Her şeyden önce pratik ve hızlı bir alışveriş yöntem aracı paykasa.
Bu sanal kartın tek sıkıntısı adına açılmış olan bir çok sitenin dolandırıcı olması.
Elbette bu tecrübeye paranızı kaptırdığınız da erişmiş oluyorsunuz iş işten geçmiş oluyor. Diğer sitelere göre fiyatlarının yüksek olmasının sebebi ; Hizmette güveni ve 7/24 canlı desteği ile oluşan sorunlara itina ile bir çözüm bulma durumu diyebiliriz.
ince hesap yapıp komisyonun ve fiyatın yüksek olması sizlere uymayabilir ama en azından rahat bir şekilde paramı yatırıp %100 garanti kodumu iletmeleri ve hızlı hizmet vermeleri yeterli benim açımdan.
tam 4 yıl oldu kaybedeli o güzel insanı, anmadığım tek bir gün bile yok 10 yaşıma kadar babam bildiğim insanı. eskinin eğitimli insanı ayrı bir kalitedeydi. kendisi odtü matematiğin ilk mezunlarından, iki dil bilen tam bir beyefendiydi.
anneannemin açtığı bir konudan öğrenmiştim; gaziantep'te söylemez pasajı vardır bilen bilir. o arazinin eski sahibi dedemin lisedeki matematik öğretmeniymiş. bu adamın hiç çocuğu olmamış, dedemi oğlu gibi görürmüş. üniversiteye gitmesine de büyük katkılarda bulunmuş. üniversite ikinci sınıftayken gaziantep sulh hukuk mahkemesinden davet kağıdı kağıdı gelir. dedemin öğretmeni ölmüştür. vasiyetinde tüm mal varlığını dedeme bıraktığı yazmaktadır. dedem mirası kabul eder. o sıra ankara'da okumak için aynı zamanda bir fırında lahmacun yapan adam tüm mirası yardım derneklerine bağışlar.
dede demiştim neden? çok zengin olabilirdik. (mevzubahis arazi antep'in tam ortasında değeri milyonlarla ölçülebilecek bir yerde) neden zenginliği tercih etmedin?
hayatımın sonuna kadar unutamayacağım birkaç laf söyledi; "evladım ben zaten zenginim. düşün ki şehirdeki tüm evler benim; ben zaten bir evde kalacağım, bir evim var. düşün ki dünyanın tüm yatakları, tüm koltukları benim. benim oturacağım bu koltuk yatağım odamdaki yatağımdır, onlara da sahibim. düşün tüm yemekler benim, benim o akşam yiyeceğim iki lahmacundur, sen geldin üç yedim. gücüm de yetti. e ben zaten zenginim ne gerek var fazlasına?"
insanımızın en büyük sorunu doyumsuzluk bilhassa açgözlülük. oysa ne de basit kendine yeteni idrak edebilmek. fazlasına ihtiyaç duymamak.
çükünü değdirdiği her zatı türkiye'nin en çok konuşulan ismi yapan, züğürt çeneleri yoran, halkın nelerden hoşlandığını, nasıl hayatları merak ettiğini yaşayıp adeta ayna gibi yansıtan, canlı ve 1.80 boylarında bir banknot.
tek istediğim yaşamak. hayallerimi gerçekleştirebileceğim bir gelecek inşa etmek. neden bu kadar zor?
bana ne siyasetten? bana ne insanların dini görüşlerinden? bana ne onların cinsel seçimlerinden? zaten hürriyetin kapsamı başkasının sınırlarına girene kadar değil midir? neden herkes kendi hayatını istediği gibi yaşayamıyor bu ülkede? neden herkes birbirine kendi etik çerçevelerini dayatıyor?
bir yer isterim; farklı ırklar, dinler yahut kültürler varsın yine olsun. lâkin tek önemli olan insanlık olsun. herkes önce erdemlerini ön planda tutsun, inançlarını yahut antropolojik kimliklerini değil.
bir yer isterim; gündemi savaş, siyaset, kavga, ölüm olmayan. insanların müzik konuştuğu felsefe ya da edebiyat tartıştığı; gündemi sadece oluşan kazalar olan bir yer.
madem birbirimize bu kadar benziyoruz bilhassa madem temel ihtiyaçlarımız aynı. neden bu kadar uzak görünüyor; sevmek, gülmek bu kadar güzelken neden tercihlerimiz ağlamaktan, savasmaktan geçiyor?
bakın şimdiye ya da sürekli tekerrür eden tarihe? sizce hangi saik yukarıda bahsettiklerimden önemli olabilir? hepimiz huzur istesek ya, sadece huzur. bu kadar ütopik olmamalı istediğim hayat, bu kadar insan isterken.
ne oldu bize?
ne zaman bunları yalvaracak kadar acizlestik?
neden hep bir sebep arar ve ona kin kusar olduk?
varsın nefret yine olsun, yine insanlar birbirini kırsın ama kendi dertlerimiz olsun. ülkemizin haline üzülmekten, kollarımız bağlı oturmaktan kendi sorunlarımızı bile yaşayamaz olduk. başkalarının yaşamlarına müdahale etmekten kendimizi unuttuk. kaybolduk
pek bir arada kalmış nesildik aslında, bu bağlamda şanssızızdır biraz da.
bizim yarımız öss yarımız ygs/lys'ye girmiştir. sistem değişikliklerini hep ilk tattık.
ne internetin tadına vardık ne de sokağın, her şeyi yetiştireyim derken çabuk büyüdük. anlamadık.
bizi en şanssız yapan da gençlik dönemimizdeki ülke siyasetiydi herhalde, sizin gibi güzel gençliğimiz olmadı.
biz genelde en güzel çağımızda öldük. ya zorunlu görevden ya da öylesine yolda yürürken, belki de üniversite kampüsünde belki de ekmek almaya giderken. biz sevmeyi, dünyayı yeni öğrenip gelecek hayalleri içerisindeyken öldük; sevdiğimiz takımın maçından dönerken, sevgilimizle sokakta gezerken. biz masumken, korkarken ya da direnirken öldük; bazen vatan sağoldu bazen vatanımızın kolluğu öldürdü bizi.
sözlük yazarlığı üslubundan oldukça bihaber, yazar yolunda ilerleyen fakat yönü şaşırmış genç beyefendi. bilmukabil minik bi paşa.
muhtemelen dysania sendromundan muzdarip, kadın takliti yapmayı ve seksist tepkiler toplamayı kendisine şiar edinmiş zat.
babası yaşındaki, yıllardır sözlük yazarı olan keza yaşadığı yıl sayısı kadar eğitim görmüş şahısları deyim yerindeyse keklediğini zanneden iptidai kişi.
çalışsan geçecek gibi olan ama asla geçmeyen sokuk his. derslere gitmenenin verdiği vicdan azabı, yalnızlığın artan dozajı yahut uykusuz geçen geceler bu hissi körükleyen etmenlerdendir.
bilimsel makalelerce, alanında uzmanlaşmış kişilerce derhal açıklanması gereken bilhassa yediden yetmişe, dişisindenswh erkeğine herkesin muzdarip olduğu durum.
şunu oturup düşündüğümde gece gece jelibon yemenin ve satın almanın dünyanın en anlamsız hareketi olduğu kanısına vardım.
sözlük sözlerime kulak verin, birisi sığır jelatininden üretilirken diğeri yoğunlaşmış glikoz şurubundan üretiliyor. fikrimce lokum çok daha sağlıklı. fiyat kütle indeksini baz aldığınızda da yine lokum çok daha ekonomik. ayrıca ihracat gelirleri oldukça verimli hatta sadece yurtdışına yollamak için bile sürekli tedavülü sağlanıyor. (bkz: turkish delight) tat olarak derseniz; bilmiyorum aynı bok bence. lokum kocaman derseniz kuş lokumu var abi. dolar yükseliyor diye ağlayacağımıza, çorbada tuzum olsun deyip, yerli üretime lokuma dönsek ufakta olsa bi adım olur hem. neden hala jelibon yiyoruz?
2012 yılında gruba dahil olmuş postmodern jukebox'un güçlü sesli kadın solistlerinden birisi. iki yıl önceki beyonce - drunk in love cover ile ben dahil birçok insanı sesine hayran bırakmıştır.
( ilgili link; https://www.youtube.com/watch?v=NtyoC7KuBDY )
1998 doğumlu geleceğin (bkz: russell westbrook) 'u olarak nitelendirilen atletik pg oyuncusu. zannımca nba 2017 draftlarına katılacaktır. 1.93 boyunda 88 kilogramdır. eğitimine ve kariyerine washington'da devam etmektedir.
(bkz: ileride buralar değerlenir)
bu aslında sadece bu üniversite için geçerli değil ama söylemek istedim. hukuk 4. sınıfa geçtim, yaklaşık 3 senedir yeni gelenlere yardımcı olmaya çalışırım, ilk seneler gayet iyiydi ama şimdi yeni gelen neslin gittikçe doyumsuz ve ikili ilişkilerde saygısız olduğunu görüyorum. herhangi bi para filan almayıp şahsi sosyal medya hesaplarımdan günlük 20-30 insanın sorularını tüm kibarlığımla cevaplasam da azarlar gibi yanıtlar alıyorum. yok sanki ben zorla getiriyorum, kendi kazanmamış gibi.. çok ilginçsiniz. doğumu 2000'e yaklaştıkça insanlar daha da garipleşiyor onu fark ettim. ben ve benim gibi yardımcı olmaya çalışan arkadaşlarım için genel bilgileri buradan vereyim spesifik bi sorunuz olursa yine yukardaki adreslere ulaşırsınız.
üniversite genel anlamda pek kalifiyeli sayılmaz ama tıp, diş, veterinerlik ve hukuk fakülteleri ortalamanın üstünde eğitim ve akademisyen kalitesi bakımından. evet şehir küçük ve sıkıcı ama üniversitenin bulunduğu yerleşkede sadece öğrencilerin yaşadığını söyleyebilirim, yani gece çıkıp istediğin saatte gez herhangi bir tehlikesi yok. öyle pek siyasi olay olmayan bir üniversite, hatta olay genel anlamda hiç olmuyor çevre gayet sakin. iyi bir arkadaş ortamı yapıldığı taktirde gayet eğlenceli bir yer haline de gelebilir. evet tabi ki odtü boğaziçi filan değil allah aşkına siz kazandınız geldiniz sonuçta yere yere daha ne kadar batıracaksınız. madem daha iyi bir okulda okumak istiyorsunuz üniversitenize biraz da kendiniz katkı yapmalısınız, sosyal olun, gruplar kurun, değişik aktivitelere katılın her türlü imkan var sonuçta hangi yılda yaşıyoruz.. ünv çevresinde alkollü mekan yok, merkezde var ama buralarda istemediğiniz kadar kafe ve restorant mevcut. yurt apart zaten ganiyle var istemediğiniz kadar. kırıkkale türkiye'nin ortasında gibi bir şey yani gezmeyi seven birisi için her yere rahat ulaşım imkanı olabilir. şahsen devam zorunluluğu olmamasını bu şekilde kullandım. yani bulunduğunuz yere kitlenip okulum sıkıcı demekle olmuyor bu daha çok sizinle alakalı.
her neyse kazananlara eğitim öğretim hayatında başarılar dilerim!
şu sıralar win oranımın daha yüksek olmasına rağmen kazandığım maçlarda 15-16 lp gelirken kaybettiğim maçlarda 21-22 lp gitmektedir. acaba oyuna bir süre girmesem bu durum düzelir mi diye bir sualim vardır. bazı yerlerde böyle okudum.
lol e yaklaşık 2 ay önce başladım ve 30 olduktan sonra direk dereceli maçları atınca beni direk bronza attı. sonradan öğrendim ki bronz cehennemi denen bir olay varmış ve harbiden çıkılmayacak gibi. bronzu geçtim oyunlarda sürekli bir küfür, troll ya da afk kalanlar sıklıkta. bunun için west'e geçiş yapmayı düşünüyorum genel olarak yorumlar iyi gibiydi. tr'den başka bir hesapla devam edicem. ama kafama takılan bir kaç soru var. her hesaplar arası geçiş yaptığımda ağır bir patch mi yüklemem gerekecek (1-2 gb gibi) ? west'te de çok troll ya da afk var mı? oyun kalitesi farkı nedir?
(bkz: kafamda deli sorular)
zor olandır, üniversiteden memleketine gelip sevdiğin kızla doya doya 2 ay geçirdikten sonra gerçekten zor olan ayrılıktır. hani başlarda diyorsun; "her gün mesajlaşırız, ararız birbirimizi konuşuruz" ama o kadar zor geliyor ki. dokunamamak, görememek belli bir süreden sonra hissedememeye dönüşüyor. mesafe gerçekten sabır gerektiriyor, özlüyorsun çok özlüyorsun belli bir süre sonra zevkle dinlediğin şarkılar canını yakmaya başlıyor. ayrılamayacak kadar bağlanmışken en kötü olan kilometreler giriyor araya hiçbir sorun yokken, beraber dünyanın en mutlu çifti iken öyle olunca durumlar değişiyor ve siz buna göz göre göre şahit oluyorsunuz. bir anda bildiğiniz doğruları yadsıyacak hale geliyorsunuz. hayatınıza bambaşka insanlar giriyor, tavsiye veren oluyor hatta onun yerini doldurmaya çalışan. mutlu olmuyor değilsiniz lakin her ilişki bittiğinde akla yine aynı kişi geliyor. aslında aşk sizde bir hastalık durumu yaratıyor ve diğer kişiler ağrı kesici oluyor. hiçbirisi sevdiğiniz kadın/erkek kadar kesin çözüm olmuyor, olamıyor. bir süreliğine alzheimer oluyorsunuz sadece. keşke yanımda götüreceğim tüm eşyaları bıraksam da onu götürsem diyorsunuz ama birçok duvar çıkıyor karşınıza, ne kötü ki şu hayatta sadece en çok istediğin şeyler olmuyor ya da biz doğuştan ütopik hayallere sahip canlılarız. her neyse sahte mutluluklarla eğlenmeye ve gülmeye devam edelim değişmeyen dünyanın şerefine!