Çizimleriyle gerçekliği sorgulatan ressam. Çizmiş olduğu bir tabloda kırmızı zemin üzerine çizdiği iki kübik figür ile hanginin gerçek olduğu hususunda bir soru işaretine neden olur. Aynı varyasyona sahip birkaç tablosu da mevcuttur.
Ölümsüzlük, sonsuzluk fikri bu haliyle bir yalıtılmışlık, izole edilmişlik halini barındırır. Özünde bir "ben" olma hali de yoktur. Çünkü sonsuz olma durumu içinde ölümden muaftır. Yalnız cümlede geçen "Paylaşalım" tabiri çok önemlidir. Çünkü sorunumuz sonsuz, ölümsüz olmak değil insan olmak adına her şeyi bölüşmektir.
maurice blanchot'nun monokl yayınlarından çıkan kitabı. felaket kavramını sorguladığı kitap olma özelliğini taşır. Ama tek başına felaket olgusunu alıp bilindik kavramların dışında değerlendirir.
carlos fuentes tarafından yazılan öykü kitabı. Her öykü ayrı bir düşsellik ve bildiğimiz hikayelerin yeniden ele alınışıyla ilgili. Özellikle ilk öykü, bir kadına aşık olan bir adamın iç dünyasının anlatılması insana şunu düşündürür; bu bir hastalık olduğu için mi bu kadar güzel yoksa güzelliği dışladığı için mi aşk!
Francisco Goyanın sarf ettiği tümce. Çizdiği taslağın altına şu notu düşer Goya;
Aklın uykusu, canavarlar yaratır.
Nietzche'nin bahsettiği anlamda Karanlığın yani cehaletin erdem durumuna getirilip öğretildiği durumda korku iktidarı kendisini gösterir. işte Goya'nın bu mükemmel tanımı bizi bir yanıyla Hegel'in "Akıl bazen akıldışı olabilir" önermesine götürür. Kanımca asıl tehlikelisi Aklın bizzat kendisinin bir canavar olarak algılanmasıdır.
metis yayınlarından çıkan kitap. Harry Guntrip'in kaleme aldığı metni ipek Babacan mükemmel bir durulukta çevirmiş. Gilles Deleuze ile Şizoid durum hakkında merak duyanların bu kitabı okumaları elzemdir.
sıradışı bir ressam. en son beyoğlu'nda düzenlenen bir sergi ekseninde tanıma imkânı buldum. bunun haricinde hakkında türkçe kaynaklı hiçbir bilgi yok. resimleri hakkında şunu rahatlıkla söyleyebilirim, son derece ciddi konuları son sadece basit çizgilerle anlatıyor. sadist eğilimleri çocuksu çizgilerle çizmesinin altında onu son derece sıradan, basit olarak gördüğü fikri uyandı. sanki sıradışı olan o eylemlerin veya düşüncelerin kendisi değil de onların bastırılıyor oluşu...
bir olumsuzlamanın veya olmayanın kabülü. açılan bu tarz başlıklar gerçeklikle ilintili değildir. ve bu hali kendini yalanlanlmays, çürütmeye yeter de artar bile. herhangi bir konudaki sığ bilgilerle açılan bu başlıklar elbette ciddiye alınacak türden değil ama bir yanı var ki çok önemli; o başlıkların düşünülmüş olması. diğer yanı de boyuneğmişlik... bu tarz başlıklardaki 'asarım, keserim' tavırları o başlık içindeki sahteliğin bir diğer boyutudur. mevzu, boyuneğmektir. boyuneğer çünkü çürütemediği düşünceyi bir totem haline getirir. işin ironisi de buradan başlar, o sevmediği fikiri ifade ederken vardır çünkü...
en doğal haklar olan eylem, yürüyüş esnasında katledilmektir. gezi olayları, kobane eylemleri son süreçte bunun örneğidir. peki bu cinayetler neyin göstergesidir? iktidarın kendi devletinde bir milis yapıya benzediğinin ve güçsüzlüğünün ispatıdır. çünkü sahip olunan bir şey değil yaratılan bir durum veya algıdır. mevcut cinayetler o algıdan duyulan korkudan başka bir şey değildir.
"herşeyi insancılaştırmak isteği. Acıyı ve ölümü bizim kılmak. adlarını vermek ve onları görmek; sahip olabildiğimiz şeyler olabilsinler diye."
son derece sarsıcı bu satırlarda hissettiğimiz, deneyimlediğimiz acının bizim olmadığından bahsediyor. dahası o ölüm ve acının bir nesne veya mucidi olduğumuz bir icat halini alma arzusu var. peki ölümü insan keşfetseydi, onu deneyimlemek ister miydi? veya ölüme aşk ismi verilseydi? görünmez olan ölüm bizde açığa çıkıyor ama bir nesne olarak değil. tam tersi öznesi oluyor susturduğu bedenin...
daniil kharms'ın türkçe yayımlanmış tek kitabı. kısa kısa vurucu öykülerden oluşan kitap edebiyatın ne'liği hususunda ciddi tartışmalara neden olabilir. en.bilinen öyküsü;
" "Heyhat! Dünya hala dönüyor"
Ne gözleri ne de kulakları olan kızıl saçlı bir adam vardı. Ne de hiç saçı olduğundan ona
kuramsal olarak kızıl saçlı adam deniyordu. Konuşamıyordu, ağzı yoktu çünkü. Burnu da yoktu.
Kolları ya da bacakları bile yoktu.
Midesi yoktu, sırtı yoktu, omurgası yoktu, iç organları falan
da yoktu. Hiçbir şeyi yoktu! Bu yüzden kimin hakkında konuştuğumuzu bile bilmiyoruz.
En iyisi onun hakkında daha fazla konuşmamak"
sıradışı ressam. çalışmalarında gerçeküstü imgeler kullanır. bunun yanında aynı sürrealizmi insanlık durumunun çaresizliği, kötülük gibi kavramlara uyarlar.
ilyaz bingül'ün yeni kitabı. anlatıcının kahramanı, kahramanın eylemsizliğini anlattığı bir kitap olma özelliğini taşıyor. bunun yanında kitapta klasik bir anlamda eylem yok. eylem cümlelere, hatta kelimelere atfedilmiş. edebiyat âşıklarının kesinlikle okuması icap ediyor.
gerçek adı "gülüşün yanaklarına yayılır" olan bir inönü Alpat şiiri. Yüreğinde ve ruhunda pek çok insanın, dostun - dahası, insanlığın yalnızlığını taşıyanların şiiridir bu şiir.
bireyselleşmenin değil bireyselleştirilmenin neticesinde oluşan durum. Aynı Foucalt gibi bireyselliğin devletin kurumlarından, araçlarından biri olduğuna inanıyorum. Halihazırdaki denetim ve izleme; yönlendirme ve yöntemlendirme gayretleri de bu zorunlu kimliği ispatlar niteliktedir. Bireysel anlamda bir tepki hiçbir iktidar için zarar verici olmamıştır. Aksine kitleler, gruplar iktidarları, devletleri korkutur. Bu anlamda da devlet, iktidar gerek eğitim gerekse -sözde- sosyal politikalarıyla "kendi" bireyini yaratır. Bu birey vereceği tepkiler de bile mevcut iktidarın belirlediği sınırların dışına çıkmaz. Muhalefeti bile bir emir gereğiymişçesine gerçekleştirir.
alain bosquet'nin rehinelik mesleği isimli kitabında zikrettiği kavram. Tamamı şu şekilde;
"Bekleme, işkence, gereksiz sözler, korku ve isyan ile geçen altı ya da on iki ayın sonunda bir tutsak ne düşünebilir? Gardiyanların eylemlerini belirleyen nedenleri anlamaya başlar. Ülkesinin ve kendisinin nedenleri üzerine düşünmek istemez. Hiçbir uygarlık kabul edilebilir değildir. Canilerin egemen olduğu dönem sona erdi; şimdi her şeyin alay konusu olduğu bir çağda yaşıyoruz, reddetmenin törene dönüştüğü bir çağda..."
Bosquet'nin çizdiği tablo biraz farklıdır. uygarlıklar, devletler, caniler veya fatihlerden dem vurmaz. Reddetme, reddedilme sürecinden bahseder. Bu "reddetme töreni" artık resmi bir hal almıştır. Çünkü bahsedilen "tören" kavramı bu imler. Artık reddetmek, ötekileştirmek, yabancılaştırmak olağandır. Çünkü herkes bir yabancı, herkes bir reddedilişin izini taşır...
Alain Bosquet'nin başyapıtı olarak nitelendirilebilecek eseri. Tanıtım yazısı şu şekilde;
"Bir Orta-Doğu Arap ülkesinde kazı yapan bir Fransız arkeolog ayrılıkçı bir örgüt tarafından rehin alınır. Bilinen bir durum: Rehineyi elinde bulunduran güçsüz taraf bazı isteklerde bulunacak ve pazarlığa girişecektir. Rehinenin vatandaşı olduğu devlet ise, bir ikilem içinde, ince hesaplar yapacak ve bir karar verecektir. Ama her defasında gözden kaçan rehinenin ruhsal durumudur. Çağımızın en büyük şair ve yazarlarından Alain Bosquet bu atlanan trajediyi hicivli bir anlatıda ele alıyor: "Bekleme, işkence, gereksiz sözler, korku ve isyan ile geçen altı ya da on iki ayın sonunda bir tutsak ne düşünebilir? Gardiyanların eylemlerini belirleyen nedenleri anlamaya başlar. Ülkesinin ve kendisinin nedenleri üzerine düşünmek istemez. Hiçbir uygarlık kabul edilebilir değildir. Canilerin egemen olduğu dönem sona erdi; şimdi her şeyin alay konusu olduğu bir çağda yaşıyoruz" diye başlıyor öyküsüne.Bir yıl sonra serbest bırakılan rehine ülkesine ve ailesine dönmeyi reddediyor: "Uyduruk bir demokrasisi olan, skandallarla soluk alan, lüksiçinde çürümüş ülkemi sevmiyorum... Çok geniş olan bu gezegen midemi bulandırıyor; kendi Avrupamdan, kendi Fransamdan iğreniyorum. Tutsaklık, insanı böyle ciddi ya da tutarsız düşüncelere itiyor... Bugün, çok sakin düşündüğümde kendi uygarlığımdan başka bir uygarlığa ait olmayı istediğimi anlıyorum."Tutsağın artık özgürleşmek için bir başka, üçüncü bir toprağa ihtiyacı vardır."
kızımızın adı pırıltı akasya çağlayan, kendisi beş yaşında ve otistik bir kız çocuğu. on yedi aydır tanımlanamayan ağır sindirim problemleri çekiyor ve bu onun zekasını da, hayat kalitesini de düşürüyor. tüm gıdaları püre halinde bile öğürerek yutuyor ve kakasını uğraşmasına rağmen yapamıyor. lavman ve bağırsak düzenleyicilerse artık çaresiz. pırıltı için gidilen çocuk beslenme doktorları, endoskopi ve kolonoskopi yapılması gerektiğini söylüyor. devlette 30 nisan'da endoskopi yaptırıldı pırıltı'ya lakin narkoz sonrası kalbi durdu, zor olsa da geri döndürüldü hayata.
kızımızın durumu nedeniyle birçok hastane kolonoskopiye yanaşmıyor. sadece bağcılar'da bir hastanenin çocuk gastroenterolojisi bölümü yapabileceklerini söylemiş ve 1000 tl ücret istemişler. ancak ailenin durumu son derece sıkıntılı olduğu için acilen yapılması gereken bu kontrolü yaptıramıyorlar.
daha önce söylediğim gibi aile son derece sıkıntılı zamanlar yaşıyor, annesi yarı burslu olarak okuduğu üniversiteyi bırakmak zorunda kaldı pırıltı ile ilgilenebilmek için, devam edebilse öğretmen olacak ve belki de yardıma ihtyacı olmadan bakabilecek kızına. şu an bir yandan müzisyenlik yaparak eve katkıda bulunmaya çalışıyor.
pırıltı'nın öz babası ödediği nafakayı da keseceğini belirtmiş ve dolayısıyla bu da yol ve bez parasının elden gitmesi demek oluyor. evde sadece pırıltı'nın annesinin şu anki eşinin düzenli bir işi var ancak maalesef gelen para çocuğun sağlık giderleri, kira ya da gün içinde gereken yaşamsal harcamaları da karşılayamıyor, zaten öz babası da ilgilenmediği için pırıltı kendisini baba biliyor. aile aylardır kiralarını gününde ödeyemiyor ve annesinden şimdi öğrendiğime göre kontrat bitiminde muhtemelen evsiz de kalacaklar.
kızımızın durumuna uygun bir özel eğitime ihtiyacı var ancak devlet anaokulları genelde ya kabul etmiyor ya da kabul ederse de maalesef durumuna uygun olarak ilgilenemiyorlar. aile son olarak mithatpaşa kız meslek lisesi anaokulu'nun uygun olabileceğini düşünmüş ancak aylık istedikleri 350 tl ücreti karşılayamadıkları için maalesef bu okula da yazdıramıyorlar.
öncelikli ihtiyaçları da listeleyeyim; (yeterince mama ve bez geldiği için sadece oyuncak ihtiyacı kalmıştır.)
-eğitici oyuncakları yok denecek kadar az, eğitici oyuncak namına ne olabilirse.
yani anlayacağınız her ne türden olursa olsun bu ailenin ve pırıltı'nın yardıma ihtiyacı var. daha önce yazmış olduğum entry bazı facebook gruplarında paylaşılmış ve böyle bir başlık açmamı istediler. bu nedenle son çare olarak buraya tekrar yazıyorum.
ilgilenenler olursa diye kızımızın annesinin hesap numarası bilgilerini de paylaşacağım. umarım birilerinin dikkatini çekebilirim. ve şimdiden aile adına herkese çok teşekkür ederim.
eğer lazım olursa
ıban no: tr560001000871563550485001
süper insanlarsınız edit'i: duyarlılığını gösteren herkese çok teşekkür ederim. şu an için ailemizin bisküvi ve bez ihtiyacı çok büyük ölçüde karşılanmıştır. bu nedenle listeyi düzenledim.
pırıltı beş yaşında. otistik bir kız çocuğu. on yedi aydır tanımlanamayan ağır sindirim problemleri çekiyor ve bu onun zekasını da, hayat kalitesini de düşürüyor. tüm gıdalar püre halinde bile öğürerek yutuyor ve kakasını uğraşmasına rağmen yapamıyor. lavman ve bağırsak düzenleyicilerse artık çaresiz. pırıltı için gidilen çocuk beslenme doktorları, endoskopi ve kolonoskopi yapılması gerektiğini söylüyor. devlette 30 nisan'da endoskopi yaptırıldı pırıltı'ya lakin narkoz sonrası kalbi durdu, ölüm ve yaşam arasındaki çizgide ailesine sonsuzluk gibi gelen anlar geçirdi.
özel hastaneler kolonoskopi için çok büyük rakamlar istiyor. üstelik çocuğumuzun acilen bir anaokuluna başlaması gerekiyor. tıbbi mama ile beslenmesi, durumuna özgü bir eğitim alabilmesi, zeka geliştirici oyun saatleri geçirebilmesi, özetle diğer çocuklar kadar sağlıklı ve mutlu olmasını sağlayabilmek için birçok zorunluluğun yerine getirilmesi gerekiyor.
ailenin durumu son derece sıkıntılı. üstelik pırıltı'nın ufacık bir de kız kardeşi var. babaları çok az bir para ile küçük ailesini geçindirmeye çalışırken, anne ise zamanında yarı burslu olarak okuduğu özel üniversitenin ödemelerini artık kaldıramadığı için okula da gidemiyor. korkunç bir döngü var ortada anlayacağınız. sürekli artan giderlere karşın, bir kişiyi bile geçindiremeyecek miktarda bir gelir...
burada birçok yardım kampanyası düzenlendi. bir araba için bile herkes bu kadar birlik olmuşken, küçücük bir can için çok daha fazlasının yapılacağına inanıyorum. inanmak istiyorum.
pırıltının sağlık giderleri için paraya ihtiyaç var. çocukların sürekli olarak beze, pırıltı'nın tıbbi mamaya ihtiyacı var. yaşına ve zeka gelişimine uygun eğitici oyuncaklara ihtiyacı var. durumuna uygun, özel bir eğitime ihtiyacı var. annesinin okula dönmeye, kardeşinin ablasıyla birlikte mutlu bir geleceğe ihtiyacı var.
bu ailenin bize ihtiyacı var arkadaşlar. birçok tanıdığım ile iletişime geçtim yaklaşık iki haftadır, hiç kimseden net bir geri dönüş alamadım. bu çocuğun yardıma ihtiyacı var ama ben kendi başıma ne yaptıysam yetemedim. herhangi bir konuda fikri olan, yardım edebileceğini düşünenler lütfen geri durmasınlar. buraya yazmaya gerek kalmadan halletmek istedim ancak yapamadım. en azından konuyla ilgili bilgisi olan, sağlığı hakkında bir kolaylık sağlayabilecek olanlar lütfen ama lütfen ulaşsınlar.
turgut uyar'ın şiir günlüklerindeki bir yazısının başlığı. Biz yenilmeyi ve umutsuzluğu turgut'tan öğrendik...
"insanın mutsuzluğunu söylemeyen bütün şairleri, bütün yazarları silmeli. Unutturmalı. Bu mutluluğu; çirkini, kötüyü güzel söyleyerek yaratanları bile.
Yalvaçlar; bu yüzden ölümsüz sanıyorum. Başlangıçta mutsuzluk vardı. Hep öyle olacak. hep cehennem, hep anlamsızlık, hep cezalanma. Ama bu yenilgi adam edecek bizi. Yenilginin verdiği haysiyet. Her şeyi bitmiş bir insanın bağımsızlığından daha kutsal, daha insanca ne var?"
tam adı "başlarken yalnızsın, bitirdiğinde daha da yalnız" olan hasan ali toptaş kitabı. Bir söyleşiler kitabı aslında. Bunun yanında emrah serbes, şükrü erbaş, latife tekin, semih gümüş, yıldız ecevit vb... pek çok değerli yazarın, eleştirmenin yani edebiyata gönül veren insanın yazıları da mevcut. Tanıtım yazısını aynen aktarıyorum:
Dili kötü kullanan bir yazar yerilmeli ama iyi kullanan övülmemeli. Dili iyi kullanmak yeter şarttır çünkü.
Kendimi herhangi bir yere ait hissetmiyorum. Ne bir şehre, ne bir ülkeye, ne de dünyaya.
Çocukluğunun elinden tutmayan kişi hiçbir yere gidemez.
Az konuşan, konuşmamayı tercih eden, kendini yeryüzüne susmaya gelenlerden sayan bir yazarın söyleşileri. Hasan Ali Toptaş, şeytanın dürtmesiyle romana başlamasını, taşra kasabalarını, sinema salonuna kaçak giren çocukları, saklı hikâyeleri, türlü kederleri, onulmaz hüzünleri, kıpır kıpır hatıraları anlatıyor.
Güncelden kaçışını, kalabalıklardan duyduğu korkuyu, uğultuları, kuytuları, acemiliği, beyhude kaçışları, kötülüğü, vicdanı, masumiyeti konuşuyor. Usul usul, sakin, ağırbaşlı, susmaya hazır.
Harflere can veren ustanın, Hasan Ali Toptaşın fısıltıları, itirafları, itirazları, anlama gayretleri... Mesafesi...
Başlarken Yalnızsın, Bitirdiğinde Daha da Yalnız, Hasan Aliyi konuşturuyor. Aklı, fikri, gecesi, gündüzü, edebiyata ve hayata dair neyi varsa...
ülkü tamer'in can yayınlarından çıkan yeni öykü kitabı. Bugün elime geçti. haberim yoktu. Habersizlik durumunu can yayınlarına nazire yapmak için belirtiyorum. Uzun bir ara vermişti ülkü tamer ve kitabı görünce nasıl sevindiğimi anlatamam. Arka kapağı olduğu gibi paylaşıyorum:
Bu kitapta okuyacaklarınızın tümü uydurmadır. Düzmecedir. Palavradır. Adlar da, tarihler de, olaylar da gerçek değildir. Düş ürünüdür. Sondaki kaynakça bile.
(...)
Kitapçı raflarındaki kimi yapıtlara bakarsanız, bunların daha gerçek olduğunu düşünebilirsiniz.
... hiç değilse kendi içimde yaşandı bu olaylar.
Resmî tarihin baskısını kırma talebinin ve tarihi ötekinin gözünden de okuma çabasının, en somut olguları bile düpedüz değiştirmeye vardığı bir dönemde Ülkü Tamer açıkça söylüyor: Bu kitapta yazılanlar tarihte hiç yaşanmadı.
Oysa kültür tarihinin önemli bir bölümünü, tarihte değil de bir yazarın zihninde yaşananlar oluşturmaz mı?
hitit üniversitesi iktisadi ve idari bilimler fakültesi siyaset bilimi ve kamu yönetimi öğretim görevlisi. imzasız bir mektupla işine son verilen bir bilim insanı. Lâkin işine son verme gerekçesi bu mektup değil 1 mayıs olaylarında açtığı "akp tiyatrodan elini çek" pankartıdır. Hatta kraldan çok kralcılığı görev edinmiş bir yerel gazete "oya hanım ne iş" gibi son derece düzeysiz bir başlıkla durumu üstlerine rapor etmiştir. "Rapor etmiştir" noktası çok önemli, çünkü gazeteler haber yapmaktan öte her şeyi gerçekleştiriyorlar.
Düşünce özgürlüğü diye böğürüp duran ve çoğunluk olduğunu iddia eden bir sürünün fikir ve felsefe tarihinden nasiplenmeden "benim gibi düşünmeyen kâfirdir" diyerek - en basit tanımıyla- ekmek parasıyla oynaması nasıl hastalıklı bir düşünceye sahip olduklarının göstergesidir. Oya hocamızın uğradığı bu haksızlığın takipçisi olacağız.
Çorum Hitit Üniversitesi'nde işine imzasız olarak gönderilen bir mektupla son verilen Oya Yağcı'ya destek amaçlı facebook üzerinde kurulan bir grup. Halihazırda bir de imza kampanyaları mevcut. Şu linkten destek olunabilir;
andrey platonov'un metis yayınlarından çıkan kitabı. "Rus edebiyatında Kafka etkisi yapan" önemli yazarın bu kitapta dokuz öyküsü bulunmaktadır. Metis'in sitesinde tadımlık olarak eklenen bölümü aynen alıntılıyorum:
"Avcı kimileyin duraklıyordu; böceklerin, küçük kuşların, solucanların ince, çoksesli uğultusunu ve bu nüfusun beslenip eyleme geçmek için eziyet edip eşelediği küçük toprak öbeklerinin fışırtısını duyuyordu. Orman, avcının henüz hiç gitmediği, oysa çoktandır hayal ettiği kalabalık bir şehri andırıyordu. Sadece bir keresinde Petrozavodsktan geçmişliği vardı, o da önünden. Feryat, vızıltı ve hafif bir mırıltı dolduruyordu ormanı, ya saadet ve tatminkârlığı, ya ölümü söyleyerek; siste akağacın nemli yaprakları yaşamın yeşil iç ışığıyla parlıyordu, fark edilmesi güç haşereler onları tüten toprak buharının sessizliğinde sallamadaydı. Uzak, küçük bir hayvan saklandığı yerde ürkekçe çenilemeye koyuldu; kimsenin dokunduğu yoktu ona, kendi varlığının korkusundan titriyor, dünyanın güzelliği karşısında yüreğinin sevincine teslim olmaya cesaret edemiyor, kazara başına gelen yaşamın nadide ve kısa vesilesinden faydalanmaya korkuyordu, çünkü yerini bulup yiyebilirlerdi onu. Oysaki bu hayvan çenilemese daha iyi olurdu: Sessiz yırtıcılar onu fark edip mideye indirebilirdi."
yine andrei platonov'un Çevengur isimli romanındaki tanımıdır, tabiridir. Fazla yoruma gerek bırakmayan bir anlatıdır özü itibariyle. Önemli olarak adlandırdığım bir kısmından alıntı:
"Gelgelelim insanın içinde bir de küçük seyirci yaşar:ne davranışlara ne acıya katılan, her daim serinkanlı ve değişmez bir seyirci. işi görmek ve şahit olmaktır ama insanın hayatında söz hakkından yoksundur ve yapayalnız ne diye olduğu bilinmez. insan bilincinin bu köşesi, büyük bir apartmanın kapıcı odası gibi gündüz ve gece aydınlıktır. bu uyku bilmez kapıcı, insanın girişinde yirmi dört saat oturur, apartmanın tüm sakinlerini tanır, ne var ki hiçbir sakin işleri konusunda kapıcıya akıl danışmaz. sakinler girer çıkar, seyirci-kapıcı ise bakışlarıylayolcu eder onları. Etkisiz haberdarlığından ötürü kimileyin kederli görününür ama her zaman nazik ve yalnızdır, ayrıca başka bir apartmanda da bir dairesi bulunur. yangın durumunda kapıcı itfaiyeyi arar ve olayların gelişimini dışarıdan izler. "
Romanın kahramanı olan Dvanov ile ilgili bu çok sağlam anlatıdan sonra şu tespit yapılır:
"Dvanov'a paralel yaşıyordu ama Dvanov değildi..."
andrei platonov'un Çevengur isimli romanında geçen bir tanımdır. Romandaki kahramanlardan biri olan kopyonkin bir yerde şunu düşünür;
"Bu yabancı akıl yüzünden yalnızlaştığını hissediyordu"
Cidden yalnızlık "yabancı" bir akılın fikri durumuna mı gelmektir? Bizi etten, kemikten bir düşünceye indirgemek midir yalnızlık? Yoksa kendi aklımızın yabancısı, anlaşılmayanı mı olmaktır!
andrei platonov'un Çevengur isimli romanında zikrettiği kavram. Komunizm'in ilk zamanlarının anlatıldığı kitapta örgütlenmenin öneminden bahsederken "o zaman acıyı da örgütlemek gerek" diyor karakterlerden biri. ilk okumada oluşturulan yapıyla sarsıcı olsa da sonrasında usa doluşan fikirlerle daha sarsıcı oluyor. Ne demek acıyı örgütlemek?
Kanımca acıyı örgütleyen acıyı çekenlerden öte o acıyı yaşatanların bizzat kendileridir. Yaşanan katliamları gerçekleştirenler acıyı örgütleyenlerdir bu eksende...
vüsat o bener'in muazzam kitabı. Üstad kitabı oğuz atay'a adamıştır. Bu bile başlı başına bir merak uyandırıyor. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki vüsat o bener'in bu kitabı klasik anlamda bir okuma yapmak isteyenlerin "kesinlikle" ama "kesinlikle" uzak durması gereken bir kitaptır. Çünkü teknik ve dil açısından son derece zorlar okuyucuyu. Şiirsellikten asla taviz vermez ama bölümler arası bağlantılar veya bölümlerin kendi içlerindeki dokuları sıradışı bir izlek taşır. en beğendiğim bölümlerden birinden kısa bir alıntı;
"düşşüz uykulardan bile uyanmak. yol tükendiğinde dönüşsüzlüğün mutlu kesinliğini ayırt edebileceğine inansa, dayanmak daha mı dayanılır olurdu? yürekleri duranlar yaşama tekrar döndürülebildiklerinde 'bitti'yi algılayabildiklerini söyleyemiyorlarmış. karanlık da bir yargıdır, açıklamadır. demek beynin kısacık dirimi bilinçle bağlantılı değil. ne akıl ne bellek susturulduğunu, sustuğunu bilmeden susacak."