bursaspor'un parlayan yıldızı. sağ bek olarak çıktı karşımıza ancak hücumda gösterdiği performansla hücum bölgesinde de oynayabileceğini kanıtladı ki şu sıralar bursaspor'da öyle oynuyor. ama yine de kanımca 3-5-2 nin sağ kanadı en ideal yeri. bakalım nerelere gelecek.
2009 da mezun oldum. bir kıza âşık oldum bu lisede... bu lisenin en güzel şeyiydi o. adı merve. belki de ona ulaşamadığım için unutamadım. merve benim masum aşkımın son adı. şimdi bakıyorum da ondan sonra hiç âşık olmamışım ben.
bir mektup yazmıştım; tüm içtenliğimle, tüm aşkım, tüm özlemimle. şimdi okusam çok gülerim o mektuba ama o günkü duyguları tekrar yaşatır bana.
kıbrıs'ta 39. tümen 14. alaya bağlı olan 2. taburun daha çok bilinen adıdır. birçoklarının söylediği gibi gerçekten de kıbrısın en güzel kışlasıdır. bir yanı deniz, bir yanı mandalina, limon, portakal bahçeleri... ilk adımımı attığımda ben nereye geldim, harika bir yer burası dedirtir piyadeye. hele bir de ktm'den gelmişseniz gecenin köründe gerçekten bu kışlayı cennet olarak görebilirsiniz.
nizamiyeden ilk girildiği anda bölük komutanları, idari işler vs. için ayrılan odaların bulunduğu ana yapı hemen göze çarpar. bize ait olmadığı bellidir; sağdan ve soldan iki simetrik merdivenin çıktığı üst kat güzel bir teras kat oluşturur.
denize bakan bu güzel terasta acı bir olay yaşanmıştır. bir müze vardır burada: şehit yüzbaşı cengiz topel müzesi. (bkz: cengiz topel) rumların kontrolünde olduğu dönem yüzbaşı cengiz topel uçağı düşerken paraşütüyle atlar ve rum tarafına düşünce yakalanır ve esir edilir. şimdi müze olan bu odaya getirilip işkence edilerek şehit edilir. düşen uçağından kalma birkaç parça, rumların işkence için kullandığı aletler ve o'na ait resimler gösterilmektedir. bazen kışlaya bu müzeyi görmek için sivil insanlar gelir ve burayı ziyaret ederler.
bunlar haricinde hemen kışlanın karşısında 200 metre mesafede üç dalga olarak bilinen sahil şeridi bu kışlanın kontrolündedir. askerler her hafta spor amaçlı denize girebilirler. kış aylarında c vitamini ihtiyacı bahçeden fazlasıyla karşılanabilir.
kıbrısın daha cezbedici mekanlarına uzaktır. lefkoşa biraz uzak, girne daha uzak, gazimağusa en uzaktır. tek dezavantajı da bence budur.
evet şu an için başlık çok saçma gözüküyor olabilir sevgili ulular fakat eksilemeden önce bir kez daha düşünün derim.
şundan eminim ki torunlarımız aralarında konuşurken şöyle bir konuşma yaşanması kaçınılmaz olacak: ''varya benim dedem önceden böyle yaprak gibi bir şey varmış onun üzerine bir çubukla çizgiler çizerek harfleri yazıyorlarmış.'' -yoahımııı... benimki de kalemle kaset diye bir şey sararmış yaa!
bilgisayarlar, akıllı telefonlar, tabletler, elektronik imzalar vs. kağıda kalem ile yazılan yazının kaç sene ömrü daha kaldı acaba? ne komik! çocuklar bir ara el yazısı ile yazıyordu değil mi? konuşarak yazabildiğin bir çağda el yazısı ile deftere yazı yazmak!
sorunumuz şu ki: yaratıcı ve bağımsız düşünemiyoruz. (bkz: #38057790) çağın gerisinde kaldığı için bir isviçre bir japonya yazıyı kaldırma kararı alsa çoğumuz ayakta alkışlarız ve bu yakın zamanda olacak.
duvara çivi ile çakıla çakıla yazılan yazının zamanı geçeli çok oldu. insan kağıdı buldu, kelamlarını kağıda koymak için kalem kullandı. ve artık bir devrin daha sonu yaklaşıyor değil mi...?
bir devlet tarafından vatandaşlık verilen ilk robot. (suudi arabistan)
''dünyayı yok etmek istiyorum.'' diyen robot sophia güncellenmiş haliyle karşımıza çıkıyor ve bu sefer bizlere: ''bana iyi davranırsanız bende size iyi davranırım.'' diyor...
yeni eğitim müfredatımızla beraber sanırım bu iş bu sefer olacak. ne mi olacak? çocuklarımız ingilizce öğrenecek. biz abilerinin yapamadığını yapıp bu işi başaracaklar. bizim zamanımızda böyle miydi... bizde 2. sınıftan itibaren ingilicce görseydik bizde şimdi i speak şakır şakır modunda bir şeyler olurduk eminim.
hadi biz öğrenemedik, peki... öğrensek belki lazım olurdu ama olmadı. şimdi bu çağda -2017 yılında- bu ingilizce manyaklığı -yabancı dil manyaklığı- nedir?
çeviri uygulamalarının her geçen gün geliştiği, yabancı dili algılayan ve ana dile aktaran kulaklığın yapıldığı bir zamanda ilkokul 2. sınıfta ingilizce öğretmenin mantığı nedir? bunun yazılımını yazacak, kulaklığını tasarlayabilecek çocukları yetiştirmeye yönelik dersler yerine neden inadına ingilizce kardeşim?
evet, kabul edelim; genel olarak yeni bir matbaa-hattat ikilemi ile karşı karşıyayız. bir yanda insanın ruhuna dokunmayan onu ezip geçen teknoloji diğer yanda hayatı kolaylaştıran, pratikleştiren ve mutlak yapılması gereken zaruriyet.
temennim, naçizane önerim şudur: revizyon. evet, revizyon. kabul edelim ki yabancı dil öğrenmek çok önemli bir ihtiyaç; ama artık sağlık açısından! doktorlar falan alzaymır, erken bunama riskine karşı yabancı dil öğrenmek faydalı demiyorlar mı ha işte bu onun için. yani ingilizce öğretimini revize etmek şart. çağa uygun hale getirmek şart. ne bileyim sağlık için olabilir beyin fonksiyonlarını geliştirmek için olabilir ya da yapay zeka yazılımları için kod yazma (yazılım ingilizcesi) öğretimi maksadıyla olabilir. olabilir de olabilir. tek bir şey için olmaz; o da ingilizce konuşmak ve yazmak... evet ingilizce dersinin amacı artık çocuklara ingilizce konuşma ve yazma becerisi kazandırmak olamaz, olmamalı.
bir şeyleri kaçırıyoruz. tekrar ediyoruz. ama hep aynı aynı aynı...
terbiyesizliğin, ahlaksızlığın, alçaklığın tecessüm ettiği gol.
bu gol, sporda saygı ahlak kardeşlik gibi kavramların aslında hiçbir karşılığının olmadığını, fair play denen kavramın bile başlı başına bir ahlaksızlığın tezahürü olduğunu bizlere göstermiştir.
profesyonel sporculuğun gerekliliklerini yerine getiren bu insancıklar asla bir metin oktay bir baba hakkı bir lefter olarak hatırlanmayacaklardır.
gondollar şehri, harika şehir, mükemmel şehir, süper şehir venedik'te onlarca kişinin şahitliğinde boğularak ölen gambiyalı bir mülteci.
boğulurken venediklilerin ''haydi şimdi evine kadar yüz'' sözlerini muhtemelen duyamamıştır diyeceğim ama bir insana boğulurken ''haydi şimdi evine kadar yüz diyen insancıklar o ana kadar kim bilir neler demiştir zavallı pateh'e.
22 yaşında öldü. insancıkların gözleri önünde bir insan boğularak öldü...
Aklımda sadece şu soru kaldı: Pateh, o sonunu getiren sulardan yüzmeye başlasaydı venedikli insancıkların ''insan'' olma yolculuğundan daha kısa zamanda
varır mıydı evine?
yabancı basında çıkan yazıları, makaleleri tercüme ettiği bir blogu var.
blogunda kendisini şöyle tanıtıyor: ''Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası ilişkiler Bölümünde 2003’te lisansını, 2007’de yüksek lisansını Türkiye-Suriye ilişkileri üzerine yazdığı tezle tamamladı. Anlayış dergisinde yazar ve editör olarak çalıştı (2004-2010). Bilim ve Sanat Vakfı Küresel Araştırmalar Merkezinde koordinatör yardımcılığını yürüttü (2010-2014). Araştırma konuları arasında Ortadoğu, dinler ve mezhepler tarihi ile Türk dış politikası bulunuyor. Şu anda ingilizce ve Arapça basından makale tercüme ediyor.''
birkaç sene öncesiydi. lokantaya yeni bir bulaşıkçı lazımdı. annem birkaç arkadaşına sordu soruşturdu. ve iki gün sonra bir kadın geldi: ''abla çalışacak bayan arıyormuşsun'' dedi. kocasının da sabit bir işi yoktu, onun için çalışmak istemişti. annemle konuştular, anlaştılar ve kadın işe başladı.
dört çocuğu vardı bu kadının; üçüncüsü bebekken geçirdiği hastalık yüzünden sakat kalmıştı. o'na bakışı bir başkaydı... diğer iki kardeşi olmadan yürüyemiyordu. sakatlığından dolayı okula gidememiş, iki sene ertelenmişti. annesi o'nun için: ''o da gitsin okula, cahil kalmasın çocuğum'' demişti. hem en küçük oğlu da o sene okula başlayacaktı. masraflar, dertler artmıştı. kadının yüzünden hayata olan kırgınlığı, çocukları için duyduğu endişe... hepsi okunuyordu.
işte tam burada her insan, ''neden tanrı bu insanlara bunu yapıyor?'' sorusunu öyle ya da böyle kendine sorar. (tam burada yine aklıma ''insan ne ile yaşar'' hikâyesi geliyor) (bkz: insan ne ile yaşar/#33346323)
neyse çok uzattım; bir gün annem pazarı görmüş, lokantaya dönmüştü. mutfakta ben, o abla ve en küçük çocuğu vardı. annem içeri girdiğinde çocuğun gözleri annemin elindeki poşetlere kaydı. annem muzun olduğu poşeti açtı ve çocuğa bir tane uzattı. çocuğa neden bakayım ki; o da herkes gibi muzu soyup yiyecekti işte. tam merdivenin ilk basamağına adımımı attım, mutfaktan çıkıyordum ki çocuk: ''anne bu nasıl yeniyoo'' dedi. sadece bir an duraksadım, yüzümde tüylerin kalktığını hissettim ve hızlıca merdivenlerden çıktım.
yedi yaşına gelmiş bir çocuk ve ilk defa bir muz yiyecek. yedi senede tek bir muz... ne kadar saçma değil mi?
twitter'da, kendisini emekli asker olarak tanıtan ''analizi harbi (kula_mer)'' adlı hesabıyla doğuda gerçekleştirilen operasyonları yorumluyor; yanlışı gösterip doğruyu(!) söylüyordu. bir asker olduğu için verdiği teknik bilgiler sayesinde hatırı sayılır bir takipçisi vardı.
paylaşımlarında hükûmeti eleştiriyor, hükûmet yandaşı medyaya çakıyor ve takipçilerinin büyük kısmını coşturuyordu(?) amacı ne idi acaba? tabi allah-kur'an da dilinden eksik olmuyordu. kendisine ''komutanım'' şeklinde hitap ediliyordu.
ingiliz kemal'e bir sempatisi olduğu daha önceki paylaşımlarından belliydi ve her ne hikmetse ''kula_mer'' isimli hesabını kapatıp ''kemal_ingiliz'' isimli hesabı açtı.
daha sonra ise şöyle bir açıklama geldi: "Nevşehir Cumhuriyet Başsavcısı Adnan Tosun yaptığı açıklamada, 'Kırşehir'de güvenlik güçlerine ateş açarak aracıyla kaçtığı ihbarı alınan Kırşehir sözde sıkıyönetim komutanı Jandarma Kurmay Albay Ömer Kulaç, Hacıbektaş ilçesinde emniyet ekiplerince yakalanmış olup Kırşehir Emniyeti'ne teslim edilmiştir.' dedi."
aziz milletim; ülken, vatanın ve bayrağın için gösterdiğin kahramanca direnişten vazgeçme.
ülkeni işgale kalkışan hain teröristlere (fetö) dersini vermek için direnişe ve demokrasi nöbetine devam ediyoruz.
meydanların sahibi tanklar değil millettir.
r.t.erdoğan
not: ulan kanuni'nin fransuva'ya yazdığı mektup gibi bee.
Ülkede Kasım 2015'te düzenlenen terör saldırıları sonrası dördüncü kez uzatılmasına kesin gözüyle bakılan OHAL uygulaması ocak ayı sonuna kadar geçerli olacak. http://aa.com.tr/tr/dunya...ay-daha-uzatiliyor/612344
evet, öncelikle ohal ''olağan koşullarda'' kimsenin isteyeceği bir şey değildir. fakat bir devlet; bir darbe taşebbüsü, bir terör saldırısı, bir doğal afet gibi durumlarla karşı karşıya geldiğinde -takdir edilir ki bu koşullar ''olağan koşullar'' kapsamına girmez.- ohal ilan edebilir.
bir ülkede, günde 24.5 litre süt verebilen çok verimli sığırlar varsa ve: ''ülke hep batar, ekonomi çöker, ölür biter mahvoluruz'' minvalinde söylemler dillendirseler de bunlar pek ciddiye alınacak şeyler değildir.
not: faransa'da yaklaşık dokuz aydır devam eden ve daha da edeceği muhtemel olan ohal nedeniyle ülke papua yeni gine'den daha beter hale düşmemiştir.
evet oldu bu. sahilde kız arkadaşımla sevişiyorduk, iki adam geldi utanmıyor musunuz siz burada bunu yapmaya dediler. tam cevap verecektim ki daldılar bana. ellerinde incil vardı, ''yüce isa aşkına'' diye de bağırdılar.
efendim ben genelde bilgisayar karşısında, koltuğuma yaslanmış bir vaziyette iken sol elimin işaret parmağı ile baş parmağı yardımıyla saçımın sol, ön kısmından ince bir bölümü tutarım ve işaret parmağımda dolayarak düğüm atarım.
aslında bu ''tipler'' bizim gibi sıradan insanların göremediğini görür, duyamadığını duyar, bilemediğini bilir.
genelde bu tipler için tanrı cömert davranmıştır ve biz sıradan insanlara vermediği meziyetleri bu tiplere vermiştir.
bu tipler toplumda kolayca farkedilir. onlar yol göstericidirler, onlar olaylar karşısında en iyisini, hep en iyisini bilirler. tespitleri, analizleri mükemmeldir, oracıkta aydınlanıverirsiniz.
dillere pelesenk olmuş: ''oyun bunlar abi, tayyip'in senaryosu oğlum, akp tiyatrosu işte yea.'' vs. tespitleri okuyup feyz aldınız, aydınlandınız, gerçekleri gördünüz. ve allaha şükrettiniz: beterinden koru rabbim!
kontrolden çıkmış olan durum.
yazıyorsunuz, küfrediyorsunuz, sövüyorsunuz, her türlü iğrençliğinizi yapıyorsunuz, eyvallah.
bazen koca koca insanların iğrenç şeyler yazdıklarını görüyorsunuz, çoğu zaman bunlara gülüyorsunuz, kahkaha atıyorsunuz, eyvallah.
hep şunu düşünüyorum sonra: şimdi bir ilkokul çocuğu, elinde telefon, sizin bu pisliklerinizi, iğrençliklerinizi okuyor ve görüyor ki herkes buna gülüyor, olumluyor.
küfür yetmezmiş gibi bir de küfre övgü var... işte sosyal medya da böyle şeyler görünce hep o ilkokul çocukları geliyor aklıma. annelerinin, babalarının kıyamadığı, böyle iğrençlikleri görmesin istedikleri o çocuklarının gözüne, beynine, ağzına bunları sokuyorsunuz siz.
ben... ben tüm iğrençliklerimi, tüm pisliklerimi sadece, beni bu şekilde kabul eden, beraber bu şekilde eğlenebildiğim arkadaşlarımın yanında yapıyorum.
öyle dilenciler var ki, onlara acımıyorum, kızmıyorum. acıyıp kızdıklarım para veren enayiler.
utanma, arlanma zaten yok ama be kardeşim birkaç gün de tatil yap ki meslek haline getirdiğin bu kadar belli olmasın. ama sende haklısın; bu şehirde yılların dilencisisin, bir kişiye günde 2-3 kez denk geldiğin oluyor, sevilip sayılıyorsun, ne iş yaptığını bilmeyen yok ama yine de aylık gelirin 15.00 tl'den aşağı hiç düşmüyor. hatta ve hatta sen insanlara iyilik yapıyorsun, onlara kendilerini iyi hissetmelerini sağlıyorsun, senin işin bu. senin paraya falan ihtiyacın yok, bizim sana ihtiyacımız var; ver parayı sevap kazan, ver parayı mutlu ol. bir de dua edersin ki ağlayası gelir insanın: ''allah sevdiğine bağışlasın yavrum!''
sokaklarımızın müdavimleri bu dilencilerimiz para verilecek değil, yüzlerine tükürülecek insanlardır. ben karşılaştığımda tiksiniyorum artık bunlardan.