teknolojinin geliştiğinin kanıtı şahıs. bu adamı 2000 yıl önce dondurup bir mağaraya atmışlar. 2000 yıl sonra buzu çözülmüş önüne de bir tane mikrofon vermişler. gavurların yaptıklarını almayın kullanmayın der ama kendisini gavurların yaptığı kameralara kaydettirip, gavurların yaptığı mikrofonları çifter çifter dizer önüne.
homofobik söylem ve cevaplara yol açan iddia. Mevlana homoseksüel olsa bile homoseksüellik sonradan kazanılan bir şey değildir o yüzden bunu çevresine veya yaşadıklarına bağlamaya çalışmak saçmalıktır. Ne ateist ne inançlı arkadaşlarımın birbiriyle kavga etmesini gerektirecek bir durum yoktur. Mevlana homoseksüel ise sizin ortamınıza girmeden önce de öyleydi, değilse de değildi kimseyi ilgilendirmez.
kişi dünyaya tek olarak gelir. ne kutsal vardır ne de başka bir şey. bildiğiniz tüm kutsallar size sonradan öğretilen şeyler üzerine kuruludur. bu yüzden siz inansanız da ayağınızın altına alsanız da değişen bir şey yoktur. aslında her zaman siz üsttesiniz çünkü bu bilgilerin varlığı sizin onları istemenize bağlıdır. sadece bazıları inanmayı seçiyor bazıları inanmamayı.
(bkz: entry nick uyumu)
insan olmayı başaramamış ayrım yapan yazarların ürünü olan kişidir. gerçekten var mıdır bilinmez ama bazılarının insanları sınıflandırmasına yardımcı olmuştur, önemli olan da budur onlar için.
okuldan dolayı erken kalkmaya alışmışsındır. gece 4'de 5'de de yatsan 9 da kalkarsın sabah sabah niye bu saatte uyanıyorum diye küfür ederken bilgisayarı açarsın ama kalkmaya niyetli değilsindir halen, kahvaltı falan hazırlamazsın. ev arkadaşın zaten uyuyor ses yapsan ayıp olur. 1-1,5 saat internete bakarsın sabahın köründe uyanan tek mal sensindir. sıkılır geri yatarsın 10 dakika uyursun ve gürültüyle uyanırsın. komşular uyanmıştır. biraz daha küfür edip uykusuzluğunun aptallığı ile kalkarsın, bir çay biraz da kek bisküvi falan kahvaltın o'dur. sonra yine bilgisayara oturursun arkadaşları arasam mı diye düşünürsün ama dışarı çıkıp ne yapıcam dersin bu düşüncelerle akşamı edersin. biraz insanlık kalmışsa içinde 5 gibi falan kendini sokağa atarsın artık. sadece evden çıkmak istersin nereye gideceğin önemsiz. ayakların deniz kenarına götürür oturursun bir banka oh dersin kurtuldum şu evden. sonra arkadaşlarının evine gidersin dönüşte beraber yemek yaparsınız eğlenirsiniz bütün günün stresi,siniri geçer. sadece istemekle alakalı olduğunu anlarsın.
bazılarının kapitalist yer diyerek simitle karşılaştırmaya çalıştığı yer.
evet senin simidin çayla peynirle güzel olabilir, evet simit senin ülkende çok tüketilen ve kültürel geçmişi olan bir yiyecek de olabilir ama yavrucum her şeyin yeri ayrı diye bir laf da mı duymadın sen?
hadi onu geçtim içinde et ve sebzelerin olduğu bir yiyeceği nasıl kuru simitle karşılaştırıyorsun orası da ayrı bir nokta.
tamam bu adamlardan nefret ediyorsun ama biraz da mantığını çalıştır be güzelim. sen o simide 10 değil 20 lira da verirsin senin simidi aldığın simitçi de bu nasıl olsa alıyor diye simidini hiç değiştirmeden önüne koyar kuru simidi yersin. elin adamı da gelir bir sürü hamburger menüsü yapar kampanyalar yürütür fiyatı aşağı çeker kaliteyi yükseltir. zaten ondan senin simidin halen türkiye'de iken hamburgeri dünya biliyor.
bundan sonra da bana amerikan yalakası dersin sen ama sen nereyi yalıyorsun da bu at gözlüğünü alabilmişsin bilmem.
çerkezköy'deki fabrikalar kendi kendini bitirmiştir, bu olay da onun sonucudur.
zamanında buralarda yerli halk çalışırken hiç sorunsuz bir şekilde işlerdi fabrikalar. ne zaman ki başka yerlerden göçler-çoğalmalar başladı, insan arttı iş gücü fiyatı azaldı. 1200 liraya işini gerçekten bilen iyi bir işçi çalıştırmak yerine 400 liraya başka yerden göçmüş 3 kişiyi çalıştırmayı seçti fabrikalar. evet o göçmen vatandaşlar çalıştı ve gerektiğinde bir evde 10-12 kişi kalarak para biriktirdiler kendilerine apartmanlar yaptılar dükkanlar aldılar ve sonunda kendi işlerini kurunca fabrikaları bıraktılar. böyle olunca fabrikalar işçi arar hale geldi. insanları ucuz çalıştırmaya alıştığı için verdiği parayı da kimse beğenmeyince en sonunda sözlüklerden işçi aramaya başladı.
ah be güzelim 10 yıl kar edecem diye 20-30 yıllık geleceği harca sonra da gel buralarda ağla
yakışıyor mu hiç sana?
kılıçdaroğlu'nun zaten hiçbir zaman rüzgarı yoktu. büyük rüzgarlara takılmış küçük bir hava akıntısıydı o sadece. o gittikten sonra da devam edecek rüzgarlar.
bir de not düşeyim de: kılıçdaroğlu taraftarları rahatsız herhalde ama kılıçdaroğlu'nu bu kadar körü körüne sevmeyin. temsil ettiği şeyi unutmayın ve onun temsil ettiği şeyi korumak için kılıçdaroğlu'ndan kurtulmanız gerektiğini de.
oraya nasıl geldiğini anlamak aslında çok da zor değildir.
"hacı emmi bizim ahmet'in oğlu var, bizim yurtlardan çıkma. televizyoncu mu neyimmiş, onu bi kanala koyak"
evet sevgili sözlük;
nereden başlayayım bilmiyorum lan.. ama prim işi gündemde son birkaç saattir. priminize sokayım arkadaş. hep beraber eğlenip gülerken, hööeeey finale çıktı"k" derken iyi, sonra adamların alacağı parayı duyunca vay efendim niye böyle... referandum mu duymak isterdin bütün akşam? umut dağıtıyor lan adamlar. senin salak sorunlarını unutturuyor. o maç başlangıcından sonuna kadar geçen sürede adamlar sana psikologluk yapıyor bir nevi; dertlerini unutuyorsun, kiminle kavgan varsa bırakıp ortak bir amacın olduğunu biliyorsun. maçı izleyen herkesin seans parasını sayarsak az bile alıyorlar. bu adamların kariyerlerini de düşünün biraz. evet çıktılar güzel oynuyorlar ama şans eseri yenemeyecekleri bir takım gelseydi ilk baştan elenseydi türkiye, o zaman herkes oyunculara suç bulacaktı ve adamların kariyeri büyük darbe alacaktı. milli takıma girerek bu riski aldılar bunun da karşılığını almak hakları. o yüzden laf etmeyin sikerun.
o değil de, geçenlerde feysbuğu amacına uygun kullanmaya karar verdim hacı. lise arkadaşlarımı buldum. bazısı üniversiteye gitmiş bazısı babasının işini almış falan ama evlenen var lan. ciddi ciddi evlenmişler böyle baya düğün dernek işlerine girmişler. pek düğüne gidecek adam sayılmam o yüzden çağrılmadığıma bozulmadım ama ne ara evlenecek yaşa gelmişim oğlum ben? daha acayip olanı bu soruyu kendime sorduğum sırada fark ettim ki ailemin beni dünyaya getirdiği yaşı geçmişim. üzüldüm; zaman geçiyor, her geçen yıl ile beraber benim de evlendiğimde sahip olacağım çocuğumu büyütmem bir o kadar zor olacak. seviniyorum da bir yandan; hayatımı-gençliğimi yaşıyorum, çocuklarımı daha tecrübeli bir şekilde yetiştirme şansı elde ediyorum ama bunu her ertelediğim gün ölüme bir o kadar da yaklaşıyorum. senin anlayacağın ne bok yiyeceğimi bilmiyorum ama bir yere bağlamam gerekirse allah feysbuğun belasını versin arkadaş. anca kafa karıştırıcı.
yaralanmak gibidir. ilk 30 dakika bir şey düşünemezsiniz; acaba geride bir şey bıraktım mı, çantaları nereye koymuştum, yolculukta yanıma oturan insan nasıl birisi olacak, son kez tuvalete mi gitsem,... bu liste böyle giderken 30 dakika sonra bütün sorular cevaplanmış olur, yani yaranın ilk evresi geçmiştir. sonra 2. kısım olan acı başlar. yolculuk işkenceye dönüşür yavaştan; zamanın getirdiği rahatlıkla beraber koltuğunuza ne kadar yayılmaya çalışırsanız ters orantılı bir şekilde o koltuk size rahatsız görünmeye-hissettirmeye başlar, bacaklarınız sığmamaktadır, kafanızı koyup uyuyacak yer bulamazsınız, otobüste bebek ağlamaya başlar *.
özetlemek gerekirse aceleye getirilmiş evliliğe benzer. kısa bir süre rahatlık arkasından uzun süreli işkence.