geçenlerde farkına vardığım bi detay var kendisiyle ilgili. kendisini yeni tanımış, geleceğin guthrie sempatizanı olabilme potansiyeline sahip her insan mutlaka bi defa "this machine kills fascists" vecizesiyle sağda solda prim yapıyor, çılgın atıyor. yeri geliyor kız msnleri topluyor çeşitli mecralarda.
demem o ki protest folk ilahlarının dahi üzerinden otlanmaktan çekinmiyoruz insanoğlu olarak. tanım da çıktı bak: protest folk ilahı.
şahsımı ecnebi sanan girişimci bir türk gencinin kişi listesine eklemesiyle başlar mesele. türk olduğuma dair hiç bi renk vermemem ile de devam eder.
onuuurrrr*:
I saw your web site
onuuurrrr:
Its wonderfull
vera*:
thanx
onuuurrrr:
Ee how are you. Tell me about your self. I want to know you more!
vera:
you first
onuuurrrr:
Ok. Im a barbie girl, In a barbie world. Its fantastic
Genellikle sessiz, sakin, pek kimsenin olmadığı mekanlar herkes için zannediyorum tercih edilen yerlerdir. yalnız kalmak, kalabalığın gürültüsünü çekmemek ve sevdiceğinizi duymak için ekstra bi çaba göstermiyor oluşunuz gibi getirileri vardır zira. fakat şu da var, Müşterisizlikten ne yapacağını bilemeyip, suları yenilemek, masayı silmek, "pardon, patron yanlış anlıyo, ayrılır mısınız?!*" demek gibi bahanelerle ikide bir yanınıza gelebilecek olan bi garsonu bünyesinde barındıran bi mekan da olabilir orası. olsundur. işin tuzu biberidir, sevgiliyle arada espri malzemesi olur, gülünür falan.
en kısa zamanda kendisini bulabilmesini dilediğim adam. sanki her an gözlerini açabilecek gibi duran, melek gibi bakan allahsız makarna, götsüz prens.
vera *(20:31):
minik?
close2death *(20:31):
ha canım
vera (20:31):
seni özledim ben niye yoksun?
close2death (20:32):
ben de kendimi özledim, nerdeyim bilmiyorum.
vedalar; cevap hakkı tanımayan tek taraflı vurgunlardır.
her şeyi söyleyebilir insan. son sözler hep çıplak olur. ağır olur. kalınsa hani, söylenemeyecek sözler olur. nasılsa gidiliyordur, nasılsa bırakılan izleri silmek için orda olmanın imkanı yoktur. "keşke"si olmayacaktır, bedeli sorulamayacaktır.
vedalar, en büyük intikamdır bırakılandan.
kimde canınız yanmış, kimde parçanız kalmışsa ondan.
ne çeşit bir özentilik ya da meta-manyaklığı örneği gösterip de alınacağı düşünülmüş bilemiyorum ama sticker olarak da bulabileceğiniz, woody guthrie ile özdeşleşmiş olan slogan.
her ne kadar bir arkadaşı, motosiklet günlüğündeki "che guevara t-shirtü giyen birilerini gördüğünüzde ne hissediyorsunuz?" sorusuna cevaben "o bronz heykellerini görmektense, güzel bir kızın göğüslerinin arasındaki yüzünü görmeyi yeğlerdi" demişse de, alberto korda diaz tarafından çekilen o ünlü portresinin, aydınlık yüzünün basılı olduğu tişörtlerin, renkli bikinilerin, kahve fincanlarının, halıların ve bilumum metaların, para babası insanlar tarafından boş kafalı çocuklara satıldığını gördüğümde ruhunu kaybettiğine bir kez daha inandığım adam.
Aynı portre aynı zamanda "dünya üzerindeki en ünlü fotoğraf ve 20. yüzyılın sembolü" olarak kabul edilmiş. gayet normal devrimci statüsünden indirgenip, tüketilen bir meta haline getirildiği şu şartlarda.
son derece başarılı, klasikleşmiş bi melodisi olan, gereksiz bünyeler tarafından da bilinen, bilinmesi ile kalmayıp cover denemelerine kasılan, school of rock'ta çocukların rock'a giriş şarkısı, nazarımda ise rock klasiği.
hayatımda dinlediğim en masalsı, en hüzünlü şarkılardan biri. insanı kendisine bağladığını çok rahat bir biçimde söyleyebilrim ki, kanaatimce bunun sebebi garip bir masaldaymışsınız hissi aşılıyor olmasıdır damarlarınıza.
her dinleyişinizde gözlerinizi yaşartabilme potansiyeline sahip; sözleriyle, melodisiyle olsun. özellikle candice night'ın kadife sesiyle kendinizden geçtiğiniz şu bölüm, ayrı bi mükemmellikte:
'promise me, when you see a white rose you'll think of me
i love you so, never let go
i will be your ghost of a rose'
büyülü grup blackmore's night'ın nimetlerinden kısaca. gerçekçi bir şekilde ortaçağ masalı dinelemek gibi...
gereksiz polemik konusu.
cinsiyet ayrımı yapmaktan ve dahi gereksiz polemiklerden her daim kaçındığımı vurgulayarak söylemek isterim ki; tanınabilirlik açısından, çoğu erkeğin açtığı 'amgötmeme' temalı başlık ya da başlıklardan daha zayıf kalıyor bu hatun kişilerin başlıkları. "aa oltaya düştü bak bu da. ahahah!" denilmeden önce görülmesini isterim ki; birebir gerçekler bunlar.
son olarak itina ile belirteyim, sözlüğe cinsel güdülerinizden ya da kendi sorunlarınızdan gayrı bi halt katamayanlardan değilseniz bu değerlendirme zaten sizi kapsamıyor demektir. üstünüze alınmanız için ise bi sebep göremiyorum bu noktada.
bi düşünme sürecinde çıkan öylesine bi kelime/efekt olduğu düşünülürse siz çok anlaşılmaz cümleler kuruyorsunuz demek oluyor sanırım ya da karşıdaki sizi iplemiyor, çünkü kendisinin uğraşacak daha ciddi konuları var*.
buna ek olarak hevesle anlatırken bişeyleri, çıktığı an, kursağa tıkar hevesinizi.
örneklendirmek gerekirse buyrun diyalog:
+ *ya abi işte şu oldu kıl yün oldu falan gittim sordum ben de nedir falan diye (cümle bitmez, bitemez.)
- *Hmm...
+ Hmm nedir?
- sonra noldu?
+ işte ben de dedim Herşey orda yazacak diye bi kaide var mı bik bik (...)
- hmm...
+ Hmm derken?
- e neden öyle demiş ki?
+ (aldırılmaz devam edilir.) sonra gittim ben de belgeleri getirdim falan filan. (yine bitemez)
- hmm...
+ ananın!
- Efendim?
+ Yok bi'şey.
"her kim otoriteyi yadsır ve ona karşı savaşırsa, o bir anarşisttir" demiştir sebastien faure. tanımın basit olması çekici geliyor ama anarşizmi anlatırken kaçınılması gereken ilk şeyin basitlik olduğu kanaatindeiym. faure'un cümlesi en azından anarşizmin genel hatlarını belirtir. doğrudur, bütün anarşistler otoriteyi yadsır, ona karşı savaşır ama bunu yapan herkesi anarşist olarak nitelendirmek doğru değildir. düşünceye dayalı olmayan isyan insanı anarşist yapmaz, salak yöneticilerin felsefi yahut dini reddi de.
tayyip beyin ağzından çıkan her harfin oluşturduğu geniş kümenin yalnızca bir parçası. diğer bir kaç inci ile de örneklendirmek gerekirse; abdullah öcalan'a "sayın öcalan" şeklinde hitap edişine ek olarak; işsizlikten, geçim sıkıntısından bunalıp mitingde "satılık organ" diye döviz açan vatandaşa "burası sakatatçı dükkanı değil" demiştir muhterem. evet biliyoruz burası sizin türkiye'niz.
genelde buluşma esnasında insanların birbirini tanıması için yakalarına taktıkları, klişeleşmiş tamlama. geyikten ibaret olsa bile, klişe oluştan çıkması ile sevdiğiniz güzel insanlarla sizi buluşturuyor olması açısından kayda değer bir sembol sayılabiliniyor, ayrı bir anlam kazanabiliyor, bilen bilir. ****
eskimeyen parça. müziği yarı eğlenceli, sözleri hep hüzünlü. verdiği mutluluğun yanında garip bir şekilde can yakar. ağlanacak halimize gülüyormuşuz gibi bi durum. ve garip bir güne başlama havası var içinde.
ayırca bir çok filmin de soundtrack'inde de yer almıştır.
man ray'in en meşhur fotoğraflar arasında yer alan tears* 'ın, ray'in en beğendiği işlerinden biri olduğu düşünülebilinir. bir ekran yıldının bir film karesinde beliren duygulu ifadesine benzer biçimde, fotodaki kadının yukarı doğru ağlamaklı bakışı ve belirgin rimeli, acı ve şaşkınlık duygusunu yansıtır. yüz gerçek bir kadının değil yuvarlak cam boncuklar şeklinde gözyaşı döken bir mankenin yüzüdrü ve bu sayede kanımca sahteliği ifade edilmiştir. zira man ray bu fotoğrafı paris'te fotoğrafçı sevgilisi lee miller'dan ayrıldıktan sonra çekmiştir, ve bence bu nedenle kadının sahte gözyaşlarının küçük bir intikamı ifade ediyor olma ihtimali yok değil.
"tek başımıza iktidar olamazsak siyaseti bırakırım. " şeklindeki götten, "benimlen oynamazsan sana küserim" çocukluğunda bir lafa verilmiş "kaybedersek rodos'a kadar yüzerim." şeklindeki en bi güzel cevaptır. fakat netice olarak görülüyor görüyorum ki bazı her bi şeyi ciddiye alan pek bi ciddi güruh tarafından. ne güzel.
biraz daha yakından bakalım;
"seçimi kaybedersem" ne demektir? burada durup iki saniye düşünelim. barajı geçememek mi, hedef olarak düşünülen oy oranının altında kalmak mı yoksa birinci parti olamamak mı? burada bir netlik olmadığı için her yöne çekilmesi muhtemel, can istemesine bağlı olarak rodos'a yüzmüyorum da diyebilir canı isterse..