özel bir kitaptır. karakterleri irfan ve nurhan ekseninde kendinizi, yaşayışınızı, duruşunuzu, ideolojinizi sorgularken bulursunuz kendinizi. bir kere okuyup bırakılmaz genelde. akıla düşünce depreşir, açar altını çizdiğiniz satırları tekrar okur iç geçirirsiniz. en azından bende öyle olmuştur. öyle ki; bir dönem 'mızraksız ilmihali okumamış biriyle evlenmem' diye dolaşmışımdır ortalıkta. ciddi ciddi kriter meselesi yapmıştım. ama yaşanan gerçek hayal edilenden çok farklı olurmuş meğer. söz konusu evlilikse kriterler teferruatmış... *
grubun en hayırseverinin 2 kilo tulumbayla ziyafeti tamamlayacağı günlerdir. tepsinin etrafında halkalanan kalabalıkla birlikte ziyafetin sonuna doğru yaklaşılırken "ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanımız..." ile başlayan zarif duaya amin denir. duadan sonra ilk lokmayı almak için sevimli bi atraksiyon çabasında bulunulur. maklube yemek için cemaat evinde kalmak ya da cemaatçi olmak gerekmez. hatta maklube olması da gerekmez, zira maksat birlikteliktir. aynı yemeğe kaşık sallamak ve yalnızca nasibinde olanı kaşıklamak, her yemekte ve cem olmuş her hayırlı toplulukta ayrı güzeldir.
her su sesi ağlatır, her kırmızı renk kanatır.
bütün gece gözyaşınla sırılsıklam ettiğin yastığa sarılıp uyumaya çalışmışsındır. ama boğazındaki düğüm aman vermez. yutkunursun canını acıtır, yutkunmazsan nefesini tıkar, çözülse hıçkırık olacak, öyle bir düğüm.
geceler süren bu uykusuzluk faslı devam ederken bir yandan da hayatın devam ediyor olduğu gerçeği nasıl koyar insana. o uykusuzlukla işyerinde bayılacak hale gelirsin ama zorundan sırıtırsın bir şey soranlara. eve dönüşte 4 km'lik yolu yürürsün sallana sallana. yağmur yağıyordur ama nasıl... bakan meraklı gözlere aldırmaz devam edersin adımlamaya. eve dönüp de anahtarla açtığın kapının karşısından boy aynasında kendini gördüğünde bir kez daha kopar yüreğinin en titrek teli. aynanın önüne diz çöküp hıçkıra hıçkıra ağlarsın. için sırılsıklam, dışın sırılsıklam. kulağından hiç gitmeyen bir dram sahnesi müziği eşlik eder hüznüne. güneş doğmuş, güneş batmış, farkında bile olunmaz. zaman mefhumunu çoktan yitirmişsindir. dua edersin bi yandan gayriihtiyari. allahım! diye başlayan yardım temennileri. geçecek hepsi diye fısıldar bir ses içten içe. hepsi geçecek. şifalı bir zaman gelecek ve her şeyi iyi edecek...
böyle bir şeydir hüznün dibine vurmak.
gözünün önüne sürükler yaşanmış her ne varsa, zihnine çiviler geçmiş zaman sahnelerini.
her şeye rağmen hüzün en çok yakışandır bize.
nasıl olsa geçecektir. zaman ilaçsa her şeye, şimdi ecza sormak zamanıdır dakikalardan...
açılımı cumhuriyet üniversitesi öğrenci derneği olan, cumhuriyet üniversitesinin ilk ve tek resmi öğrenci derneği. çatışma yerine diyalogu, tartışma yerine hoşgörüyü, nefret yerine sevgiyi ikame etmek için faaliyet gösteren ve önce ahlak ve maneviyat felsefesine sahip dernek.
istanbul hala güneşin ardında
ufuklarında birkaç kara leke
birkaç kan pıhtısı dudaklarında
istanbul hala sevimli mi sevimli
ve hala bir tomucuk tadında
yürüyelim seninle istanbul'da
korkusuz bir rüyadır
bekler bizi Beykoz'da, Üsküdar'da
birkaç kuğu, birkaç mahzun kuştüyü
yenilgisiz bir muamma gibidir
arar buluşmayan ellerimizi
deli rüzgar yine sarhoş, hovarda
tam orada, Çamlıca yokuşunda
birkaç bulut çekelim gökyüzünden
damarlarımızdan geçirelim ve birden
bırakalım suların üzerine
sen bir defa konuş, sen bir defa gül
kumlu ebrular yapalım seninle
serpmeli ebrular, bülbülyuvası
hercaimenekşe, gonca ve sümbül
yüzün bir ay gibi parlarken gecenin ortasında
yürüyelim seninle istanbul'da
boğaziçi mağrur türkülerini
gözlerine baka baka söyleyin
martılar üşüyünce
denizin sıcağında bulsunlar kalbimizi
anlayabilir misin
neden çıban gibi büyür bağrımda
büyür de kelebek olur bu sızı
kırmızıyı sevdiğini söyledin
bu yüzden mi günlerdir
istanbul'da gül kokusu yayılan
tepeler kırmızı, sular kırmızı
istanbul bilmeli ki, sahillerine
mehtabı taşıyan senin bakışlarındır
istanbul bilmeli ki, limanlardan gemiler
önce senin yüreğine açılır
uzaklarda bir yerde
toprağı öpmek için eğilen bahçıvanın
parmaklarında hüzün
sana doğru akan nehrin
ağlayan suretidir
bir elimizde umut
bir elimizde sevda
yürüyelim seninle istanbul'da
musiki kesilsin, tükensin yazı
çaresiz kalınca mızrap ve şiir
ozan bir kenara bıraksın sazı
ressam fırçasına neden mi kızgın
tuvalde çizgiler, renkler kırmızı
kırmızıyı sevdiğini bilince
çekilir mi artık güllerin nazı
Anadolukavağı'nda her akşam
burcu burcu bir rüyadır hayalin
karanlık, hüznünü düşürür dağa
kuşlar kanat çırpar, yıldızlar ağlar
endamın her sabah iner toprağa
istanbul bir yanımda, sen bir yanımda
uykusundan uyanınca fırtına
dalgalar türkümüze aşina olur
yüzümüze bakınca deniz fenerleri
sahibini arayan gemilerin
çığlığıyla vurulur
tarih heyelandır hainlerin ardında
istanbul tarihin soylu anası
biz bu yürüyüşü çiğdemlerden almışız
sevdayı kız kulesi'nden
yalıların burukluğu altında
geçiyoruz sokaklardan delice
anlayabilir misin
beyoğlu'nda gezinen
hayal kırıklığının benden türediğini
anlayabilir misin
kırmızı neden böyle
doldurur aynalara inleyen yüreğimi
sana giden yolların kavşağında
bir adam direniyor izini bulmak için
siliyor tanyerine akan alın terini
ufkunda sapsarı umudun rengi
mavi yitik, beyaz kızgın ve siyah
arıyor sessizce kaybolan günlerini
Gülhane'de simit satan çocuklar
nasıl anlasınlar ellerimizin
neden böyle çekingen olduğunu
Ayasofya önünde tramvay bekleyenler
gökyüzüne dokunurken bu acı
kimdir diye sorsunlar içlerinden
birlikte yürüyen iki yabancı
biz gitsek de, istanbul'da yine de
yıllar yılı gezinmeli bu sızı
benden bir yaralı şiir kalmalı
senden bir tebessüm, bir de kırmızı