jcortazar
0 (düz adam)
sekizinci nesil yazar 67 takipçi 565.78 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    senin için

    49.
  1. dipten ve derindenin en derin parçasıdır ki, en dipte nefessiz bırakır.
    0 ...
  2. yaşam

    173.
  3. hiçbir yere varmıyor bu.

    uyuyorum, uyanıyorum, kahve içiyorum, insanlarla görüşüyorum, susuyorum, kapanıyorum, yola çıkıyorum, kitap okuyorum, birilerini özlüyorum... yetmeyen bir şeyler var, hani aldığın nefesin ağızda acı bir tat bırakması gibi. halbuki su içsek geçecek ama birinin buna ikna etmesini beklemek gibi.

    yaşamak, tuhaf bir bekleme hali.

    son zamanlardaki en büyük değişikliğim; uyuduğum, uyandığım, yemek yediğim, film izlediğim koltuğumdan kalkıp masada oturmaya başlamak. kahveyi ve alkolü azalttım. uyumak için halen bir şeylere ihtiyaç duyuyor olsam da yorgun debelenişlerin ardından kavuşuyorum karanlığa. aydınlık bir tünelden geçip bir karanlık bir yola girmek gibi bu. bazen irkiliyorum mesela kabuslardan. onlar da karanlığın ortasında tatlı tatlı giderken uzunlarını yakıp üstümüze üstümüze gelen arabalar. sonrası yine karanlık. bazen güzel rüyalar da oluyor. dün mesela, annemi gördüm. balkondayız, karşılıklı ama konuşmuyoruz. sanki konuşsak birimizin canı yanacakmış gibi bir an. kimse üzülmesin diyoruz, susuyoruz. sonrası, yine aydınlık bir tünel.

    yaşamak, pencerenin dışındaki o güzel ağaç.

    sabahları uyanıyorum, işlerimi hallediyorum. hiçbir işim yoksa önce biraz müzik dinliyorum, kahve içiyorum, zamanı öldürüyorum. evden çıkmayacak olsam da üstümü değiştiriyorum. çünkü meşguliyetlerimi ciddiye almam gerektiğini düşünüyorum. gerçi elle tutulacak şeyler değil ama terketmesinler istiyorum, zira tutunuyorum. bir insan ne kadar uzak olursa, o kadar uzağım bir şeylere. giyiyorum pantolonumu, oturuyorum masama mesaisindeki memur gibi. kimsenin bilmeyeceği çeviriler yapıyorum. insanları tanıyorum, şairleri düşünüyorum. bir şairin yüzünü düşünmenin gereksizliğini düşünüyorum. önce biraz bakıyorum, kimse çevirmemiş. güzel diyorum, benden başkası bilmeyecekmiş gibi. küçük küçük notlar alıyorum. bazen kelimeler, bazen uzunca cümleler. ömrümde ilk kez tükenmez bir kalem tükeniyor elimde. kendimce kelime mizahı yapıyorum, sırıtıyorum ince ince. sonra biri çıkıyor karşıma; anası babası ırgat, kendi çirkin, ucube. öfkeli bir yalnız. şöyle bir cümle çıkıyor ortaya;

    iştahım azalıyor,
    yüzünü güçlükle tanıyorum.

    aynaya bakmak geliyor içimden. kafamı kaldırıyorum, önümde hiçbir yere bakmayan pencerem, akşam olmuş. perdesizliğinden utanıyor mu diyorum, kendimle göz göze geliyorum. yorulmuşum, gözlerim küçülmüş. biraz şarabım olsa güzel olurdu diyorum, en güzelinden, leyla. ama gerek yok. annem kızıyor çok içince. çok içtiğim zamanlarda rüyama bile gelmiyor.

    gündüz, uzaklarda bir yerlerde bir ağaç vardı sanki. ince bir esinti olup, yapraklarını okşamak istediğim. şimdi yok. anca çok uzakta, belli belirsiz birkaç ışık.

    yaşamak, hep uzaktaki o ışık.

    varmaya niyetlenip kendimi yola vuracak gibi olsam da dur diyorum, dur. sen varsan da o ışık başkasının. işte, yine parlıyor. sabah yakın, ışık uzak.

    iştahım azalıyor,
    gittiğim yerleri bulamıyorum.
    0 ...
  4. izin vermedi yalnızlık

    10.
  5. umudunu ölüm döşeğine yatırmışların kulaklarına fısıldanan son cümleler gibi bir albüm.

    hatırnazdır, hal hatır sorar incitmeden önce. ince bir nakış gibi işler kederi bünyeye, anlamazsın. deniz gibi, deniz dibindeki kayalıklar gibi. bizi acıtan ama suyu acıtmayan bir keskinlik gibi.
    0 ...
  6. yaşam

    169.
  7. gerisini getirmek zor. yalnız bir rahimden yanlış sözlerle dolu bir dünyaya, üstelik sözün hiçbir karşılığı olmadığını bilerek gelmek. sözleri öğrenmek, hayatın sözlüleri.

    yine de yalnız olmak sözsüz olmaktan iyiydi bazen. sessiz geçen bir günün ardından bir köpeğin havlamasından irkilen ben, bir kediyle bir köpeğin dost olabileceğini düşünmezdim. yalnızlığın sınırlarında bir dil bileyiş! oysa her şey burada. babamla yürüdüğüm yol, onunla konuştuğum telefon, annemin ördüğü battaniye, hayalini kurduğumuz yollar...

    yine de gecenin sakinliği belli taaruzları barındırır içinde. bir kitap açık, bir radyo kapalı, bir gece lambası içinde sinek; var mıyım diye sormayan rüya, yok muyum diye sormayan ben. okuduğum kitaplar rüzgarlar estirirdi içimde. eskiden... dinlediğim şarkılar daha yüksek seste. şimdi bir şeylerin gürültüsü bastırıyor sanki. duyuyorum yine eski bir alışkanlıkla. okuyorum daha sakin limanlarda. daha mı çok anlıyorum? anlamak?

    sokak. yıllar geçse de aynı. en azından kişisel tarihimin kaydı böyle düşmüş. ben aynıyım. değiştim sandım, aynıyım. aynada bile aynıyım. bunu bilen tek insanım. bütün yeryüzündeki tek insan. bütün tekler gibi. seni aramam bundandır. aramak? o da aynı.

    sonra kelimeler ağırlaştı kafamda. bazılarını bıraktım, onlar da gidip kalp kırmış. kızamadım çünkü onlar benim havadar çocuklarım. kelimeler benim kalp kırıklıklarım. onları, ölmeye yakın bir insan gibi sevdim.

    seni aramam bundandır.
    yaşamam bundandır.
    yaşamak? o da aynı.
    0 ...
  8. yaşam

    164.
  9. işte, mühimmat dolu depolar. hep yapmak istediğine birkaç adım uzaksın. yanlış! bunu birinin yapmasını istiyorsun. hep bunu istedin. çünkü yapmak istediklerini hep başkaları yaptı. doğrul! bu bir yaşam, sakin ol, geçer gider. dünya tuhaf. onlarca saçmalığın bir araya gelmesi büyük bir mucize. dünya tuhaf bir mucize. saçma olduğunu unutma. cümleler de saçma. baksana yazdıklarına. her şey çok saçma. ama tüm gün gördüğün çocuk cesetleri gerçek. üst üste yığılmış tuğlaların arasından, saçlarında sokak oyunlarından kalma tozların yerine oluk oluk akan bombardıman kanları var. acı olduğu için gerçekten kaçıyorsun. öylesine kaçıyorsun ki her şeyden, hayal bile kuramıyorsun. onca acı varken neyi düşler ki insan? sakin! ‘acının boyutu yok’ dedi. halbuki ben çektiğim acılardan bile utandım. bu da gerçek.

    çok düşündün. ya da düşündüğünü sandın. önce kelimeler ağırlaştı. sonra bedenin, zihnin, kalbin... yapma! derin uykuların sonu yok. belki terli kabuslar, karanlık tünelin ucunda…
    yazdıklarının saçmalığı üzerine, belki de buraya bir cash şarkısı yakışırdı. keder içinde rock’n roll!

    televizyonlar da tuhaf değil mi? eskiden kutuydu, şimdi incecik, levha gibi. şaşırıyor insan. haberlere nasıl dayanıyor? önce yalanı, sonra gerçeği vererek mi kandırıyor bizi? bir televizyon olsaydım, kesinlikle kederimden patlardım. açıldığı andan itibaren kabloların içinden kan akıyor belki, kim bilir? sen bilmezsin. sen hiçbir şey bilmezsin.

    belki birgün eziyet ettiğimiz tüm eşyalar intikam alacak bizden. bir koltuk üzerimize oturacak mesela. bir çatal iştahla kalbimize saplanacak, bir bıçak çılgın gidiş gelişlerle bileğimizi kesecek. ruhlar! renklerin sesi gibi, eşyanın ruhu. sesi olan her şeyin ruhu var. gıcırtıya kulak ver. sağol!

    şimdi belki buraya da güzel bir hooper resmi yakışabilirdi. ya da afili başka bir cümle. ama olmaz. saçmalığa aykırı. gerek yok.

    sakin ol. sakin ol. sakin ol.

    sakinsin. durgun akan bir nehir gibi. belki de akmayan, kurumaya yüz tutmuş bir gölet. zamanın içinde cebellenişin sadece seni ilgilendirir. senin dışında kimse bunu umursamaz. belki tanrı.
    tanrı olduğunu düşündün mü hiç? farkında olmadan öylesin belki. kim bilir? sen bilmediğine göre kimse bilemez. peki öyle olsa? kendini koca dünyada istediğin yere koyabilecek kudretin olsaydı nereye koyardın? olduğun kişiden ötesini hayal edemiyorsun değil mi? yetinmek ruhuna işlemiş. tam bir orta sınıf alışkanlığı. sadece bunun için bile nefret edebilirsin kendinden. ama etme. şu koca dünyada nefret edilecek onca şey varken kendinden mi nefret edeceksin? yapma! adaletten nefret et mesela, zenginlikten, ya da nefretin kendisinden. ama kusamadığın nefretin zihninde kansere dönüşür, bunu unutma. kusabileceğin nefretlerin olsun. bu da olayı çok basite indirgiyor değil mi? off! ne tuhaf bir adamsın.

    öylesine bir gölgelikte oturup biranı yudumladığın yere bak. etrafında ağaçlar, güzel kamelyalar, neşeli aileler ve umutlu çocuklar. aralarından en çok dikkatini çeken şey ne? gözleri şaşı, çıplak ayaklarıyla korkusuzca çimlerde ve toprak zeminde gezinen, her anının heyecanını iliklerine kadar yaşayan ve yaşatan, esmer tenli, tatlı kız. önce pembe renkli döner kaydırağa çıktı, kayması gereken yerden aşağı atladı. sonra tırmanması gereken merdivenden değil, korkuluklardan sarka sarka taşıdı kendisini yukarıya. ne tuhaf. sen ne düşünüyorsun? hiç mi? belki uzaktakileri… peki kimin aklındasın? zihninde onlarca tilki. ancak sen tilki bile değilsin…

    kendini bir yere veya bir insana ait hissediyor musun? hayır. bunu tahmin etmeliydim. bunu da tahmin etmeliydim. yaşamına dair her şeyi tahmin edebiliyor olmak canımı sıkıyor. ancak çıldıroba diye bir yeri ben bile tahmin edemezdim. orası… sonrası… çok acı…

    sonu bilinen bir hikaye yazmak ne kadar gereksiz ve klişe. tanrım!

    yaşam değil mi bu? giriş; doğum, gelişme; yaşam, sonuç; ölüm. sonucu bu olan hiçbir hikaye para etmiyor. halbuki senin gelişmen de olabildiğine tırt. ben olsam küserdim, tanrıya. gerçi senin küsüşlerin de beş para etmiyor. küstün mü kaçıyorsun şehirden. aynı kinlerin gibi. kinin de yok gerçi. belki zamanla özleme dönüşen öfkeler. bak mesela, yaşayan milyarlarca insanın hiç birinin öfkesi özleme dönüşmez. ama ben sen değilim, sen ben değilsin. biz seninle ancak aynada karşılaşırız. bana da öfke duyuyorsun değil mi? ama gittim mi özleyeceksin, bu da gerçek. geceleri sadece sesimi duyuyorsun şimdilik, hepsi bu.

    şimdi, son anına dön. seni ancak sızdığın o koltuk kabul eder. sığın koynuna, gömül karanlığa…

    sırf başlayıp bitirebildiğin bir hikayen olsun diye… bıktın ardında yarım kalmış hikayeler taşımaktan. çünkü bizzat sen, yarım kalmış bir niyetisin.

    hayat, sahip olduklarımızın dışında kalanlarmış meğer… yersen...

    korkulardan arın da gel
    bu bir yaşam…
    sakin ol,
    geçer gider…
    0 ...
  10. intihar etmek

    1359.
  11. ölüm meselesinin gerçekliğinin farkına varınca karar verme eşiği biraz daha çabuk geçiliyor sanırım. aslında ölüm dediğimiz mesele yaşam denen meseleden çok daha büyük bir gerçek. sadece kabullenme konusunda sıkıntılarımız var. ben olmasam, biz olmasak, çevremizdeki birkaç kişiden başka kim üzülür ki? hiçbir üzüntü de sonsuz olmadığına ve insanlar mevcut yaşamlarına devam etmek zorunda olduklarına göre intihar meselesi sadece kişinin piyasadan bir diğer kişi ölene kadar yok olması meselesi. hiç kaybolmadınız mı? hiç nereye gittiğinizi kimseye söylemeden ya da nereye gittiğinizi bilmeden çıkmadınız mı yollara? ben çıktım. uzun süre kayboldum. döndüğümde sadece bir kaç kişi -ne zamandır nerdesin ya?- dedi. ben de -evden çıkmıyorum abi- dedim. o ara ne yaptım? bilmiyorum. oldu yaşamım boyunca böyle kayboluşlarım. sanırım yine gitsem, pek kimsenin umrunda olmam. ama burda mesele ben değilim. olmayacağım.

    intihar bir çeşit tamamlanma içgüdüsü. aslında sürekli insanın aklında. her seferinde biraz daha yaklaşılıyor, en sonunda level tamamlanıyor, son hazırlanıyor. tanrının insana verdiği bir hak belki de. kim bilir?

    bundan bir kaç ay önce reşat abi intihar etti mesela. herif yıllarını dünyanın dört bir yanına ahşap evler yaparak geçirmiş bir mimar. astı kendini. hatta babam indirdi cansız bedenini ipten. neden olduğunu kimse bilemedi. ortada hiçbir şey yok. tertemiz giyinmiş, traş olmuş bir adam, asmış kendini sabaha karşı bir ipin ucuna, sallanmış derin boşlukta. madem ki her şeyi göze aldın, böyle mi olmalıydı sonun abi? keşke bana söyleseydin. daha güzel bir son yazardık sana. vizyonsuzca oldu bu, kusura bakma. cehennemde de karşılaşsak, yüzüne söyleyeceğim bunu. sana yakışan bir son değil bu.

    ben de çok düşündüm. kafamda her seferinde ayrı bir senaryo kurdum. öncesini, sonrasını güzelce kafamda hikayeleştirdim. düşündüm ama sadece. ölüm, yaşam meselesinden daha çekici geldi hep. ama şimdi değil. şimdi değil.

    her neyse, bu işi kafasına koymuş insan zaten tutup buraya elbet bir gün yapacağım diye bıdı bıdı yazmaz sanırım. ya da yazmıştır belki, bilemem. ama ölümü bile göze alabilecek kadar incinmiş bir insanı hiçbir şey yıldıramaz sanırım. üzerine git, yaşa, yaşamak güzel gibi beylik lafları etmenin de manası yok. kişiyi, karşısına aldığı gerçeklikten uzaklaştırmak ihanet olur belki de. kim bilir? bunu da bilemem mesela. bi halt bilemem ben. sik gibi adamım zaten. tuvalette ağlamışlığım var üzerimde asker üniformasıyla ve yaşım 28 iken. hıçkırıklarım duyulmasın diye üst üste sifon çekmişliğim var. yan kabinde işeyen adamın -ulan yandaki de ne sıçmış be! kaç defa sifon çekti götveren- diye düşüneceğini düşünecek kadar sikko bir adamım. evet, umut sarıkaya'nın meşhur yarrak gibi adam'ı benim.

    pffff ne kadar uzattım. halbuki yazmak istediğim birkaç satırdı, tuvaletteki anılarımdan bahsetmiş bulundum.

    demem o ki, insan dediğimiz eşref-i mahlukat eğer ki ölmeyi isteyecek kadar cesursa, her şeyi yapabilecek kadar cesurdur. tüm korkularını yenmiştir. onun için bence kendini asmak, bileklerini kesmek, bir avuç hap içmek ya da kendin yüksek bir yerden atmaktan öteye geçmeli ölüm planı. kaçmalı mesela. çıkıp cepteki tüm parayla gidilebilecek en uzak yere gitmeli. madem ki kendini asacaksın ve geri kalan hiçbir şeyi siklemiyorsun, amazon ormanlarında adını bilmediğin bir ağacın o güzel dalına as. madem ki kendini yüksek bir yerden atacaksın, yine adını bile bilmediğin bir denizin kıyısındaki en yüksek yere çık, ordan at. kendini olduğun yerde öldürüp de birilerinin cansız bedenine dokunmasını bekleme. bırak, kayboldu desinler senin için.
    aslında ölmek bahane biliyor musun.
    yola çık.
    belki tutunacak bir hikaye bulursun.
    0 ...
  12. © 2025 uludağ sözlük