Son zamanlarda türk popunun yükselen yıldızı, hatta ismail YK'nın dahi tahtını sarsabilecek kapasitede bir şahsitey olan Aloouğ Salim'in, Prison Break'in, haşin ağabeyi Lincoln Burrows'a olan benzerliğidir... Ahan da kanıtları
türk takımlarının olmazsa olmazı ritüel. bir sonraki yılı görmek büyük başarı olarak algılanıyor bu ülkede. örneğin 2008/09 sezonun başında, ağustos 2008'de çılgın hedefler konulur, 2009 görülmeden kıçın kıçın geri gelinir.
benim gibi divxplanet düşkünleri için dahi çok iyi bir alternatif olan, altyazı dizi film kısaca divx:) diye tabir ettiğimiz olgunun insanları. ilk çevirilerinde ufak tefek hatalar oluyordu fakat gittikçe çıtayı da yükseltiyorlar, hızları da baya baya iyi.
Yasin Hayal'in suikastın asıl büyük ismi olan Erhan Tuncel'e getirip, ogün samast'la birlikte istanbul'a göndereceğini ileri sürdüğü kişi. yani birnevi ogün samast ile birlikte hareket edicek olan kişi.
gitti mi gitmedi mi orası muamma, ama cinayette bir ikinci kişi olasılığını güçlendiren bir isim. ilk olarak yasin hayal'i yakalatmaya çalıştığını iddia eden erhan tuncel'in ağzından çıkmıştır bu isim, gözaltına alınıp serbest bırakılmıştır.
sübyancılık ve tecavüzcülük ile bir tutmaya devam edeceğimiz eylem çeşidi.
çünkü burada bahsedilen çarpıklık zihinde bitiyor, yatakta olan bizi ilgilendirmiyor.
bahsettiğimiz, eşcinsel eğilimi olanların zihniyeti ile sübyancı ve tecavüzcülerin zihniyeti. tecavüze uğrayanlar açısından bakılmıyor olaya.
anlatılmak istenen, bu kendini marjinal ve toplumun dışında veya üstünde gören kişiler, toplumun kendilerine biçtikleri yerine yani erkek ise kadınlara ilgi duyma kadın ise erkeklere ilgi duyma yerine hemcinsine ilgi duyuyorsa, ihtiyaclarını hemcinsinin karşılayabileceğini düşünüyorsa ve bu zihniyetine alkış tutmamızı istiyorsa, ben de size diyorum o zaman, bir sübyancı olgun bir kadına veya erkeğe ilgi duymak yerine ihtiyaclarını küçük yaşlardaki bir çocuğun yerine getireceğini düşünüyordur, buna da mı alkış tutalım...
anlatılmaya çalışılan bu, insan cinsel doyumunu ters yönde, toplumun-evrenin kendine biçtiği yol dışında veya gayriahlaki bir biçimde sağlamaya çalışıyorsa, bu saygı duyulacak bir konu değil.
south park'ın yaratıcıları, ayrı düşünelemeyen insanlar.
south park'ın dışında, that's my bush isimli mini bir dizi, team america adlı bir film ve your studio and you isimli bir kısa film yayınlamışlardır.
onun dışında baseketball isimli filmde başrolleri paylaşmışlardır. ayrıyeten de spirit of christmass isimli iki animasyon filmi yayınlamışlardır ki, bu south park'ın atasıdır. amerika'da absürd komedinin ve orjinal esprilerin insanlarıdır. 1997'den beridir south park ile orjinal esprinin, ironinin ne demek olduğunu bize anlatan insanlardır.
ayrıyeten hem her şeye saygılı olup hem de hiç birşeye değer vermeyen insanlar gibi görünürler, abd ile veya başka ülkelerle dalga geçerken bir yandan da iyi yanlarını gösterirler, garip insanlardır, bu yüzden kimse kızamaz onlara.
"There are two simultaneous and independent pyramids in the Brazilian football, the national pyramid, and the state pyramid."
brezilyada futbol iki ayrı klansmanda oynanır. ulusal lig ve bölgesel lig.
brezilyada futbol 1870 yılına dayanır. Sao Paulo bölgesinde tren raylarında işçilik yapan ingiliz gençler futbolu burda brezilyalılara tanıtırlar. kısa zaman içerisinde futbol brezilyada müthiş bir hızla yayılır. 1888 yılında brezilya'nın ilk futbol klubu Sao Paulo Athletic kurulur. arkasından 1902'de ilk lig mücadelesi denilecek maçlar başlar. ancak o dönemler futbol sadece Sao Paulo bölgesinde oynanır. Sao Paulo bölgesel ligi bu nedenle Brezilya Ligi olarak adlandırılır o dönemde ve Brezilya futbolunun temelidir.
Arkasından 1905 yılında ise Sao Paulo liginin yanı sıra, Bahia bölgesinde de lig düzenlenmeye başlanır. 1906'da ise Rio de Janeiro da lig düzenleyen bölgelerden birisi olur. Bu dönemlerde futbol büyük bir hızla yaygınlaşır ve 1915'de brezilya'da 7 bölge'de 8 lig oynanmaya başlanır. Sao Paulo'da LPF (Liga Paulista de Foot-Ball) ve APEA (Associação Paulista de Esportes Atléticos) adlı iki lig oynanmaya başlanmıştır.
1925 yılında ise 16 bölgede 17 lig oynanmaya başlanır. bu kez rio de janeiro'da iki lig oluşmuştur. bunun nedeni ise rio de janeiro'da kluplerin aşırı artmasından dolayıdır. üst bölgesel lig alt bölgesel lig gibisinden iki ligde oynanır maçlar.
liglerin bu şekilde oynanmasının en büyük nedeni brezilya'nın coğrafi ve ekonomik yapısıdır. brezilya dünyanın en büyük 5. yüzölçümüne sahip ülkesidir. ülkenin çoğu bölgesi de ormanlık alandır. hava ulaşımı yeterli değildir ve o dönemlerde inanılmaz bir luksdur ki hala öyledir. otoyollar da aynı zamanda yetersizdir ki yeterli olsa dahi, kuzeydeki amazonas bölgesinden bir takımın, rio de janerio'a maç etmek için gelmesi için en azından 72 saatlik bir otobüs yolculuğu yapması gerekir ki antreman yapmadan 3 gün boyunca yolculuk demektir bu.
nitekim brezilya'da brezilya'nın ulusal şampiyonunu belirlemek için o dönemlerde ve uzun sürecek şekilde copa des campeones adlı kupa oynanmıştır. brezilya'nın bölgesel liglerinin şampiyonları bu kupada mücadele eder, şampiyon brezilya şampiyonu olarak tayin edilir. ancak çoğu kez, amazonas, acre, porasima gibi kuzey ve fakir bölgelerin şampiyonları gelip katılamamıştır.
1969'da brezilya'da darbe olmuş, askeri rejim yönetimi eline almıştır. askeri rejimin o dönemdeki en büyük propagandası futboldur. nitekim 1970'de brezilya yine dünya şampiyonu olmuş. 3 kere bu kupayı kaldırarak jules rimet kupasının ebedi sahibi olmuştur. askeri rejim her alanda futbolu kullanmıştır ancak brezilya futbolunun o dönemde kaotik bir yapısı vardır. askeri rejim ilk olarak düzenli bir ulusal lig kurmaya karar verir. 1971 yılında Campeonato Brasileiro Série A adı altında brezilya'nın ilk ulusal ligini kurmuşlardır. ancak bu lig dostlar alışverişte görsün şeklinde bir lig olmuştur. çünkü yetersiz ulaşım ve ekonomi yüzünden bu lige sadece 3 coğrafi bölgesinin takımları katılabilmiştir. tabi bunlar rio de janerio, sao paulo, goias, porto alegre gibi eyaletlerin bulunduğu zengin sayılabilen bölgelerdir.
hal böyle olunca ulusal lig pek etkin değildir o dönemlerde. bölgesel liglerde maçlar devam eder. bu klupler hem bölgesel liglerinde hem de ulusal liglerinde yarışmaya devam ederler. nitekim her klup abartı sayıda maça çıkar.
2001 yılında ise brezilya ligine Nike sponsor olmuştur, Abd ligi MLS ile birlikte. lig sisteminde köklü değişiklikler yapılmıştır. yeni sistemde ulusal ligin klupleri, bölgesel liglerinde nerdeyse maça çıkmaz olmuşlardır. ulusal liglerindeki başarılarına göre bölgesel liglerinde başarı oranları belirlenir hale gelmiştir. bundan önceki sistemde ise bir takım bölgesel liginde ne kadar başarılı olursa, ulusal ligde o kadar maça çıkabilir. örneğin 1997 yılında corinthians klubu, serie a'da 25 maça çıkıp ligi 17. sırada tamamlar iken aynı sene kendi bölgesel ligi olan Sao Paulo liginde yani, Campeonato Paulista liginde şampiyon olmuş, ertesi sene yani 1998'de 32 maçla serie A'da şampiyon olmuştur.
brezilya'nın 1971'de kurulan ve profesyonel kabul edilen liginde klupler ortalama 25 maça çıkarlardı, 2001 yılına kadar, buna rağmen bölgesel liglerinde ise 35-40 maç arası oynarlar, aynı zamanda copa do brasil gibi federasyon kupası diyebileceğimiz kupalarda yarışırlar. bölgesel liglerinde oynadıkları takımların bir bölümü genelde bizim ikinci lig A kategorisi B kategorisi klasındaki takımlardır... nitekim 2001 yılında lig sistemi ile oynanmış, ulusal ligde maç eden klupler bölgesel liglerine rezerv takımları ile çıkmaya başlamış veya bölgesel ligde mücadele etmez olmuşlardır.
aynı zamanda ulusal ligde normal sezonu ilk 8 arasında bitirebilenler, kendi aralarında elemeli maçlar oynarlar ve bu maçların sonunda şampiyon belirlenir. böylece eski gelenekleri olan copa des campeones'de yaşatılmış olur.
şimdi uzuuun bir paragraf arası ve kendimden bir şeyler. bana göre 2001 yılına kadar brezilya ligi profesyonel değildir ve bu ligde futbol oynayan futbolcuların bir çoğunun istatistik değerleri abartıdır. şimdi profesyonellikten kasıt para kazanmak o işin uzmanı olmak veya olmamak değil. "düzenli bir lig" anlamındadır. hala brezilya liginde klupler ulusal liglerinde deplasmanlı mücadele etmemektedir yani her takımla tek maç üzerinden karşı karşıya gelirler. bildiğimiz hangi ligde böyle bir uygulama var?
klupler 2001'den evvel maçlarının büyük bölümünü bölgesel liglerinde oynarlar ve o ligdeki takımların kalitesi çok düşüktür, buna karşın ulusal ligde yani az maç yapılan ligde ise çok yüksektir. ulusal ligde mücadele eden bir klup bir senede 3-4 kupada yaklaşık 80 maça çıkar, ancak bunun büyük bölümünü zayıf ekiplerle oynar. şimdi gelelim şu noktaya, alex gibi futbolcular ise istikrarlı futbolcular. bu 80 maçın en azından 65inde oynayabilirler. bu nedenden gol ve asist istatistikleri çok yüksek olabilir, aynı zamanda oynadıkları ekiplerin bir çoğunun gücünün baya düşük olmasını göz önüne alırsak bu istatistiklerin daha da kabaracağı ortada.
ben bunları söylediğimde yuuhhh brezilya diyosun abiii nası profesyonel değiiiil siktir salak sallıyosun gibisinden ithamlara dahi maruz kaldım; kaynaklarım;
eğer bu kaynaklar dikkatlice okunur, örneğin altlardaki "seasons in brazil" bölümlerine dikkat edilir, ulusal lig, bölgesel liglerle karşılaştırılır ise, anlatmak istediklerim anlam bulur. yüzeysel olarak baştan okunup, idrak edilemeden alex süper hüper bir futbolcudur diye lafa girilirse tüm bunlar anlamsız kalır.
brezilyalı futbolcular dünyanın en iyi futbolcularıdır. Pele'yi çok az izleyebildim belgesellerden biliyorum ve kendi adına yapılmış olan bir belgeselinden 1000 golün üzerinde attığına eminim, Milliyet Gazetesinin 1991 yılında verdiği Spor-Bilim-Teknoloji gibi serileri olan Ansiklopedi dizisinin Spor Ansiklopedisinde, Tarihe iz bırakmış Futbolcular bölümünde Pele'den için, 1344 maçta 1249 gol atmış denmekte. Türkçe vikipedi'de klup takımlarında 840 maçta 859, milli maçlarda ise 114 maçta 95 gol olarak verilmekte, http://www.bilgiportal.co...e/Futbolun-Kral-Pele.html şu sayfadaki bilgilere göre 1959 yılında 129 gol kaydettiği belirtilmekte... ingilizce wikipedia'ya göre, 501 gol kaydetmiş Pele, ancak o gol bilgilerinde ayrı ayrı kaynakçalar göstermesi ve karşılaştırma yapılarak verilmesi de bilginin ne kadar muamma olduğunun göstergesidir. yani in tyler we trust götünü sadece sıçmak için kullanır, götten atmaya karşıdır. kimilerinin ve anal seks kullanıcılarının götlerinin üzerine oturup iddialar sallaması bu adam bir bok bilmez diye tavır koyması komedi...
neyse brezilyalı futbolcular dünyanın en iyileridir. alex de müthiş bir futbolcudur. ancak bir futbolcunun diğerinden üstün olduğunu iddia ederken, sırf sayısal istatistik verilmesi gülünç. sadece futbolcu için de değil atletler arasında da böyle. kimi salon atletleri antremanlarında müthiş rakamlara ulaşırlar ancak turnuvalarda istenileni veremezler. örneğin asafa powell, kendisi olimpiyatlar öncesi sürekli rekor girişimleri yapmıştır ancak olimpiyatlarda usain bolt onu ezmiş geçmiştir. olimpiyat sonrası asafa powell yine küçük bir turnuvada kendinin rekoronu kırıp, usain'e yaklaşmıştır...
alex'de büyük topçudur, ancak istatistik vermeyin brezilyalı futbolcular hakkında, çünkü o istatistiklerin neyi ifade ettiği belirsiz, böyle bir futbol kültüründe... alex'in brezilya istatistikleri, cruzeiro'daki vs. istatistikleri ronaldinho'dan da kaka'dan da 4-5 kat fazladır, ne yani alex onlardan da mı iyi futbolcu? ki nitekim ben alex'in fenerbahçe'ye katkısının, hagi'nin galatasaray'a olan katkısından daha büyük olduğuna inanırım. hagi büyük maçlarda takımı alıp götürür ancak kendi de aradan çekilirdi, genelde kırmızı kart görerek, alex ise büyük takımlara karşı etkisiz gibi görünsede, fenerbahçe'nin küçük takımlara karşı baskılı başarılı olmasının tek nedenidir akıllı oyunu ile, o yüzden türkiye istatistikleri de bundan dolayı yüksektir ve bu nedenden ondan sonraki dönemde fenerbahçe türkiye liginde daha başarılı hale gelmiştir.
aradım ama belki de doğru arayamadım ve bulamadım, aslı "seni okuyorum" tribi olucaktı, tırnak içerisinde bulunacaktı, vardır böyle bir sözlük ritueli. herhangi bir konuda birisine bir ayar verirsin veya hatasını gösterirsin, özel mesaj yöntemi ile, "aslında ben seni okurum severim, biz kardeşiz bana böyle gelme" olayına taşırlar, okuyorum seni böyle şeyler yazma başka şeyler yaz vs.
bu tip armutlarla kitaplar hakkında konuşamıyorsunuz, siyaset zekası sıkıyor hakaretten başka birşey üretemiyor, inançları bir eğlence olarak görüyor ancak antitezleri bile ilkokul seviyesinde oluyor, futbol en başlıca muhabbetleri oluyor fakat bunda da yeni bir söylem üretemiyorlar tıpkı maç sonu demeç veren futbolcular gibi aynı şeyler tekrarlanıyor...
biraz populer kültür diyorsun, filmlerden bahsetmek istiyorsun ki onda da ne taş kafalı oldukları sohbetin beşinci saniyesinde ortaya çıkıyor....
mesela geçtiğimiz günlerden bir örnek, dark knight adında gayet ulvi bir film geldi ve ekşi sözlükte olsun başka sözlüklerde olsun filmi izlemeden insanlar imdb'de bir numara olması üzerinden yorum yaptılar, çünkü o bilgisizlere göre imdb top 250 listesi, sinema sanatının en değerli 250 eseriyle dolu... tabi onlara göre...
fark edilen kadarıyla artık sözlükler o ilk sokağın entellektüel kültürünün yansıtıcısı görevinden soyutlanmış, doğrudan sokak kültürünün yansıtıcısı olmuşlardır. artık gerçekten ama gerçekten bazı değerlere hakaret etme, populerleşme ve erkek-kız bulma platformlarına dönüşmüşlerdir.
işte benim canımı sıkan hadise ise şurada patlak veriyor, facebook gibi bir site zaten tüm bunları daha da gelişmiş halde sunabilmekte, geyikse geyik, piyasaysa piyasa? neden bu tip sitelere gelir insan anlamıyorum.
yazmaktan sıkılıyorum, birşeyler okumak için girmeye çabalıyorum ancak sığ entrylerle, göz kirliliği yapan bakınızlarla karşılaşınca insan kızmıyor değil, bu armutların burda ne işi var diye...
peşinen not: şimdi gerçekten sığ bir siyasi görüşe sahip bir yazar, yazmak özgürlük değil mi kardeşim, onlar da yazabilir diye alta entry girebilemesin(!) diye bu notu bırakıyorum buraya. eğer aklından da öyle birşey geçiren olursa çıksın dışarı...
muhtemelen herhangi bir güneydoğu veya doğu şehrini görmemiş kişilerin, "abi ben inanmıyorum pkk'nın uyuşturucu sattığına kesin derin devlet ya" , "abi pkk diye bir şey yokmuş derin devletmiş ya" tarzı çıkarımlar yaptığı olgu...
benim anlatacağım ve anlatmak istediğim ise tamamen farklı bir olay, pkk ile ilgili değil ancak adana-mersinden itibaren doğuya doğru gidildikçe halk arasında muazzam şekilde esrar kullanımının yoğunlaştığı görülür. yine esrar en basidi, çıplak gözle dahi gözlemleyebileceğiniz durumdur... oysa bir o kadar da eroin-kokain-morfin kullanımı vardır buralarda. herkes her bokun istanbulda, her türlü fantezilerin istanbulda vs. yaşandığını sanır ancak bu tip gözden uzak olduğu zannedilen bölgelerde büyük bir rant ve geçim kaynağıdır uyuşturucu...
nitekim bu denli müşterisi olan ve bu denli iyi para kazandıran birşey iken uyuşturucu, doğuyu ve güneydoğuyu etki alanı olarak belirlemiş bir örgütün, bu olaya avel avel bakması, ortada tonlarca uyuşturucu transferi olup bunu da kesin derin devlettir pkk yapmaz denmesi komedi olur. pkk bile götüyle güler bu olaya...
pkk uyuşturucu satmaz demek bu nedenle yanlış önermedir, üstelik bu bilinen bir şey demek de komediden başka bir şey değildir...
milli maç çoşkusunu iliklerimize kadar hissettiğimiz şu günlerde, futboldan biraz olsun arınıp sizleri farklı bir konuyla tanıştırmak istememin sonucu olarak, bir ay kadar önce "bilen birisi varsa bu oyunu doldursun, yoksa ben feci birşeyler doldurucam... nostaljidir..." notuyla ukte verdiğim, bilen birisi olmadığını düşünüp kendim paylaşmak istediğim, ripcordgames adında spec ops denilen aptal seriden tanıdıgımız oyun firmasının ilk oyunu olan, 98 yapımı oyun...
gamespot dergisi tarafından 7.1 puana layık görülmüştür, kullanıcılar tarafından 8.0... ancak 1998'in şartları gözönüne alındıgında gayet iyi kaçmaktadır oyun.
genel hikayesi ise redavi adlı bir gezegende koloni kuran bir grup insanın uzaylı sürüngenimsi yaratıklar tarafından saldırıya uğraması ve hayatta kalabilmek adına çabalamalarını konu alıyor. bilim kurgu filmi gibi ekipmanlar kullanarak yaratıkları safdışı bırakmaya çalışılıyor oyunda.
97nin en populer oyunları adlı bir cd grubu içinde, fifa 97-nba 97-nhl 97-tomb raider-starcraft gibi oyunları alıp küçük yaşımızın ve o zamanlar adana gibi bir şehirde korsan cd vs. gibi piyasanın olmadığı dönemde orjinal cd alma ve bulmanın zorlukları içerisinde 1 sene boyunca aynı oyunları oynamış, daha sonra oyun almak için biriktirilen 250 bin liralık haftalık 1.5 milyon edilmiş, ve bilgisayarcıya gidip oyun alınmak istenmiş, o da hangi oyunu beğendin geçen seriden diye sorduğunda starcraft ve tomb raider cevabı verilmiş, adam da ucuz oldugu için bana bu oyunu önermiş ve almışımdır. starcraftvari diye...
gerçekten o dönem içerisinde starcraft oyunundan feci etkilenilmiş bu oyun. yaratıklar zerg vari bir yapıya sahip. bizim yönettiğimiz kahramanlar da terran gibi sanki. üstelik bazı ses efektlerinin doğrudan starcraft'tan arak olması işin tadı tuzu biberi. ama starcraft'ın ilkini seven bireyler için daha çok "ilerlemeli oyun" sınıfına girdiği için bu oyun, karakterlerle verilen görevleri tamamlamak vs. gibi yönlerden gayet eğlenceli olacaktır. starcraft'ın ilerlemelisidir açıkçası bu oyun...
bitirirken zevk aldığım nadir oyunlardandır kendisi... nostalji işte be hey gidi...
aradım baktım hislerimi yansıtacak bir başlık bulamayıp buradan gireyim dediğim olaydır.
vardır böyleleri, son olarak orhan pamuk'un söylevi üzerinden cesaret alıyor bu lümpenler.
memleketin durumu kötü herkes biliyor, fakat bir spor müsabakası oynanıyor veya herhangi başka bir milletlerarası aktivite yaşanıyor, memleketin durumu kötü belki maçı izlerken elin amerikalısı gibi cipsler kolalar biralarla izleyemiyorlar, en fazla bir çay içiyor halkımız ama olsun maç var ya sonuçta ve bir şekilde genelde de tipik bir türk bireyinin sosyolojik analizi sahada gözüküyor, hakem vs. haksızlık ediyor-sporcular sakatlanıyor vs. ama özveri ile de mücadele ediyor aynı türkiye ve tüm vatandaşları gibi, güzel ve yalnız olan bu ülkenin evlatları bir şekilde yeniyor, yenilgilerimiz galibiyetlerimizden çok daha fazla o yüzden o galibiyet bizleri çılgınlar gibi sevindiriyor. o birey de neden kaliteli cips yiyemeyip çekirdek çitlettiğini vs. sorgulamıyor, manyak mı lan zaten ne sorgulasın, seviniyor adam çılgınlar gibi...
hepimiz seviniyoruz, ama içimizden bir anten çıkıyor genelde, futbol milliyetçiliği körüklüyor, ülke kan ağlarken bunlar ucuz mutluluktur, önümüzde olan erken seçim tehlikesi, laiklik vs. bikbikbik diye ötüyor. bir anda işi siyasete getirip insanların hevesini kursağında bırakıyor. bırakmıyor mu? bırakmıyor diyen yalan söyler... herkesi geriyor bu tip konuşmalar. direk kendimizi suçlu hissettiriyor hakkaten lan 22 tane daldaşaklı herif koştu oyun oynadı, biz seviniyoz burda karnımız aç zaten çekirdek de bayatmış vs. diyerekten... lan bir bırakın millet mutlu olsun...
bu sanırsam kendi yaşadığı topraklardaki halktan nefret etmenin sonuçları. örneğin; milli takımın en önemli futbolcusu ve türkiye'nin son zamanlarda yetiştirdiği en önemli futbolcu olan arda turan çıkıp milliyetçilik üzerine toplamda 4 saniyelik bir konuşma yaptı, niyeyse bazılarına delilercesine battı...
not; bu entari lcd monitorlu bilgisayarlarının karşısına geçip geçtiğimiz arda turan'ın roportajı ile, ilkokul seviyesinde yakıştırmalar yaparak dalga geçen bireylere ki o mikrofonu uzatsan altına sıçar bu bireyler heyecandan, bırak o maçı oynamayı; orhan pamuk denen nobel ödüllü türkçe yazılar yazan yazarın yaptığı talihsiz roportajına, feci bir şekilde dolarak yazılmıştır...
amerikan kafeler zinciri olan ve yaptığı güzel kahveler onun dışında amerikada en gözde meslek gruplarının bulunduğu merkezlere şube açan, gerçekten kaliteli kahve yapan ve bardak tasarımları da hoş olan bu kafe starbucks türkiye'de tabiri caiz ise kahve tiryakilerinin-kahvesevenlerin değil de hatta kaliteli kahve nasıl olur dahi bilmeyip, starbucks'ın kahvelerine acı deyip, frappucino gibi adana yöresinin 1 liralık meşrubatı bici'nin 10da biri olamayacak içecekleri içen gençlerle bezeli döşeli olan kısaca tiki dediğimiz ve starbucks'a gittim kankaa tarzında bireylerin uğrak yeridir starbucks.
bu nedenden dolayı bir çok gencimiz de nefret etmiştir bu tip insanlar nedeniyle starbucks'dan. hatta starbucks'ı sikmek isteyen genç gibi başlıklar bile açılır hale geldi, benim "kıçıkırık takım deyip" çaylak edildiğim bu platformda... ağır argoymuş... biz kemal sunal filmleri ile büyüdük eşeoleşekler falan... argo değil bunlar bizim için her neyse...
starbucks öyle bir idol haline gelmiştir ki artık alışveriş merkezlerini falan geçip okullarda kantin niyetine açılır olmuş. öğrenim gördüğüm istanbul kültür üniversitesi'de bunlardan birisi. içinde starbucks var okulumun. şaka gibi... iyi de iş yapıyor. zaten hitap ettiği kişilerin uğrak yeri o okul...
starbucks'ın kötülenecek yanı yok aslında, adamlar kaliteli kahve yapıyor. param oldugunda hovardalık istediğimde ben de bir mocha içiyorum, haz veriyor... hem adamlar işlerini de biliyorlar, koyuyorlar tam kilit noktalara. üstelik luksun ve kalitenin de eşanlamlısı olarak anılıyor bu kafeler zinciri. işte böyle bir mekanda lahmacun yemek, ne kadar absürd hayal edilemez dimi? ancak
ps: sahnede starbucks'da lahmacun yiyen 3 genç görüyorsunuz... ama işin aslı farklı. teslimden bir gece önce okulun atölyelerini kullanmak için okuldan izin alan ve geceyi okulda geçiren, mimarlık öğrencileri bunlar. ve tabiki açlar. lahmacun söylüyolar maket atölyesine en yakın merkezde starbucks'da lahmacunlarını yiyorlar.
hatta bunlar atölyede işlerini bitirince, bir müddet uyumak için starbucks'ın o rahat koltuklarını tercih ediyorlar.
kısa kısa hep aynı örnekleri veren veya tek tip bakınızları her başlık altına yazan guruhdan bıkan, sözlüğe bir şeyler öğrenmek için giren veye sözlükte daha kaliteli bir espri anlayışı arayan insanların da yapabileceği eylem.
yalnız bu durum çok garip sonuçlar doğuruyor örneğin herhangi bir başlıkta göze çarpan uzun entryler okunuyor, aman şu bilgiyi vermemişler ben vereyim bari deniyor ki o kısa kısa entrylerde kırpıla kırpıla o bilgiler verilmiş oluyor. sonradan farkediyorsunuz ve trene bakar gibi bakmak zorunda kalıyorsunuz ee sileyim bari ben bu entry'i deyip, aradan çekiliyorsunuz.
renault broadway marka bir arabanın arka camında sticker mı deniyor her ne haltsa o şekilde yapışmış olduğunu gördüğüm, araba arkasi yaziların en bir içlisi en bir garibi...
ben, bizzat, kendim, 3ümüz, istanbul kentinin fatih ilçesinin çapa semtinde oturmaktayım, Allahıma çok şükür. neden böyle bir giriş yaptığım sorusuna gelince, ben bizzat kendim, Allahın izniyle o stickerdan çok etkilendim, Allahıma çok şükür. kendi inanışımla dalga geçiyorum gibime geldi bir anda, kendime geleyim, geldim ama yani bence o sticker benden daha çok benim inancıma hakaret ediyor, benimle dalga geçiyordu. her neyse, kendim çapa semtinde oturmaktayım. Fatih ilçesi bilindiği haliyle, milli görüş'ün, şeriatın, her bir şeyin kalbinin attığı yer. ancak tezatlık da burada ya, aksaray vs. hattında da her türlü pisliğin döndüğü bir yer...
bir sokağa girersiniz, afganistanda sanarsınız kendinizi, kara çarşaflı kadınlar upuzun sakallı adamlar ve kış günü her taraf kar çamur olsa dahi bu adamların ayağında sandalet, takunya... dönersiniz diğer sokağa girersiniz ki ben 1.75 boyundayım, benden nerden baksan 5-10 cm uzun, bir içim su afet-i devran ablalar döner sokaklarda, sonra döner diğer sokağa girersin, milliyetçi abilerimiz ellerinde tesbih mahalleye girene çıkana bakıyorlar...
yine ben sağlam bir yerde oturuyorum diyordum. etrafım ortalama türk ailelerin yaşadığı bir yer diyordum. hem zaten size kimse karışmıyor, kimse elleşmiyor buralarda, tek başımayım gidiyorum geliyorum.
yine böyle gitmelerim gelmelerim esnasında fatih ilçesi bana atabileceği en büyük kazığı attı, o beyaz broadway'i gösterdi bana ve o arkasındaki yazıyı okumak zorunda kaldım. ne lan bu şaka mı? düşünsenize arabanızla ilerliyorsunuz farz-ı misal, önünüzde bir araba arkasında bugün kuran-ı kerim okudunuz mu? yaziyor... ne düşünürdünüz? ben bu durumda bizzat kendim olarak şöyle düşünürüm ki düşündüm, garanti bu önümdeki şahıs trafik canavarının taa kendisi ve birazdan benim canıma kıyacak, ama bugün kuran okuyup sevaba girip girmediğimi öğrenmeye çalışıyor derim...
yok eğer öyle birisi isen "kelime-i şahadet getir lan köpek" yaz, niyetini açık açık anlayalım, bu stresi neden yaşatıyorsun. ayıp değil mi? bakıyorum gayet dini bütün bir trafik canavarısın, yakışıyor mu sana böyle şeyler, müslüman adam müslümana bunu yapar mı?
sonra yaklaştım, daha sonra işin rengi anlaşıldı, sticker'ın kenarında anadolu gençlik yazıyordu. anadolu gençlik isimli milli görüşçü bir grubun propagandası olan bir slogan bu...
aslında turk erkeklerinin penis boyu kompleksi olan hadise. ukte. elin yumruğunu yemeyen kendininkini balyoz sanar diye bir söz vardır ya bu kültürde, bunun tam tersi, elin sikini görmeyen kendininkini bamya sanar olur.
türk erkekleri böyle, her birinin pipisi ortalama olarak 12-17 cm arasında değişir iken, bir türlü türk erkeği kendine yediremez, milletinki 20 cm falan sanıyor heralde, tabi porno filmlerden izlediği gördüğü bu. yalnız o porno filmlerde de genelde ya 1,90'lık adam oynar ki oran orantı'dan kaynaklı, vücut yüzeyi hadisesinden dolayı o herifin organı 17 ila 20 cm olması gerek, veya zenciler oynar, maalesef biz onların sikleti değiliz arkadaşlar...
her neyse, türk insanı bu yüzden, penis boyu ile yapılan bir espriye, bir imaya, bir kaş göz hareketine asla katlanamaz. içine oturur, yemez içmez... şu muck hareketi, tüm türk erkeklerini strese sıkıntıya sokar, reflex olarak sakınırız mal varlığımızı... hatta ergen gençler bir spor takımında oynuyorlarsa, onlar için soyunma odaları kabus olur, bir türlü çıkaramazlar üstündeki başındakileri, ne zaman ki el elin yumruğunu görür, lan bu muymuş der, o zaman cesaret başlar... ama sakın, asla ama asla önermiyorum, elin yumruğuna olan merakı, bu memleketin ikinci şekil kompleksine sokar ki sizi, o da ibne misin olum sen olur...
lost'da martin keamy karakterini oynayan dev aktör. 3.10 to yuma'da da izlemişizdir kendisi. 2 metre falandır. yeni gelicek olan x men filminde dev blob'u oynayacakmış. kaynak imdb. yakışır bu cüsseye...
aslına bakarsanız otobüse binen yakisikli pic olacaktı başlığın aslı ama sevgi saygı sınırları dolayısıyla böyle olmasını uygun gördüm. hem daha büyük kitlelere açılması acısından...
efendim bunlar, otobüse binip, potansiyel karı kız ilgisini üzerlerine alan insanlardır...
acıdır ama gerçektir. işimiz fındıkzade'ye düşmüştür, ben bilmezim oralarının o kadar güzel kızlara sahip olduğunu. her neyse, iş halledilir otobüs durağı farkedilir oradan yenibosna otobüslerinden biri beklenmeye çalışılır. bu arada bir de sigara yakılır mal mal etraf seyredilir der iken... 4 tane kız... Allahım her çeşidi var. birisi sarışın, birisi esmer * birisi kumral, diğeri de çakma sarışın...
anam babam, ya rabbim aklıma hakim ol der iken, insan tabi ki abazan gibi kızların içine düşen tavırlar yapmaktan kaçınıyor. ama bakmadan da edemiyor, yemin ederim ellerim titriyor sigara içerken, lan çünkü esmer de bana bakıyor muagoyim... dedim oğlum şansın yok, sen yenibosna otobüsüne binersin, bunlar da büyük ihtimal yanlış yerde bekliyorlar, karşıya geçip taksime giderler artık bu kılıkta diye kendimi motive etmeye çalışıyorum, derken yenibosna otobüsü yaklaştı ve ortamdan resmen kaçar adımlarla uzaklaştım, otobüse bindim, direk arkada bir yer kaptım oturdum arkamı bir döndüm, arkadaşlar otobüse girmeye çalışıyorlar kuyruktalar, yok dedim yok ölücem heralde bugün kalpten falan. ben böyle bir çarpıntı sıkıntı hissetmemiştim daha önce arkadaş, yok hissetmiştim de o da bir keresinde yakından nez'i görmüştüm o zaman... *
oturdum, 2li yola göre düz koltuklardan birine, onlar da direk muavin bölümlerinin yakınındaki 4lü ve yola göre ters konumdaki koltuklara, yani göz gözeyiz anasını satayım, başka şeyler düşünmeye çalıştım, dersler falan diye düşünmeye başladım, başarılı da oluyordum ki kızların bıyık altından pardon kızda bıyık ne gezer, iki dudak arası fısıldaşmalarına dikkatim çekilene kadar, lan baktım, hala bakıyorlar lan... allahım dayanamıcam...
derken otobüs cevizlibağ'a geldi, işte bu piç gelmez mi... çakal benden uzun, giyimi kuşamı da bana göre çok çok daha temiz düzgün ve iyi. üstelik benim suratımda derslerden ve yaptığım halı saha maçından üstüne bir de fındıkzade'deki kargo işlemlerinden dolayı bir yorgun-bezgin tavır var iken, arkadaş harekete hazır bir tipde... lan sonra bir baktım, kızların ilgisi kaydı... al işte dedim kaşarlarmış meğer, lan yoksa sana niye baksınlar...
evet arkadaşlar, bu yakışıklı piç, otobüslere binip, bizim gibi anlık mutluluklar yaşamak isteyen, özgüvenlerini tazelemeye çalışan gençlerin önünü tıkarlar. göttürler. vurulmaları caizdir... gibi cümlelerle sözlüğe bunu girerim ben diye düşünürken ve kızların artık ilgisi geçmiştir zaten ben şunları tam analiz edeyim der iken farkettim ki, bu kumral ve çakma sarışın'ın bana karşı en ufak bir ilgileri yoktu, esmer ve yanında oturan sarışın sürekli abuk subuk bakışlar atıyorlardı bana ve meğer bu yakışıklı çocuğa ilgi verenler de bu çakma sarışın ile kumralmış sadece. lan baktım esmer hala bana kalıyor. birden tekrar moda girdim, allahım otobüsden dışarıya mı baksam, bu yanağımdaki allıklar ne zaman solacak ya rabbim diyorum... sonra yakışıklı piçe bakıyorum, içimden lan piç hadi yine iyiyiz ha paylaşıyoruz kızları ehiehi, lan belki senle kanka bile oluruz diyorum... garip duygular içindeyim... hayaller kuruyorum, esmerle evleniyormuşuz falan derken lan kafayı bir kaldırdım, şirinevleri geçiyoruz, yenibosnadayız hurra kapıya hucum ettim. bu iett şoforleri çok vicdansız oluyorlar o noktadan sonra, vallahi indirmez seni adam ebesinin şeyine kadar yürürsün.
kapıya gittim, baktım piç ve kızlarda kapıya yanaşıyor, lan yoksa bunlar da mı bizim şenliklere geliyor diye düşündüm. vallahi doğru, okula kadar arkalı önlü gittik, ben tabi önden gidiyorum sizlere bakmıyorum bakmam ben, meşgul adamım ve çok karizmatiğim havaları çiziyorum ama dikizler sürekli açık, yandaki geçtiğimiz büfelerin, mağazaların camlarından röntlüyorum bunları arkamdan geliyorlar mı diye...
neyse okula geldik giriş yaptık, arkadaşları gördüm selam verdim falan der iken lan bir baktım bizim 4 kızın yanında 4 tane kalas, boy ortalamaları 1,65, kilo ortalamaları da 70 üzeridir, hepsi kirli sakal bırakmış, ya bir dakika o koynundaki zincir mi? vallahi biri de zincir takmış yuh... gözlerim faltaşı gibi açıldı, hemen piçe baktım, inanın ki o çocukta şokta... lan meğer kızlar harbi kaşarlanmış... günahlarını almayım belki öyle değildir diyorum da, 1 saat 15 dakikalık otobüs yolculuğunda iki kişiye bu izlenimi vermişlerse bir hata var bu işte... sonra piçe baktım, gördün mü piç dedim, piç gibi kaldık...
bu hadiseden çıkardığım sonuç; öyle yakışıklı yakışıklı otobüse binip, otobüsten kız kaldırmaya heveslenirsen böyle, gözlerin faltaşı gibi açılır, kalakalırsın...
evet, varolan insanlardır. facebook'un durum belirtme amaçlı olarak kullandığı özelliği, ad soyad is .... vs. gibisinden noktalı bölümleri doldurdugun, durumunu yazdığın özelliğini, msnin kişisel iletisine benzer kullanımından dolayı msne çeviren insanlar topluluğudur.
az önce şahit oldugum, birisinin yoook yazdığı idi. arkadaşım yıllardır msnde kişisel iletisine yokum yazanlara uyuz oluyoruz. artık hepimiz adımız gibi biliyoruz ki varsın, kimseyi kandıramıyorsun yok yazıyorsun... hadi msnde kabul edebiliriz tamam olabilir, msni kapatmaya üşenmişsin vesair, veya çok önemli birisinden ileti bekliyorsun diğerlerine yoksun iyi de facebook'a log in olup, online gözüküp, yokum yazmak ne iş algılamış değilim... hadi msni kapatmıyorsun 7/24 açık olabiliyor çünkü msn artık bazıları için yaşam tarzı da, internet explorer'ın da mı 7/24 açık?
polat abi eline almıştır kurbanı, daha sonra meydana gelmiş olan herhangi anlamsız bir şeyden, bir anlam çıkarmaya çalışır, düşünür, sonra birden parlar, aha buldum yapar kafada ampul tabi ki, abdülhey der, herkes merak içinde noluyoruz diye bakınır, begenmedim ben bu pogacayi, simit falan bir şeyler söyleyin der...
memati de klasik, kurbana yönelir, bir pogacaya bir de polat alemdar'a bakar ve;
hayvanlar gibi arattım mamamif bulamadım, dediğim, türkiye içerisinde varolan ve hepimizin yüzüne bir allık ekleyen gerçeklerdir.
sözlük ölçeğinden de takip edilebilir; örneğin geçen haftanın en kötü entrylerine bakılır, bu ülkede nelerin polemik konusu olduğu öğrenilir. tabi geçtiğimiz hafta itibariyle göze çarpan iki şey 1 mayıs üzerinden siyaset, ve yaşanılan derbi sonrası ülke futbolunun artık sona yaklaşması ve şampiyonluk ateşiyle, galatasaray-fenerbahçe rekabeti... yani futbol...
türkiye'de sürekli olarak iki konu tartışılır, herkes kesin 2 konuda söyleyecek birşeyler bulur. o da siyaset ve futbol. buraya kadar her şey normal. ancak işin acı tarafı ise, türkiye cumhuriyetinin her iki konuda da kurulduğu günden itibaren, vasattan bir türlü yukarı çıkamamış olması. üstelik geriye de gidiyor. bu kadar konuşuyouz bu haldeyiz, susup izlesek ne halde olacağız kim bilir...
Bir uktedir... Ancak doldurmadan geçilmez, nurcuların vardır böyle rütbeleri...
abi-ultra abi-mega abi-hoca diye giderler. ben lisedeykene * bunlarla bir müddet içli dışlı olmuştum. o zamanlar bunların organizasyon şekli şu haldeydi; genel olarak üniversite okuyan dinine bağlı bir vatan evladı bulunur ki bu genelde lisesinde de kesin bu nurcu dediğimiz insanlarla haşir neşir olmuştur, bu kişi eğer gurbet elde üniversite okuyacaksa ona bütün lojistik destekler sağlanır. ev verilir kendisine, ve bu evde kendisi gibi 2-3 kişiyle daha birlikte yaşar. bu evlere de hizmet evi derler.
adı üstündedir, hizmet evi, o evde oturmanın bazı koşulları vardır. örneğin kendileri gibi genç beyinler bulmak. bunun bir ayağı olarak sürekli üstlerinden sohbet tarihleri alırlar ve bir hoca ki ne kadar hoca bilmiyoruz, gelerek gençlere dinin güzellikleri hakkında konuşmalar yaparlar. bu aşamada bizim öğrenci kardeşimizin kendisine genç beyinler bulması gerektir. bunun için genelde üniversitesindeki arkadaşlarını seçer ama çok seçici olmalıdır, yararlı olacak kişiyi gözünden tanımalıdır, çünkü üniversite öğrencisi kurt olur... öyle kalkar hoca konuşurken vs. densiz densiz bir şey söyler, bir çuval inciri berbat eder... bu nedenle üniversite öğrencilerinden mulayimler yakalanır, varsa ve mümkünse liseli genç beyinler bulunur... sohbetler yapılır vs.ler döşenir. liseli genç beyinler konusunda ise bu arkadaşların hocaları genel olarak devrededir, çünkü o genç beyinler nurcuların kendi uzantıları olan dersanelerden, ders çalışma-kamp yapma nedeniyle toplanırlar...
böyle klasik sohbet günlerinde ki bu tarikat mı deyim ne deyim bilmiyorum ona göre değişir. mesela nurcu dediğimiz fettullah gülen hocacılar da, gelen hoca elinde ya harun yahya cdsi ile yada feto hoca'nın kasetleri ile gelir ordan naklen yayın yapar. ancak benim gözlemlediklerim arasında anadolu gençlik en profesyonel olan. gerçekten bir tartışma ortamı yaratırlar. güzel konuşurlar. konuşma bitene kadar hmm hmm yaparsın, bittikten sonra yok canııım. genelde fetocularla ise dalga geçer öğrenciler, nasıl ağlıyordu lan zuahaha vs. efektleri ile... neyse bizim bu gencimiz hizmet eder gelen misafirlerine, o sırada hocasının gözüne girer ve abi olur... abilik öyle hafife alınacak bir mevki değildir, daha sonra bu arkadaşımız sohbet organizasyonları düzenler bu hocaları evine kendi davet eder. gelen yeni öğrencilere karşı ısrar silahını bu kullanır. çeşitli organizasyonlarla * öğrencilerin ayağını hizmet evine alıştırır... derken bu büyük çabalarının karşılığı olarak ultra-abi makamına ulaşır ki bunlar da bildiğim kadarıyla 1den fazla evin organizasyonu ile uğraşan kişiler. daha sonra mega abi olurlar artık bu aşamada, büyük hareketlere katılır bu kişiler. ramazanda büyük bir iftar yemeği, filistine yardım organizasyonu, fettullah hocanın son çıkan kasetini dağıtmak gibi...
bundan da sonrası artık daha da büyüktür. hocalıktır, bu hareketlere katılmakla kalmazlar, yönetirler... yalnız hoca kelimesi biraz havada kaldı, anadolu gençlik gibilerinde doğrudan hoca diyebiliyorlar bu kişilere, ancak fettullahçılar da hoca efendi lakabı sandıgım kadarıyla sadece fettullah'da. onun dışında zaten bunlar bakkale bile hocam hocam derler...
uktecinin notu ise; devlet içinde devlet olacaksında mensuplarına makam mevki vaad etmicek misin yani? idi,
saydığım tüm bu aşamaların, zaten büyük çaplı örneklerini görüyoruz. devlet içinde kalkıp sallamak olmaz, göte girer belki ama kombassan'daki oluşum bunun en büyük örneği...
half life: opposing force'da yönettiğimiz karakter. kendisi black mesa ve black mesa'nın profesorlerini yok etmek üzere yola çıkmış iken, uzaylıların arasına düşer, bu durumda görevi falan unutup canını kurtarmaya çalışırken görevinde başarısız olur, asıl hedeflerden birisi olan abimiz gordon freeman yaptığı geçitten geçerken, black mesa deneyleri başarılı olurken bizim adrian shepard abimiz başarısız olur...
bundan sonrasında adrian shepard'a ne olduğu ise muamma...
edit:başlık başımıza kalmış, ilk defa yaşıyorum ve çok kırıldım. cinsel ilişki sisteminden müzdariplerin ne sebeple karşı geldiğini dahi hatırlamadığım hadise. genel olarak bakarsak tüm memelilerin cinsel ilişki sisteminden dem vurulmuş olabilir. birbirinin içine geçmeler falan. bunlar yanlış şeyler.