Yıllardır çözülemeyen verici kirliliği ve frekans sorunuyla ilgili Fatih Karaca: "Maalesef birtakım eller Türkiye'de bu ihaleleri yaptırmıyor. Kamuya ait kaynaklar bedelsiz kullanılıyor. Çok ciddi bir gelir kaybı söz konusu" diyor.
TBMM Başkanı Köksal Toptan'ın, Münevver Karabulut'un katil zanlısı olarak aranan ve Rusya'da olduğu iddia edilen Cem Garipoğlu'nun yakalanması için Rus yetkililerden yardım istemesi.
Merkez sağın kilit isimlerinden ismail Amasyalı'nın iddiası.
Demirel'in yakın çalışma arkadaşlarından eski DYP Kocaeli Milletvekili, ismail Hakkı Amasyalı, Süleyman Demirel'in, 2006 yılı Kadir gecesi arifesinde 28 Şubat darbesinin temsilcilerine bir otelin teras katında bir yemek verdiğini anlatttı.
Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde, Plaza Otel'de verilen yemekte Cumhurbaşlanlığı seçimi döneminde yapılan e muhtıranın kararlaştırıldığını ve e-muhtıra sonrasında gelecek dalgalara ilişkin değerlendirmelerin yapıldığını iddia etti.
Demirel'i havalimanından aldıktan sonra birlikte otele geçtiklerini anlatan Amasyalı, yemek hakkında şu bilgileri veriyor: "Yemeği Marmara Grubu Vakfı Başkanı Akkan Suver organize etti. Yemekte Eski 1.Ordu Komutanı Orgeneral Necdet Timur, 27 Mayıs ve 12 Eylül Sanayi Bakanı eski Mason Türkiye Meşrik-i Azami (Büyük Loca) Şahap Kocatopçu, Demirel'in doktoru, NTV Yönetim Kurulu Başkanı Erman Yerdelen ve şimdi ismini açıklamayacağım bir kaç kişi daha vardı.
Muhtıra konuşuldu. Ne zaman yapılacağı ve sonrasında neler yaşanacağı anlatıldı.
Demirel'e muhtıra sonrasında darbe olacağı ve görev tevdi edilebileceği aktarıldı.
Sofrada ben de vardım. Akkan Suver, Demirel'in doktorunu çağırdı. Odadan çıkarılmamı istedi. Demirel'e anlattı. "Şu andan itibaren ismail Amasyalı kalksın" dedi. Beni çıkarttılar ordan. Çıkarılmadan evvel darbenin nasıl yapılacağı neler olabileceği ve tarih üzerinde duruldu. Daha sonra hatta Demirel'e mektup yazdım. Siz beni masadan kaldırtıyorsunuz dedim. Orda konuşulanlar ülkeye zarar verir dedim.
Bu buluşmalar devam etti. istanbul'da Ortopedi Kongresi vardı. Demirel'de katılımcı idi. Akkan Suver Atatürk Havalimanı'nın, yasak olmasına rağmen, apronuna kadar girmişti. Bana: "bugün Demirel'e refakat etmeyin" dedi. Demirel'i kongre salonun yanındaki bir odada 28 Şubatçı'larla biraraya getirdi"
yarasaların, gündüzü sevmemeleriyle aynı paralellikteki nedenler sıralanabilir.
kimilerinin derdi, zaten Allah, Resulullah, Kuran ve islam ile olduğu için bu değerleri yaşayan, savunan ve öğreten birisini sevmeleri zaten beklenemez.
kimileri de çekememezliklerinden sevmiyor. hocaefendinin başardıklarını, birileri hayallerinde bile kurgulayamamaları, bir de işin içine benliklerinde ki "hamlık" ve "sığlık" girince, düşmanlıkları çok normal değil mi?
*1995'de "Nihal Atsız Türk Dünyası Hizmet Ödülü", teşvik ve telkinleriyle Türk Dünyası'nda pek çok okulun açılmasına vesile olduğundan dolayı Fethullah Gülen'e verildi.
Fethullah Gülen Cumhuriyet Gazetesinden Hikmet Çetinkaya'nın yazdığı yazılardan ötürü manevi tazminat kazandı. Aldığı elli milyon liralık bu tazminatı Mehmetçik Vakfına 30 Haziran 1995 günü bağışladı. ilgili haber 1 Temmuz 1995 günü Zaman Gazetesinde yayınlandı.
25.07.1995 Fethullah Gülen'e Türk Silahlı Kuvvetleri Mehmetçik Vakfı'ndan bir teşekkür beratı verildi.
Fethullah Gülen, Galatasaraylı Hakan Şükür'ün 15 Ağustos 1995 salı akşamı düzenlenen nikâh merasimine katıldı ve Hakan Şükür'ün nikah şahitliğini yaptı.
14.09.2005 Fethullah Gülen uzun süredir kendisini rahatsız eden kalp sıkıntılarının nedenini öğrenmek için Amerikan Hastanesi'nde anjiyo yaptırdı.
1996 Cumhuriyet Gazetesi ve Hikmet Çetinkaya'dan dava yoluyla almaya hak kazandığı 150 milyonluk tazminatı Türk Polis Teşkilatını Güçlendirme Vakfı'na bağışladı.
04.04.1996 Son yıllarda toplumsal hoşgörü temasının en fazla işleyen, Fethullah Gülen ve Fener Rum Patriği Bartholomeos, sıcak bir ortamda bir araya gelerek Türkiye'de Müslüman ve gayr-i müslim kesimler arasında diyalogu başlattılar.
18.04.1996 Türk Sanayisi ve işadamları Vakfı (TÜSiAV) tarafından ilk kez verilen 'Yılın Adamları' ödüllerini almaya hak kazanan kişi ve kuruluşlara ödülleri, Ankara Dedeman Oteli'nde yapılan bir törenle verildi.
1997 Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı (TÜRKSAV) tarafından Türk dünyasına katkıda bulunan kişi ve kuruluşlara verilen Türk Dünyasına Hizmet Ödülleri'nin sahipleri belirlendi. Fethullah Gülen, teşvikleriyle Orta Asya Türk cumhuriyetlerinde açılan okullar ve Türkiye'yi dünyaya açmak için gösterdiği gayretlerinden dolayı hizmet ödülüne layık görüldü.
04.03.1997 Fethullah Gülen, Amerikan Hastanesi'nde sağlık kontrolünden geçti. Hocaefendi'ye efortalyum testinin uygulandığı sağlık kontrolü 2 saat sürdü. Hocaefendi'nin sağlık kontrolüyle ilgilenen kardiyoloji uzmanı Dr. Füsun Değirmencioğlu, Hocaefendi'nin sağlık durumunun iyi olduğunu, ancak istirahat etmesi gerektiğini belirtti. Hocaefendi ise sağlık kontrolünden sonra kendisini iyi hissettiğini; ama son sözü doktorların söyleyeceğini ifade etti.
11.06.1997 Uzun zamandır kendisini rahatsız eden kalp sıkıştırması nedeniyle ABD'ye gitti. Ohio eyaletinde anjiyo yaptırdı.
Sağlık problemlerinden dolayı bir süredir ABD'de tedavi gören Fethullah Gülen Hocaefendi, başarılı bir kalp anjiyosu geçirdi. Ohio eyaletindeki Cleveland Clinic Foundation Hastanesi kardiyoloji mütehassıslarından Dr. Murat Tuzcu yönetimindeki bir ekibin geçtiğimiz Cuma günü, Hocaefendi'nin kalbine başarılı bir anjiyo müdahalesinde bulunduğu öğrenildi. Hocaefendi, uzun süredir kalp, şeker ve yüksek tansiyon rahatsızlıklarından mustaripti.
10.07.1997 Fethullah Gülen, 11 Haziran 1997'de ABD'ye gittiği sırada, önemli bir Musevi örgütü olan ADL (Anti Defamation League) Başkanı Abraham Foxman ile New Jersey'de kaldığı evde görüştü. Bu görüşmeden sonra ADL başkanı Foxman, Kardinal John O'Conner ile Fethullah Gülen Hocaefendi'yi görüştürmek için Kardinal O'Conner'dan randevu aldı. Bunun üzerine 19 Eylül 1997 Cuma günü Fethullah Gülen Hocaefendi kardinal John O'Conner ile görüştü.
19.09.1997 Fethullah Gülen,, New York'ta Katoliklerin önde gelen liderlerinden Kardinal John O'Connor'la görüştü. Papa 2. John Paul'un sağ kolu olarak bilinen ve gerek Amerikan yönetimi, gerekse Birleşmiş Milletler'de büyük nüfuza sahip olan Kardinal O'Connor ile Fethullah Gülen arasında gerçekleşen görüşme samimi bir sohbet havasında geçti.
30.09.1997 Bir süredir tedavi için Amerika Birleşik Devletleri'nde olan Fethullah Gülen 30 Eylül Salı günü saat 10.00'da Türkiye'ye geldi.
ABD'de Sağlık durumu ile ilgili olarak Haziran ayında Ohio Eyaleti'nde anjiyo yaptırdı. Amerika'da bulunduğu sırada Katolik dünyasının önde gelen isimlerinden Kardinal O'Connor'la olmak üzere bazı din adamları ile temaslarda bulundu.
21.11.1997 Türk Eğitim-Sen, Fethullah Gülen'e 24 Kasım Eğitim Özel Ödülü verdi.
Vatikan'ın istanbul temsilcisi monsenyör Georges Marovitch, Kadim Süryani Katolik Cemaati Metropoliti Yusuf Çetin, Süryani Katolik Patrik Vekili Yusuf Sağ ve Kadim Süryani Cemaati Piskoposu Samuel Akdemir, Fethullah Gülen'i ziyaret etti.
04.02.1998 Fethullah Gülen NTV'de Taha Akyol ve Cengiz Çandar'ın sorularını cevaplarken Vatikan'a gitmeden önce Başbakan'la görüştüğünü ve Papa görüşmesinden devletin üst düzey yetkililerinin haberi olduğunu söyledi. Gülen Taha Akyol'un sorusuna şöyle cevap verdi:
'Bir husus kaldı zannediyorum. Yaptığımız bu şeyden devletin haberi vardı. Amerika'da bulunduğumuz zaman sayın hariciye vekilimiz ismail Cem Bey'le arkadaşımız görüştü. Böyle bir sürecin başladığını söyledi. O da böyle bir şeyi istihsan etmişlerdi, güzel görmüşlerdi.Hatta kardinalle görüşme bu mesele için ilk adım olarak sayılıyordu. Vatikan tarafından davet edildikten sonra da gitmeden bir iki gün evvel Sayın Ecevit ile görüştük. istanbul'daki evine gitmiştik. Kendileri önümüzdeki günlerde Vatikan'a gideceksiniz dedi. Dinlerarası diyalog adına daha doğrusu değişik din müntesiplerinin diyalogu adına iyi bir şey olacağına inanıyorum dedim. O da çok isabetli olur dedi. Bu açıdan devletin üst kademesindeki yetkililer bu meseleyi biliyorlardı.'
09.02.1998 Vatikan'da dinlerarası diyalog adına Katolik dünyasının lideri Papa II. John Paul ile yaklaşık 30 dakika süren bir görüşme yaptı.
25.02.1998 Fethullah Gülen, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nda israil'in Sefarat Hahambaşı Eliyahu Bakhsi Doron ile görüştü.
19.03.1998 Türk 2000'ler Vakfı, Türk dünyasına katkıda bulunan 20 kişiye ödül verdi. Ödüllendirilenler arasında Fethullah Gülen de vardı.
18.04.1998 Türk Ocakları, Hamdullah Suphi Tanrıöver Türk Ocakları Kültür Armağanı'nı Fethullah Gülen'e verdi.
05.07.1998 ipekyolu Vakfı tarafından düzenlenen '1. Milletlerarası Türk istiklal Mücadelesi Sempozyumu' Antalya Turem Otel'de yapıldı. Ödül alanlar arasında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Mesut Yılmaz, Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit, KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Fethullah Gülen gibi ünlü isimler yer aldı.
21.03.1999 Fethullah Gülen 21 Mart Pazar günü daha önce hastane tarafından yapılan davete uyarak ABD'ye gitti.
1999-2000 Hocaefendi hakkında çıkan iftiralardan ötürü DGM'de yargılandı.
27.04.2001 TYB'nin bu yılki üstün hizmet ödülleri eğitim ve kültür hizmetleri sebebiyle Fethullah Gülen'e, halk kültürüne katkılarıyla Âşık Yaşar Reyhani'ye ve spor tarihi araştırmalarıyla Atıf Kahraman'a verildi. Yurtdışında tedavi gördüğü için ödül törenine katılamayan Fethullah Gülen'in ödülünü Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Harun Tokak aldı. Üstün hizmet ödülünü TYB Kurucu Başkanı Mehmet Doğan'ın elinden alan Tokak, Gülen'in Türk kültürüne hizmet etmiş insanlar arasında görülmüş olmaktan dolayı son derece mutlu olduğunu söyledi.
31.03.2002 3 yıldır kronik kalb ve şeker rahatsızlıkları sebebiyle ABD'de bulunan Fethullah Gülen, 31 Mart 2002 Pazar günü yerel saatle 7.30'da acil olarak hastaneye kaldırıldı.
02.04.2002 Kronik kalb ve şeker rahatsızlıkları sebebiyle ABD'de bulunan Fethullah Gülen, 31 Mart 2002 Pazar günü yerel saatle 7.30'da acil olarak hastaneye kaldırıldı. 2 Nisan 2002 Salı günü Doktoru Hüseyin Çopur tarafından bir basın açıklaması yapıldı ve yerel saatle 16:30 civarında hastaneden çıkarıldı.
10.03.2003 Fethullah Gülen'in, "anayasal sistemi değiştirerek yerine islamî esaslara dayalı devlet kurmak amacıyla yasadışı örgüt kurup, bu amaç doğrultusunda faaliyetlerde bulunduğu" iddiasıyla, 10 yıla kadar hapis istemiyle yargılandığı davanın kesin hükme bağlanması, "4616 sayılı şartla salıverilmeye, dava ve cezaların ertelenmesine dair kanun" uyarınca ertelendi.
21.01.2004 Sağlık problemleri sebebiyle bir süredir ABD'de bulunan Fethullah Gülen'in kalp damarına operasyon yapıldı.
01.11.2004 Kırgızistan Ruhaniyet Vakfı, eğitim alanındaki faaliyetleri ve düşünceleri ile uluslararası barışa katkı sağlayan Fethullah Gülen'e "Halklararası Uyum ve Barışa Katkı" ödülü verdi.
14.09.2006 Papa XVI. Benedikt'in islâm ve Müslümanlarla ilgili ifadeleri üzerine bir açıklama yaptı.
24.06.2008 Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'ndan (TMK) yargılanan Fethullah Gülen'e verilen beraat kararını onayan daire kararına yapılan itirazı reddetti.
17.07.2008 ABD yargısı, "olağanüstü yetenekli yabancı"lara tanınan vize statüsü talebini kanunsuzca reddettiği gerekçesiyle Göçmenlik Bürosu'nu (USCIS) ve idari Temyizler Dairesi'ni dava eden Fethullah Gülen'i haklı buldu.
12.11.2008 Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekilliği, Fethullah Gülen hakkında, "Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya değiştirmeye teşebbüs etme" suçu kapsamında yürütülen soruşturmada, "kovuşturmaya yer olmadığına" karar verdi.
çıkarlarından dolayı görüntüde islamı yaşayan ancak kalben iman etmeyen kişidir.
ve birilerinin iddia ettiği gibi M. Fethullah Gülen hocaefendi asla münafık değildir.
peygamberimiz münafıkların özelliklerini şöyle sayar: onlar, konuştuklarında yalan söylerler, verdikleri sözde durmazlar ve kendilerine emanet edilene ihanet ederler.
Sahabî sorar:
_ya resulallah, bu özelliklerden bir tanesi insanda varsa?
Allah resulü cevaplar:
_onda nifak alameti var demektir.
Bu iddia ve genelleme, birçok kişiye sorulduğunda tereddütsüz; evet diyecektir. Arapların Osmanlıya ihanet ettiğine dair söylem hemen bütün resmi kaynaklarda sözbirliği edilmişçesine tekrarlanır durur. "Türkün Türk'ten başka dostu yoktur şovenizmiyle başlayan söylemler; Ne Şamın şekeri ne Arab'ın yüzü vaveylası ile devam eder. Peki, bu hikâyenin ne kadarı doğru temellere dayanıyor?
Münferit çapta ihanetler olmuştur. Mesela, Mekke Şerifi Hüseyin'in ingilizlerle anlaşarak bazı bedevi kabileleri ayaklandırması gibi. Ancak Arapların bir bütün olarak ihanet ettikleri kesinlikle söylenemez. ihanet edenler, Arap nüfusu ile karşılaştırıldığında çok küçük yer tutarlar, Arap kabilelerin büyük çoğunluğunun Müslümanlık bağıyla son ana kadar Halifeye bağlılıklarını koruduklarını insaf sahibi tarihçiler söylemektedir. Araştırmacı-Yazar Mustafa Akyol'da bu konuda sitesinde bir yazı kaleme almıştı. Mutlaka okumanızı öneririm. O yazıda Mustafa Akyol şöyle diyor:
"Osmanlının çöküş döneminde Türk olmayan Müslüman unsurlar arasında gerçekten isyanlar baş göstermişse de, bu unsurların bir bütün olarak; ihanet ettikleri kesinlikle söylenemez. Hatta Araplar söz konusu olduğunda, Osmanlıya isyan edenlerin küçük bir azınlık olduğunu, buna karşılık Arap kabilelerinin çoğunun Osmanlılık ve Müslümanlık bağıyla istanbul'a sadakat gösterdiklerini söyleyebiliriz"
Mustafa Akyol, zikrettiğim yazısında Gazeteci ve Ortadoğu uzmanı Cengiz Çandar'dan bir alıntı yapıyor. Alıntı biraz kısa, ben Cengiz Çandar'ın söz konusu yazısından daha ayrıntılı bir alıntı yapmak istiyorum:
Önce, en yaygın olan birinci yalandan başlayalım. Bu o kadar uzun yıllar üzerinde hiç tartışılmadan söylenegelmiştir ki, adeta üzerinde tartışılması gereksiz bir dogma haline almıştır: Araplar, Birinci Dünya Savaşında bizi arkadan vurdu.
Mekke Emiri Şerif Hüseyin'in Hicazda bazı Arap bedevi kabilelerini ayaklandırarak 1916'da ingilizlerle işbirliği yaptığı doğrudur. Ancak, Birinci Dünya Savaşı konusunda genel bir bilgisi ve fikri olan herkes, bunun askeri açıdan tayin edici bir değer taşımadığını bilir. ingilizlerin daha sonra yerine getirmediği bağımsızlık vaadi ile işbirliğine çektikleri Şerif Hüseyin'in ve oğullarının komuta ettiği bedevi kabileleri, Mekke-Maan hattında, yani asıl cephenin gerisinde ingiliz kuvvetlerine yardımcı olmuştur.
Asıl cephe, önce Süveyş Kanalı ve Kanal Harbinde Türk-Osmanlı kuvvetlerinin geri çekilmesinden sonra Filistin de kurulmuştur. Filistin de tek bir Arap ayaklanmamıştır. Suriye de, Irakta, Lübnan da Türk kuvvetlerini arkadan vuran herhangi bir olay olmamıştır. Arapların ezici çoğunluğu, istanbul'a yani Türkiye'ye sadık kalmıştır. Cephedeki komutan, Şam Valisi Cemal Paşa, çok sayıda Arap milliyetçisini idam ettirmiştir. Cemal Paşanın ve ittihatçıların, kaba baskı politikalarının Araplarda büyük tepki yaratmasına karşılık, Arabistan Yarımadasının Hicaz bölümünden Akabeye kadar olan cephe gerisi dışında, Arapların Türkleri arkadan vurduğuna dair tarihte herhangi bir kayıt yoktur.
Peki, daha sonra israil'in kurucu kadroları olacak unsurların, Filistin de ingiliz ordularının içinde Türklere karşı savaştığını biliyor musunuz?
Bir başka ilginç tarihi bilgi, israil'in kurucusu David Ben Gurionun anılarında mevcut. Ben Gurion, Birinci Dünya Savaşı patladığı sırada, istanbul Hukuk Fakültesinde. Amacını şöyle anlatıyor:
iktidar merkezine bu kadar yakın olarak, Filistin'deki Yahudilerin durumunu geliştirebilmeyi düşünüyordum. Çeşitli yollarla Yahudi özgürlük hareketini ilerletebilirdim; önce özerklik, nihai olarak tam bağımsızlık elde ederek. Akıl yürütmem böyleydi. istanbul'da rastladığım Arap öğrencilerle bu konuda düşüncelerimin çok farklı olduğunu görmekten şaşırdım Bu genç entelektüel Araplar, mücadelelerinin geleceğini Türk idaresinden bağımsızlık olarak görmüyorlardı. Hiçbiri Arap topraklarının bağımsızlığından söz etmedikleri gibi böyle bir amaç için çalışmıyorlardı. Tam tersine, birçoğu, daha geniş ve daha büyük bir Türk imparatorluğu görmek istiyorlardı(Ben Gurion Looks Back-Talks with Moshe Pearlman, s.46)
Peki, 1922 sonlarında Türk Milli Mücadelesi zafere doğru yürürken, bazı Filistinli Arap liderlerin Kemalistlere başvurarak, kendi kaderlerini tayin hakkı elde edebilecekleri Türk mandası istediklerini biliyor muydunuz? Filistin, ingiliz mandası altına konulmuşken, Filistinli Araplar, Türk mandası istiyorlar. Kaynak, yine bir Yahudi-israilli tarihçi; Y.Porathın The Emergence of Palestinian-Arab National Movement 1918-1929 (Filistin Arap Ulusal Hareketinin Doğuşu 1918-1929) adlı kitabının 160-165. sayfaları;
Birçok akl-ı selim tarihçi aynı şeyleri söylüyor. Topyekun bir ihanetten yada Filistinlilerin lokal bir ihanetinden bile söz edemiyoruz ki Filistinlilerin çektiği zulmün, bu ihanetin bedeli olduğunu iddia edebilelim. Böyle bir iddia tutarsızdır ve herhangi bir temele dayanmamaktadır.
Bu meselenin tabii bir de başka yönü var. O da Arapların bize olan bakışı. Ulus devletlerimizi kurma sürecinde Araplar bizi; Sömürgeci ve talancı biz de onları; işbirlikçi, hain olarak tanıdık. Bu konu da maalesef iç açıcı değildi. Değildi diyorum çünkü artık bu ezberin son yirmi yılda yavaş yavaş bozulduğu da ortada. Zaten gerçekte de ne Osmanlı; sömürgeci ve talancıydı, ne de Araplar topyekûn haindi.
Araplar ve Osmanlı arasındaki o dönemdeki karşılıklı bakışı iyi anlamak gerek. Bu konuda Klasik yayınlarından yayınlanan; Arap gözü ile Osmanlı adlı 4 kitaptan oluşan seri iyi bir kaynak olabilir. ilki; Beyrut Şehreminin Anıları (1908-1918) ikinci kitap; ittihatçı bir Arap Aydınının Anıları Üçüncüsü; Bir Osmanlı-Arap Gazetecinin Anıları Dördüncü ve son kitapta; Biz Osmanlıya Neden isyan Ettik/Arap Gözü ile Osmanlı
Hatıratlar bir devri anlamada fevkalade öneme sahiptir. Resmi tarihin gözlerden kaçırdığı hususlar, hatıratların ayrıntılarında belirginleşir. Ve bir itiraf; ben bu kitapları aldım ama hala okumadım fakat en kısa zamanda okuyacağım. Mutlaka yararlanacağıma da inanıyorum. Bu seriden de Ülkü Özel Akagündüz'ün Aksiyon dergisindeki yazısından haberdar olmuştum. Akagündüz'ün kitaplar hakkındaki yorumlarını da mutlaka okumalısınız.
Uzun lafın kısası artık şu dilimize pelesenk olmuş; ;Araplar Osmanlıya ihanet etti söylemini bir kenara bırakmalıyız.*
"eceli gelen it cami duvarına işer" özdeyişiyle özetlenebilecek olay.
Kuran'a saldırılar, bazen açıktan yapılırken bazen de münafıkça yapılmaktadır. Bu konuda kullanılan en sinsi yöntem kuran'ı çevirme işleminde yapılan kasıtlı hatalardır. Öyle ki, bazen "türkçe kuran çevirilerindeki hatalar" ismi altında kitaplar yayınlanıp, deformasyona devam edilmektedir.
Kur'an-ı Kerim çevirilerinde, gerek mütercim için, gerekse okuyucu için çok önemli olan bir husus vardır.
Çeviri yapılırken ya da okunurken, "kelime kökünün anlamına göre çeviri" ya da "kelimenin güncel anlamına göre çeviri" tercihlerinden herhangi birini seçilmesi (-ki bu kısım mütercimi ilgilendirir) ya da seçilmiş olması (-ki bu kısım da okuyucuyu ilgilendirir) konusunda şu husuları göz önünde bulundurmalıyız:
Dil, yaşayan ve bazen körelen ve bazen de gelişen bir yapı gösterir. Bu yönüyle örneğin: "kâfir" kelimesi "kök anlam" olarak "çiftçi" anlamındayken, hiçbir Mekkeli "niye senin Kur'an'ın bize çiftçi diyor" eleştirisinde bulunmamıştır. Yani vahiyde, yaşayan dil ve işaret edilen anlam, kök anlamlılığa tercih edilmiştir.
Benzer bir durumu "millet" ve "takıyye" gibi kavramlarda da görüyoruz. Bunlarda ise Kur'an'da olumlu anlamda kullanım varken, günümüzde olumsuz yönde bir anlam kayması var. Günümüzde, "Millet" kavramını kullananlar, kök anlamıyla kullanmadıkları için, biz de onların kastının Kur'an'da geçen anlamıyla millet olmadığını biliyoruz.
Bu durum bizlere, yapılmış olan tercümeleri okurken sözcük bazında hataların olabileceğini bu durumda "ayetlerin, sözcüklerden; surelerin, ayetlerden oluştuğunun" farkında olarak ve her bir ayetin, kendinden önceki ve sonraki ayetle bağıntılı ya da bağlantılı olabileceğini akıldan çıkarmayarak; ayrıca altı bin küsür ayetin içinde, aynı konunun farklı yönlerini ele alan, benzer konulu ayetlerin var olduğunu ve bu ayetlerin bir araya getirilerek ancak hüküm çıkarılabileceğini unutmayarak tercümeler okunmalıdır.
Farklı mütercimlerin onlarca tercümesi okunabileceği gibi, işinin ehli mütercimlerden bir ikisi de tercih edilebilir. Hata yapılabilme riski noktasında, meal ve tefsirler hemen hemen aynı konumdadırlar. Ancak tefsirlerin, meallere göre daha açıklayıcı oldukları; özellikle gerekçeli meal-tefsirlerin* tercih edilmesinin, okuyucuya daha sağlıklı bilgiye yaklaştıracağını bilmeliyiz.