merve büyüksaraç, ankara da doğmuş. ted kollejinden mezun olduktan sonra endüstriyel ve moda dizayn bölümlerini okuyarak eğitimine devam etmiştir. resim ve takı yapmayı çok sever. sporla da yakından ilgilenir,
basketbol ve voleybol oynamaktadır. dansa karşı da özel ilgisi olan merve özellikle cha cha, rumba ve oryantal danslara karşı meraklı. araba kullanmayı da çok seviyor. favori mutfakları ise türk ve çin'dir.
2006 yılında türkiye güzeli olup türkiyeyi dünya güzellik yarışmasında temsil etmiştir.merve büyüksaraç ankara doğumlu ankaralı güzellerimizdendir,2006 yılında miss turkey kraliçesi olmasıyla beraber yıldızı parlamış türkiye güzelidir.
merve büyüksaraçın herkes tarafından merak edilen boyu 1.78 cmdir.
hollanda ya ait bir belediye olan baarle-nassau, belçikaya ait başka bir belediye olan baarle-hertog ile sınır komşusudur. baarle-hertogun 26 ayrı bölgesi baarle-nassau tarafından çevrelendi. bun bölgelerde evler, kafeler ve sokaklar bulunuyor. iki belediyeye ait sınırlar iki belediyenin en ufak santimetre kareye kadar birbirinden ayrılmasını sağlayacak şekilde çizildi.
bizim çocukluğumuzda annelerimiz çalışmazdı.
okuldan eve geldiğimde boynumdaki anahtarla
kapıyı hiç açmadım.
hatta babamın bile anahtarı yoktu.
annem evimizin bir parçası gibiydi, hep evdeydi.
her yere birlikte giderdik, zaten öyle çok da
gidilecek bir yer yoktu ki.....
en büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı.
sokakta oynamak diye bir kavram vardı yani.
cafelerde, alışveriş merkezlerinde buluşmazdık.
okula arkadaşlarımızla gider, birlikte çıkar,
oynaya,zıplaya yürüyerek gelirdik.
servis falan yoktu. ayakkabılarımız eskirdi.
hatta öyle olurdu ki; çantalarımızı kaldırımlara
koyar oyuna bile dalardık.
annelerimiz bu durumu bildiklerinden kardeşlerimizle
bizlere ekmek arası bir şeyler hazırlar gönderirdi.
mahallemizdeki teyzeler annemiz gibiydi.
susayınca girer evlerine su içerdik.
ya da pencereden bize bir sürahi bir bardak
uzatırlar,hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik.
kısacacı evine gidip gelen (ki sadece çişi
gelen giderdi evine)elinde mutlaka yiyecekle dönerdi.
anneleri o arada çocuğuna verdiği şeyden bizlere de
gönderirdi. bu bazen bir kurabiye, bazen bir meyve
olurdu.
cebimizde harçlığımız olduğunda düşmesin diye
çıkarır çantamızın üstüne koyar oyun bitince geri
alırdık.
çok garip ama kimse almazdı. sokaklarımız evimiz
kadar güvenli idi.
düşünce kaldırırlar, kavga! edince barıştırırlardı bizi...
polisler gelmezdi kavgalarımıza, zabıtlar tutulmazdı.
sonra kavgalarımız da öyle ustura, falçata ile
olmaz, onlar nedir bilmezdik bile, asla kanla falan da
bitmezdi, en fazla saçlarımızdan çeker, hayvan adları
sayar, tekme atar, yine oyuna dalardık.
birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık.
misket oynamaktan parmaklarımız kanar yine de mikrop
kapmazdık. azar işitip, acillere taşınmazdık.
düşerdik ekmek çiğner basarlardı alnımıza, oyuna
devam ederdik. röntgenlere, ultrasonlara girmezdik.
ben bizim çocukluğumuzu çok özledim.
sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki. komşumu tanımıyorum
ama evinin camında, temizliğe gelen kadını haftada
bir görür kolay gelsin der konuşurum.
onun dışında orada kim oturur hiç bilmem.
evimizi kendimiz temizlerdik, kapı silmece; bilmem
kaç kuruş hepimi! zin elinde bezler güle oynaya
bitirirdik işleri.
evlerimiz var, içinde yaşayan yok. parklarımız var,
içinde oynayan çocuk yok.
ama her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar, lüks binalar,
ışıl ışıl vitrinler, girip çıkan yapay insanlar...
ruh yok, buz gibi buz, bu biz değiliz..
tahta iskemlelerimizde oturan yaşlılarımız, onlara
dede, nene diye hatırını soran çocuklarımız yok oldu.
ben kapılarında 'vale'lerin, 'bady'lerin beklediği
yerlerden hep korkmuş çekinmişimdir.
kapısını çarparak örtüyor diye çocuğuna kızıp,
taksidini bitiremediği arabanın anahtarını, hiç
tanımadığı birine vermek ters gelir bana.
benim değildir bu kültür.
ne ruhuma, ne kültürüme ne de cüzdanıma hitap eder.
nedir bunlar?
reklamlarla desteklenen beyni, ruhu ele geçirilmiş
insanlar olduk.
birbirimize yabancı, yalnızlıklarımızla yaşar olduk.
iyi de neden böyle olduk ?
biz mi istemiştik?
yoksa birileri mi böyle istedi?.
'her toplum hakettiği gibi yönetilir'derler ya,
hakettiği gibi de yaşar diyelim mi. http://www.hocam.com
altı üstü derse gireceksin, her gün gördüğün insanları göreceksin, kafede-kantinde oturup evine döneceksin, bu yani. bakımlı ve şık olmak güzel şey tabi, her kadın giyimine kuşamına dikkat etmeli ama düğüne gider gibi giyinip, süslenip, kokona misali şıkır şıkır okula gitmenin mantığı ne ki? cidden merak ediyorum bunu. hani her ortamın kendine göre bir ağırlığı, rahatlığı veya adabı vardır sonuçta. üstelik ne güzel şeysin sen, hep yaşın 19 yani daha.
hoca tahtaya kaldırsa çiftetelli oynayacak, ders sonunda da halay başı olup sınıftan halay çekerek çıkacak gibi geliyo bir de bunlar bana. çok enteresan.
hoşlanma belirtisi olarak söylenen öbektir. birde bununla ilgili yazı var;
hiç sevişmeden sarılıp oturmak istiyorum. el ele tutuşarak, sırtımı yaslayıp göğsüne, kafamı omzunla başın arasına dayayarak, duvara dikip gözlerimi hiç konuşmadan saatlerce durmak istiyorum.
sana bakınca içimde farklı bir huzur oluşuyor. bir dosta güvenmek gibi, yatağa uzanıp bütün vücudunu uykuya teslim etmek gibi, sana bırakmak istiyor ruhum kendini.
çıkıp şimdi eve gelsek; ben üstüme her yanı delinmiş ama içinde çok rahat ettiğim o ev elbisesini giysem, televizyonu açıp bir filmin yarısında uyuyakalsam; sen sanki yılardır benimleymişsin gibi kalkıp çayını koyar, yastıkta yamulmuş boynumu beni uyandırmadan düzeltir, yaz sıcağına rağmen üstüme ince de olsa bir şey örter ve uykun geldiğinde beni zorla yatağa götürür ve hiç yabancılık çekmeden uyurmuşsun gibi geliyor!
öyle aşinayım ki sana! öyle tanıdık ki her şey! sanki daha önce yaşanmış, denenmiş, sevilmiş bir hikayenin tekrarı gibi; bir filmi yıllar sonra yeniden izlemek, bir kitabı tekrar okumak gibi..
bu kadar tanıdık gelmesinden de kuşkulanmıyor değilim. bana çaktırmasa da bilinçaltım, bir yerlerde aynılıklar yakalaşmıştır geçmiş acıların sahipleriyle; şimdi beni gizli gizli uyarıyordur bu tanıdıklık hissiyle
yine de adını koyamadığım bir sıcaklık yükseliyor içimden, elimi uzatıp tutmak istiyorum elini. sonra aklım dur diyor, vazgeçiyorum. sonra boş ver diyorum, bak hayat dediğin bir an; yaşa içinden geldiğince ama söylendiği kadar kolay değil içinden geldiğince yaşamak çünkü için de biraz adap, erkan, yol, yordam bilmeli!
biraz daha baksam gözlerine, biliyorum akacak yüreğimden bir şeyler, sana doğru kayacak. zaten dünden teşneyim aşka, uçup gönlüm sana konacak. bir bıraksam kalbimi, biliyorum sana koşacak ama ya bir daha düşersem acının o dipsiz kuyusuna? ya bir daha vurursa karanlığın mermileri bir daha? kalkar mıyım tekrar ayağa?
kalkarım tabii! kaç kez düştüm de, öldüm mü? yine kalkarım, bir daha düşerim aşka, bir daha kalkarım. acı biber sevenler gibi; bol bol dökerim sevdanın üstüne, hem yerim, hem ağlarım.
uganda ülkesinin devlet yapılanmasına karşı çıkan gerilla grubunun vahşi lideri. dünyanın en cani insanı olarak nitelendirilmekte.
--spoiler--
bu kişi, 2 milyon çocuğu ailelerinden ve yaşamlarından (ailelerini katlederek) koparan ve en kötüsü ise erkek çocukları birer vahşi gerilla olarak yetiştiren, kız çocuklarını ise sadece seks kölesi olarak kullanan kişidir. şu zamana kadar 33 insanlık suçundan aranmaktadır.
--spoiler--
annemin gece uyumak bilmiyorsun sabah kalkmak bilmiyorsun sözleriyle başlayan, okula geç kalmak üzere olduğum günlerden bir gündü. 45 dakika içerisinde hazırlanıp kampüs otobüsüne yetişmek için ışık hızı ile hazırlanıyordum yine. üzerini değiş, saçını başını düzelt, bir parça ballı ekmek ve dışarıdayım şimdi. otobüsün geldiğini gördüğümde kaybolmuş bozukluğunu bulan çocuklar gibi sevindim yine.
vaktin azizliğine uğradığım bu anda otobüs yine tıklım tıklımdı. yine ayaktayım can sağlığı artık. ileriki duraklardan birinde daha da sıkıştık. şoförün arkaya doğru ilerleyelim sözleriyle yanlışlıkla ayağına bastığım kişiden yüzüne bakamadan özür dilemek zorunda kaldım. derken yanımdaki lüzumsuzun nahoş bir şekilde dibimde durması beni ve etrafımdaki birkaç insanı da rahatsız etmişti. farkına varmışlardı ki yanımdaki beni diğer tarafına geçirip korkuluk olmuştu sanki. teşekkür edememiştim, sebebini bulamadım ne yapayım. derse 5 dakika vardı ve zafer şeridini göğüslemişti otobüs. en rahat halimde bir sigara yakıp fakülteme doğru adi adım gitme niyetindeydim ki keşke çakmağım olsaydı. korkuluğumun çakmağı uzattığını o an fark ettim. otobüste olanlar için teşekkür etme fırsatını buldum derken konuşmalar birbirini açtı, sigaralar ardı arkasına yandı, ders aşkıyla yanıp tutuşan ben eğitim öğretimden bihaberdim sanki.
dönüş yolunda yine beraberdik, malum otobüs muhabbetleri sen nerede oturuyorsun şudur budur. ertesi gün sırf onunla aynı otobüse binmek için uyumadığımı itiraf etmek zor oldu kendime ama olsun yine de mutluydum saçma sapan bir şekilde. yine ayakta duruyordu ona doğru gitme cesaretini kendimde bulamazken birisinin bana yer vermesiyle tüm umudum kırılmıştı ki arkadan atkısını eldivenlerini kucağıma bıraktı. oturuyorsun madem tut bi zahmet diye. kaç günün böyle geçtiğini hatırlamakta hala zorluk çekiyorum. yine beraber yürüdüğümüz bir günde furkan ı gördüm ve tanıştırmak için arkadaşım furkan dedim ama onun adını bilmediğimi o an fark ettim. merhaba ben canan demişti. artık onsuz geçmiyordu günlerim. annemle bile tanışmıştı. mutluluğu her hücremde hisseder olmuştum.
ilk defa o gün otobüste yoktun. sudan çıkmış balık gibi afallamıştım olduğum yerde dondum kaldım. ileride oturan teyze bu gün yok dedi. ve diğer günlerde de yoktun. yok oldun. neredeydin bilmiyordum. telefonundan ulaşamıyordum sana. sinirlerim bozulmuştu evinin önüne gelmiştim ama pencereleriniz kapalıydı. garip bir sessizlik vardı içimde. hani derler ya kulakları sağır eden sessizlik diye aynısı mıydı bilmiyorum ama içimi yaktığı kesindi. ertesi gün yine geldim evinizin önüne ilk başta yapmam gerekeni şimdi yapmak için
yaşlı tatlı bir teyzeydi karşıma çıkan sizi sordum. bir an gözleri doldu içimde bir şeyler koptu sanki. sonra anlatmaya başladı. küçük oğulları hasta dedi. geçen gün fenalaştı hastaneden çıkamıyorlar dedi. sonrasını hatırlamıyorum abim diye anlatırdın hep ve 2 kardeşiz derdin. sana yakıştıramamıştım hastalığı sonra hangi hastanede olduğunuzu sorabildim bir tek.
şairin dediği gibi hayatımın en berbat hayatımın en uzun ve bitmek bilmeyen yolculuğunu yaptım yanına gelebilmek için.
yanına girmeme izin verdiler en sonunda. adını bilmediğim şimdiye kadar hiç görmediğim bir sürü alet vardı etrafta. ve sen hiç kıpırdamıyordun. bir anlık refleksle elini tuttum. ilk defa elini tutmuştum. bu zamanlarda daha mutlu olması gerekiyordu sanırım insanların ilk el ele tutmalar, ilk öpüşmeler doktorların nuran teyzeye artık umut yok dediklerini duymuştum yada duymak zorunda kalmıştım bilmiyorum ama sen gidecekmişsin öyle diyorlardı.
o zamanlar başımı omzuna koymamıştım. ama şimdi acısını çıkarıyorum. omzun kadar olmasa da adın yazıyor ya üzerinde o da yeter. her buraya geldiğimde kokunu hissediyorum sende geliyor musun yanıma bilmiyorum.
tv ekranlarının en ciddi simaları olarak bilinen spikerler de bazen ekran karşısındaki milyonlanı gülümseten ve uzun süre konuşulan olayların kahramanı olabiliyorlar.
cnn türk'ün spikeri özge uzun da çok konuşulan bir canlı yayın kazası yaşadı.
uzun, ocak ayının son günlerinde ankara'da yoğun şekilde yağan karla ilgili bir haber sunarken okulların yarı yıl tatiline girdiğini unutunca kendisine twitter'dan mesaj gönderen seyircilerin kurbanı oldu.
çöpür, "küçük bir araştırma yaptık, hobileriniz arasında illüzyon ve fotoğraf varmış" dedi. soruya şaşıran can bonomo, "i̇llüzyon değil illüstrasyon" diyerek düzeltme yaptı
hava sıcaklıklarının eksi derecelere düştüğü bir kış gecesi sunumunu bitirirken muzip bir gülümsemeyle "hepinize donsuz geceler dilerim sayın seyirciler" dedi ve o anda hayatı değişti.
kurduğu bu cümle ertesi gün bütün gazetelere haber oldu. imer, hava durumu sunuculuğundan alınıp masa başı bir göreve verildi. başına gelen bu durumun üzüntüsüne kapılan imer, felç geçirdi ve sonra da 61 yaşındayken hayata veda etti.
misafir terliğinin ve ev terliğinin karşılaştırılmasıdır.
ev içinde günlük olarak kullanılan ev terlikleri şeklini zamanla kaybedip, feleğini şaşırırken, misafir terliği keskin hatlarını ve canlılığını uzun süre korur.
yok işte romantik masum bi uyku dünyada hiçbir şeyin yerini tutmazda yok efendim şöylede , alışmışsınız eşşek gibi yatakta bacak sağda solda yatmaya sonra da romantiklik istiyorsunuz.
küçük yaşlardaki çocuğun annesine/babasına meraklı gözlerle soracağı soruya, annenin/babanın vereceği cevaplardır. malum çağımız bilişim çağı*. o zaman şöyle olması muhtemeldir;
+Anne ben nasıl doğdum?
-Leylekler getirdi oğlum.
+ya anne bırakın bu yalanları artık yıl olmuş 2012.
-tamam tamam, internetten indirdik seni babanla.
+ ...
süreç filmcilik, televizyon sektörü için yerli yapım üretimine başladığı 2001 yılından bugüne; türk halkının beğenileri doğrultusunda türkiye'nin önde gelen oyuncu, yönetmen ve senaristleriyle çalışarak dramalar hazırlamaktadır.
gece başlamış ve sabah fırtınayla birlikte delirmiş yağmurdur. yağmurun nerden geldiği belli olmuyor. ayrıyetten okulları tatil ettirmiştir. ancak şu sıralarda güneş açmıştır.