dalga geçmiyorum. 1 sene öncesine akdar fiyatı buydu. bir arkadaşımın sevgilisi ilkokul öğretmeni kcoaeli' nin bir ilçesinde. o okulun kantininden çocukların kocaman bir poşet içinde 10 kuruşa aldığı bu cipslerden rahatsız olup cipsi incelemeye gönderiyor. ve gelen sonuç; %62 (26' da olabilir) oranında tanımlanamayan madde var.
arkadaşımın yorumu; ama tadı güzel lan ben de alıyorum. *
köpekçi, kedici diye devam eder bu. dünyevi ihtiyaçlardan elini ayağını çekmiş lakin manevi bir arayışa da yönelmeyip öyle arada kalmış olan ve bu boş zamanı ana karaktere söyleyebileceği etkileyici cümleler bulmakla geçiren adamlardır bunlar. sakal şarttır. bir de demli çay evlerinin demirbaşlarıdır bunların. o paraya para demeyen ana karakter hiçbir yerin çayını beğenmez bu filozofların çayını beğendiği kadar.
efemera (ingilizce: ephemera), gündelik yaşama ait 'ıvır zıvır' olarak nitelendirilebilecek kısa ömürlü küçük ve geçici belgeleri ifade eden bir tanımlamadır.
bu efemera ürünlerinin arasında okul diplomaları, karneler, otobüs sinema biletleri, piyango biletleri, spor toto kuponları, gazete nüshaları, tanıtım broşürleri, mektuplar, kartvizitler, lokanta menüleri, tapu senetleri, noter senetleri, banka dekontları, çikolata ve sakızlardan çıkan kartlar, sigara kâğıtları, posterler, pasaportlar, fotoğraflar, kartpostallar, düğün davetiyeleri gibi gündelik hayatın ayrıntılarını belgeleyen materyaller sayılabilir.
bugün özel koleksiyoncular dışında büyük ulusal kütüphaneler ve müzeler de tarihin belli bir alanına ışık tutabilecek efemera koleksiyonları barındırmaktadırlar.
en azından ben yapabiliyorum bunu.
bir erkek muhabbet kelimesini ''mabbet' diye telaffuz ediyorsa 10 metreden yakınınızda olmamalıdır artık o kişi. mabbet ne lan *
çok iyi bir haltmış gibi sürekli yapılan saçmalıktır. adamların en büyük acılarını sürekli hatırlatıyoruz adamlara. deprem olur; bu deprem hiroşima' ya atılan atom bombasından 10 kat daha etkili, patlama olur; bu patlama bilmem kaç atom bombası etkisi yarattı.
ya başka türlü bir ifade şekli bul ya da bırak ifadesiz kalsın.
var böyle bir durum. mesela küçük sırlar, mesela geniş aile...
neden böyle olduğu konusunda şöyle basit bir fikrim var aslında. zamanla kanallarla ilgili önyargılarımız oluşur kafamızda. örneğin benim için;
show tv: gece uykun kaçtığında film izleme kanalı
kanal d: eğlence programları ve sinema kanalı
star tv: şampiyonlar ligi kanalı
atv: yarışma ve arada güzel film kanalı
bende oluşan bu önyargılara göre star tv' de yayınlanan bir şov programı kötüdürü mesela. sanırım türk halkında da var böyle bir durum.
38 yaşında ölen eski bir ingiliz futbolcu. dünyanın gelmiş geçmiş en arıza oyuncularından biridir. bir maça sarhoş çıktığı (baya bir sarhoş) ve o halde maçın tek golünü attığı rivayet edilir.
tofaş' ta kiralık oynayan ve mirsad' ın sakatlığı sonrası fenerbahçe' ye geri çağırılan avusturyalı genç oyuncu. 21 yaşında 2.10 boyundadır.
bu sezonki ortalaması;
süre: 10.57
sayı: 3.7
ribaund: 3
asist: 0.4
top çalma: 0.1
blok: 0.1
top kaybı: 1.2
çok parlak görünmese de genç bir oyuncudur ve mirsad kadar olmasa da bir dinamizm katacaktır takıma. ayrıca avusturya ile avrupa şampiyonası elemelerindeki istatistiği göz alıcıdır;
hakan şükür'ün yeniden takıma dönmesini önererek futboldan anlamadığını gösterdiği gibi biz galatasaraylıları da ''lan takım kimlere emanet'' diye düşündürüp ürkütmüştür.
ulan hakan futbolu bıraktığı sen zaten yerden yere vuruluyordu. koskoca kral alay konusu oluyordu benim maç izlediğim yerlerde. üzerinden bir de bu kadar zaman geçti. hangi mantığa sığınıp önerdin bunu. bari hagi dönsün deseydin bak o daha mantıklı. en azından açık ara en teknik orta saha oyuncumuz olurdu bu yaşına rağmen.
ticaret ve eğitim alanlarında birçok yeniliğe imza atan üst düzey bir ingiliz bürokrat.
--alıntı--
1843'te yoğun çalışma temposundan fırsat bulup eşinin-dostunun noel'ini kutlayamayacağını anlayınca, ressam dostu john callcott horsley'e bir ricada bulundu: "benim için bir noel tebrik kartı hazırlayabilir misin?"
horsley isteği hemen yerine getirdi: iki çocuklu bir aile şen şakrak "i̇yi noeller" diliyordu. anne ile baba "sağlığınıza" diyerek ellerindeki içki kadehini kaldırıyorlardı.
cole bu eskizi çoğalttırdı ve üzerlerine birer penny black pulu yapıştırıp dostlarına gönderdi.
o kadar ilgi gördü ki cole'ün kutlama sistemi, önce ingiltere'ye, ardından avrupa'ya, daha sonra da tüm dünyaya yayıldı. ve noel'de, yılbaşında, yaş günlerinde, yıldönümlerinde tebrik kartı göndermek tüm toplumların vazgeçilmez geleneği haline geldi. koca bir tebrik kartı sektörü doğdu
--alıntı--
ticaret ve eğitim alanlarında birçok yeniliğe imza atan üst düzey bir ingiliz bürokrat olan henry cole tarafından bulunan tarihin ilk posta pulu olarak bilinen pul.
türkiye saati ile 21:30' da başlayıp ntvspor' dan canlı olarak yayınlanacak maçtır. özellikle hidayet' in tekrar orlando2 ya dönmesiyle istediği pasları almaya başlayan howard' ın şov yapmasını umduğum maçtır.
asist makinası rondo umarım oynar.
en baştan söyleyeyim hayır gelmeyen bir taç atışıdır bu, en azından bizim ülkemizde bu taç atışından hayır geldiğini görmedim ben.
özellikle tacı kullanan takımın kalesine yakın bir yerden kullanılıyorsa taç, o taçtan hayır beklememek gerekir zira o taçın taç çizgisine paralel olarak kullanılacağı su götürmez bir gerçektir. şimdi bu taç atışında mantık; topu kendi kalenden olabildiğince uzak bir yerden oyuna sokmaktır. işte bu iyi niyete rağmen top bir türlü giremez o oyuna. çizgiye paralel olarak atılan taç atışını ya rakip takım kazanır ya da topa dokunarak topu tekrar taca atmak suretiyle senin g.tüm g.tüm onların kalesine yaklaşmana olanak tanır. belirli bir mesafe kat edildikten sonra artık tacı çizgiye paralel olarak kullanmaktan vazgeçilir ve taç atışı sahanın içindeki boş oyuncuya doğru yapılmak suretiyle top oyuna sokulur. o oyuncu da topu geriye verir. sonuç olarak ortaya çıkan şey 2 dakikalık gereksiz bir zaman kaybıdır.
ülkemizde örümcek adıyla çıkan spider isimli kitabın yazarı. bir seri katil ile onu hayatının odak noktası haline getirmiş bir polisin macerasını anlatan kitap michael morley'in ülkemizde yayımlanan ilk kitabı. yazar, kitabının hazırlık aşamasında fbi'ın davranış bilimi birimi'ni ve pek çok ünlü seri katili, söyleşiler yapmak için ziyaret etmiştir.
çok doğru bir başlık olmadı sanki ama özetleyince değindiğim konuyu anlayacaksınız.
her ne kadar artık büyük marketlerin çoğalmasıyla alışveriş alışkanlıkları değişiyorsa da hala meyvelerini pazar ve manav tezgahlarından alan insanlar çoğunlukta. işte o tezgahlarda özellikle mandalina, portakal gibi turunçgil olarak tabir edilen meyveler büyük bir özenle dizili olarak durur. o meyveler arasından bir ya da bir kaç tanesi kağıda sarılıdır. işte nedense tezgahtar meyveleri poşede koymaya başladığı anda o kağıda sarılı meyve de sizin poşedinize gelsin diye beklersiniz heyecanla. oysaki bildiğin mandalinadır işte ama yine de merak uyandırır insanda. hattas artık manavların da bu bilince eriştiğini ve kağıda sarılı meyveyi bir pazarlama stratejisi olarak kullandıklarını düşünüyorum.
söz konusu olay muz için de geçerlidir. muzun üzerinde de küçük bir marka etiketi olur. siz o marka etiketli muzun sizin poşetinize denk gelmesini beklersiniz bu sefer de.