miss me, miss me, now you wanna kiss me diyen avril çekiciliği diye bir şey var. arkadan da marilyn manson sesi acayip iyi geliyor. spor yaparken iyi giden şarkılardan.
karanlığın içindeki hışırtıları duydu fakat gözlerini henüz açamamıştı. duyduğu ses en sevdiği kumaşın sesiydi. ipek kumaş kendine has bir salınım yaparak ses dalgaları üretiyordu. birisi ipekten yapılan bir şeyi silkeliyordu. ne olduğunu görmek için yavaşça gözlerini araladı. günlerdir gözlerini açmamış gibi gözlerine giren ışık canını yakmıştı. gerçekten nerede olduğunu ve hangi zaman dilimini yaşadığını bilmiyordu. karşısında saçlarını bir çift çubukla toplamış, yüzü bembeyaz pudrayla kaplı, çekik gözlü ve kırmızı dudaklı bir kadın duruyordu. kadının elinde tuttuğu ise altın sarısı motifler işlemeli kırmızı bir kimonoydu. qǐlái dedi kadın. çince bilmemesine rağmen kalkmasının emredildiğini ses tonundan anladı. buzlu camlı çift sürgülü bir kapı dışarıya doğru aralık bırakılmıştı ve içeriye süzen güneş ışığı parlak teninin rengini ortaya çıkarmıştı. kollarını uzatıp kadının kimonoyu giydirmesine yardım etti ve kuşağını bağlattırdı. kadın gözlerinin içine bakarak geriye doğru 3-4 adım attı ve arkasını döndü. arkasındaki bambudan yapılma kutuyu hızlıca açtı. kutunun içine elini nazikçe daldırıp yavaş yavaş kaldırdı. avuçlarının içinde iki adet parlayan metal yükseldi. saf demir ancak bu kadar güzel görünebilirdi. keskinliği bir saç telini bile ayıracak cinstendi. çok iyi bir ustanın elinden çıktığı belliydi. subaları bambudan oyulmuştu ve kauçuk ile kaplanmıştı. kadın katanaları ahşap masanın üzerine bırakıp tekrar kutuya yöneldi. bu sefer kutunun içinden iki tane kauçuk ve deri karışımından yapılmış saya çıkardı. bu kınlar da yine kimono gibi kırmızıydı ve altın sarısı işlemeleri vardı. kadın katanaları dikkatli biçimde sayalara yerleştirdi ve ardından adamın kuşağına bağladı. adam kendini sirk gösterisine hazırlanan palyaço gibi hissetmişti fakat palyaçolar kadar mutlu göründüğünü sanmıyordu. kadın kapıya doğru ahşap zemin üzerinde çıplak ayaklarla süzüldü ve hafif aralık olan kapıları ardına kadar açtı. dışarıya baktığında geniş bir avlu gördü. avlunun tam ortasına giden, kenarlarında sakura ağaçları olan taş bir yol vardı. avlunun ortasına giden tek yolun bu olmadığını fark etti. aynı yoldan üç tane daha vardı ve her biri şinto tarzı mimarisi olan evlerin buzlu camlı kapılarından uzanıyordu. yola doğru birkaç adım attı, sendelememek için gözlerini taş yoldan ayırmıyordu. avlunun ortasına yaklaştıkça başka ayak sesleri de duydu, taşa basan çıplak ayak sesleri... avlunun ortası taş değil mermerden yapılmıştı, ayağını bastığında mermerin soğukluğunu hissetti. hafifçe kafasını kaldırıp çevresinde olan biteni izlemek istediğinde kendisiyle aynı giyinmiş üç farklı adamın avlunun ortasında karşı karşıya bakıştığını gördü. gözlerini odaklamak için biraz kıstı ve karşısındakileri tanımaya çalıştı. uyandığından beri yüzüne dokunmak aklına gelmemişti ve o an eli yüzüne gittiğinde suratında karşısındakiler gibi bir maske olduğunu hissetti. telaş yapmıştı fakat bunu onlara hissettirmek istemiyordu. karşısındaki adamlardan birinde kendi katanasından daha uzun bir ōdachi, birinde ince uzun bō sopası, diğerinde ise ucu sivri mızrağıyla birlikte naginata vardı. katanalarının subalarını tutup kaldırdığında diğerleri de silahlarını kaldırdı. demir ve sopa sesleri havada uçuşurken hepsi soluk soluğa kalmıştı. kazanan ve kaybeden yoktu. sanki hepsi birbirinin savaş tarzlarını ezbere biliyordu. hepsi aynı anda ellerini maskelerine götürdü ve maskelerini açtılar. maskenin altındaki yüzleri görünce şok geçirmişti. çünkü karşısındaki suratlar da aynı şokla kendilerine bakıyordu.
keşke yezd şehrine taşısalar. gerçi zerdüşt şehrini başkent yapmak istemezler ama dünyanın en mistik başkenti olabilir öyle olsa. düşünsene başkentte ateş tapınağı var, yüzyıllardır yanan zerdüşt ateşi, kafayı yersin.
uşak eşme kilim festivalinde sahneye çıktığında çok sevdiğim çeşmeliler diye seslenerek halkı dumur eden sanatçı. tabi hiçbir şey ataol behramoğlu şiirinden yapılma ben ölürsem şarkısını hep bir ağızdan söylememize engel olamadı.
sokağa çıkma yasaklarının olduğu günlerde eğitim-sen iş bırakma eylemi yapmıştı. balkonda mermiler varken ve insanlar sokağa çıkamıyorken eğitim-sen mensubu öğretmenler açığa alındı ve ohal durumu öne sürülerek uzun süre mesleğe geri dönülemedi. hakkımız helal değildir.
sidik kokan şehir. büyük ülkelerin başkentleri arasında en rezil durumda olanı olabilir. öyle emily in paris romantizmi beklemeyin bu şehirden. illa fransaya gidip romantik zaman geçirmek istiyorsanız strazburga gitmeniz önerilir.
love is serisini ayrı, sweet and heartwarming kitabını apayrı sevdiğim karikatürler dizini. kore işi mutluluk bu olsa gerek. duyguları fazla iyi betimliyor.
7 senedir pek bir şey değişmemiş, sadece yazar sayısı azalmış bir interaktif sözlük. gerçi sözlük kısmı pek kalmamış daha çok interaktif kısmından yol yapılıyor. yaş kemale ermeye yaklaştıkça kafa bazı şeyleri almıyor veya aynı frekansa giriş yapamıyor. garip bir whatsapp grubuna dönüşmüş bir platform. ayrıca dini paylaşımlar görüyorum, dünya sözlük kapanınca buraya paralel geçişler olmuş sanırım. güzel günler hakikaten mazide kalmış. o güzel yazarların birçoğu atlara binmiş.
muhtemelen hiçbir pozisyon bilgisi olmayan, dar paça üzeri slimfit gömlek giyip yaka açan, nargile kafelerin eski müdavimlerinden ve araba anahtarı ile iphone telefonunu masa üstüne bırakmaktan haz duyan bir tip.
matematiği birisi 50 sene öğretmeye çalışsa anlayamazsınız, bireysel çaba olmadıkça matematik anlaşılmaz. tabi bir de howard gardner çoklu zekadan bahseder ki o da gerçektir, matematik de bir yerde zeka işidir. sayısal zekası olanlar işi daha iyi kotarır. bazı insanlar sayılar, problemler, kümeler çözerken zorlanır, bazı insanlar diften girer soyuttan çıkar, bana mısın demez.