfayı doldurmak...
"geçen gün bir kadınla seviştim
biraz değil çok seviştim
ya işte öyle palyaço
diyorum ki,
bunu da yeni öğrendim
sevişmek de eksilmekmiş biraz."
(turgut uyar)
ben de diyorum ki, yazmak da eksilmektir biraz. kağıtlarla sevişmektir.
"şehirde yıldızların gözükmemeleri, kötü bir adamın dileğiymiş" dedi.
tanrı insanı yarattı. neden bilmem... ama insan denen zavallı yaratık karanlıktan korktu, ışığı 'yarattı'. insan denen acınacak varlık soğuktan korktu, yaktı bulduğu tüm güzellikleri. bunlar gereksizdir dedi, bir işe yarasınlar bari...
yaşamını sürdürmek için yaptığından bahsetmiyorum yanlış anlama. zevkinin peşinde olmasıdır benim derdim.
çünkü şömine başında şarap içmek için ağaç kesti. serdar ortaç'ın konserine ışık lazım dediler, barajlar kurdu, köyler yıktı. kirli dumanlara büründü dağlar, ormanlar. nefessiz kaldı kuşlar, hatta karıncalar, tabi insanlar.
tabi insanlar durmadı, yetinmedi. 'evinde' böceğe bastı, içi acıdı, kovdu hepsini zehirlerle. sonra yine kötü hissetti de bir kediyle paylaşası geldi evini. fakat onun varlığını da kısıtladı, "üreme sen" dedi, "senin başlangıcın benim", "varlığın benden", "sonun benim" dedi ona kibirle. bir de sokak köpekleri var ya. onlar konuşmamı haketmez değil mi?
yanlış anlama bu ali'nin, musa'nın, buket'in hikayesi değil. bu senin, benim, onların hikayesi. bu umursamaz tavrımızın öyküsü. bu tanrının varlığının kanıtı olan doğanın, bize ait olduğunu sanıp, kibirle yoketmemizin destanı. allahın ayetlerine yaptığımız saygısızlığın, ihanetin adı.
istanbul'da yaşlanıyorum. çeşme yok. ben de plastik su içiyorum. gece gökyüzüne baktığımda, bir iki yıldız ve koskoca karanlık görüyorum.
allahın köyüne gittim geçenlerde. bir dağı kapatmış koka kola denen... her neyse. allahın dağını! vermiş onlara tayyip efendi bize sormadan. para da kazandırmıştır elbet...
geç kaldım çıkmam lazım. yağmur diner, ay doğar belki yeniden.
çünkü yaşamak gibi bir şeydi yaptığı
anasız bir tay gibi coşkun ve hüzünlü
akşamın dinginliğini otluyordu o zaman
her sabah denize çıkar, bir elma yerdi
hüznünü ve çılgınlığını elmanın
gözünü yumsan ağzında duyarsın
ellerine bakma artık
çünkü kar yağıyor
çılgın hüzünlü
büyük kentleri düşünse de rahatlasa
işte her şey nasıl haince karıştırılmış
kirli çamaşırlarla sabunlar ayrı semtlerde
saatin sonunda meydan
suyun sonu ilerde
böyle yaşamak zordur elbet anlıyorum
çılgın ve hüzünlü
çünkü bakışları yazda geçmiş bir geceyi andırıyor
yaşanmış mı temmuzda mı belli değil
çılgın ya da hüzünlü
şimdi dolaşıp duruyor aramızda
kıpkırmızı bir duygu olarak
doğudan batıya bir güz halinde
çılgın ve hüzünlü
biraz dağ yollarını öğrenmesi gerek sanırım
kahırçeker mekkâri katırları gibi
onlar ki hiçbir şeyleri yok
korkunca çılgın sevinince hüzünlü
kar dindi
gerçekten dindi
ellerine bakabilirsin artık
kayıtsız insan. boşlukta dolaşan insan. ölsem de kurtulsam insan...
ne gariptir artık hissetmiyorum.
ya da ne hissedeceğimi bilmiyorum...
ne hissetsem?
kayıtsız kalamam, ama sanki ruhsuz kalmışım.
dün ruhumu söküp almışlar sanki.
umursamıyorum,
umursamam gerektiğini biliyorum
ama ne hissetsem?
ne hissetsem bilemedim.
kaç duygu var ki? bir tane bulup seçsem de gülsem, ağlasam yahut uçsam. neden hissetmiyorum? bu boşluk neden? inanırmısın bilmiyorum ama dünden beri kahve bile midemi bulandırır oldu. mutlu olmak bir yana zevk bile alamıyorum, hüzünlenmek hikaye, keyif yalnız bir kelime. dünden beri ruhsuz yaşıyorum... ne yapsam bilemedim. yine dua mı etsem? bir ümit var mı sence?
her neyse işte... bunları da böyle paylaşayım dedim. belki bir işe yarar diye. ama yazdıkça anlıyorum ki, değişen bir şey yok. yazsam da, yazmasam da ağlayamıyorum bile... dün ruhumu çaldı o! istesem de getirmez artık.
ne yapmalı? ne hissetmeliyim sence?
gerçi acı yok. ama acı bazen güzeldi, o da yok. bir şeyler hissetmem gerek biliyorum ama ne hissetsem gerçekten bilemedim...
bu sabah evimin önünde bir kedi ezildi. üzülsem mi ki? "yazıktır öldü" dedi annem çünkü. meursault olmak istemiyorum. hayat "cycle de l'absurde" değil biliyorum. hayat roman değil, şiir değil, resim değil. hayat sadece... hayat işte.
geçer değil mi? geçer elbet.
"gözyaşlarım tuzlu, deniz gibi... neden biliyor musun? çok kum kaçıyor içine ya, bence ondan"(ipek, 5)
insan merak eder.
insan bir neden arar.
insan bir neden bulur,
yahut uydurur.
havada bir ateş topu var gözleri kamaştıran. nedir acaba? sorduğun soruya bak azizim, tabiki bir tanrı.
bulduğu bazı nedenlerin yalan olduğunu bilir içten içe ama bir cevap bulmanın cazibesine ve onun verdiği tatmin duygusuna kaptırır kendini. bir cevap bulunmalıdır her soruya. her şeyin bir anlamı olmalıdır. nedensizlik ve anlamsızlık geceleri adamı uyutmaz, delirtir.
bu arada, geceleri gökte küçük küçük ışıklar oluyor. ne acaba? tanrıların gözyaşları.
bu yazıyı okuyan bir çok insan beni ateist falan zannedebilir. değilim. tanrıya inanırım. bu yüzdendir belkide, artık cevap aramıyorum. gereksiz amaçlarla anlamlandırmıyorum etrafımı, hayatımı, beni rahatsız eden şu sivri sineği.
neden aşık oldum? neden ona? neden beni sevmiyor? basit, çünkü tanrı öyle istedi.
bu bir çelişki gibi gözükebilir. neden bulmak için "tanrı vardır" demek ve yeni nedenler bulmak için merkezi nedeni cevap için kullanmak... ama değil! çünkü inanmak çok farklıdır. matematiksel, bilimsel, falansal ya da filansal değildir. inanan bilir ne hissettiğimi.
evet. işte öyle... peki durup dururken bunlar neden aklıma geldi?
tanımadan aşık olduğum biri vardı. ismi buketdi. çok güzeldi. onu tanımıyordum, sorsalar "gözleri ne renk" diye, bilmezdim. umursamazdım. ama deseler "onun için öl" diye, düşünmez kafama sıkardım. allahım sıkardım!
bu durumdan korktum. çünkü saçmaydı, tanımıyordum onu. tanımadığım bir insana bu kadar anlam yüklemek nedendi? neden acıyordu? allahım onunla neden konuşamıyordum? neden her gün içiyordum onun için? neden o? neden buket?
cevap bulmalıydım, ağır bir duyguydu. başladım felsefe yapmaya:
aşk eflatundu. onun ruhuna tutulmaktı, entellektüel şekilde yaşanırdı.
aşk mor oldu. düşlerde yüceliğini kanıtlamalıydı.
aşk pembeleşti. onu öpmeliydi.
aşk karardı. aşk karardı.
artık korkmuyorum. çünkü aşk tanrıdandır. o istedi de oldu, o isterse biterdi. yolum kadere inanıp acıyı yok etmekti. tanrı beni huzura erdirecekti elbet. sabretmeliydi.
genele bir türlü uyamamaktır.
pembe 'tişört' giyememek, tarkan dinleyememek, sezen aksu sevememek, elif şafak'a ya da orhan pamuk'a iyi yazar diyememek, terör örgütlerinin 'savaş'larını haklı bulamamak, incir reçelinden nefret etmek, yanlış ve yavşak bir biçimde konuşamamak, 'öylesine' bir sevgiliyle takılamamak, 'karı-kız' muhabbeti yapamamak, modaya uyamamak, haksızlıkları sindirememek, uyuyamamak, umursayamamak, bir türlü mutlu olamamak, düşünmekten bir türlü vazgeçememek, işte onlardan olamamak...
yanlış anlamayın sakın. kızmıyorum onlara, sadece kıskanıyorum. çünkü mutlu olamıyorum.
ama onlar gibi olamam asla... çünkü aşk bu kadar basit olmamalı, sevgi bu kadar yerin dibinde. erkeklik kız tavlamak, hanımefendilik ise ne kadar erkekle çıktığında olmamalı diyorum. çünkü dertli olmak ergenlik değil, susmak yol değil, dünya haklı değil.
çünkü açlık var, intihar var, savaş var, gerçek sanat yerin dibinde, tayyip haklı değil, konu futbol değil, nihat doğan hiç değil. çünkü dün bir sokak köpeğine araba çarptı öldü.
çünkü aşık veysel var, yunus emre var, mevlana var, orhan veli var, bedri rahmi var, pir sultan abdal var, kul ahmed var, eflatun var, turgut uyar var, geceler var gündüzlerden uzun... çünkü allah var.
mutlu yaşamak kolay. mutsuz yaşamayı becerebilmektir insan olmak.
bir yol var ya hani. hayat dedikleri.
kıvrımlarıyla, çıkışlarıyla, inişleriyle, çıkmazlarıyla, ayrımlarıyla... hani amacına giden ve uğrunda koşmadan yürüdüğün. işte o yolda yürürken biri çıkar karşına. şaşırır kalırsın. amacın o olmuştur artık. tanrı koymuş ismini, aşk demişler eskiler. dokunamazsın bir türlü. elin ıslak, geri dönmek istersin. eliyle bir yol gösterir eski bilge: uçurum...
niceleri atlamış senden önce. mecnun olmakmış ismi. bazılarına göre delilik.
atlamak cesaret ister işte. delirmek erkekçe olur ancak.
basit yolunda karşına çıkan aşkı yenmek cesaret gerektirir. iki yol vardır: intihar etmek, delirmek... intihar korkaklıktır bilirsin. bir de yasak tabi!
işte cesaretli insanın yolu: delilik. ne yücedir o. ne güzel... gerçek bir sanat eseri!
"aşığım ben" demek vardır. basittir, kolaydır, sahtedir, duygusuzdur, dinleyen için hiç bir şey ifade etmez, masadır, sandalyedir... bir de, aşkını ifade etmek için, durmadan aynı şeyi tekrarlamak vardır: "şekerliydi ama otobüsü kaçırdım". işte bir delinin durmadan tekrarladığı sözler: "şekerliydi ama otobüsü kaçırdım", "şekerliydi ama otobüsü kaçırdım!", "ismi neydi? leyla? esra? buket?"
fark etmez...
"aşk bende" diye bağırıyor o yüce aşık.
anlamayan basit insan deli demiş ona. desinler.
umrunda mı sanki bunlar?
mecnun o, kör topal fark etmez.
cesaret delirmektedir. delirmek ise bir sanat.
"sevdiğin kişiden dolayı deli oldun" dediler bana. onlara: "hayattan ancak deliler zevk alır" dedim.(ukala'ul-mecanin)
sanat!
hani o kutsal olan var ya. hani bir zamanlar o saygın ve dertli insanların icra ettiği. hani bazen zamanının ilerisinde olduğu için anlaşılmayan, bazen de gerisinde olduğu için hor görülen. işte derdimiz ondadır. gerçek sanattadır...
popüler kültürün de etkisi ile, "ota boka"** sanat ve önüne gelene sanatçı denmesindendir isyanımız. elbet sanatın belli bir kuralı yoktur, ama her şey de sanat olamazdır.
öncelikle, sanatçı duygularını diğer insalardan farklı yaşayan kişidir. aşkı farklı, hüznü farklı, mutluluğu farklı... diğer insanların göremediğini gören, duyamadığını duyandır sanatçı. ve dertlidir sanatçı!
uyuyamaz, rahat edemez bir türlü ve kendini tatmin etmek için anlatmalıdır bir şekilde. bir, iki kişiye anlatmak yetmez tabi. bunun için de bir yol şeçmelidir kendine. yollar boldur, farketmez onun için: edebiyattır, sinemadır, fotoğrafdır, apartmandır, kanattır belkide. gerçek bir sanatçı "bana bir fırça ver, sana bir şaheser çıkartırım" diyebilendir aslında. yol farketmezdir onun için.
bedri rahmi'dir ressamdır, bedri rahmi'dir şairdir. sezen aksu değil, aşık veysel'dir sanatçı olan. derdi olan...
dertli olmak... dertli olmakta gizli sanatçılık. dert ne midir? sokağının başında hani bir ağaç var ya, yüzyıllardır gölgesinde kedilerin demlendiği, karıncaların kirlendiği. işte o ağacı kesseler derdin olur senin de eğer bir sanatçı isen. derdin olur da uyuyamazsın. derdin olur da ağlarsın. derdin olur da anlatmak istersin, insanlara.
işte sanatçının derdi, bizim zevkimiz. bizim güzel dediğimiz...
tabi her derdi olan sanatçı değildir, doğrudur. somutlaştırılmalı önce dert... olağandışılık, ne olduğumuzda değil ne yaptığımızdadır.
mutfaktan gelir ilk sesi. buzdolabıdır ismi. hani yanında biri varken, bir şarkı ya da bir film farketmez, asla duymadığın o ses. sonra salondaki vitrin cevap verir... susar. susturur onu yukarıdan gelen ses, bir şekilde. "tanışalım" der, "ben ampul". ve yeni sesler takip eder, kafanın derinliklerinden gelen. yeni sesler uydurur sana yalnızlığın. ali, musa ya da buket... müzik açmalı, yoksa delireceksin.
gecelerin gündüzlerden daha hüzünlü olduğu gerçeğidir. olmadık şeyleri hatırlatır insana. ve uyutmaz adamı bir türlü. kanser eder, yakarsın sigaraları birer birer. ve paylaşırsın yalnızlığını sigaranla, yanında kahve niyetine bir de türküyle.
ne güzel söylemiş üstad turgut uyar, acının tarihinde:
"oysa gece tam yarısıdır bir günün
ve daha güçlüdür gündüzden"
ve sonra gün ağrır ve yeniden başlarsın mayhoş hayatına...
Güz geldi mi göçüp gidiyorsun buralardan
Mahzın kalıyor kalbim ve gözlerim..
Sen sevgileri ve yolları hatırlatıyorsun bana
Turnam, bir gün bırakmıyacağım peşini,
Ömrüm oldukça ardından geleceğim..
Bir yamalı yelkenden sular damlıyacak,
Veya gemici şarkıları söyliyeceğim bir şilepte.
Merhaba rüzgâr diyeceğim, merhaba maden kömürü
Verin elinizi, kahve kokulu sahillere.
Turnam, bir gün bırakmıyacağım peşini,
Cümle sevgilere, tekrar buluşmak üzre, veda.
Ormanlar, deniz çiçekleri, yunuslar
Vatanım tuz biber gibi kalbimde ama
Bu sevda başka sevda..
Hiçbir zaman dertsiz kalmadı gönlüm
Bir çift gözden, bir yapraktan, bir kuştan.
Daima daha taze, daima yeni baştan
Turnam bir gün bırakmıyacağım peşini,
Sen nereye, ben oraya, adım adım
insan sevdikçe iyileşiyor artık anladım..
Bilmem nerelere gidersin gönlünce
Hangi medar şehrine, bir akşam vakti.
Gürültülü sokaklar, evler, iri kuşlar
Çıplak kadınlar arpa döver taş havanlarda
Bir pencereden ansızın bir hazin şarkı başlar...
Bir basık meyhanedir köşedeki, kemerli
Yol boyunca keşkül uzatır sıska çocuklar.
Trahomlu ve sıtmalı bir viski içerim
Sahilde zencefil yüklü gemiler uyuklar..
Ne denmişse yalan hayat için,
işte o, yaşandığı gibi sokaklarda.
Cümle geçmişimi aziz bileceğim
Turnam bir gün bırakmıyacağım seni
Yaşamak ve sevmek için ardarda,
Ömrüm oldukça peşinden geleceğim...
zor mudur? değildir!
milyarlık makinen var mı? var. hemde "layka"
herkesin beğeneceği fotoğraf çekmek ister misin? evet evet.
git yaşlı birini çek. keskin yüz falan filan... iyi çıkıyorlar. bir de siyah beyazı bastın mı. al sana yeni bir ara güler.
çakma fotoğrafçının en sevdiği konudur. dilencileri çeken "fotoğrafçı" kendini savaş fotoğrafçısı zanneder böylelikle. james nachtwey kimmiş... dilenci çekmek zor iştir efendim. ve sokaklarda hiç dilenci görmüyoruz, birinin bunu insanlara göstermesi gerekiyor değil mi?
Ve sonra tanrı insanı yarattı.
Yemesin diye meyveyi, sundu o'na yesin diye. Bulup, yarattı sansın diye sanatı. Görüp, anlamasın diye aşkı yarattı. sigarayı yaktık bizler keyiflendik. sigara da bizi yaktı. sevdiğimiz gelmedi, geleni biz sevmedik. gereksiz güvercinler uçtu başımızın üstünde amaçsız kanatlarıyla. sonra kavga ettik barışmak için. dövüştük, öldürdük, intihar ettik üzülmek için. iyi olan mutlu olmakmış: her zaman olmadık. bir sigara daha yaktık keyiflenmek için. sonra mutsuz olmak hoşumuza gitti ama kabul etmedik. yinede efkarlılara özendik. bak! yine bir bebek doğdu ölmek için.
Gerçek soru "tanrı var mı?" değil "insan neden var?".
hüzünden başka bir şey getirmez insana.
sessizlik insana yalnızlığı hatırlatır belkide bu yüzden hüzünlenir insan. bir sigara yakarsın. yanma sesini bile duyarsın belki ama yetmez sessizlikten kaçmana. ve daha çok hüzünlenirsin.