koyun bağırsağı kondom olarak kullanılmışsa, kondom da bağırsak yerine geçerek sucuk yapımında kullanılabilir mantığıyla yola çıkmış, deneysel hareketler yapmayı seven ve fena halde canı sıkılmış kayseri'li bir arkadaşımın yaptığıdır.
organik lateksten imal edilmiş kondom kullandığında, doğal lateksin işlenmesinde kullanılan merkaptobenzotiazol, tiuram ve karbamat gibi maddelerin neden olduğu, lateks alerjisinden (kontakt egzama) muzdarip insanlarda, mide yanması, gastrit, reflü, hatta ülsere varan yan etkiler gözlemlemiştir. toplum genelinde %2.5, doktor ve hemşirelerde ise, lateks eldiven kullanım sıklığı nedeniyle %9 ila %15 rastlanma oranı bulunan, erken tip aşırı lateks duyarlılığına sahip insanlarda ise ölümcül etkileri olabileceğini öngördüğü için alternatif olarak sentetik lateks kullanmayı denemiş,ancak sentetik lateksin, sucuğun kendine has lezzetini ve kokusunu değiştirdiğini fark ederek projesini rafa kaldırmıştır.
gelecekte benim çocuğum olacak insandır. ilginç, kimsede olmayan, elit bir azınlığın telaffuz edebildiği süpersonik bir isim bulmak için senelerdir düşünürdüm. birden aklıma bu parlak fikir geldi. kız olursa alev alev, erkek olursa duran duran koyacağım. zaten odyometrist ya da oşinograf olmak üzere yetiştirmeyi planlıyorum çocuğumu.
son bir senedir türkçe pop camiasında gözlemlediğim eğilim. akım demek için henüz erken ama bugüne kadar hep göz ardı edilmiş, prezentabl bulunmamış kel kafalı, bet sesli ve tipsiz popçuların, diğer yeteneklerini ön plana çıkararak iş yapmaya başlamalarıya, kendini göstermiş moda.
bir akım olacaksa eğer kim olacak peki bunun öncüsü. hiç kuşkusuz, başka isimlere verdiği şarkılarla, bilhassa sertab erener'e verdikleriyle, kendi ismini duyuran soner sarıkabadayı. prototipi oluşturan da kendisi oldu. yaptığı şarkıların tutmasıyla edindiği çevreyi kullanarak bir albüm yapma şansı buldu. her ne kadar tek tipe yakın şarkılar yaparak serdar ortaç'ın varisliğine soyunmuş olsa da, allah için şarkıları piyasa için çıta üstü şarkılardı ve tuttu. üstüne bir de en iyi şarkılarını kendisine sakladığı söylentisi de dikkatlerin daha fazla üzerinde toplanmasına neden oldu. söylenti diyorum çünkü katılmıyorum.en iyi şarkılarını, vitrin olarak kullandığı sertab erener'e verdi bu adam ve belki de vermeye devam ediyor. o kısmı şimdilik bilemiyorum.
arkasından gelen örnek ise yakın zamanda çıkardığı albümle sanırım ses getiren toygar ışıklı. toygar bey de hem kel, hem bet sesli, hem de tipsiz olmakla beraber, toygar gibi bir isme sahip olarak, bu modayı bir basamak daha yukarı çıkardı. bildiğimiz gibi önce aşk-ı memnu, daha sonra da ezel ve varsa benim bilmediğim başka dizilerin müzikleriyle adını duyurdu. onu da besteleriyle tanıdı yani piyasa. şekle şemale bakmadılar, onu da alıp baştacı ettiler. peki o kimin tahının varisliğine soyundu. albümünü bilmiyorum ama yaptığı dizi müzikleri ile kıraç'ın bırakın varisliğine soyunmayı, resmen tahtına oturdu.
bu saydıklarım geldikleri yerleri muhtemelen hak etmişlerdir. çünkü bunlar öncü isimler. hala bir özgünlük taşıyorlar yani. peki benim kel kafalı bet sesli ve tipsiz popçuların bir moda olmaya başladığı fikrine kapılmama kim neden oldu? yeni yeni baş göstermeye başlayan çakmalardan, adını bilmediğim bir şarkıcıdan sonra bu kanaate kapıldım. bunların devamı gelecek belli ki sevgili sözlük. uyarmadı demeyin.
işte bu keltoşla dün yaşadığım imtahanı daha önce uzun uzun anlatmıştım.
dün akşam televizyonda kanallar arası dolaşırken, kral tv, ya da nr1'da rastladığım, sikko bir türkçe pop şarkısını içinde geçen sözümona aforizma.
şarkıyı bet sesli, keltoş bir herif söylüyor. kim olduğunu bilmiyorum. ilgilenmiyorum da. sadece bir anlık kulağıma takılan bu sözler üzerine nedense bir süre düşündüm. doğru mu söylüyordu bu keltoş? yoksa sadece kulağa hoş geldiği için, düşünmeden yazılmış sıradan bir şarkı sözü müydü? bir anlık duraksamanın ardından ilk örnek geldi aklıma. ulu önder mustafa kemal atatürk... fikriye hanım'a yaptıklarına aşk katli denmez de ne denir? sen bir kadını önce kendine bağla. en zor günlerinde o yanında olsun. bir dediğini iki etmesin. evlensek ya mealli laflar ettiğinde, "ben ulusumla evliyim" gibi gösterişli laflar et. kadın aşkından verem olsun. sonra onu yurtdışına tedavi ayağına yolla ve latife hanım'la evlen. oldu mu şimdi atam? hani ulusunla evliydin atam? fikriye hanım'ın aşk hikayesinin sonunu hatırlamayı yüreğim kaldırmadı. onu düşünmeyi oracıkta bırakıp heykel meselesine döndüm. atatürk örneğim ile, keltoş'un iddiasını çürütmüştüm bile. garip bir haz duydum. ama bununla yetinmedim.
keltoş "istisnalar kaideyi bozmaz" gibi klişe bir laf etmesin diye, ki çok meyilli duruyordu, ikinci bir örnek düşünmeye başladım. zihnimin derinliklerini biraz kurcalayınca karşıma john f. kennedy çıktı. amerika birleşik devletlerinin 35. başkanı... norma jean baker ya da bilinen adıyla marilyn monroe ile daha senatörken başlayan büyük ve yasak bir aşk yaşamıştı. marilyn evlenmek istemiş, ama başkanlığa adaylığını koymak üzere olan jfk, kamuoyunda oluşacak kötü imaj nedeniyle eşinden boşanmak istememiş ve yıllarca metres hayatı yaşatmıştır dünyaların aşık olduğu bu güzel, çekici ve zarif hanıma. başkan olduktan sonra da devam eden, çeşitli skandallara konu olan ama genelde üstü kapatılan bir aşktı bu. marilyn'in direk beyaz saray'dan miss green takma ismiyle kennedy'e telefonlar ettiği bile söylenir. sonunda ne mi olur? kennedy, çıkan dedikodular üzerine mariyln'le son bir gece geçirdikten sonra ayrılır. dikkat edelim, "son bir gece..." koskoca amerikan başkanına yakışmayan bir davranış, biliyorum ama son geceyi de ihmal etmez bay kennedy. zavallı marilyn bir süre "kardeş kennedy robert" ile falan takılır. ama saplandığı uyuşturucu batağının etkisiyle de bilindiği üzere intihar eder. al keltoş sana bir aşk katili daha... peki heykeli dikildi mi? keltoş durumun farkında olmayabilir ama adam 35. birleşik devletler başkanı. dikilmez mi sözlük. müzesi bile yapıldı.
hızımı alamadım ve keltoşa haddini iyice bildirip serseme çevirmeyi kafama koydum. zihnimin pek bir derininden bir ses duydum. tam emin olamamakla birlikte sanırım rahmetli eski başbakan adnan menderes'in sesine benziyordu. onun da böyle bir aşk hikayesi vardı sanki dedim ve hemen ufak bir google taraması sonucunda ayhan aydan ismine rastladım. yakın zamanda rahmetlik olmuş bu değerli opera sanatçımızla bir ilişkisi vardı menderes'in, evet. hatta kadıncağız yassıada'da bu aşk yüzünden yargılamış bile. ama menderes'in aşkı katletmeye fırsat bulamadan idam edilmesi nedeniyle aradığım ismin o olmadığını anladım. başka bir şey vardı diye düşünürken buldum ismi: "mukaddes vaner". sayın menderes, eşi berrin hanım'la evli iken tanıştığı bu hanımla büyük bir aşk yaşıyor. bir mektuplar, bir mektuplar... canımın içi falan demeler... işte konuyla ilgili link:
peki sonu? sayın menderes ayhan hanım'la tanışana kadar sürüyor bu aşk. sonrası başka bir hikayenin konusu yani. peki ya geride kalan? ilgili linkteki haberde mukaddes hanım'ın kızı aktarıyor:
"12 sene sonunda aralarına bir kopukluk girdi. annem kendi üzerine aydan aydan hanımefendiyle temas kurulmasına çok üzülmüştü. artık kopmuştu. ancak telefonla konuşuyorlardı. hep ağlıyordu. dişleri döküldü. onun için çok büyük bir darbe oldu. yıkıldı. yine de saygı ve hürmetle anardı adnan beyi. adnan bey de devamlı, nasılsın, ne istiyorsun diye sorardı. uçak kazasından sonra bilhassa geldi. adnan bey kapıcıya bile bey diye hitap ederdi. bu münasebet bitince adnan beyle irtibat da koptu. annem adnan beyin yeni arkadaşını da biliyordu. dönemin istanbul emniyet müdürünün hanımı suzan hanım vardı. onunla bir ilişkisi oldu."
haydi buyurun. yorum yapmak istemiyorum. sinirleniyorum zira... peki adnan menderes'in heykeli dikilmiş mi? ne heykeli? anıt mezarı var adamın. istanbul'da yaşıyorsan bilirsin keltoş. topkapı'da... bilmiyorsan da git bir gör.
neyse. üç tane kapı gibi örnekle keltoşu abandone ettiğimi düşünürken, birden bir şey farkettim ki verdiğim üç örneğin de öznesi erkekti. şimdi bu keltoş bana, "eyy jimmie, ben bu şarkıyı bir kadına yazdım zaten. sen kalkmış bana erkeklerden söz ediyorsun." falan diye başlayan, erkeklerin daha üstün olduğu kanısına vardırdığı beylik bir konuşma yapmaya kalkar, ben de dayanamayıp ağzını kırmak zorunda kalırım diye bir de kadınlardan örnek vereyim, hayata küssün, şarkıcılığı falan bırakıp köşesine çekilsin istedim. hafızamı biraz daha zorladım ama aklıma bir örnek gelmedi. düşündüm, düşündüm ama gelmedi. keltoş'ı sersemletmek isterken ben sersemledim. bir sikko şarkı sözü üzerine bu kadar mesai harcadığıma mı yansaydım, yoksa bet sesli, tipsiz bir şarkıcıya yenildiğime mi yansaydım bilemedim. evet sayın sözlük. rakibimi fazla küçümsediğim için ağır bir yenilgiyi tatmıştım. bet sesli keltoşu emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili haline getirmiştim. hak etmiyordu bunu. bozuntuya vermedim. "sen görürsün keltoş" dedim içimden, "sen görürsün." bu iş burada kalmaz. nasıl olsa alırım intikamımı senden dedim ve bir akrep burcu olarak pusuya yattım. soğuk da olsa, bir gün nasıl olsa yerdim o intikam yemeğini...
bir kadının güzelliğinin, şahsım adına en önemli ölçütlerinden biridir. her ne renkte, ırkta, boyda, ende, tatta olursa olsun, beyaz giydiğinde, bakana bir kere daha baktıran kadın, tartışmasız güzeldir, çekicidir. nereden gelir beyazın bu büyüsü bilmem ama, başka hiç bir renkte olmayan bir büyüdür sahip olduğu. saflığı, temizliği, masumiyeti temsil etmesi kolay cevap. bence masumiyetin ötesinde bir durum var ortada. bilinç altında gelinliği çağrıştırması olabilir mesela. emin değilim ama beyazın en beyaz olduğu yer, bir kadının üzeridir nazarımda.
"aklımı karaladın, beyazın yakıştığı kadın" demiştim bir zamanlar.
funeral ve neon bible'dan sonra, her iki albümüyle de indie camiasında yılın albümü konusunda görüş birliğine neden olmuş arcade fire grubunun, yılın albümü olmak için sadece yılın bitmesini bekleyen 3. stüdyo albümü. tüm güz boyunca dinlenesi, harkulade bir güz albümü. kışa da sarkar hatta.
bir türk dili ve edebiyatı hocasının fransızca için kullandığı tabir. fransızlar lastik yazıp, kauçuk okurlar demişti. duyduğum en şık benzetmelerden biridir. bordeaux, renault, françois, cannes... hak vermemek elde değil.