"açık ve net şekilde bölücüyüm" demekle eşdeğerdir. milliyetçilik yaparak anadolu mozaiğindeki sadece bir rengi yüceltirsin. hadi o renk kırmızı olsun. yeşili turuncusu sönük kalır, kırmızı zamanla baskın olur, ve diğer renklere hayır siz turuncu değilsiniz, siz dağ kızılısınız der.
kısaca dağa çıkıp kürdistan hayali kuran bölücüden daha bölücü bir eylem, söylemdir.
ölüm kalım mücadelesi vermekte olan çocuktur. ismi süleyman çağrı arı. ibrahim karaoğlanoğlu ilköğretim okulu 3. sınıf öğrencisi. değil haber bültenleri, internette mevcut olan haber sitelerinde dahi adı geçmemiştir, bir kurtarma rezaleti olmasına rağmen.
muhtemelen kurtarma rezaletinde aktif olarak bulunan polisler deşifre edilmeyecek ve olay örtpas edilecektir.
haklı doksanlar çocuğu serzenişi, kaldı ki zaten ahmet kaya döneminin sayılı "sanatçı"larındandı. bir ibrahim erkal vakaası var yani, ibrahim tatlıses keza. sen adama bölücü tüü kaka diye saldırırsan çatal bıçakla, adam da gider pkklı olur. burada irdelenmesi gereken, bu adamın neden pkklı olduğudur.
dört duvar arasında tıkılmaktan sıkılmış çift eylemi olabilir. extrem istiyorum diye yakaran bir kadının direnişine kulak veren bir adamın eylemi olabilir, çok şey olabilir... nedenleri ve sonuçları sosyologlarca incelenmesi gereken eylemi yapan çift. belinize kuvvet
mesleği projeksiyon makinası kullanmak olan insan sıfatıdır ayrıca. sinemalarca bolca mevcuttur. genelde çatlak, yalnız adamlardır, muhabbete açlardır, entel duruşları olanlar da vardır, barzolar da. uzak durmakta yarar var.
neyzen tevfik+john lennon sentezi yapmış, bir kaç yıla kadar yardırması mümkün, hatta eğer ingilizce albüm gibi çılgın bir proceleri olursa avrupa'ya amerigaya açılacak kalitede olan bir grup.
en güzel duygunun insanıdır o, içi dışı birdir, peçetelerini saklamaz, jenna jameson posteri asılıdır odasında ya da evinin herhangi bir köşesinde, anne nicole smith (november 28, 1967-sonsuzluk işareti) olan duvar kağıdı vardır bilgisayarında.
hatunu kucaklayıp da kollarında eve soktuktan sonra azgınlıktan kudurukluktan yavaşça yatağa bırakayım, öpeyim romantikim triplerine girmeyen herifin hatunu yatağa fırlatma eylemidir. yatağa atıyorsa gene iyidir, çatıda sevişen adamlar var, var sen düşün onların halini.
garip garip şeylerdendir. halbuki önce tanışsalar falan... hiç terbiye kalmadı yeni nesilde azizim, görür görmez birbirlerine atlayıp çocuk yapıyorlar, her yer veled-i zina dolu!
beş yıldır birbirleriyle sevişmiyorlarsa ve bu süre zarfında zaten malı hamuduyla götürdülerse sıkıntı yoktur, aksini düşünmek bile kusturucu. cinayet olur.
saha içinde olası bir kavgada hem kendi takım arkadaşlarının hem de karşı takım elemanlarının etrafında daire oluşturup kol kola tutuşmalarına rağmen durdurmadıkları yaratık, gladyatör.
kim lan bu adamlar!? neydi bu adamların olayı?! kendinden öncekilerde ve -hala dinleniyor oluşlarından mütevellit- kendinden sonrakilerden farkları neydi? bu adamları farklı kılan neydi ki?! yani, gözlüklü bir adam klavyenin başından kafasını kaldırmıyor, klasik baterist imajına taban tabana zıt düşen bir tip bagetlerini sallıyor, flamenko mu blues mu yoksa rock mı ne çalacağını şaşırmış bir velet kendi halinde tıngırdıyor, deri pantolonlu bir yeniyetme de yırtınıyor. ama neydi onları değişik kılan.
öncelikle isim;
"if the doors of perception were cleansed,
everything would appear as it is: infinite" *
(eğer algının kapıları temizlenseydi,
her şey olduğu gibi görünürdü: sonsuz)
altmışlar abd'de keneddy suikastiyle sıkıntılı bir başlangıç yaptı, vietnam savaşı çıktı, amerika ikiye bölündü, eski ve yeni. yeni olan her şey saftı, yeni olan her şey çıplaktı ve aykırıydı. önüne geçilemez bir şekilde, bir çığ misali büyüyen bu kültür eskide çatlaklar açtı, çatlaklardan doğanlardan biri de the doors'tu.
fakat altmışlar geride kaldı. doors 65'te kuruldu, peki neydi bu adamları hala dinlettiren?
özet geçeceğim:
dinleyenini uçuran bir dokusu var the doors'un. çiviyazıları yayınlarından çıkan tanrılar/ yeni yaratıklar isimli kitabın "jim morrison için ipuçları" kısmında 14. sayfanın 4. paragrafında şöyle der; "kısa süre sonra gazatelerden biri şöyle yazar: rolling stone uçmak isteyenler için, doors ise çoktan uçmuşlar için"
buradaki çoktan uçmuşlar ibaresi önemli. toplum içinde bizi frenleyen bir otokontrol mekanizması var. mesela bir pazar öğleden sonrasında kalabalık bir parkta malafuşkayı çıkartıp bir ağaç dibine işemez insanlar. hatta şöyle bir şey vardır "beni siken yok mu?!". (yazar burada cinsiyetçilik yapmıyor) bu kalıp bir çok insanın haykırmak istediği, yaşadığı şehrin en işlek meydanına gidip pantolonunu indirip yırtınarak haykırmak istediği şeydir. elbette hepimiz heteroseksüel, vergilerini veren saygın vatandaşlarız, ama bilinç altı diye bir şey var ne yazık ki. doğrudan düşünülmese bile bu bazı duygusal aşamalardan geçerken aklımızdan geçebiliyor. örneğin, patronuna hocana ya da arkadaşına gıcık oluyorsun. öyle anlar oluyor ki o herifin götüne bir krank mili sokup döndürerek bağırsaklarını yeryüzünün dört bir yanına saçmak isteyecek kadar sapıkça ve alışılmadık cinayet senaryoları kuruyorsun. sonra nefes alıyorsun. derin derin nefes alıyorusun. nefes aldığın hava oksijen içerir ve bilindiği üzere oksijenin fazlası; kafa yapar. bir tibet öküzü sakinliğiyle heteroseksüel, saygın ve vergilerini veren vatandaş olarak hayatına devam edersin.
ama uçmak farklı. uçmak yukarıda verilen bütün örneklerde olduğu gibi bilinçaltında yaşayan hayvanın canlanması ve zihnine hükmetmesidir. daha basit bir tanımla uçmak, ayaklarının yerden kesilmesidir. gerek bedenen, gerek ruhen bazen bir kimyasal aracılığyla bazen de the doors gibi duyguları ve algıları hareketlendirecek müzikler icraa eden gruplarıpların şarkılarıyla.
peki nasıl uçurur doors?
şöyle.
robby kriger: rock grubunda flamenko çalan gitarcı. aslında kendisi bir flamenko gitaristidir. pena kullanmaz. lead ve ritmi tırnakla çalar. yer yer pink floyd parçalarında bile karşılaşılabilen naylonumsu tat yoktur. doğrudan keratin yapının tellere vurmasıyla çıkan sesi duyarsın. gitar ve ruhun sevişmesidir o, pena gibi bir aracı olmaksızın.
john densmore: rock grubunda caz çalan davulcu. basçı olmamasından mütevellit tüm ritm sırtındadır ve caz yatkınlığı sayesinde çok rahat bir şekilde bunun üstesinden gelir. kimi şarkılarında ezgiler bluesa kaymasına rağmen onu da iyi kotarır kendisi.
ray manzarek: klasik kökenli piyanist. klavyeci. grubu gerek icraat esnasında gerek sahne dışında sırtında taşıyan adam. manzarek sol eliyle elektronik bas serisi çalarken aynı anda sağ elini akorlar ve blues soloları için kullanırdır. elbette bu sayılanları ortalama bir klavyeci yapabilir. ama manzarek'de farklı bir şey vardı. sirke gibiydi manzarek. robby'nin önüne geçilemez havai fişek gösterisini andıran flamenko ve blues ezgilerini nötrleştirerek o "algının kapıları"nın karanlık ve sisli havasını verebiliyordu parçalarına. ayrıca tüm gruptaki en aklı başında adamdı kendisi.
jim morrison: tanrı.
doors böyle bir gruptu. flamenko, blues, caz, rock ve klasik; kısaca insanlığın bütün seslerinin damıtılmasıyla birlikte tanrının sesinin de katkısıyla oluşmuş, "yaratılmış" eserlerin grubu.
şunu bunun dinleyin diyecek değilim. diskografisini edinin.