vakit bir türlü geçmezken yıllar hayatlar geçiyor işte. ancak yılbaşı yazısını görünce aklıma ilk gelen ankara'daki o talihsiz olaydı. acaba altı ay geçmesine rağmen önlemler tamamlandı mı? denetimler yapılıyor mu? altı ay sonrada ihmalin kurbanları olacak mı?
başına bir şey geldi mi acaba? bunu hergün sözlükte söyleyen yazarlar azınlıkta mı? ne diyordu zall atatürk'e hakaret silinir. hakaret değil ama acı eleştirenler silindi mi? hayır. humeyni'yş seven atatürkü sevmeyen bu zat acaba iran'da humeyniyi sevimiyorum diyebilir miydi? ayrıca bunlar sırf şeriat var diye seviyorlar sanırım. onlar da şii olduğuna göre nasıl böyle bir şey söyleyebiliyorlar şaşarım. bu ülkede siziz din konusundaki tutumunuz yüzünden bir çok alevi saklamıyor mu ne olduğunu? hem de hala. evet 21. yüzyıldayız ama hala saklayan var. neden acaba?
vay! atanın heykellerine de göz dikildi sonunda denilecek olay. tabi biz bunu yaptık diyelim onu da özelleştirip ya abd'ye yada almanlara veririz fransa'da olabilir yağ çekecez ya onlara ab'den dolayı. bu ülkeler de otomotiv sanayisinde gelişmiş ülkeler onlar kullanırlar arık. belki bize jest olsun diye ata adıda bir modelini citroen piyasaya sürer ya da mercedes mka diye bi model çıkarır. dünyaya atamızı tanıtmış olur. neler yaptığını herkes öğrenir bu sayede belki. tabi onların sanayisi gelişirken bizimki olduğu yerde sayar gene. biz yine aç sefil.
bu arada arkadaşlar bor vardı ona ne olduki. geleceğin yakıtıydı bu meret. ya petrole ne oldu izinsiz arama yapabiliyo muyuz son durumda?
edit:eksileyen burjuva sen eminim böyle birşey olsa bu otmobillerden birini alıp piyasa yaparsın.
bekledim seni evin önünde
görmek için seni son bir kere
vedalaşıp gidecektim askere
çıkmadın benim için pencereye çıkmadın
birkez olsun gözlerime bakmadın
her nedense sen beni hiç tatmadın **
farketmeeeez
o kız sana bakmasa da farketmeeeez
o kız sani sevmese de farketmeeeez
kardeşlerin seni asla terketmeeeez
lay la laaaaay.....
kızlardan kazık yiyip ya da sevgisine karşılık bulamayan kişilerin avuntusu olmuş marştır. gaza getirir ki marşı dört büyük takım da sahiplenmiştir.
toprak öyle bitip tükenmez, dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişemeyecekti.
kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle
ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık kısacıktılar
ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak,
toprak,
ve topraktı.
gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
ve kadınlar
birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız'ın ve tüm kadınlarımızın anneler günü kutlu olsun. ki onların sayesinde bu saate
entry girebiliyoruz.
zeplin tarihinin en büyük faciası olarak kayıtlara geçmiştir. 6 mayıs 1937 new jersey'de
gerçekleşmiştir. Yapılmış olan en büyük zeplin olma özelliğini taşıyan lz 129 hindenburg,
bilinen adıyla hindenburg zeplini iniş yapacağı sırada içinde bulunan hidrojen tanklarının da
etkisiyle bir anda alev almış ve zeplinin içinde bulunan yolculardan 36 tanesi hayatını
kaybetmiş 78 yolcu kurtulmuştur.
zeplinlerin altın çağı bu kaza ile son bulmuştur. bu kaza aynı zamanda zeplinlerden umudun
kesilmesine yol açmış, dolaylı yönden modern havacılığın gelişmesine sebep olmuştur.
''ilk gümlerde deli gibi mesajlaşmak, aklımda doğru insan mı acaba sorusu varken her an her
saniye onu düşünmek, arkadaşlarıma sabaha kadar onu anlatmak, onunla sarılıp uyumak, sabah
kalktığında ağzı kokarken bile onu öpmek, kimi zaman salak saçma hareketler yapan birini
bağrıma basmak, beraber film izleyip yorum yapmak sonrada brad pit'e çok yakışıklı dedi diye
onu kıskanmak ya da angelina jolie'ye çok seksi dedi diye tavır yapmak, deli uykun gelsede
hala sohbete devam etmek istiyorum'' söyleminin özetidir.
--spoiler--
arkadaşlarımız oldu buraya girdiler, çıktılar kaldılar filan. işte onlardan duyduğumuz kadarıyla.
dediler ki burası çok yeşilmiş çok güzelmiş. ve herkes buraya göz dikmiş, belediye buradan yol geçirecekmiş.
şimdi çaldığımız bu salona ismini veren mazhar osman var ya, onunla ilgili bir hikaye duymuştum o da şöyle idi: neyzen tevfik varmış buralarda. ben çok severim neyzen'i. neyzen tevfik gelmiş buralarda kalmış bir odası varmış kendine ait, ne zaman sıkışsa gelirmiş, demiş ki: benim vaktim geldi, ben kalıcam burada. bir tane de köpeği varmış o gelince ağırlarlarmış onu bir güzel odasına yatırırlarmış temiz çarşaflar serer ağırlarlarmış.
kalırmış burada istediği kadar sonra gidermiş.
--spoiler--
bu köpek nasıl bir köpekse neyzen'in mısır'daki zor günlerinin bir nevi kurtarıcısı olmuştur. zira neyzen parasız kaldığında köpeği satarmış. köpek geri gelir tekrar satarmış. bu böyle devam etmiş tabi. bir nevi yaveri neyzen'in.
(bkz: murat ertel)
uyuşmadı gönlüm mert ile zenle
ne iş bilenle ne boş gezenle
hicran köşesinde bozuk düzenle
neyzen'e her telden çaldırdın be felek.
.
.
.
.
derd-i firakın ile düşmüşüm sevdaya mey'e
müptelayım, deliyim, sinmişim esrar-ı ney'e
feleğin kahpe başında paralansın parası
ben güzel sevmeye geldim değil ekmek yemeye
küçük bir çocuk, hamile bir kadının karnına dokunarak:
- ne var sizin karnınızda teyzeeee
kadin;
- çocuğum var evladım, diye cevap verir.
- sizin çocuğunuuuz mu?
- evet!
- onu seviyor musunuuz?
- evet!
- çok mu seviyorsunuuuz?
- ayyh! evet evladım.
- öyleyse neden yediniz?
- höng
insanların bir takım özürleri olabilir bu doğuştan ya da sonradan olan özürlerdir. ancak bu insanlar türkiyede yaşıyorsa biz bunlara engelli diyoruz. eğer sosyal hayatta bu tür insanları düşünerek adımlar atmazsak- kaldırım otobüs okullarda asansör...vb- angelli katagorisinde yer alıyorlar. yani bu insanları biz engelli yapıyoruz. onların özürü vardır engeli değil.
başbakanın 2009 yerel seçimlerinden sonra; antalya'dan bu sonucu beklemiyordum söylemine neden olan yatırımdır. demekki antalya'nın yürüyen merdivenden daha önemli sorunları vardır. aslında bu söylem sadece oy getirecek yerlere yatırım yapmek anlayışının da bir dışa vurumudur. **
kızlara hava atacağım diye bisikletin önünü kaldırmak.
carlsberg kapağının olması.*
aynalı bilyenin olması.
bisikletine boynuz ve palet takmak.
benimle dans edermisin oynarken tekliflerin sana gelmesi.
kitaplarında sıklıkla kullandığı bir benzetme vardır onun. belkide bu benzetme onu çok iyi anlatır kumdan kale. hayatında bir çok defa yıkılmış olsada kaleleri yılmamıştır. öğrenmiştir hayatı, dik durabilmeyi. şimdi ise kumdan olan kaleleri yüreğini yeşertir. hayatını ve insanlara yaklaşımını belirler. onun için karşısındaki kumdan kaledir adeta. onu kırmamak için elinden geleni yapar. naifliği güler yüzlülüğü bu yüzdendir belkide.
biz ondan öğrendik ki dostu olmalı insanın. kırmızı bisikletinden baba olmadan baba olmayı öğrendik. belkide belgeselleriyle çok iyi tanıdığımız kişlerin bilinmeyen yönlerini öğrendik.
şüphesiz o bu ülkenin en iyi belgeselcilerinden biridir.
benimkisi anneyi korkutmak başlığı altına yazılması gereken bir şey ama olsun boş yere başlık açmıyayım şimdi. hemen hemen aynı.
benim ilk okul zamanlarımdı. annem mutfakata akşama gelecek misafirler için
bir şeyler hazırlıyordu. bir eksikliğin farkına varmış olacak ki beni markete göndermek için çağırdı.
havada soğuk. bende gitmemek için direndim ama baktım olmayacak atladım bisiklete
üç dört kilometra ilerdeki markete gittim. meret mahalle bakkalarında da yoktu, ne alacaksam artık.
neyse.. benim aklıma bir cinlik geldi güya sen misin beni soğukta markete gönderen diye
annemi korkutacağım. bisikletle gittiğim için her yerim çamur da olmuş. durum müsait
yani..
ben gelir gelmez kapandım masaya ağlayan bir ses tonuyla araba çarptı seb beni bu yağmurda niye markete gönderiyosun dedim. ben öyle deyince annem telaşlandı tabi.
nasıl çarptı?
nerde çarptı?
bişeyin var mı?
gibi sorular sormaya başladı. baktım ki her soru soruşunda ses tonu değişti. şaakaaa yaptıııım diye kalktım gülerek. keşke yapmaz olaydım annem sandalyeye oturdu bıraktı kendini.
inciye benzeyen gözyaşlarını tutamıyordu. bende ağladım annemle. ağlaştık beraber.
birbirimizi ne kadar çok sevdiğimizin bir kez daha farkına varmıştık sanki. ben onun o da benim gözyaşlarımı sildi...özürdilerim anne seni seviyorum..
beş senelik sevgilisinden ayrılan genç arkadaşına içki masasında derdini anlatır. kah ağlar kah güler gözündeki yaşları silerek. onunla geçen iyi günleri anlatır. gülüşünü, saçlarını, gözlerinin yakınlığını, ilk buluşmayı, ilk öpüşmeyi ilk kavgayı anlatır durur.
arkadaşı sırf onu teselli etmek için artık unutmasını söyler ve ekler:
sen yirmi beş yaşında adamsın, ömrünün beştebirilik kısmını kaplayan biri için bu kadar üzülmeye değmez.
bu sözlerle neye uğradıığını şaşıran genç gözündeki yaşları silerek kendini toplar:
-iyi ama yirmibeş yıllık ömrüm o beş yılda anlam kazandı...
beş yıllık emeği bir çırpıda silmek kolay değildir. kimsenin başına gelmesini istemeyeceği
durumdur.
çador diye okuyanı kendine bağlayan bir romanı vardır.
siyasi suçlu olarak irandan kaçan gencin hikayesidir.
irana ailesini bulmak için döner. babası yoktur. annesini bulmaya çalışır fakat
bütün kadınlarda çador olduğu için bulmakta zorlanır.
bu hikayede bu zorlukları anlatır.
abi tamam bu artisler rol icabı sevişiyorlar da benim aklıma çoğu zaman takılıyor.
o sahneyi ben oynasam özellikle angelina ile mutlaka ona kabaran bişey olur. o da farkeder ki işin ucunda rezil olmak vardır.
Heybeliada'daki Deniz Okulu'ndan mezun olan ismail Türe, kendi gibi
Gelibolulu olan bir genç kıza kaptırır gönlünü. iki sevgili parmaklarına
nişan yüzüğü taksalar da, birbirlerini çok seyrek görmektedirler. ismail
Türe denizaltıda muhabere subayı olarak görevlidir çünkü. Üsteğmenin aklına
harika bir fikir gelir; nisanlısına ışıklı mors alfabesini öğretecek,
Çanakkale'den geçiş yapacakları geceyi planlı olduğu için önceden bildirecek
ve böylelikle haberleşeceklerdir.
Boğazı yüzeyden geçmekte olan denizaltını kulesindeki denizciler sigara
içmekte, sohbet etmektedirler. Aralarından birinin heyecanlı olduğu her
halinden belli olmaktadır. Gelibolu kıyılarına geldiklerinde, karanlık
içindeki evlerden birinden bir el fenerinin yanıp söndüğü görülür: "Seni
seviyorum..." Arkadaşları gülümseyerek ismail Türe'ye bakarken, genç aşık
elindeki fenerle sevgilisine karşılık vermektedir...
Bu olaydan sonra iki sevgilinin aşkı düşmez olur denizaltıcıların
dillerinden. Herkes, haberleşmek için kurulan ışık yolunu konuşur.
Arkadaşları "Evlen artık su kızla da, buradan her geçimsimizde selamlaşmayı
bırak artık" diye takılırlar ismail Türe'ye. Denizaltının üstünün ve altının
bir olduğu yağmurlu günlerde bile, Çanakkale Boğazın'dan geçilirken,
elindeki fenerle aşk nöbeti tutan yakışıklı denizci gözünü bir an olsun
ayırmaz Gelibolu kıyılarından.
Yine bir gün, yirmi yedi yaşındaki Üsteğmen, Çanakkale'den gedecekleri gün
ve saati, denizaltının uğradığı bir limandan haber verir nisanlısına. Ege
Denizi'nden Boğaz'a giriş yapacaklarını, en öndeki denizaltının kulesinde
olacağını bildirir. Genç kızın gözüne her zaman olduğu gibi, o gece de uyku
girmez. Büyük bir sabırla pencerenin önünde oturmakta ve gözünü hiç
kırpmadan denize bakmaktadır. Fenerine yeni pil almış olsa da, arada bir
yanıp yanmadığını kontrol eder yine de...
Birden, dev bir karartı belirir suyun üstünde. Güneyden gelen bir denizaltı,
penceresinin görüş sahasına girmiştir. Genç kız pencereyi açar ve gecenin
karanlığına uzattığı elleriyle feneri yakıp söndürür.
"Seni seviyorum..."
Kulede bulunan denizaltının komutanı Bahri Kunt işareti görünce gülümser:
"Hay Allah, bu kız denizaltıları şaşırdı. Nisanlısının denizaltısı bizim
önümüzdeydi..." Bir anlık tereddütten sonra Birinci inönü denizaltısının
komutanı Bahri Kunt, yanıt gönderilmezse genç kızın telaşlanacağını
düşünerek, karşılık verilmesini emreder. Yanındakilerin "Ne diyelim
komutanım?" diye sorması üzerine de şunları söyler:
"Ebediyete kadar..."
O gece Üsteğmen ismail Türe'nin görev yaptığı Dumlupınar, Çanakkale
Boğazına giriş yapan ilk denizaltı olmuştur. Ama, Gelibolu kıyılarına
gelmeden Nara Burnu açıklarında isveç bandıralı "Naboland" adlı gemi
tarafından çiğnenmekten kaçamamış ve yaralı bir balina gibi acı dolu sesler
çıkararak, Çanakkale'nin karanlık sularında kaybolmuştur. Her sey birkaç
dakika içinde gerçekleştiğinden, arkadan gelmekte olan Birinci inönü
denizaltısı Dumlupınar'a çarpan geminin yanından habersizce geçenek,
Gelibolu'ya ulasan ilk denizaltı olur.
Genç kız, nisanlısından haber almanın huzuru içinde başını yastığa
koyduğunda, genç denizci çoktan dalmıştır "ebediyete kadar" sürecek olan
uykusuna!...
doğoya fazlasıyla değer veren uygarlıktır. özellikle de toprağa öyleki yerleşimlerin toprağı işgal etmemek için kayaları oyarak kendilerine barınma yeri yapmışlardır.