barmenle muhabbet genelde kederli zamanlarda yapılır. sevgilinden ayrıldığında ya da buna benzer hayal kırıklıklarında alkolün de etkisiyle barmen imdada yetişebilir. biraz psikologluk yapar barmen.
berber muhabbeti ise daha sıcak, daha canayakındır. siyasetten girip futboldan çıkılır. zaten berber dükkanları benim için muhabbet ve posta gazetesi demektir.
genellikle kendi isteğiyle değil de aile zoruyla giden gençtir büyük ihtimalle. gittiği zaman sıkıntıdan patlar herhalde, bir an önce eve dönme hayali kurar.
hep aynı, hep aynı olay. lan bizim de sarhoş geldğimiz oldu ama bu ne anasını satayım. genelde kız-erkek kapıyı açıp girerler eve. genellikle erkek parmağını ağzına götürüp 'şşşş' der, sonra kıkırdamaya başlarlar. ardından 'susss' diyip kahkahalar devam edilir yine ardından kız ya da erkekten biri yere düşer, kahkahalar devam eder... bu böyle sürüp gider...
karikatür dergilerini takip edenler iyi bilir. nedense; karikatürlerdeki karakterlerin neredeyse yarısı mahmut ve salim isminden oluşmakta. lan başka komik isim mi yok? gidin bulun aq, yeter bu isimdekileri rencide ettiğiniz*.
kavgalardan arınmış, daha sakin daha avrupalı, kendi değerlerini de yargılamayan insanların bulunduğu ülke. tabii ülkeden gitsin demiyorum bu gruplara yanlış anlaşılmasın. keşke daha farklı, daha ılımlı görüşte olsalardı. o zaman bu kadar sorun yaşamıyor olurduk. ne halkın değerlerine yabancı, insanları dış görünüşüne göre yargılayan kemalizm, ne de geri kafalı, islam devleti hayaliyle çırpınan islamcıların olmadığını düşünün. sizce de daha iyi olmaz mıydı?
yıllardır yapılan tartışmalardan biridir. bu konu için nice kitaplar çıktı, yazılar yayınlandı, televizyonda tartışmalar yapıldı fakat bir türlü karara bağlanamadı. milli rejimimiz olan kemalizm, hangi tarafta?
bildiğimiz gibi kemalizm diyince; akıllara 6 ok gelir. 6 ok kavramınıda artık bilmeyen yoktur herhalde. şimdi bu 6 ok ilkelerini tek tek incelersek, ortaya bu konuda soru işareti çıkıyor. zaten yıllardır süregelen tartışmaların sonucu da bu karmaşık durum. ilkeleri incelersek;
cumhuriyetçilik: kesin veri elde edemeyeciğimiz ilkelerden biri. ülkenin can damarlarından biridir bu ilkte. kimsenin itiraz etmediği birşey zaten. pek fazla kafa karışıklığı yaratmaz. bu ilkenin olması; kemalizmin sağda ya da solda olduğunu göstermez. geçelim o zaman
milliyetçilik: işte tartışmanın ana noktalarından biri. kemalizmin sağ tarafı. en çok tartışılan 3 ilkeden biri. günümüzde yaşanan olayların* önemli sebebi ülkenin ulus devlet olması. ulus devletinde kaynağı milliyetçilik ilkesi doğal olarak. günümüz kemalistlerinin laiklikten bile daha çok savunduğu ilke haline gelmiştir. chp bu konuda mhp'yi bile geçmek üzeredir. ne yazık ki bazı kemalistler, işi ırkçılığa kadar vurmuşlardır.
halkçılık: bu da kemalizmin sol tarafı. chp'nin 70'li yıllarda, ecevit döneminde doruğa çıkardığı ilke. daha bir sosyal demokrat havası vardır bu ilkenin. günümüz chp si maalesef uzaklaşmıştır. deniz baykal etkisiyle. şimdi, yeniden dönmeye çalışmaktalar.
devletçilik: 1929 buhranından sonra etkisini iyice hissettirmeye başlamış olgudur bu da. chp'nin asla vazgeçmediği bir ilkedir. kemalizmin de sol taraflarından biridir. özellikle özal döneminden sonra etkisi azalmıştır.
laiklik: en çok tartışılan mesele kesinlikle. kemalizmin sağ ya da sol olduğunu göstermez aslında, her ne kadar genelde sol ile anılsa da, sağcı olupta gayet laik olunabilir.
inkilapçılık: inkilapların sağı solu olmaz ama sola biraz daha yakın gibi durur.
sonuç olara yine birşeye varılamadı diyebilirim. hem soldan hem da sağdan ilkeler var. kemalizm, gerçekten karışık bir ideolijdir diyebiliriz. sanki hepsinin karışımı gibi. kemalizmi bilmem ama, şimdi ki kemalistlerin karşılığı kesinlikle nasyonel sosyalizm'dir. bunun da sağ mı sol mu olduğuna siz karar verin*.
görmeme hiçbir sebep yokken, kendileriyle bir alakam olmamasına rağmen dün gece başıma gelen olaydır. devlet bahçelinin enfes atraksiyonlarına maruz kalıp, olanaksız matematik hesaplarıyla başbaşa kalmak gerçekten korku vericiydi. zaten ter içinde, çığlık atarak uyandım ve bir daha uyuyamadım.
transfer döneminde birçok taraftarın yaptığı davranıştır sadece internet değil; tv, radyo, gazete gibi bilimum iletişim araçları taranır bu günlerde. bu transferler sonucunda, ya taşak geçer ya da taşak geçilirsiniz.
90'lı yılların sonlarında başlayan 2000'li yıllar ile beraber maalesef büyük hız kazanmış bir olgudur. 90'lı yıllar ve öncesinde ki o kaliteli pop şarkılarının yerini alarak türk müziğini katletmişlerdir yeni pop şarkıları. 60'larda hayatımıza giren 70'lerde hız kazanan 80'lerde arabesk yüzünden geri planda duran ve 90'ların başından itibaren yükselişe geçen türk popu hepimizin sevdiği birçok güzel parçayı barındırmaktaydı.
`
60'larda başlayan bu müziği ajda pekkan, sezen aksu, tanju okan, alpay gibi ses getirmeye başlayan sanatçılar bu hareketi ilerletmişlerdi(tabi söylemediğim, aklıma gelmeyen isim çok var). her ne kadar pop müzik, 80'li yıllardaki arabesk furyasının yükselmesiyle düşüşe geçse de tarkan, levent yüksel, sertap erener, zuhal olcay gibi isimler büyük bir canlılık getirdi ve efsane türk popunu yeniden canlandırdı. tabi 60'lara göre 70'lere göre sound farklılığ göze çarpıyordu. tabi sezen aksu ve ajda pekkan da 90'lara fırtına gibi girmişti bunu da da hemen eklemek gerekir.
tabi bunları söylerken de o yıllarda hiç saçma şarkıların olmadığını da söylemiyorum. bunlara verilebilecek bir ton örnek var ama hiç olmazsa farklı bi ruhu vardı şarkıların. özellikle kliplerin saçma olduğu gerçeği açık ama o dönemin teknolojik ve dönemsel koşullarına bakarak daha nesnel bir yargı yapmak mümkün.
herşey güllük gülüistanlık giderken 90'ların ortalarında yeni yetme popçuların ortaya çıkmasıyla eski güzelliği yerle bir oldu. bunun nedeninin yurtdışı piyasalarındaki müziğe bakarakta anlaşılması mümkündür aslında. sadece bizde değil amerikada da avrupada da pop müzikte eksi yönde bir değişim görülüyordu fakat bana göre türk popunda bu gelişmeler daha hızlı ve çarpıcı oldu. serdar ortaç, burak kut, mustafa sandal gibi isimlerin ortaya çıkmasıyla beraber değişik bir müzik dinlemeye başladık. bu ne 70'li yılların o insana huzur veren sesine ne de 90'ların başında ki çılgın tarzda fakat insanı sıkmayan, belli bir kalitenin üzerinde olan müziğe benziyordu.
90'ların bitişiyle durum daha da hız kazandı diyebiliriz. öyle ki 90'ların sonunu aratacak düzeye geldi. bu dönemde serdar ortaç, mustafa sandal gibi şarkıcılar popülerliklerini katlayarak sürdürmeye devam ettiler. bunlar yetmezmiş gibi demet akalınlar, zeynep mansurlar hande yenerler* gibi sadece plajlarda, gece kulüplerinde insanları coşturacak şekilde şarkılar yapılmaya başlandı. anlamdan ritimden çok eller havayacılık şarkılara egemen hale geldi. allahtan bu türün de güzide örneklerini veren insanlar var da biraz da olsa seviniyoruz.
bir de insanların daha çok bu tür şarkıcıların konserlerini tercih etmesiyle de popun ne kadar yozlaşmış, ucuz hale geldiğinin göstergesi oldu. tabii ki herkesin kişisel zevklerine saygı duymak gerekir ama pop dinleyicisi de bunu hak etmiyor.
sıkılıkla görülen klişelerden biridir. o gün karakterlerden birinin doğum günüdür. bu karakterimizin çevresi doğum gününün unutmuş numarası yapar. kimse bu karakterimizi takmaz bile ogün. karakterimiz bu durua üzülür ama belli etmek istemez evine geldiği anda; 'süprizzzz' kelimesini duyar sevinçten uçacak duruma gelir. dikkat ederseniz her 5 film ya da diziden birinde bu veya byna benzer sahneler vardır.
hiçbir zaman anlayamadığım ve anlayamayacağım bir hayranlıktır bu. serdar ortaç sevgisi yurdum insanını esir almış bir vaziyette. mikrop gibi yayıldıkça yayılıyor bu sevgi. karabiberim adlı iğrenç şarkıyla piyasaya giriş yapmış sıradan popçulardan biriyken, son 4-5 yılda türkiyenin en sevdiği şarkıcılardan biri oldu. en fazla albüm satan, konserlerinde full çeken bir adam haline geldi serdar ortaç. bu gelişmesi inkar edilemez.
tabi serdar ortaç ne yaptı da bu hale geldi. orası muamma ötesi muamma. şarkıları güzel mi? hayır. sesi mi güzel? hayır? yakışıklı mı? hiç değil.
peki serdar ortaçı insanların gözünde buı kadar değerli kılan ne? ahmet kayaya çatal fırlatması mı acaba diye düşünüyorum. türk milliyetçilerinin gözünde artı puan almış olabilir. bir de söz yazarlığı var kendisinin bu da olabilir. söz yazması insanlar için deha şarkıcı/sanatçı anlamına geliyor galiba. yıldız tilbe bile söz yazdığı için el üstünde tutuldu yıllardır. onun hiç olmazsa arada güzel şarkısı da çıkıyor ama bizim serdar da tık yok. bugüne kadar severek dinlediğim şarkısı yok denecek kadar az, hatta yok diyebilirim.
bir de lise zamanında(geçen sene), kendisine laf attığımda millet birden savunmaya geçti kendisi için. yani genç kuşakta da maalesef bu hayranlık var. bir arkadaşım serdar ortaç'a laf yok dedi. diğeri senin dinlediğin freddie mercury'den daha iyi dedi. evet, bunu dedi. 4 yıllık arkadaşım olmasa dalacaktım sözlük o derece sinirlendim. queen şarkılarından daha iyi dedi adam resmen yaa. ilk dinleyişte sevilen şarkılardan; 'the show must go on'u dinlettim beğenmedi gitti jötem dinlemeye başladı. vay dedim halimize. lan millette nasıl müzik zevki var.
tabi zevkler ve renkler tartışılmaz. saygı duyarım ama bu kadar hayranlıkta olmaz. en sevdiğin 5 şarkısını söyle diyorum, susuyor. cevap yok. tabi bunu sevenler ismail yk da seviyor, murat boz'da seviyor. hadi lan murat boz yakışıklı kızlar seviyor, ismail yk desen arabesk marabesk çekiyor jiletçileri kendine. bazı şarkıları dışında. beni çekmiyor yanlış anlaşılmasın ama serdar ortaç ne yapıyor anlamıyorum. Ama dsoğru söz yazarı o ha bir de çatal fırlattı aferin ona.
uzun yıllar almanya da yaşamış hala da bu ülke de yaşamaya devam eden klasik türk genci konuşmasından farksızdır. tabi sahip olduğu çevre de genelde alman aksanı olduğu için, almancayı daha iyi konuşması doğaldır ama hamitin de türkçesi pek bir gariptir cidden. almanya da yaşayan, orada doğup büyümüş onca kişi var. araların da iyi türkçe konuşan da var. üstelik kendisi o kadar türk milli takımıyla beraber oluyor tamamen düzeltmesi lazım artık. Ama bizim hamit türkçe konuşurken epey kasıyor. duraksamalar, kekelemeler falan baya oluyor.
hala toplumda var olmuş olduğuna inanamadığım insanların oluşturduğu zihniyettir. bu insanları bu yüzden anlamıyorum. örgütün çoğu pisliği ortaya çıkmış, her türlü belge, silah meydanda, telefon görüşmeleri, darbe günlükleri meydana dökülmüş ama bizim atatürkçü geçinen dostlarımız hala bu konunun farkına varabilmiş değiller. bu ergenekon adı verilen örgütü destekleyerek laikliği, atatürkçülüğü kurtardıklarını sanıyorlar. oysa yanılıyorlar.
bu ülkede iki tane bitirilmesi gereken örgüt var. biri pkk diğeri ergenekon terör örgütüdür. Ama sırf hükümet üzerine gidiyor diye muhalif olmak için böyle bir örgütün varlığını inkar edenler var. bu örgüt sadece hükümete değil cumhuriyetimize de düşman bir örgüt. öncelikle bunun farkına varılmalı. faili meçhul cinayetler, patlatılan bombalar, suikast planları bu örgütün düzenlediği ya da düzenlemeyi planladığı olaylardır. artık bunları kavramak lazım. sırf hükümet üzeirne gidiyor diye bunları desteklemek yerine, üzerine gidip bu pisliği kapatmamaız lazım. uğur mumcu, ahmet taner kışlalı ve niceleri bu örgüt oluşumu yüzünden yok yere hayatlarını yitirdiler. artık bunlara bi dur demenin zamanı, geldi de geçiyor bile...
eğer kondisyonlu değilseniz 3-4 gün boyunca ağzınıza .ıçacak bir durum. kesilmeyen eklem, kas ağrıları bir süre hayatınızı karartabilir. eğer kendinize güvenmiyorsanız böyle birşey denemeyin.
gerçekliğine bir türlü inanmadığım olay. burçlara zaten pek inanan birisi değilim. oğlak burcu olmama rağmen hiç bu burcun özellikleri yoktur ben de. oğlak burcunun özellikleri olan; inatçı, yükselme arzusu içinde olan vb biri hiçbir zaman olmadım. tam tersine sakin bir kişiliğe sahibimdir. tabi ara sıra dellendiğim olur ama sınırlıdır bu da. yani anlayacağınız burç özellkilerimi pek yansıtmam. yansıtan tabii ki vardır ama bu burçlara inanmama sebep değil.
hadi bunları geçtim. burç özellikleri kafamı zaten karşıtıran bir durum. bir de günlü fal klişeleri var ki, evlere şenlik. koca koca adamlar, kadınlar delicesine günlük fal yorumları yapıpı adamı tav ediyorlar. neymiş efendim oğlaklar için tam bir aşk günüymüş. hani nerde lan? nerde oğlum aşk? hatta bir ara baktığımda 12 burçtan 10u sağlık olarak iyi ve çok iyi diye dercelendirilmiş. e hastahanelere bakıyorum dolu. muayenehaneler, dispanserler, sağlık ocakları onlar da dolu. hani sağlık olarak çok iyi bir gün geçirecektik?
yani bu sağlık kuruluşlarını dolduranlar kalan 2 burca mı ait. finansal kriz dönemlerinde bile iş/para durumlarında çoğu burç iyi durumda olabiliyor. lehman brothers, aig, general motor gibi şirketlerin ceo'ları sanırım diğer burçlardan. bütün oğlaklar o gün aşkta mutlu, bütün ikizlerin iş/para durumları o gün iyi, boğalar o gün sekste başarılı olacağa benziyor. genellemenin bu kadarı diyoruz sayın seyirciler!
ha unutmadan söyleyeyim bir de farklı günlerde inanılmaz değişimler oluyor. mesela, yine bir burçun sağlık falına baktığımız zaman onun çok iyi geçireceğini görüyoruz. ertesi gün 'dikkat' uyarısı var. sonraki gün o burcun sağlık durumu yine iyi. lan bu kadar değişim mi olur insan sağlığında. bir gün iyi bir gün kötü. bu kadar dalgalanmaya pes doğrusu. bari 2-3 gün kötü, sonraki günler iyi falan deyin. yok artık lebron james diyoruz...
aslında başlık:'blendax reklamlarında blendax kullnmayan kızın daha güzel olması' gibi karman çorman birşey olacaktı ama vazgeçtim bu da kafi. bu kanıya zaten sahiptim ama son blendax reklamlarını izleyince fikrim daha da kesinleşti. bir blendax kullanan kıza bakın, bir de kullanmayana...
blendax kullanmayan kız mutsuz, erkeklerin ilgisini pek çekmeyen, saçlarıyla sorunu olan kız görüntüsünde. yani durum kendisi için içi açıcı değil. bir de blendax kullanmış kıza bakıyoruz. o da ne? müthiş bir özgüven. bütün erkeklerin gözü ondaymış havası. havalı gözüken saçlarıyla sağa sola ben burdayım mesajı vermeler ama yemezler.
dikkatle bakarsanız; blendax kullanmayan kız daha güzel blendax kullanan kıza göre. blendax kullanmayan kız; çok doğal bir güzelliğe sahip oluyor reklamlarda. daha bir albenisi var kızın. blendax kullanan kıza bakarsakta yapay bebek gibi bir imajı var beğenmiyorum yani. reklamlara bir kez daha bakarsanız farkı görürsünüz. burada ürünü sevdirmekten çok itici bir hale getirme çabası varmış gibi duruyor. bayanlara tavsiyem: 'eğer gerçekten reklamdaki gibiyse, kullanmayın blendax boşverin.
hayatımda ilk izlediğim dünya kupası olması sebebiyle benim için önemli bir turnuvadır. zinedine zidane gibi bir yeteneği tanımış olduğum; didier deschamp, ronaldo, alessandro delpiero, gabriel batistuta, dennis bergkamp gibi isimlerlerle tanıştığım kupa olmuştur aynı zamanda. her ne kadar yaşları ilerlemiş olsalar da, bu futbolcuları izlemek ayrı bir keyifti.
hoca için çok kötü bir durumdur. tıpkı matematik sorusunu çözemeyen öğretmenin yerine öğrencisinin çözebilmesi gibidir. o öğretmen nasıl sınıfa rezil olursa, bu karate hocası da öğrencilerine öyle rezil olur. karizma denen şey kalmaz öğrencileri karşısında.
çocukluktan beri bende olan bir duygu. süper kahramanları sevmiyorum, hatta bazılarından zerre hazetmiyorum. anti kahramanlar bana daha yakın geliyor nedense. sanırım karakter meselesi bu ama yapacak birşey yok. anti kahramanların yenileceğini bile bile, kör bir tutkuyla onlara bağlanıyorum. belki de ezilenin yanında olma duygusudur bu. sonuçta yenilecekleri belli.
bu duygu ben de çocuklukta başladı demiştim. bu duyguyu bana ilk aşılayan çizgi filmler oldu haliyle. mesela; bir tom and jerry. jerry adlı pis sıçanın, tom'a yaptığı eziyetler aklımdan çıkmak bilmiyor. doğanın kanunu bu kardeşim yiyecek seni, ne bela açıyon zavallının başına. yazık! bir kere de yesin şu fareyi nolacak. jerry kazanınca, reytingler mi artıyor yani? yapımcılarına bir sitemim olsun bu da.
mesela bir road runner-coyote(çakal) ikilisi. bu çakal bir türlü yakalayamadı şu kuş bozuntusunu. her defasında uçurumdan aşağı düşüp durdu. ölmüyor allahtan. ölüm teması koymamışlar. her defasında kurtulur bu yavşak kuş. tüylerini yolacam yakaladığım yerde, o denli gıcığım kendisine.
bu çizgi film konusunu bolca örnekleyebiliriz. tweety-sylvester ikilisi de bunlara örnek olabilir. daha bir ton karakter bulabiliriz bu konuda ama uzatmaya gerek yok. çizgi filmlerde, tek sevmediğim anti kahraman gargamel olmuştur bo konuda. nedense sevemedim kendisini. burnu büyük geldi, birşeyler oldu. şirinleri de çok sevdiğimden bir de, yardımlaşmaları falan hoşuma giderdi bu küçük mavi yaratıkların. neyse biraz da fimlere, dizilere baksak olur. çizgi filmler bu yaşa gelmeme rağmen belleğimden silinmiyor bir türlü.
mesela sinemada izlediğim ilk türk filmi kahpe bizanstır. mehmet ali erbilin canlandırdığı 'illetyus' karakteri bana her zaman sevimli gelmiştir. beni en çok güldüren karakter buydu. şimdi neden gidip yetiş beyi tutayım ki. nacarların gururu yeşit bey. hem nacar ne lan? demet şener ve hande ataizi ile de sevişip zaten gıcık etmişti beni. kıl oldum orda kendisine. o yüzden seçtiğim nick bile illetyus olmuştur.
the dark night filminde joker hastasıydım zaten. braveheart filminde kim demiş william wallace'ı tuttuğumu. 300 filminde pers ordusu gözüme pek bir sempatik gelmiştir. green mile(yeşil yol), çocukların gerçek katili manyak mahkuma çok gülmüştüm, hatırlarım. tarkan serilerinde, battal gazilerde karşı tarafı tutmuşumdur hep. milliyetçi duygularımı bir tarafa bırakıp resmen destekledim. gora da bile komutan logar en sevdiğim karakterdi.
yani anlayacağınız durum böyle. anti kahramanlar bana daha yakın gelmiştir. aslında çizgi fimler konusunda benimle aynı görüşü paylaşacak yazarlar olacaktır. kimileri de anti kahramansever, anlayın artık.
otobüs şöförü memur gibidir, daha resmidir, dolmuş şöförü esnaftır daha halktandır. komik diyaloglar bu yüzden dolmuşta olur fakat otobüs şöförlerinin de daha bilinçli olduğu unutulmamalı.
bakkal için acı durumdur bazen. kendim de şahidim buna. bakkal amcamız darılıyor torbalarla geçince. surat asıyor. bu durumu hissediyorum ama yapacak birşey yok be amcacım. deterjanı, şampuanı da da senden alacak halimiz yok. hem onlar daha ucuz!
artık her dizide, filmde gördüğümüz olaydır. kavga oldu mu, mutlaka ardından yağmur yağar. hatta bazen öyle abartıyorlar ki, yumruk tam suratta patladığı anda yağmur birden başlıyor. yavaş yavaşta değil, bardaktan boşanırcasına. bari iki karakter atışırken hafif çiselesin, sonradan başlasın başlayacaksa. bir işi de tam yapın be kardeşim!
sıklıkla karşılaştığım durum. birinin hayatını değiştiren, ona farklı yol çizenler, hayata bambaşka gözl bakmasını sağlayanlar edebiyat hocaları oluyor. 'lan bir edebiyat hocam vardı, onun fikirleri beni buraya getirdi' sözlerini defalarca duydum. matematik hocasından böyle bahsedeildiğini duymadım. zaten duymakta ilginç olur, türev, integral anlatan biri hayat sorunlarıya pek ilgilenemez öğrencinin. edebiyatçılar daha duyarlı olduklarından isimleri daha ön planda oluyor.
her insanın hayalidir elinde sihirli bir değnek, istedikleri herşeyi gerçekleştirmek. sevdiği kızı kendine aşık etmek, istediği üniversiteye girmek, tuttuğu takımı avrupa şampiyonu yapmak gibi istekler herkesin hayalidir. bu isteklerden biri scarlett johansson ile bir gün geçirmek olabilirdi.