kanal d'de yayınlanmaya başlanacak olan bir yarışma programı. tema yemek pişirmek ve bunu marketten belirli bir fiyata alınan malzemelerle stüdyoda belirli bir zaman dilimi içinde yapmak. yarışmanın orjinali bbc'de yayınlanan ve son derece popüler olan ready steady cook adlı program. orjinali son derece popüler olan bu program yurt dışında ainsley harriott tarafından sunulmakta. bana göre ülkemize getirilmesi konusunda geç bile kalınmış ve daha önce yapılması gereken bir yarışma bu. şayet orjinal konseptinden çok çıkılmazsa son derece keyifli bir seyir sunacağını düşünüyorum.
uygulanması son derece makul olan durumdur. avrupa'da neredeyse her cafe ve restoranın girişinde menü ve fiyat listesi asılıdır bildiğim kadarıyla. bunun müşteriye en büyük avantajı içeri girip oturmadan karar verebilmesine olanak tanımasıdır. hem menüye bakabilir, hem de kesesine göre üç aşağı beş yukarı hesap yaparak daha sonra içeride menüye bir saat bakıp seçme derdinden kurtulabilir.
istanbul'da yapamayacağınız şeydir. tatile gittiğinizde yapma fırsatı bulursunuz ancak onda da etrafa atılmış pet şişeleri ve çöpler yüzünden ayağınıza bir şey batma olasılığı yüksektir. bir nevi uktedir kumsalda koşup deniz havasını ciğerlere çekmek.
genelde sürpriz gelişme sonucu oluşur. siz o günün boş geçeceğini ve mülakata çağrılmayacağınızı düşünerek öğlen abanmışsınızdır rahat yemeğe, soğana, sarımsağa, kuru fasulyeye. aradan bir saat geçer ve telefonunuz çalar, o da ne? sizi bugün iş görüşmesine davet eden ik çalışanı. gitseniz bir dert, gitmeseniz bir dert.
halen anlamadığım reklamdır. sandalyeyi kapan evi mi kapıyor, diğer kapanlar mortgage sahibi miydi, o teypten nasıl bu kadar berrak müzki çıkıyor, neden herkes sandalye kapacağına mortgage için koşmuyor, v.s.
klasik müzikten hoşlanmayan ve davet üzerine konsere gidenlerin uygulabildikleri yöntem. gerçi etrafa biraz ayıp olur ama bu sayede hem davete icab etmiş olur, hem de kimseyi rahatsız etmeden pop müzik falan dinlemiş olursunuz. ha illa klasik olmak zorunda değil, beğenmediğiniz ve arkadaş ısrarıyla gittiğiniz herhangi bir konserde de bu tarz yaklaşımlar görebilirsiniz.
kutunuza inancınız tamdır bu durumda, karşınızdaki 24 kutuyu da açtırmadan direkt kendi kutunuzu açarsınız, hiç uzatmaya gerek yok, ben sonunda zaten kutuma gidicem dersiniz. hatta işi abartıp programa çıkar çıkmaz kutunuzu açar, çıkanı alıp gidersiniz. gerçi bu durumda programın süresi 1 dakikayı geçmez ama aslında yarışmacı oyalanmaya beis yok, ben zaten kutumu istiyorum demektedir.
(bkz: programı rezil etmek)
(bkz: var mısın yok musun ve burhan)
asansörde tek başınaysanız osurmanızda bir beis yoktur ancak siz ineceğiniz kata gelmeden asansöre biri binerse sıçtınız demektir. zira koku kapalı ve dar alanda kalır ve ortama siner. berbat başka bir olasılık da siz osurup asansörden indikten sonra birkaç kişinin aynı anda asansöre binmesidir. bir de öncesinde turp, soğan, kuru fasulye ve lahana yemiş bir bünyenin bıraktığı osuruğun kokusu vardır ki, artık bir şey demek istemiyorum bunun üzerine.
çok rastlanan bir durumdur bu, özellikle manzara olsun, yiyip içerken dışarıyı da seyredeyim diyenler için bir nevi köşe kapmacadır. hele havalar da güzelse tamamen dolu olan dışarıdaki masalara doğru yer kapma yarışı başlar. önce dışarıya en yakın masaya geçici olarak oturur birey, garsona da dışarıda masa boşaldığında önce kendisini almasını söyler. tabi garson içerideki hemen hemen tüm masalardan aynı talebi duyduğundan unutur gider söylenenleri. ancak dışarıda oturanlar bir türlü kalkmak bilmez, saatler saatleri, günler günleri kovalar (yok o kadar da değil, abarttık biraz). neyse, ilk boşalan masaya doğru içeriden dışarıya bir güruh akını başlar. ilk gidenler, daha adamlar masadan kalkma hazırlığındalarken bile başlarında dikilir, onlardan sonra kendilerinin oturacağını bir nevi belli eder. bu koşuşturma yüzünden ne yenilenden ne de içilenden zevk alır birey, ama olsundur, sonunda dışarıdaki masaya kapak atılmıştır, bundan sonra oradan vinçle bile kaldıramazlar onu. özellikle hafta sonları tavan yapar bu durum.
eğer tatlı menüsünde waffle varsa seçilebiliritesi olan bir durumdur. ancaaaak yediğiniz yemek sizi doyurmuşsa, tatlı olarak yenen waffle asla bir profiterol veya sütlaç havası vermez midenizde. neden? waffle başlı başına doyurucu bir yemektir çünkü. sağlam bir yemeğin üzerine bir de waffle yerseniz şişip anında kilolarınıza kilo katmanız mümkündür efendim. o zaman neymiş? waffle salt bir tatlı değilmiş, tatlı bir yemekmiş.
yazın kışı, kışın da yazı istemek gibi bir durumdur aslında bu. çalışırken her gün tatil hayal edilir, yaz kış farketmez. yazın, bitmek bilmeyen bir raporu yetiştirme telaşı sarmışken bireyi, bodrum, marmaris düşünülür ofiste, rapor bitince de bilgisayara hemen gidilmesi planlanan yerlerle ilgili googling yapılır, güzel hayallere dalınır. yıllık izin gelip çattığında hayali kurulan yere gidilir, bir gün, iki gün derken eğlencenin dibine vurduktan sonra olmayacak şey olur, işyeri özlenir. hatta insan kendisi de şaşırır bu duruma, tatil var, deniz var, kum var, güneş var, var oğlu var ama iş yok, koşuşturma yok, günde on defa girilen toplantılar yok, yemek fişi ile öğle yemeklerini ödemek yok, iş arkadaşlarından gelen komik mailleri okumak yok. en önemlisi para kazanmak yok. tatilden ofise bu tip bir sabırsızlıkla dönen tip filmi başa sarar bir süre sonra, iş sıkar gene tatil özlenir.
grammy ödülleri verileceği zaman sunucu tarafından söylenen söz, "ve grammy ödülünün sahibi..." şeklinde bir anlam içerir. aslında bu söz öbeği hemen hemen tüm ödül törenlerinde kullanılan bir kalıp haline gelmiştir; and the oscar goes to, and the emmy goes to şeklinde.
bu kadar çok bilinen bir filme neredeyse hiç entry girilmemesi şaşırtıcı tabi, boşluğu dolduralım o zaman. filmin esin kaynağı, aynı adı taşıyan ve sebastian junger tarafından yazılmış the perfect storm adlı kitap. andrea gail adlı tekneleriyle kılıçbalığı avlamak için yola çıkan balıkçıların daha sonra denizin ortasında kusursuz fırtınaya yakalanmaları ve hayatta kalma mücadeleleri anlatılıyor kitapta. fırtına sonrası ne yazık ki ne mürettebattan ne de tekneden haber alınamıyor. kitabın 2000 yılında wolfgang petersen tarafından filmi çekiliyor ve george clooney, mark whalberg, diane lane gibi yıldızların oyunculukları ile zirveye çıkıyor.
bu spor dalının olimpiyat ve dünya şampiyonluk müsabakaları erkeklere açık değildir ancak diğer ulusal ve uluslar arası yarışmalarda erkekler yarışabilir. 20. yüzyılda bu sporun adı su balesi olarak geçmekteydi ancak kökeni yunanlıların ve romalıların amfitiyatrolardaki gösterilerine dek uzanmaktadır. Kayırlı ilk müsabaka 1891 yılında berlin şehrinde yapıldı.
her üçü de aynı anlama gelen ve çok fazla şaşkınlık veren bir durum karşısında kalan bireyin sarf edebileceği söz öbeği. pekiştirme sağlamak için üçü bir arada kullanılır ki şaşkınlığın derecesi karşı tarafa iletilebilsin.
çok keskin osuruğa delalettir, muhtemelen önceki gece yediğiniz kuru fasulye, turp, soğan ve benzeri yüyeceklerin etkisi nedeniyle osuruğun yakıcı etkisi basura neden olmuş olabilir.
ertesi sabah ivedilikle odanızın kapısına rahatsız etmeyin kartınıza asmanıza ve mümkün mertebe hesabı kesip otelden ayrılmanıza neden olabilecek hadise. hatta bir daha o otele gidememenize bile neden olabilir.