satıcıların son teknoloji ürünü olduğunu idda ettikleri, kılınacak vaktin tuşuna basıldığında: "xx namazı xx farz xx sünnet olmak üzere xx rekattır..." diyerek sureleri okuyan seccadedir. (bkz: besmele çeken bardak)
çobanlık yaparken çobanların güneşin gözden kaybolmasıyla birlikte açtığı oruçtur.
malzemeler: keçi peyniri, yufka ekmek, biber, domatestir. Üzerine taze sağdığımız ciğer yakan çiğ keçi sütü ve yerli tütün içmek paha biçilmezdir. Kovboydan gelen: "Böyle attraksiyonlar gercekleştirme imkanı olmayan kişilere allah yardım etsin. hayata bir sıfır yenik başlamışlar" tespiti ise kahkaha attırmıştır. (bkz: erol taş kahkahası)
Bize daha sonra "flamingo bu flamingo!" diye kakalanmış, çiftleşme dansıyla meşhur, türkülere, danslara konu olmuş, güzel görünümlü bir kuş. (bkz: flamenko) (bkz: flamingo)
anlam veremediğim durumdur. Zira Tütün, çay yasaldır fakat ot yasaktır. Bildirilmiş bir hastalık sebebi olmamıştır. Asıl ilginç olan kısım ise avrupa'nın neredeyse tamamında kullanımı kısmen serbesttir. Amerika'da ise kalp, kanser ve her türlü psikolojik rahatsızlıklarda reçeteye yazılır. ilaç mıdır? Zehir midir? Sigara, çay gibi keyif verici bir maddemidir? Haram mıdır? Mekruh mudur? Helal midir? Bilinmez.
1. lys'ye ne kadar çok çalışmak gerektiğini bana geç de olsa farkettirmiş sorulardır.
2. ahmet mehmet abidin gubidin akdeniz'e ulaşmak için hangi köprülerden geçmiştir? geçtiği köprülerdeki gişelere ne kadar fiyat ödemiştir? gibi sorularla gönlümü ve hazır gönlü fethetmişken akcierlerimi ve pankreasımı fethetmiş sorulardır.
kitapçık üzerindeki kodu adayın bilgilerinin yanına yapıştırılmasıyla kitapçığı kişiselleştiren uygulama. Fişleme uygulaması mıdır? Torpil uygulaması mıdır? Artistlik olsun diye mi yapılmıştır? Bilinmez.
edit: imla
Mutluluğun olduğu bir hayat satın almak istiyorum. içinde aile olan. Çocuklar bile olabilir. Her şey olmalı aslında. Ahşap işleme atölyem olmalı kesinlikle. Meyve ve sebzelerin yetiştiği bir bahçe olmalı. Kaç paradır acaba bir hayat? Ne kadar çalışmak gerekli bir köpeğinin olması için. içinde senin yaptığın bir ev olan; Bir hayat kaç paradır? Ölene kadar çalışsam bir hayat satın alabilir miyim? Saat ve takvim olmamalı kesinlikle. Televizyonun olmadığı bir hayat, kaç paradır? 2 torba pirincim olduğunda hayatımı sağlama almanın verdiği mutlulukla hoplayıp zıplayıp 1 haftalık doğa yürüyüşüne çıkabileceğim. Böyle bir hayat kaç paradır? Ölene kadar çalışsam atın alabilir miyim böyle bir hayatı? Eğer öyleyse hemen ölmekten vazgeçeyim. Çünkü istemiyorum şimdi ölmek.
Önce başkaları için çalışmalıyım. Onların lüks buldukları kanserli hayatını çocuklarına da yaşatmalarını sağlamalıyım önce. Önce bir garsona bağırıp çağırmalıyım. Yoldan geçen araba üzerime su sıçrattığında bağırıp çağırıp küfretmeliyim önce. Kötü insan profilleri çizip onlardan korkmalıyım önce. Milyon tane kompleks sahibi olup, yakınımdakilere baskı kurarak onları üzmeliyim. Ölemem şu an. Hiçbirini yapmadım ki henüz. Ne param var birikmiş, ne birisinden nefret etmişim, ne de başkaları için çalışıp bundan zevk almışım.
Yaşamayı bilmiyorum ben pek. Diskoda eğlenemiyorum mesela. Alkol içmeyi bir türlü sevemedim ve hiçbir uyuşturucuyla mutlu olmadım. Arabam olmadı hiç mesela. Ehliyetim var ama kullanırken, amele gibi kullanırım. -Dönüşte yayalara yol vermiştim bir kere. Kaza yaptım sonra. Bir daha da araba vermediler zaten.- Ne sabit bir okulum oldu şimdiye kadar. Ne de sabit bir işim. Saçma sapan el işlerini saymazsak hiçbir hayat becerim yok. Ne bir altın bileziğim var kolumda, ne de kendimi yakın hissettiğim bir meslek. Sevgilim oldu ama hiç sevemedim. Tanıdığım oldu ama hiç dostum olmadı. Babam hiç taktir etmedi beni mesela. Aslında edemedi. Utandı benden. Çünkü topluma hiç uygun değilim ben. Onun oğlu olmam imkansız ona göre. Birisi benim onun oğlu olduğunu öğrense kesin babamdan nefret eder. Böyle bir çocuk yetiştirdi diye.
Ölmek kaç paradır acaba? Önemi yok. Benim param yok ki.
yani 10 entry girmiş kişinin sözlükte yazmasıdır. bir de bunun türkçe bilmeyen, ilk okul mezunu seviyesinde olanları var; türkçe nedir bilmeyen kişiler.
Dün ilk kez gittiğim akşam lisesinde karşılaştığım durum. bas gitardan gelen dıırıdıt dıdıt dıdıt bölümü çalınca hemen pf'u tanıyıp huzurlandığım. teacher! leave the kids alone! beklediğim fakat yalnızca sonunda vinn diyip biten okul zili. (bkz: Bu sene kesin biter okul)
Bir insanın, alışkanlıklar ve tavırları kullanarak, fiziksel ve zihinsel olarak ağza sıçması durumu. Zihinsel sıçış yaşanırken, Vücudunuzdaki etkilerini gözlemlemek mümkündür.
saate baktı adam. saat 7 olmuştu bile. geç kalmıştı eve ve eve girme yasağının başlamasına dakikalar vardı. yetişmeliydi. karşıdan gelen bir at arabasının önüne atladı ve at arabasının durmasını umdu. at arabacısı ani bir irkilmeyle elindeki urgana sarıldı ve onu son anda geri çekebildi. adam, arabacıya baktı, teşekkür eder gibi başını hafifçe öne eğdi ve arabaya bindi. arabacıya baktı. uzun, yağlı saçları vardı. omuzundaki sülükle dost gibiydiler. kiracı gibi. karşılığında ne alıyordu acaba sülükten. belki sülük yetiştiriciliği yapıyordu ve o da en sevdiği sülük olduğu için ona böyle bir ayrıcalık tanımıştı. arabacı kendisine döndü ve sordu:
- nereye?
+ 841. cadde, 4. sokağın girişindeki mavi kapı. varınca beni uyarın lütfen.
- benim için neyin var?
adam elini ceplerine attı, pelte kıvamındaki poşetin orada olduğundan emin olduktan sonra cevapladı:
+ 6 gram köpek dışkısı. yüksek kalite.
gervztorgiya'da favori ticaret malzemesi köpek bokuydu* ve çok değerliydi.
adam ağzı sulanarak cevap verir:
- peşin alabilir miyim?
zekiydi adam, kanmazdı böyle numaralara. belinden çıkardığı krazov marka palayla 2 gramını böldü ve adama uzattı.
+ al bakalım. kalanını yolun sonunda alırsın. eğer beni soymaya falan kalkarsan, -palayı göstererek- bununla anüsünü dışarı çıkartırım.
adam, hiç bozuntuya vermedi, kırbacını şaklattı ve lafı değiştirmeye çalışan dalkavuk bir sırıtışla adama döndü:
- güneş doğmayalı 6 gün falan oldu ha? efendim.
adam başını kaldırdı. karşısındaki adama, küçümseyici bir bakışla sordu:
+ sen arabanı sür. soru sorma gerizekalı.
adam cevap vermedi. birkaç saniye sonra nefret dolu bakışları tekrar o iğrenç sırıtışa eşlik edercesine kısıldı ve önüne döndü. tüm organları birbiriyle uyumlu çalışıyordu. "acaba birer bıçak saplasam. yine aynı ahenk içerisinde hareket edebilirler miydi?" diye düşündü ve heyecanlandığında titreyen ayağını yatıştırmaya çalıştı. yanmış kıl kokusunu hissetti, dışarı baktı ve keçi kılı ekmeğinden, bu dünyanın diğer her şeyinden ettiği gibi nefret ettiğini hatırladı. cebinde kırılmış sigarasını çıkarttı, ustaca tamir ederek dudaklarının arasına yerleştirdi. ayağıyla paravanı tekmeleyerek bağırdı:
- ateşini ver!
arabacı hiç cevap vermeden cebinden bir çekirge çıkarttı. uçmasın diye kanatlarından sıkı sıkı tutarak yaktı, adama uzattı. adamın sigarasını yaktıktan sonra çekirgeyi yan tarafa doğru fırlattı. adam, havadaki iğrenç yanık böcek kokusunu elini sallayarak gidermeye çalıştı, sigarasından derin bir nefes çekti "şimdi bir bardak viski olsaydı." diye geçirdi içinden. araba yavaşladı ve durdu. adam kapıyı açtı, aşağı indi. bok kesesini adama fırlattı, döndü, evin kapısına doğru yürüdü ve birden bağırış sesleri duydu. arkasını döndüğünde arabanın hala orada olduğunu gördü. arabanın altındaki ayaklara baktı ve arabanın arkasında arabacının yalnız olmadığını farketti. kapısını açtı, içeri girdi, pencereye koştu ve perde arasından oraya baktı. adamın yere düştüğünü, ve birinin koşarak uzaklaştığını gördü. dışarı çıktı, arabaya doğru koştu. "adam düştükten sonra hemen kaçtı. yalnızca bir nefret eylemiydi" diye düşündü. adamın yanına geldi, ceplerine baktı. 6 tavuk bacağı ve 3 paket bok -10-12 gram ederdi-, hem iyi kazançtı hem de akşam yemeğinde et yiyecekti. sonra ne kadar zamandır kurbağa dışında et yemediğini hatırladı, gülümsedi. diğer ceplerine baktığında bir fotoğraf buldu. adam, karısı, ve kızı vardı. kendisinin ne kadar zamandır yalnız olduğunu hatırladı. sonra fotoğrafı fırlattı ve en yakın içki dükkanına gitti. içerisi ağır şekilde osuruk kokuyordu. sanki birisi bağırsak kurdu yemiş ve onu çok hızlı bir şekilde sindirmiş gibiydi. burnunu palto ile örttü ve fermuarı tamamen çekti. "kokuyu birkaç dakika bastırsa yeter" diye düşündü ve gaz maskesi ve kırmızı papyondan başka birşey giymemiş sarışın kasiyere:
+ mostof* ver, ibne.
kasiyer hiç istifini bozmaz. sadece gözleri göründüğü için gözlerini kısarak:
- paranız var mı?
+ bok var.
-üzgünüm efendim ama sadece para kabul ediyoruz. yan taraftaki dükkandan değiş tokuş edebilirsiniz.
+boşversene. -eliyle ceketini arkaya atarak palasının sapına avcunu dayar. bence sen bunu daha sonra benim için yapabilirsin.
- o palayı...
adam, palayı, kasiyerin masaya dayadığı dirseğin, ucuna saplayarak kasiyerin sözünü kesti.
kasiyerin gözü doldu, kolunu tutarak ayağa kalktı, titreyerek adama:
+bunu yapmanıza gerek yoktu. buyrun içkiniz, benden olsun.
+eğer ibne olmasaydın belki bunu yaşamazdın.
-teşekkürler.
adam palayı kınına soktu, dükkandan çıkıp eve doğru gitti. kapıdan içeri girer masaya tavuk bacaklarını koydu. banyoya girip soydu, az evvel girdiği dükkandan arakladığı deve kuşu yumurtasından yapılmış berbat kokan sabunla saçını yıkadı. "artık bunu bulmak bile neredeyse imkansız." diye geçirdi içinden. kıyafetlerini askıya astıktan sonra mutfağa gitti, sandalyeye oturup eski bir gazeteyi açtı. gözüne ilk ilişen haber, bir fabrikayla ilgiliydi. sabun fabrikasında 800 kadın ve 1600 erkek çalışanın yarısından çoğu cinsel hastalıktan dolayı öldü." diyordu. o işçilerin görevi fırın için çocuk yapmaktı sabun yapmak için çok ceset gerekliydi ve en ekonomik çözüm buydu. -içindeki nefreti bastırmaya çalışarak- kalktı, çekmeceden lameli çıkardı. tekrar yerine oturdu ve bacaklardan en iri olanının yarısını kopardı ve ağzına attı. çok uzun bir süre çiğnedi. et çiğnemek hoşuna gidiyordu. içkiden lamele iki damla koydu ve çakmakla ısıttı. içki hemen kaynadı, sarı renk aldı ve osurukla karışık barbunya ve portakal kokusu gelmeye başladı. biraz daha kaynattıktan sonra koku dayanılmaz bir hal alınca hemen diliyle lameli temizledi. derin bir nefes aldı ve rahatladığını hissetti. mostof en iyisiydi, planını gerçekleştirmesi için idealdi. birden beyninde patlamalar oldu aklından türlü şeyler geçiyordu ağlamaya başladı. önceden yaptığı işler onu çok yormuştu. on yıl öncesinde böyle miydi? sonra düşündü ve o zamanın da şimdikinden farksız olduğunu farketti ama en azından o zamanlar kendini kandırmayı becerebiliyordu. tümör sattığı zamanları hatırladı dokuz yıl bu işi yapmıştı. tümörü olmayan insanlar, adama gelir ve ondan bir tane isterlerdi. tümörler iyi arkadaştı onlar için. sonra hatalı bazı tümörlerin küçülmesi şikayetleri, onun işindeki prestijini zedelemişti. gururuna yediremeyip gitmişti o da. ekmeklikten bir tabaka çıkarttı. özel zamanlar için sakladığı çok sevdiği, kaliteli rotya tütününden bir parça çıkarıp kağıda koydu ve sardı. ayağa kalktı ocaktan sigarasını yaktı. bitişik daireye bakan penceresine yöneldi. geçmiş takıntısı, açlığı genelde yenerdi onda. karşı pencereye baktı. egzamalı yaşlı bir kadın kıçına vazo sokuyordu ve yırtılan kıçından akan kanları eliyle her yerine yayıyordu. yanındaki çocuk onu izleyip gülüyordu. tuvalete koşup kustu. sonra hızlıca mutfağa girdi ve içki şişesini ocakta biraz ısıttı. ısınan mostofun rengi değişmeye başlamıştı ama adamın çok acelesi vardı. kafasına dikti, bir yudum aldı ve midesinde kalan son şeyleri ve içtiğinin bir kısmını çıkarttı. fakat yarısından çoğu çoktan kana karışmıştı bile. artık geri dönüş yoktu. ayakları karıncalandı önce. sonra koşup diğer odadaki kanepeye uzandı. ağzının kokusu midesini bulandırıyordu. yine kustu bu sefer midesinden çıkan sıvı yalnızca ağzını ıslatabilecek kadardı. midesindeki sancı çok ıstıraplıydı. birisi periyodik olarak midesini yumrukluyor gibiydi. oysa adam acısız olacağını hayal etmişti bunun. "yavaşça gelen sonsuz uyku.". o böyle düşünmüştü. ağzının kokusu tekrar midesini bulandırdı. kusmayı denedi. geğirikten başka birşey çıkmıyordu. ağrı gırtlağının en üstüne kadar geldi. dayanamadı. çorabını çıkarıp ağzına tıkadı, gözlerini kapadı ve acıyı unutmayı denedi. anılarını hatırlamaya çalıştı. hiçbiri yoktu. kim olduğunu hatırlayamıyordu. ismini hatırlıyordu.. hatırlamalıydı. "kim ismini unutur ki?" dedi ve ve hatırlamaya çalıştı. anıların yitmesi, bu kadar korkunç olabilir miydi? oysa o, hep bunun iyi olacağını düşünmüştü. sürekli yanılıyordu ve tüm bunların yanında bu acı dayanılmazdı. hızlandırması gerekliydi. mutfağa gitti. içki şişesini parçaladıktan sonra, sol el bileğini, hiç tereddüt etmeden doğradı. ağzındaki çorabı çok kuvvetli bir şekilde ısırarak inledi. çok acıyordu. "keşke o kadar derin kesmeseydim" diye düşündü. sonra acısı giderek azaldı. kollarını hissetmiyordu artık. kafasının karıncalandığını, boynunun şiştiğini hissetti. sigarasından derin bir nefes aldı. kalbi gözlerinin arkasında, her attığında gözlerini itiyor gibiydi. dumanın gırtlağından indiğini, akciğere dolduğunu, kana karıştığını, hissetti -hayır hayır gördü- resmini çizebilirdi. bu duygunun nasıl bir şey olduğunu düşündü ama bir cevap bulamadı. hiçbir şey yoktu artık onun için. ne koku, ne ağrı, ne his, ne anı. yoktu. çünkü cesedinin sabun olmasına sadece birkaç gün vardı bir süre daha buralarda olacaktı. sonra ait olduğunu bildiği yere, okyanusa gidecekti.