reklamındaki cin kek kişilik bölünmesi yaşamakla birlikte bunu bir histeri krizine girmişçesine kafasına bir şey düşene kadar tekrarlamakta ve bu sırada izleyiciyi kendinden etmektedir. hayır bu yolla insanın bu ürünü alası değil fersah fersah kaçası geliyor. Reklamın iyisi ötüsü olmaz muhabbetine girmiyorum bile çünkü olur. Tamam akılda kalıcı ama cezbedici veya satın alma isteğini kamçılayıcı olmadıktan sonra neye yarar.
kesinlikle Eti Cin Kek Reklamları. Cin misin? Kek misin? Cin Kek Cin kek cin kek cin kek cin kek cin kek cin kek.......adamın sinirlerini benim diyen gerilim filminden daha çok bozan epi topu bir kek reklamında neden bu kadar balyoz etkisi yaratılmak istenmektedir anlam veremedim. Hayır ben eti cin i çok severim ama bu cin kek muhabbeti yüzünden resmen eti cin başta olmak üzere tüm eti ürünlerine bir antipati oluştu bende.
eşek kadar olmuş ve çocukluğunda en az bir kere eti cici bebe' nin tadına varmış kişilerin maziyi yad etme ihtiyacından değil de önlenemez bir bağımlılıktan kaynaklanan yoksunluk durumuna yenik düşüp gördüğü yerde eti cici bebe yemek. Hatta bazen akraba konu-komşu çocukları için gıda olan ama ona "bak bak bak kuş gelmiş" denerek önündeki tabaktan iki-üç tane aşırıldığı tarafımca gözlenmiştir. ister eşek kadar ister fil kadar olunsun, boya posa bakmadan yenilen bol kalorili bisküvi. Muzlusu güzel değil.
romantik diye niteleniyorsa aşk tarafı her an ağır basıp her türlü futbol aktivitesini - şampiyonlar ligi maçları, iddia kuponları veya derbi maçlarını- elinin tersi ile itme potansiyeli olan er kişi. Ama elbette yüreğinin bir köşesi her daim buruk kalır.
kişinin bayrama ne anlam yüklediğine bağlı olan yitimlerin vuku bulduğu andır.Üzülmemek için bayrama yeni anlamlar yüklenir ve her anlam yitimi yeni bir anlam kazanmaya yol açtığından "hayatım çok renkli" denerek teselli bulunur.
erkekliği tarihsel bir perspektif içinde ele alacak olursak, erkek oturmadı gitti avlandı, yabani hayvanları evcilleştirdi, at üstünde yeni yerler keşfetti, binlerce yıl sonrasına kalsın diye piramitleri, çin seddini yaptı, gemilerde talim yaptı, denizler aştı amerikayı keşfetti, kılıç kuşandı, tüfek icat etti, o cephe senin bu cephe benim savaştı, gece ne kadar geç evine girerse o kadar kara geçtiğini düşündü. Bakın bunlar evde oturarak yapılacak işler değil. O halde evde oturmak bir yana evde oturmayı sevmek erkeğin tarihsel rolüne ters bir eylemdir. Derhal tüm erkekler sokağa, fırsatı kaçırmayın zaten 70 inde mecburen evde oturmayı seveceksin. çık, gez, eğlen, coş, ev senin neyine? saygılar.
geceden kalma hafif bir başağrısı ve başdönmesi olsa da istikrarlı yükselişini sürdürmesi ve ilk seansı mutluluk içinde dostlarıyla öğle yemeği yiyerek kapatması bekleniyor.
karşılığında evin bilumum camlarının tuz ve buz olarak geri dönebileceği bayram kıllığı. Ama unutmayın çocukları bir kez düşman ettiniz mi artık kurtuluşunuz olmaz. Bu davranıştan sonra sokağa çıktığınızda artık daha dikkali olmanız gerekecektir. Malum her an kafanıza çiğ yumurta yiyebilirsiniz.
küçük bir beyinle arkasından iş çevirmeye çalışmak, tavsiye isteyip sonra onu tınlamamak, karşısında kibirlenmek, kendisini bir aslan sanmak(tabi başka bir aslan burcu bireyi değilse).
Nil Karaibrahimgil' in Nil kıyısında adlı Albümünde 6 numaralı şarkı. Şahsi kanaatime göre, ska tarzında insanı coşturma kabiliyeti olan enerjik, yaz şarkısı. Klip çeker mi? Bilmiyorum ama yaz başı Nil' in kalabalıklar içinde koşuşturduğu oradan oraya hoplayıp zıpladığı bir klip geldi gözümün önüne.Kimbilir?
içinde "eminim sevmediğine" ve "Çok canım acıyo" gibi muhteşem iki şarkı bulunan, bu albumde Nil biraz fazla kalp acısı çekmiş dedirten ve bunu oldukça dışa vuran bir albüm. Nil Kıyısı gibi bereketli olur umarım...
iki kişi şiddetle tartışırken özellikle ağız dalaşı yaparken taraflardan bir daha ateşli olup el kol kareketleriyle kendisini haklı çıkarmaya çalışır. Diğeri de tıkandığı, söz bulamadığı noktada "bi kere o elini indir" der. Yani bu bir kurtarıcı cümledir.
Aman kimseler duymasın burnumu sümkürürken ses çıkmasın sadece sileyim yeter diyip biri burnunu aleni hönkürünce ters ters bakma durumu avrupa da yok. Gayet herkes - kızlar dahil- burunlarını hönkürüyorlar.
90 larda ilkokula giden herkesin hayatının en güzel yıllarının soundtracklerini oluşturan, şimdilerde o eskimeyen şarkıları duyulduğunda "vay be yıllar ne de çabuk geçiyor..." dedirten sanatçı. Ama insan bir anda durup şunu da söylemeden edemiyor, " ya ben resmen metamorfoz geçirdim kadın onca yıla rağmen aynı, bu işte bir iş var." Maşallah demekten başka bir şey gelmiyor elden.
en azından "tek başına şimdi nerde neler yapar vah vah..." diye ardından üzülmeyeceğiniz, aksine "oh ne güzel sevdiceğiziyle mavi ufuklara yelken açmış vay be onun yerinde olmak vardı şimdi..." diyerek kendilerine iyi dileklerinizi sunabileceğiniz şanslı çift.
sakalların yazarlığa etkisi var mıdır? başlıklı araştırma konusunun örneklemini oluşturacak olan kitle. Eğer deneysel bir çalışma yapmak istersek de bir o kadar da sakalsız yazar bulmalı ve bu iki grup arasındaki başarıyı ölçmek gerekir. Bekliyorum isviçreli bilim adamları dişler ile ilgili çalışmlarını bitirdikleri anda buraya gelip bu konuya eğileceklerdir. Nerden mi biliyorum? Kuşlar söyledi
- ya varya oğlum üniversiteye girmesi zor. gerisi çok kolaymış
+hadi ya.
- valla oğlum bizim bir Ali abi var o dedi.
+iyiymiş
- oğlum bir de var ya okula gitmek zorunda da değilmişsin. Devamsızlık diye bir sorun yok.
+vaay
- kızlar da sürüsüne bereket. Hepsi de güzelmiş.
+tamam abi görüşürüz ben ders çalışmaya gidiyorum. Kesin kazanmalıyım...
Boyundan büyük laflar edip belki de babası tarafından tehlike olarak görülen çocuğun "terbiyesizlik" yüzünden yediği dayağın ardından başlar bu süreç. Asla Yediği dayağa ağlamaz çocuk, eşit olmayan koşullara ağlar. Babadır, üstündür, güçlüdür. Dövünce susar çocuk. Başlar ağlamaya. Aklından onlarca şey geçer çocuğun. Sevgiyi sorgular belki, çelişir kendiyle. Nefret eder önce ama bilir babasıdır döver de sever de. Derken gururu aklına gelir. Asla yediremez bu yaşadıklarını o çocuk gururuna. Başlar iki kat ağlamaya. Bu sırada yaptıklarından pişman olan baba daha fazla bu manzarayı yediremez kendi gururuna ve en sert ses tonuyla çocuğu odasına gönderir. Televizyon izlemekten de alıkoyulmuştur. artık odasında sesi çıkamaz hale gelip katılır içi çocuğun. Akan göz yaşlarına karışan sümüğü, kendi kendine bu haksızlığa söylenen minik ağzından akan salyaları ıslatır minik yastığını. Gecenin soğuğu işler içine. artık ok yaydan çıkmıştır kendisi istese de artık durduramaz iç çekişlerini. Uyku sıcak gelir o an. Gözlerini kapatsa belki bu yaşananların geçebilme ihtimaliyle içini çeke çeke uyur...
Ama çocuktur ertesi güne unutur. Unutur mu dersiniz yoksa sadece çocukluğunun tadını çıkarmak adına görmezden mi gelir bu yaşananları?
Bundan 15-20 yıl önce 5-7 yaş arası erkek çocukların birbirleriyle sidik yarıştırma mecralarından biri olup daha sonrasında
- hayır benimki
+hayır benimki
- hiç bilem benimki
+ benim kiiii
diyaloglarını duymak mümkündü. Ancak artık çocukların gözünde babalar mı gücünü yitirdi, yoksa sidik yarıştırma mecraları mı değişti bilinmez, eskisi kadar popüler olmayan cümle.
aynı ortamı paylaştığı diğer insanların " ya parmakların kopsun" dediği, bir türlü kendisini o an bulunduğu ortama adapte edemeyen, inatla " yazdım bitti bitti" diyen ama bir türlü yazmasını bitiremeyen ve bu süre zarfında kendisine sorulan soruların havada kalmasına sebep olan, bedenen sizin yanınızda, ruhen sevgilisiyle olan insan.
Dillere destan güzelliğile okuldaki hiç bir erkeğin yanından bile geçemediği popüler bir kızla, Okulun diğer popüler erkekleri arasında olmak bir yana neredeyse hiç tanınmayan veya hiç bir özelliği olmayan bir çocuğun, rakiplerini atlatıp çıkmaya başlamasından sonra tüm okulun ilk öğrendiğinde kurduğu söz öbeği.
zeka seviyesi bir amip kadar olan bireyler için üretilmiş puzzledır. Ama zamanla aşama kaydettikçe iki, dört, sekiz... parçalı puzzlelar verilir. eğitimde aşamalılık ilkesine de uyar.
Genellikle kendileri isteyerek öğretmene rica minnet yan yana oturmayı başarmış, Sonra aralarında çıkan bir anlaşmazlık yüzünden içlerinden birinin sıraya çizdiği çizgi ile artık aramızda bir sınır var, haddini bil mesajını iletmek isteyen sıra arkadaşıdır. Neden mi sırasını değiştirmez, çünkü yiğitliğe gölge düşürmek istemez. Öğretmenden azar işitmek istemez. Ancak bir süre sonra " örtmeniiim, şu yanımdakine söyler misiniz silgisi çizgiyi geçti" yakarışında da bulunan bu arkadaş öğretmenden azar işitmeyi çoktan hak etmiştir. Hiç mi yapmadık, yeri geldi yaptık.
Farklı olmak için çoğunluk tarafından kabul gören olguların dışında davranan, yaşayan bunu da maharet sanan bünye.
edit: sistem bir şekilde bu kişileri de normalleştirir. Zamana bırakmak lazım.
Türkiye sınırları içerisinde kepabın yenilebilir olduğu tek yer olan Adana da bu eylemi gerçekleştirmek. Ancak şimdi görüyorum ki, Adana dışında beğenmediğim o yurdum kebaplarından daha kötüsü de varmış. Hele yurtdışındaysanız her etli şeye kabap dendiğini ve hiç birinin adana da kebap yemenin -hele ki yanında bol salataları, şalgamı ve dost muhabbetleri ile- yerini tutmayacağını garanti eder altına bir de yetmezmiş gibi imzamı atarım.