insansal sansar
@insansal sansar    0 (düz adam)
on birinci nesil silik 0 takipçi 20.70 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    yazarların yaparken mutlu olduğu aktiviteler

    2.
  1. zall ın yaptığı iyi şeyler

    2.
  2. zeykur sözlük.

    yaptığı tek iyi iş.
    0 ...
  3. uludağ sözlük gece modu

    13.
  4. enene menene koyayım nenene

    1.
  5. özledim ulan :( var mı oynamak istiyen ?
    0 ...
  6. formatsız sözlük

    1.
  7. şu dönemde nede çok ihtiyaç olan bir sözlüktür. Ulan birisi adam akıllı el atsa manyak iş yapar.

    baksanıza şu güzelliğe;

    https://galeri.uludagsozluk.com/r/1428627/+
    0 ...
  8. ekşinin uludağı siklememesi

    2.
  9. azerbeycan gibi salam yazıp durmayın sizde.
    4 ...
  10. bunu bilen liseli değildir

    372.
  11. sözlükte kadınların ezilmesi

    2.
  12. sözlükte kadın olduğunu sananları ortaya çıkartan başlıktır.
    0 ...
  13. uludağ sözlüğün kızları iyi midir

    3.
  14. çay topluyormuşum gibi çek

    6.
  15. Ya tiplere bak müebbetlik amk, dedirtmiş bazı yazarlarımıza kuşlar söyledi.
    0 ...
  16. en tahrik edici erkek parfümü

    2.
  17. Acqua crystal - dunlop

    Yeşil şişe

    Peşin edit: tahrik olmuyorum tavsiyede bulundum erkeğim boşuna mesaj atmayın.
    0 ...
  18. sır paylaşılan kişi olmak

    2.
  19. insanların gerçek yüzlerini görmeni sağlar. Çok kötü bişeydir kimseyle samimi olamazsın.
    1 ...
  20. recep tayyip erdoğan

    23002.
  21. keskin bir söyleyişle, tayyip erdoğan bir bakıma ‘neo-orhan gencebay’dır. yazıyı okuyanların büyük bir kısmı, tayyip erdoğan’ı adnan menderes’e, hatta turgut özal’a benzetmeyi uygun görerek bu deyişe dudak bükeceklerdir. tayyip erdoğan, ülkenin gündeminde ‘avrupa birliği’ eksenli kimlik tartışmaları varken, bir anlamda batılılaşma ve modernleşme sürecinden dışlanan ve bu süreçlerin dışında duran/tutulan bir kitlenin oylarından beslenen bir liderdir. bu kitle, onun okuduğu şiirler, hakkında açılan davalar ve yasaklanan milletvekili adaylığı nedeniyle haksızlığa uğradığını düşünmektedir. buna hiçbir türkiyeli’nin içi dayanmaz. biz hep haksızlığa uğrayanın yanındayızdır. hep birilerine, bize, birilerimize haksızlık yapıldığı, hakkımızın yendiği fikriyle yaşayan bir toplumun, adalet duygusunun adeta bir çeşit ‘existence’a dönüştüğünü bu hikayede görebilirsiniz.
    şahsın aleyhine açılan yolsuzluk iddiaları içeren davalar kızgın kitlenin pek umurunda olmamıştır. tayyip erdoğan’ı görmek/olmak istedikleri lider olarak konumlandırarak mevcut iktidarın ve muhalefetlerin kirliliğini protesto etmişlerdir. erdoğan seçmenlerine bir çeşit aidiyet duygusu vaat etmiştir. medya ve kritikler tarafından ‘hiçbir şey söylememekle’ itham edilse de, tayyip erdoğan sessizliğini de stratejik olarak kullanmış; hakkı yenmiş, önü kesilmiş ve sürecin dışına itilmiş bir lider imajını uzun süre korumuştur. bu boynu bükük imaj ise, seçime yaklaşılan bir dönemde bir takım sert ifadeler ve mağrur bakışlarla desteklenmiştir. en önemlisi, ilahi adalet kavramına göndermeler yapan, halkına inanan, umutlu bir havada yapılan konuşmalarda ‘sadece’ hedeflerin net olarak gösterildiği görülür. bu noktada şu söylenebilir. ezilmiş, dışlanmış yığınlar dinlemekten çok bağırmaya; anlamaktan, tartışmaktan çok boşalmaya ihtiyaç duyuyorlardı. seçime bir hafta kala ise şovenizm kokan, bir tür galibiyet duygusunun verdiği güvenle cumhurbaşkanıyla meseleleri tartışmaya başlamıştır bile çoktan.
    tepeden inme modernizm süreçlerinin dışında kalan kitleler tayyip erdoğan’ın ve akp’nin bugünkü başarısını adnan menderes’in chp’ye karşı kazandığı başarıya, cumhuriyetin ‘tek partisini’ devirmenin yarattığı zafer sarhoşluğuna benzetebilirler. ama tahminimce tayyip erdoğan adnan menderes’ten daha dikkatli bir tutum içerisinde, daha soğukkanlı davranacaktır. turgut özal’la benzedikleri nokta ise daha önce de belirtildiği gibi, birçok politik eğilime, siyasal tavra açık bir duruş sergilemesidir. özal’ın seksenlerde liberal, sosyal demokrat, muhafazakar eğilimli politik tavırları partisinde topladığını hatırlarsak, tayyip erdoğan da merkez sağdan, merkez soldan, hatta popüler dünyalardan bir çok isme kucak açmıştır. ama daha homojen bir yapı olmanın dışına çıkamamıştır. ayrıldıkları noktalardan biri ise, erdoğan aday listelerini oluştururken ‘selamet partisi’ kökenli isimleri gözetmiştir. özal genellikle daha renkli ve daha çeşitli tercihler ortaya koymuştu. bunun yanında, ekonomi konusunda erdoğan’ın imf’yi ve yabancı sermayeyi karar mekanizmalarında gözeteceğini –yine seçim gecesi- duyduk ama özal bu konudaki tavırları her zaman daha netti. erdoğan’ın neo-özal olduğu teorileri ışığında, (saadet partisi’nden oğuzhan asiltitürk’ün “özal da aramızdan ayrılmıştı.” demesi düşünüldüğünde) daha birçok açıdan kıyaslamalar siyaset bilimciler tarafından yapılmaya devam edecektir. sanırım turgut özal’la erdoğan’ın görülebilen en ortak silahları politik manevraları ve stratejileriydi.
    seçmenleriyle ilişkisi açısından, menderes’ten ya da özal’dan çok orhan gencebay’a benzemektedir tayyip erdoğan. siyasi tarihimize de bir ikon olarak geçecektir. görüntüsü, imajı, üslubu, dili ve tavrı sosyolojik ipuçları içermektedir. tayyip erdoğan için politik ya da ideolojik tanımlardan, duruşlardan çok, tipolojik ya da karakteristik özelliklerden bahsedilebilir. onu ‘muhafazakar’ ya da ‘islamcı’ bir politikacıdan çok bir kahramanlık hikayesinin baş karakteri olarak tanımlayacak insan sayısı daha fazladır. tayyip erdoğan, 1970’lerde köyden kente göçün yarattığı kültürel bunalımların arasında doğan gencebay kadar yakındır –sesi duyulmayan, dinlenmeyen, dışlanan kitlelere. onu bir politikacıdan çok bir özdeşleşme nesnesi olarak gördüklerini düşünüyorum. ama bu benzerlik gencebay ve erdoğan’ın hayatta durdukları noktalardan, kişisel tavırlardan ve yaptıkları işlerden çok yukarıda söz ettiğimiz kitlenin onları konumlandırdıkları yer itibarıyla benziyorlar. yani, aslında hiç ilgileri yok birbirleriyle ama insanların onlarla kurdukları ilişki aynı süreçlerle şekillenmiş gözüküyor, bu yüzden tayyip erdoğan için neo orhan gencebay ifadesini kullanıyorum.
    ‘batsın bu dünya’ diyecek kadar sisteme meydan okuyan gencebay, batı müziğiyle anadolu müziğini sentezlediği noktalarda yeni ve önemlidir. bize bugün bu şarkıyı yeniden söyleten ise sistemin ve içinde bulunduğumuz kaotik düzlemin yarattığı gerilimdir. savaş korkusu ve terör tehdidiyle yaşadığımız bir dünyada, tayyip erdoğan sadece bir politikacı olarak değil, bir figür olarak da incelenmelidir. ama gencebay kadar başarılı bir sentez yapabilecek mi? bunu yaşayıp göreceğiz. ‘bu şarkı burada bitmez.’ diyerek gelen (kendisinin bir şiir kasetinin de olması bu noktada ilginç bir durumdur.) tayyip erdoğan, bakalım kimi ferdi tayfur ilan edecek?
    1 ...
  22. bal porsuğu

    116.
  23. kemal sunal'ın canlandırdığı tarzan rıfkı karakterinin hayvan versiyonu. tipine, cüssesine bakınca adam yerine koymazsın ama, inatçılığıyla, deli cesaretiyle, bir defa bulaştı mı en azman hasmını bile yıldırmasıyla, aslında ne çetin ceviz bir mahluk olduğunu anlarsın. bunun esas oğlan olduğu bir iki belgesel izlemiştim, oradan biliyorum. yalnız, bunlarda da şöyle bir yamuk var; evlerinde dirlik düzen yok bunların. erkek porsuk, bir manita düşürüp çocuk peydahladıktan sonra eve uğramaz oluyor. o kovan senin, bu sıçan deliği benim, kendi işkembesini doldurmanın derdine düşüyor. çocuklar da anne porsuğun başına kalıyor. o garibim de n'apsın, doymak bilmez yavrular aç kalmasın diye canını dişine takıyor. ama bir süre sonra, erkek yavruların kuşu kalkmaya başlayınca, bu piçler analarına halleniyorlar. öyle ki, kadıncağız bunlara arkasını dönemez oluyor; öyle yaslanmalar, üstüne çıkmaya çalışmalar, sapık sapık hareketler işte. en sonunda anne porsuğun şalter atıyor, bu itoğluitleri terkediyor. erkek porsuklarda puştluk var ama dişileri pek namuslu canım
    2 ...
  24. the beatles

    406.
  25. okuduklarımla yetinmeyip şakirt olup olmadığını tespit edebilmek için yüz yüze de tanışmak istediğim yazar. sonunda geçen yıl istanbul'a geldiğinde ricam üzerine o zaman çalışmakta olduğum yayınevine uğradı. dikkatle inceledim. giyim kuşamından çay içişine, seçtiği kelimelerden ses tonuna, ayrıntılı notlar aldım. yetinmedim, tepkisini ölçmek için masanın altında, ayaklarımı koyduğum yere yapıştırdığım ve sürekli üstüne bastığım fethullah gülen fotoğrafını fark etsin diye kalemimi düşürüp "senin tarafa geldi, bi zahmet verir misin kalemi" dedim mesela. eğilirken tabii fotoğrafı gördü. ama bir rahatsızlık belirtisi gözlemlemedim. hatta karnını tutarak dakikalarca güldü diye hatırlıyorum. işyerindeki diğer arkadaşlardan da kendisini dikkatle gözleyip o gittikten sonra bana görüşlerini iletmelerini rica etmiştim. onlar da şüphe çeken bir davranışına tanık olmadıklarını ilettiler.

    sonuç: the beatles ya şakirt değil, ya da oscar'lık bir oyunculuk sergileyen bir gizli şakirt. (bunlardan bazıları kendilerini gerçekten çok iyi gizliyor. her yere sızmışlar zaten). ama ben şakirt olmadığı kanaatindeyi
    1 ...
  26. the matrix

    299.
  27. kurandan da 1100 sene once, budist felsefesinde rastlanilan "yalan dunyaaaa, hersey bombos, hanci sarhos..." gorusunu hatirlatan film.

    hatta daha sonralari en basta platon olmak uzere cesitli filozoflar tarafindan varyasyonlari bol bol dile getirilmis, deneyciler/akilcilar kamplasmasinda onemli rol oynamis, hakkinda binlerce makale yayinlanmis falan da filan..

    ama gel gor ki bu 2500 yillik bilgi birikiminden bihaber insanlar, bu tip dusuncelerle ilk defa matrix sayesinde yarim yamalak tanisip, butun krediyi filme veriyorlar, felsefesinin derinligini yapimcilarinin zekasina atfediyorlar.

    elbette bir seyi bilmemek, yeni ogrenmis olmak ayip degildir ama allahaskina koskoca nedensellik kavramindan bahsederken de daha ilk cumlede matrixten dem vurmak abestir, emperyalik satanikliktir. hele hele o "kavanozdaki beyin" konusu gundeme gelince bu fikrin kiskirticiligindan ve "orjinalliginden" galeyana gelip wachowskilere tapinmak ayiptir. ignorance is bliss deyince akla ilk haysiyetsiz cypher kardesimizin gelmesi vatan hainligidir.

    megersem ne kofti adamlarmis o filozoflar, ne bos insanmis su buddha, millete anlatamamislar onca sene, keanu reeves odununun iki woaw'la anlattigini.

    haaa matrix izlenir, feyz alinir, geyigi yapilir. sonra da gidilip birseyler okunur, konu dogru duzgun ogrenilir, tarihin guzide karakterlerine haklari teslim edilir. iste bu harekete sapkami cikaririm, hatta aska gelip sarilip operim. gozunuzu seveyim en azindan felsefede ve dusuncede tembellikten kacalim, tuketim kulturu filozoflari olmayalim
    1 ...
  28. green card

    55.
  29. arasira gidip takildigim bir dunkin donuts subesindeki butun calisanlarin birlesik devletlere giris yapabilmesine vesile olmus kart. hepsinin de surati sirke gibi. elde avucta belli bir maddi veya yetenek/bilgi birikimi olmayip da green card eline gecenler, filmlerde dizilerde gordukleri amerikan ruyasini tersten gormeye baslayabiliyorlar under-wage ve zor calisma kosullari sebebiyle. lubnan'dan gelen bir tanesi starbucks, publix gibi yerlere kapagi atmaya calisiyordu en son.

    bu yuzden cikmasi her zaman super bir olay degil.

    ek:

    cabalamaniz gerekecek. bunu soylemeye calisiyorum, hemen dosenmissiniz "ense karartmaya calisanlar" seklinde refere ederek. ne kadar meraklisiniz bir argumana karsi arguman sunarken yaninda camur da atmaya arkadas ya.

    dunyanin o guclu ekonomisinde yeri geliyor vatandasi bile is bulamiyor. ekmek aslanin rektumunun oralarda. haberlerde "bu sene su kadar kalici calisan alinmasi tahmin ediliyor" seklinde hesaplar kitaplar... bunlara karsin birlesik devletlerde cabalarsaniz para kazanmanin yollari her daim mevcirt. cabalamaniz gerekebileceginin bilincinde olursaniz bocalamazsiniz.

    kisinin yerini yurdunu birakip baska bir ulkeye yerlesmesi kolay bir surec degil. kolay bir surecmis gibi iluzyon olusturabilir kiside; ancak isler rayindan cikarsa kafaniza kafaniza inebilir zorluklar teker teker. burada sunulan argumanlari "sanki turkiyede ruya yasiyorlar hyammina" dermiscesine bir argumandan gecirmek de alakasiz, mesele turkiye degil burada. mesele insanlarin olasi beklentileri, ve bu beklentilerini karsilamayacak durumlar uzerine. ornegin anlatsaniza, birlesik devletlerde saglik sigortaniz yokken basiniza bir is gelirse icinize alacaginiz hastane masraflarinin kac on/yuz bin dolarlara ulasabilecegini..

    bir diger not: guru da ornegin sunu hatirlatir her sene gorev gibi. sebep? millet hayal dunyasinda yasamasin, biraz gercekleri gorup uyanik olsunlar:
    2 ...
  30. amerika

    302.
  31. muhteşem bir rammstein şarkısı. videosu da rammstein'ın yaptığı en harika iş.
    aklınıza gelebilecek her grubun amerika ile ilgili bir şarkısı vardır. ancak hiçbiri amerika'yı böyle algılayamamıştı, böylesine anlatamamıştı.

    amerikasız bir dünyanın mümkün olmadığını, giydiğimiz, yediğimiz-içtiğimiz, yaptığımız her şeyin amerikan olduğunu anlatmaya cesaret edememişti belki hiçbiri. kimse bu kadar ince eleştiremezdi.

    umarız bu bazılarına örnek olur ve ellerindeki gibson, fender gitarların, marshall amfilerin nerenin ürünü; yaptıkları müziğin nasıl bir kültürün eseri olduğunu, babaya paraların nereden geldiğini unutarak "hedefini al, piyasanı al" gibi basit sözlerle ve her şeyin gözümüze sokulduğu basit kliplerle dinleyiciyi/izleyiciyi salak yerine koymaktan vazgeçerler. *
    1 ...
  32. © 2025 uludağ sözlük