harika eğitmen kadrosu ile, işini ciddi yapan, tiyatro eğitimine önem verip, laylay lom a izin vermeyeni disiplinli eğitim kurumu. ilk sınıfı bitirince ikinci sınıfa sınav ile geçilmekte olup, sınavda başarısız olanların geçmesi mümkün değildir.Derslerde teorik ve pratik eğitim yapılmaktadır.Teorik eğitimde tiyatro kuramlarına önem verilmektedir.Kaçınılmaz bir benzetme ile konservatuarın ufak hali denebilir.
ps: eksileyen arkadaş , anlatım mı kötü? ben anlamadım memnuniyetsizliğinizi.
doktorların başına gelebilecek ilk yıllar için travma sonraki yıllar için üzüntü emekliliğe yakın da aksilik olarak nitelendirilebilecek durum.
özellikle kalp krizleri veya diğer kalp hastalıklarında veya ağır durumlarda (koma gibi) hastanın solunum ve dolaşımın durması anlamına gelmektedir.
özellikle yoğun bakım ünitelerinde hasta arrest oldu bağırışından sonra hemen bir defibrilatör ( kalp masajı için filmlerde görülen hastaya çaktıkça havaya zıplatan alet) , oksijen maskesi veya entubasyon aleti ( makineye bağlı nefes alabilmesi için) vücudu canlandırabilmek için çeşitli uyarıcılı iğneler vs... koşakoşa getirilir. ekg ye bağlı olan hastanın çizdiği düz çizgi engebeli duruma gelsin diye uğraş verilir. eğer hasta cevap verirse hasta döndü denilir. eğer hasta vefat ederse hasta ex oldu denilip, bir çarşaf örtülüt yakınlarına haber verilip morgdaki yeri hazırlanır.
hele hele film siyah beyaz ise tadı başka olur. karavel yapılmış saçlar, kabarık topuzlar ve en önemlisi samimiyet vardır.
bu filmlerinin en zevkli yanı ise eğer sizden yaşça bayağı büyük birileriyle izliyorsanız -aa burası kadıköy değil mi?; -aa bakırköy o zaman ne kadar tenhaymış , cümlelerini duymak olasıdır...
keşke bütün gün boyunca normalde izlemek mümkün olsa, o filmlerden daha öğreneceğimiz çok şey var...
çakmak versus kibrit olarak açabiliriz. herbirinin kendisine göre üstünlükleri de vardır.mesela rüzgarda yanan kibrit yoktur ama rüzgarda yanan çakmak vardır gibi...
hayattan yara alabilme ihtimalini minimalize etmiş insan yaklaşımıdır.
duygularını aldırır, hayata künt ve sadece mantıkla bakar, artık onu hiç birşey deviremez. ne ayrıldığı sevgili, ne de terk ettiği aşkı, çünkü o bunları geçmiş, mantıkla bütünleşmiştir.
kişinin ne kadar mutsuz ve umutsuz olduğunu , ve bunun ne kadar büyük olduğunu tanımlayan bir cümledir.
deniz kadar fazla sıkıntı ve üzüntü, çözülmeyecek kadar da uzundur.
bu durum kronik bir hal alırsa eğer, umutsuzluk denizden çok bataklığa döner, çırpındıkça batar insan...
karmasını önemseyen yazar davranışıdır.
şöyle ki:
bir tanım entry si yazıyorsanız bu konu ile ilgili kişiler beğendiği takdirde artı oy alabilrsiniz, yoksa çok da fazla kişinin dikkatini çekmeyecektir.
ama eğer bir konunun uç konularını yazıp bir de taraflı davranırsanız o zaman bir oy yağmuru başlar, burda da şöyle bir paradoks ortaya çıkar, sizin savunduğunuz görüşte olanlar mı sözlükte fazla yoksa olmayanlar mı?
şayet olmayanlar fazlaysa karmanız düşer, ama gerek sol frame de adınızın altında gelen yorumlar gerekse artı veya eksi aldığınız oyların çokluğu ile parlarsınız birden, hani reklamın iyisi kötüsü olmaz ya...
-canım yemeğe geçmeden önce özetler:
-pilavı ben yaptım, sofrayı oğlan kurdu, tatlıyı da annem yaptı.
-şimdi ayrıntılara geçiyorum:
-önce pirinçleri ayıkladım, yıkadım, tenceredeki tereyağını şehriyelerle kavurup bire bir ölçü ile pilavı yaptım.
şimdi de sofrayı kuran bizim oğlandan ayrıntıları alıyoruz, söz sende can:
-annemin zaten özenle mutfak masasının üzerine çıkarmış olduğu tabak, çatal, bıçak ve diğer malzemeleri salondaki yemek masasının üzerine geitirp, kişi adedi kadar tabak koyarak görevimi başarıyla gerçekleştirdim. evet anne tekrar söz sende:
-tatlıyı yapan annem stüdyomuza, ay pardon salonumuza gelemediği için telefonla bağlanmak istedik, ama tatlının sırrının kendisine ait olduğunu söyleyerek canlı yayın teklifimizi reddetti.
-evet canım şimdi yemeğe başlayabiliriz...
-ah be canım iştah mı kaldı, yemek de soğudu zaten, lütfen eve iş getirme artık.
eskiciden alınan ve yılların yaşanmışlığını üzerinde taşıyan mobilyanın havasını asla veremeyecek olan mobilyadır, zira eskilerin her çiziğinde bir hayat, bir anı vardır. hangi zımpara darbesi bu anıları karşılayabilir?
aslında tv de program sunan çoğu kişinin gazeteci kökenli olduğu, dizilerde, filmlerde oynayanların da tiyatrocu olduğu ikilemidir başlığın aslı.
şimdi efendim şöyle oluyor:
genellikle bir işe başından başlamak, çıkraklıktan yetişmek ve bu mesleğe yıllar vermek önemli ve itibarı arttıran birşeydir.
hal böyle olunca şimdi haber programı , araştırma vb.. yapan kişiler gazetecilik yıllarını anlatırlar, aslında nasıl zorlu şartlarda buraya geldiğini, asıl mesleğinin gazetecilik olduğunu söyler.
benzer şekilde de televizyonda arzı endam eden çoğu kişi aslında tiyatrocudur. özel nedenlerinden dolayı televizyona kaymıştır, ama ne büyük çelişkidir ki aslında bu günlere gelmelerini sağlayan mesleklerde kalsalar kimse onları tanımayacaktır.
bir de başka önemli bir husus ise eski işlerinden ne kadar keyif aldıklarını anlatırlar ama sonuçta çok iyi para kazanan bir televizyoncunun parasını tiyatroya yatırdığı çok sık görülen bir durum değildir, bazılarının içindeki gerçek tiyatro aşkı mutlaka kendini gösterir, günün birinde süper bir oyunla karşınıza çıkar, ama maalesef çoğunluk böyle değildir.
aslında şizofreni zaten kronik bir hastalıktır, remisyonlarla seyreder, hasta ilacını aldığında iyidir, ama almazsa kötüleşebilir.. mesela diabet de kronik bir hastalıktır, ama kronik diabet denilmez. melanoma malign melanom denir, ama zaten benign yani iyi huylu olanı yoktur.
bunun gibi örnekler vermek mümkün, terminolojide şizofreninin kalıcı olduğunu anlatmak için söylenir.
ahmet mekin ve hülya aşan'ın başrollerinde oynadığı, munir özkul, cahit ırgat gibi efsanelerin de rol aldığı 1969 yapımı osman seden filmi. siyah -beyaz ve nostalji kokuyor.
münir özkul ile vasfi rıza zobunun başrollerini paylaştığı, senaryosu burhan felek'e ait, 1952 yapımı , iki kardeşin maceralarını anlatan siyah-beyaz film.
özellikle şu aralar yazın aldığı kilolarla başı dertte olan kızların söylemi.
ama ortada ufak bir detay var.
şimdi: kış ortalama 5 ay, yaz da ortalama 3 ay -direk mevsimsel olarak değil yaklaşık süreler- arada baharlar da -sonbahar, ilkbahar- yaz dışı olarak sayılırsa 9 ayda alınan kilonun 3 ayda verilmesi iki bilinmeyenli denklemi kafadan çözmekten zordur kanımca. tam yazın sonunda kilo vermiş bünye kışın gelmesiyle aynı iştaha devam eder, buna da genellikle yo yo diyetleri adı verilir.
bir televizyon klasiği olarak neredeyse bir nesili büyüten bizimkiler dizsinin emektar kapıcısıdır.
eşiyle tanışması hayli ilginçtir, hatırlamayanlar için yazayım:
efendim cafer bir ameliyat için hastaneye gider ve yatırılır, aynı odada da halil bey yatmaktadır, onunla arkadaşlığı ilerletince ve kızı gülsüm hsatneye gelip gitmeye başladıkça onu beğenir, dışarı çıkınca da görüşmeleri devam eder ve evlenir.
uzun süreler kırmızı bir bisiklet ile servis yapmış, sinya yerine de ellerini kullanmış, bizi kahkahaya boğmuştur, asıl işin ilginç tarafı ise o bisikletin bir yulbaşında kapıcılar piyangosundan çıkmış olması, asıl olarak yaınbabasının kazanması, ama cafer'e vermesidir, hayatımda ilk defa böyle bir piyango ismi duydum.
caferle ilgili başka bir detaysa 20 yıldır çaldığı ıslığın melodisi hep aynıdır, ve hatta dizinin başından sonuna kadar giydiği oduncu gömlek ile örme kazak da değişmemeiş, yıkana yıkana yıpranmış ama aynı kalmıştır.
karmasının yükselmesi için gece gündüz çalışan yazarın her girdiği entry den sonra ben butonuna basması sonucu oluşabilecek durumdur. fazla telaşa gerek yoktur, birden kesilmesi önerilmez, tedricen azaltılmalıdır.
ilk defa bir karikatür karesinde beni etkileyen cümledir.
ayakların yere basamama sebepleri çeşitlidir tabii. ama beni etkileyen karikatürde bunun nedeni eskide yaşamak idi...
günümüzün hayatına tam anlamıyla adapte olamamak, eskiyi özlemek idi.
kişi bu eski ve güzel duyguları düşündükçe günümüze adapte olamıyordu, ve sağlam adımlar atamıyordu, aslında kendi dünyasında mutlu idi, ama günümüze döndüğünde hayal kırıklıkları ile karşılaşıyordu.
jack daniel's 'in ürettiği ve piyasada daha çok bulunan jacklerine göre bir gömlek üstün, ama içimi biraz daha sert, tadı daha farklı, her yerde bulunamayacak şişesinin büyük bir mataraya benzediği içki.
efendim bunlar genellikle kıdemli, birkaç kere sınava girip şansını denemiş, uzmanlığı kazanamama neticesinde göreve başlamış, sabah 8 akşam 5 gelip giden, kazanamamak duygusunun verdiği üzüntü ile yineleyecek sonuçtan korkup akşamları çok çalıştığı halde sabah işte uykusuzluğunu tartışma programlarına bağlar.
eğer bir kere daha istediği puanı tutturmazsa nasıl olsa çalışmadım diyerek bir savunma mekanizması geliştirir.
şayet kazanırsa da nasıl olduğunu bilmediğini şaşkın bir ifade ile meslektaşlarına iletir.
**
kişilern çalışmak yerine insanların para vermesini geçim olarak yürütmesi sonucu ortaya çıkan dilencilik en çok ; sakatlık, yaşlılık, hastalık, ucuz olan bir malı çok pahalıya satıp dilenci olmadığı süsünü verilerek yapılmaktadır.
ıskat ölen bir kişinin mallarının paylaşımıdır.
ıskatçı tekkesi ise muhtemelen bu tarz insanların toplandığı bir yerdir, insanlar acıları varken maddeyi düşünmezken bu tarz insanlar bu olaydan kendilerine menfaat çıkarırlar.