vahşi köpekleri savunup, koruyan, sokakta besleyen, masum insanların ölümüne neden olan ve insana zerre saygısı olmayan, insan düşmanı vahşi köpek sevicileri mağaralarına gidip vahşi köpekleriyle yaşayabilirler. saygı duymadığı insanların ve toplumun ürettiği hiçbir değeri/faydayı kullanmayı hak etmiyorlar. ülkemizin güzel mağaraları var, örneğin zindan mağarasına gidebilirler.
twitterda şurada burada bazı beyinsizler kadın haklarıyla köpek haklarını bir tutup aynı kategoriye dahil ediyor. hangi kadın, sizi kuduz bir köpek gibi ısırdı da aynı kategoriye dahil ettiniz. kuduz köpekler tarafından ısırılıp, kudurarak ölmeniz dileğiyle...
Ülkemizin acı gerçeği maalesef. Roman, hikaye okumak gerçek anlamda okumak değildir. Okumak, bilimsel delillerle yazılmış, bir hakikati ortaya koyan, açıklayan ve her ne işle uğraşılıyorsa o işle ilgili ufku açan okuma yapmak demektir. Gerçek okuma yapmak, zihni rahatlatmaz, zihni yorar ve zor iştir. Emek ister, çaba ister, istikrar ister.
bana bir mail yollamış kadir has üniversitesi rektörü. oğlunuz üniversite sınavında başarılı olmuş, biz ona talibiz...minvalinde bir mail. geç kalmışsınız sayın rektör... iş işten geçti, tercihler yapıldı, oğlan üni.ye yerleşti, herşey bitti... şimdi mi aklına geldi mail yollamak ahahaha... işini ciddiyetle yapmayan rektör.
burç videosu dinliyorum. koç aslan yay burçlarını kötüleyip duruyor. bunlarla sevgili olursanız, evlenirseniz... her zaman eksik kalacaksınız, onunla tamamlanamazsınız, bir yanınız hep eksik kalacak.. diyor. koç aslan yay'la evlen 'vallahi de billahi de her zaman eksiksin, her zaman....göreceksin. zaten tamamlanmak istemiyorlar ki, yapılarında yok..." diyerek beni kahkahalara boğdu. bir koç kadını olarak hiçbir şeycikleri üzerime alınmadım tabii....ahahaha
vehbi koç'Tur. hayatını araştırınca hayran kaldım bu adama. her darbe döneminde, ülke her karıştığında bunun yanına yanaşmış casuslar. ülkeyi terk et, malı mülkü sat yurt dışına kaç diye. vehbi koç dinlememiş, direnmiş. o dönemde casusların sözünü dinleyen zenginlerin yurt dışında perişan olduklarını ve iflas ettiğini söylüyor vehbi koç. bakış açısını takdir ettim doğrusu. bu adamın hayatı okullarda ders olarak okutulmalı.
bir geziye giderken içimden "ya zaten çok kısa sürecek, zevkli zamanlar çabuk geçer" gibi şeyler diyorum, bunu ortaokuldan beri yapıyorum ve bu can sıkıcı iç ses yüzünden gezdiğim hiçbir yerden zevk alamıyorum.
iyi günde, kötü günde, hastalıkta, sağlıkta, ölüm bizi ayırana kadar uludağ sözlükte yazacağım. aahhaha gerçi bir ara boşamaya çalıştım, 3 bin küsür entrimi binlere düşürdüm. ama bir türlü kopamadım. sevgiyle, umutla sözlükte yazmaya devam.
türbelere giden danışanlarına, psişik sağaltıma yardımcı oluyor diye, izin veren odtü psikoloji hocasıdır. bununla ilgili bir makale yayınlamış. kendisine, yanlış inançlara ve tutumlara -sırf faydalı oluyor diye- izin vermesinin yanlış olduğuna dair bir mail yazdım. ama bana dönüş yapmadı. sizce doğru mu yaptığı?
ebu bekir zekeriyya razi ile ilgili senaryo yazarken konu birden doğa yasalarından astrolojiye geldi. zekeriya razi'nin konuyu nasıl buraya taşıdığını bir türlü anlayamadım. ilham işte ahahah, neyse efenim, işte zekeriya diyor ki mevsimler, su, hava, ateş, toprak... hayatın temel unsurları ve birbirlerinden etkileniyor. ay çekimi med cezir'e neden oluyor. tıpkı bunun gibi, insan tabiatının da mevsimlere, aylara, iklime, ayın döngüsüne göre değişmesi mümkündür. aslında astroloji, insanın ruhani değişimlerinin kökenlerini tabiatta 'bilimsel bir yolla açıklama' ihtiyacından doğmuş. her ne kadar sonradan tamamen hurafe olarak kabul edilse bile. aslında astrolojinin amacı, insanda olan değişiklerin 'maddi' nedenlerine ulaşma ihtiyacı. ilginç bir tespit şaşırdım doğrusu.
dünya renkleri zihnimizi çok yoruyor. o nedenle bazen gece karanlığında, derin bir siyahın içinde boğularak aslında gerçekte olduğumuz rengi, yani renksizliği ruhumuzda hissederek kendimizi ferahlatmalıyız.
ev dekorasyon videoları izliyorum. batılı üst düzey zenginlerin evlerinde hala türk kültürü hakim. ilginç biçimde, besmele yazılı tablolar, türk motifi fayanslar, dekor eşyaları, türk halıları, türk sehpaları. ingiltere ve fransa evlerinde, abd'de çok üst düzey zenginlerin evinde türk tarzı eşyalar üst düzey zevki gösteriyor. osmanlı'nın etkisi hala devam ediyor.
besmele ve bazı ayetlerin asılı olduğu bir ev var mesela:
internetten çeşitli antika eşyaları almaya başladım ama eve döşeyince her şey eski gibi görünmeye başladı. galiba antika eşya döşemek için lüks bir eve sahip olmak lazım. iki zıt kutbun birleşmesi üst bir zevki ortaya koyuyor. ev zaten çok yeni değilse, antika eşyalarla daha da eski ve zevksiz bir eve dönüşüyor. artık hayaller başka bir zamana kaldı. ahahah
muhteşem ikili oldular. zaten alerjik nezleydim, o yetmiyormuş gibi bir de soğuk algınlığı. hapşırma, göz yaşı, burun akıntısı, boğaz ağrısı... normalin on katı hissettiriyor. mağara adamı gibi karanlıkta yaşıyorum, alerji iki katına çıktığı için. ilaçlar fayda vermiyor. üç kere peş peşe hapşırdım. mahvoldum be sözlük.
hiç mi bir tane parçalanmamış, anne baba boşanmamış, babanın evi terk etmediği, annenin başka adamla evlenip çocukların sefil bir şekil büyütmediği biri olmaz yahu. hangi film yıldızını araştırsam, geçmişine baksam hep acı hep hüzün.
julia roberts
mickey rourke
johnny deep
al pacino...vs. hepsi böyle.
polis hanım, sen de polis olarak kendini savunamayacaksan, biz kadınlar hangi polise güveneceğiz? o adi kocanın ayağına iki el ateş etmek aklına gelmedi mi yahu, nasıl bir eğitim veriyorlar size? (Allah rahmet eylesin, mekanın cennet olsun, çok üzüldüm yahu)
geçenlerde bir mesaj aldım. bir kız öğrencim, üniversitede hoca olmuş, bana teşekkür etmek için aramış. çok mutlu oldum be sözlük, mesajı sizinle paylaşmak istiyorum:
"Hocam merhaba, size öğretim görevlisi olduğunu söylemek istedim. size teşekkür etmek istiyorum. benim ilköğretmenim beni çalıştıran, çocuğunuzun yanına beni çalıştırmak için geç giden emek veren size çok teşekkür etmek istedim. (kalp emojisi) hocam iyki sizinle karşılaştık. bana verdiğiniz değeri hiçbir zaman unutmadım çocuklarınız için de en güzelleri olsun" (dua sembolü) (sulanmış göz emojisi ve iki kalp)"
bu kız okulun tembeller sınıfındaydı. branşım değildi ama bana matematik derslerini verdiler. "hocam zaten tembeller, ne anlatsan olur" dediler. bunlara matematik dersi verdim bir yıl. bu kız matematikten 65-70 gibi bir puan aldığı halde 100 verdim, özgüveni yerine gelsin diye. gitmiş ilkokul öğretmenine söylemiş. bu gerizekalı öğretmeni "tamam yüz almış olabilirsin ama belli bir seviyeyi geçemezsin" demiş. vermek istediğim özgüveni bir lafıyla silip süpürmüş beyinsiz. Neyse efendim, ben bu ve bunun gibi birkaç öğrenciyle özel ilgilendim, ders çalıştırdım... aslına bakarsanız onları sadece çok sevdim... sevgiden anlar çocuklar bak emin olun anlıyorlar yaşları kaç olursa olsun. bunlar tembel diye ilginmemezlik yapmadım, odtü teknoloji müzesine, feza gürsey bilim merkezine götürdüm. bayramda şeker cikolata aldım. ellerine toz bezi verip sınıfı temizlettim. senenin başında en pis ve bakımsız sınıf bizim sınıftı. senenin ortasında yani bir kaç ay sonra en bakımlı sınıf bizim sınıf olmuştu, her yer parıl parıl parlıyordu. fakir öğrencilere cebimden mont aldım ama okul almış gibi gösterdim, kendilerini benim yanımda ezik hissetmesinler diye... işte bu kız da o öğrencilerimden biriydi. anadolu lisesini kazandı, hacettepe istatistik bitirdi, yan dal olarak endüstri mühendisliği okuldu. yüksek lisans yaptı, şimdi doktora yapıyor... insan oğlu garip bir varlık... onların aklına değil kalbine seslenmen gerekiyor...
sembolik dil, sanatın ve dinin dilidir. çok zeki olmayan basit ve sıradan insanlara mesajı 'hızlı' 'akılda kalan' 'kestirme' yollarla anlatmaktır. zeka seviyesi düşük büyük halk kitlesi saatlerce konuşma, felsefi söylem, vaaz vs. katlanamaz, dinleme kapasitesi sınırlıdır. o nedenle onlara mesaj 'görsel' ve çarpıcı bir şekilde verilmelidir. Batı da rönesansın 'görsel sanatlarla' ve özellikle resim sanatıyla başlaması boşuna değildir. tek bir karede binlerce kelime ile ifade edilemeyen şey anlatılır. rönesans dönemi resimlerine dikkat ederseniz dini konulardadır ve genellikle din eleştirisi yaparlar. müzik de aynı işlevi görür, zaten bunlar iç içedir. müzik, resim, şiir, edebiyat ve dahi felsefe ve din...yani sağ beyin lobunun faaliyetleri...
tiyatro ile acemice ve uzaktan ilgileniyorum. fakat güzel sanatlara hep ilgim oldu, yarım kalan bir tiyatro oyunu yazdım (bir gün bitireceğim umarım * ) kısa film senaryosu filan yazıyorum, birkaç ödül aldım ve bir senaryom filme çekildi ve resim konusunda oldukça yetenekliyimdir, karakalem vs. o nedenle az çok izlediğim tiyatro oyunlarını eleştirmeye hakkım olduğunu düşünüyorum.
yavv arkadaş tiyatro demek 'görsel' sanat demek. yani kulağa değil göze hitap etmeniz gerekiyor. kulağa hitap edilseydi zaten radyo programı filan olurdu. en son gittiğim oyunda saatlerce diyalog diyalog diyalog... oyun yok hareket yok, müzik yok, mesajı simgelere dönüştürme yok... diyalog, tiyatro oyunu yazmak değildir... onun ötesinde bir şeydir... yani bence... öyle olmalı.
seçim vaatlerinde sokak hayvanlarını ve özellikle köpek sorununu kesinlikle çözeceğiz artık sokaklarda korkmadan yürüyüş yapabileceksiniz... diyen bir parti olursa sağ sol, dinli dinsiz, kominist, sosyalist... demeden o partinin belediye başkanına oy vereceğim. yeminlen vereceğim.
sokak köpekleri yüzünden, eşimin kolu kırıldı ve çıktı, oğlum yaralandı, kızım yüz üstü düştü telefonu parçalandı, beni defalarca sokak köpekleri kovaladı...
ben belediye başkanı adayı olsam ilk sıraya bu vaadi koyarım. çünkü bir ankete göre sokak hayvanlarının büyük sorun olduğunu söyleyen kitle % 95.
maalesef her şehirde karşılaştığım şey. belediyeler artık şehrin en işlek caddelerine boylu boyunca park-bahçe , yürüyüş yolları, spor aletleri ve oyun parkları yapıyor. çok yanlış hem de çok. insanlar spor yapıyor ve arabaların egzozlarını ciğerlerine güçlü bir şekilde çekiyor. park ve yürüyüş yolları ana yollardan uzak olmalı.
üniversitede bir hocamız vardı. fakülteye spor olsun diye her gün yürüyerek geliyordu. akciğer hastalığından öldü. doktor buna 'günde kaç paket sigara içiyorsun, ciğerlerin mahvolmuş' demiş. oysa hocamız hayatında bir paket bile sigara içmemişti, sağlığına çok dikkat eden biriydi. yoğun trafik olan yolun kenarından yürüdüğü için araba egzozu hocamızın ciğerlerini mahvetmiş.
geçenlerde üniversitede sosyal hizmet bölümünde doçent bir kadın arkadaşım, "yaa j.piaget, aslında orada dövün ifadesi öyle değilmiş biliyor musun, o başka anlama geliyormuş" vs vs. diyerek saçmaladı. elbette dövün diyor, peki niye diyor. Çünkü kadınları dövmek isteyen ve reformist peygamberin her dediğine ve yaptığına karşı çıkan (neredeyse onu bir lokmada yiyecek) cahil erkek grubu var. nisa (kadın) suresi, kadın haklarından bahsediyor, kadın-erkek eşitliğinden, kadın şahitliğinden, kadınlara miras verilmesinden ...vs. zaten peygamber, kadınlara miras verilsin deyince kıyameti koparmış erkekler, peygamberin evini basmışlar, itiraz etmişler. sonra kadınlarla erkekler eşit demiş yine peygamber. eee bu ne demek şimdi... yine kıyamet kopmuş anlayacağınız. artık peygamberi ne kadar bunaltıp üzdülerse "tamam tamam siz üstünsünüz, kadınlar sizi üzerse başka hal çareleri arayın bulamazsanız dövün ne yapayım yaa" tarzı bir ayettir aslında bu ayet. ayetler peygamberin yaşadığı psikolojik durumla yakından alakalı. mesela peygamberi taciz ediyorlar, kapısını taşlıyorlar bazı bedevi görgüsüz erkek grubu. yine bununla ilgili bir ayet var. peygamberin yaşadıkları ile ayetler doğrudan bağlantılı, bunu böyle anlamazsak kur'an'ı da peygamberin yapmaya çalıştığı toplumsal reformu da anlayamayız.
mafya mafya mafya.. sürekli mafya filmi. zaten bir italyan kurum, robert de niro'ya ve al paçino'ya ceza vermiş veya onun gibi birşey.. italyanları hep mafya gibi gösterip kötü reklamını yapıyorlar diye. hakikatten bu ikisinin filminin peşpeşe izleyince mafya temasının ne kadar çok olduğunu fark ediyor insan.
şimdilerde seri halinde robert de niro'nun filmlerini izliyorum. hep mafya, ölüm ve küfür yahu. haa bir de her filmde mutlaka bir yahudi oluyor veya adı geçiyor. yahudiler italyan filmlerine hakimler galiba.