1982 izmir doğumlu yazar.
2007 yılında paradokya ve adalet yıldızı
2010 yılında paradokya ve kayıp pusula adlı kitapları piyasaya çıktı.
"gecenin gizemli oyunu"nun kurgucusu olan yazarın kelimeleri gizeme okuyucuyu dahil edecek kadar sihirli...
--spoiler--
Birbirini tanımayan üç kişi gizemli bir şekilde ellerine geçen kitabı okurlar ve uyudukları ilk gece rüyaların ötesine geçip PARADOKYA'ya girerler. Burada üçüne de birbirinden farklı şifreler ve görevler verilir. Gecenin gizemli oyunu başlar.
Uyanabilmeleri için bu şifreleri çözüp macera dolu oyunu bitirmeleri gerekmektedir.
--spoiler-- cem gülbent imzalı "paradokya ve adalet yıldızı" ile yeni piyasaya çıkan "paradokya ve kayıp pusula" adlı kitaplar, okuyucuyu "gecenin gizemli oyununa" çekip, bitmek bilmeyen bir adrenalin salımı ile okutuyor kitabı.
kitapların en büyük özellikleri ise, oyun içerisinde verilen şifrelerin okuyucu tarafından çözülme zorunluluğu. ve şifreleri çözmeyip o sayfayı es geçtiğiniz takdirde "oyunculara" verilen görevi hiç bilmeyecek olmanız.bu özelliği ile belki de dünyada tek.
1963 yılında elazığ'da doğan yazar. halen elazığ'da yaşamakta ve öğretmenlik görevini sürdürmektedir. doğu ve güneydoğu'da meydana gelen olayları derleyerek romanlaştırmıştır. dokunmayın portakalime, derdo ve beyaz kıyamet adlı 3 kitabı yayınlanmıştır.
1992-1994 yılları arasında doğu ve güneydoğu'da yaşanan öğretmen öldürülmesi olaylarının tam ortasında, miraç öğretmenin hayatı, öğrencileri, ülkesi için duyduğu kaygılar ile yaşama mücadesi'nin anlatıldığı romanın yazarı bilal civelek. roman çok güzel, kötü olan gerçek olması.
diyarbakır ili hazro ilçesi kırmataş köyünün kürtçe adıdır. bazıları zoğbirin der bazıları zoğbirim. isminin nasıl telaffuz edildiği orada yaşananlara şahitlik edenler için hiç önemli değildir. önemli olan koruculuk sistemine ilk geçen köylerden olması ve "hako" adında bir korucubaşı tarafından idare ediliyor olmasıdır. bölgede bulunan güvenlik güçleri mensuplarını dahi takmayan hako, hazro cıvarında attığı turlar sırasında otobüs durağında bekleyen ve kendisi geçerken ayağa kalkmadı diye günlerce işkence ettiği vatandaşlardan dinlenmelidir aslında. ilk eşini dahi korucu yapan hako, faili mechule* kurban giden aynı köyden bir başka korucunun güzeller güzeli dul eşini tez zamanda kendine karı etmiş ve onu da gkk listesine yazdırmıştır.silvanda boşaltılan pek çok köyün kırmataş korucuları tarafından ve sadece hakonun talimatı ile boşaltıldığı rivayet edilir. elindeki kanı temizlenmesi mümkün olmasa da resmi makamlarca silvan-batman otoyolunda pkk ile girdiği çatışma sonucu "şehit" olduğu ifade edilse de, bir görüşü göre yine aynı otoyolda bir elektrik direğine bağlı ve ağzına para sıkıştırılmış olarak* ölüsünün bulunduğu, bir başka rivayete göre kıralcılık yaptıklarının kralın kim olduğunu gösterdiği ifade edilmektedir.
kırmataş köyü koruculuk sisteminin tüm gerçeklerini gözönüne sermektedir...
yaşamı, dünyayı.
akıl gözüne 3 boyutlu gözlük takmaktır.
tabiki bazı zihniyetlerin hemen -beyninin sadece önündeki kuyruğu düşündüğü kısma- 3 boyutlu gözlük takarak, yolda yürürken karşıdan gelen hatunun iç çamaşırlarını, hatta daha da ilerisini görmek olarak yorumlayacağı aşikar. hatta bazılarının karşıdan gelen adamın iç çamaşırları ve daha ilerisini görmek olarak yorumlayabileceğini de kabul ediyorum...
ama benim bahsettiğim çevremizde olan bitenleri, insanları, yapmış olduklarını ve düşünce tarzlarını 3 boyutlu görebilmek..
bizler hayatımızı ve içinde olan herşeyi tek taraflı görmeye devam ettiğimiz müddetçe önyargılarımızdan kurtulamadığımız gibi,insanları sınıflayarak, olayları keşkeye bağlayarak, mutsuz bir yaşama doğru son hızla tüketiriz günlerimizi...
insanların ne olduğu, ne giyindiği, hangi dili konuştuğu, hayatını nasıl yaşadığı, tercihleri veya tercih etmedikleri gibi kurallarımızı bir kenara bıraktığımızda ve kendinizi o kişinin yerine birazcık koyup da düşündüğünüz zaman gerçekten "yaşamak" yük olmaktan çıkıyor da, kendin çizdiğin bir fotoğraf olmaya başlıyor...başkalarının ezberleri, kuralları ve şartlarını bir kenara bıraktığınız zaman, yaşamak engin bir denizden başka birşey olmuyor kişi için...özgürlük doluyor içine her attığı kulaçta...
tabiki kuralsız yaşamaktan, kendi kurallarını koymak adına hayat denizinde rotanızı kaybetmekten bahsetmiyorum...o bir yok oluştan başka birşey değil ki...
ben hayatta birkaç şeyi tecrübe ettim;
1- hiç kimseyi -diğerlerinin yaptığı gibi- tercihleri yüzünden suçlamamayı,
2- kim olursa olsun, ne olursa olsun yaptığına, söylediğine saygı göstermeyi...
3-mutlaka yaşanılan her olayın bizim görmediğimiz bir sebebi/nedeni olduğunu..
4-yaşamda sana kalanlardan pişmanlık duymaman gerektiğini ve sana kalacaklardan pişman olmayacaksan hayatına katmayı...
bu makaledeki fikirlere katılırım katılmam o ayrı konu ama beni düşündüren;
--spoiler--
rejim tanrısının yolunda yeniden kuva-yı milliye ruhu ile şahlanıp iç düşmanı denize dökmek gibi delice düşünceleri dahi olağanlaştırıyor.
--spoiler--
cümlesi idi. çünkü günümüzde yaşanan olaylara baktığımızda meğer ne kadar çok düşmanımız varmış içte diye düşünüyoruz!!!!!!!!
-çarşaflı kadınlar
-kürtler (dahilinde zazalar)
-museviler -bazı kesimlerin yorumu ile yahudiler-
-ermeniler,rumlar
daha aklıma gelmeyen pek çoklarından sonra, son olarak da;
-çingeneler-romanlar-
aslında herkesi, herşeyi, yeri göğü denizi ötekileştirdiğimiz zaman, sonun başlangıcına adım atmış olmuyormuyuz.... beraber bir tas çorbayı paylaştığımız kürt komşumuzu, mahallenin güler yüzlü berberi yorgo amcayı, ramazan akşamlarında hep beraber koştura koştura camiiye gittiğimiz-çocuğumuzun anamızın babamızın dualarını toplayıp da beraber okuduğumuz -başı kapalı- haticeyi, aynı sırada okuyup dirsek çürüttüğümüz-mahallede çember çevirerek,saklambaç oynarak muhteşem çocukluk anıları yarattığımız julyannayı ne zaman bizden ayrı yapmaya başladık acaba, ne zaman öteki oldu....
keşke mümkün olsa da, şu beyin ve vicdan transformasyonunu geri alabilsek..
o zaman ezelden beri "zaten" hep beraber yaşadığımızı, türkiyenin zaten farklı dini, etnik kökenli vatandaşlarla "türkiye cumhuriyeti" olduğunu, ötekileştirdiğimiz dostlarımızla yaşadığımız anların aslında ne kadar güzel günler olduğunu göreceğiz...
tabiki her zaman ulu önder atatürk'ün izindeyiz..tabiki bu ülke için kanını akıtmış şehitlerimizin ruhu şaad olsun..
ama atatürk'ü doğru anlamak gerekmiyor mu, kendisinin de dediği gibi;
"beni görmek demek behemahal yüzümü görmek değildir. benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir."
e.e.cummings in bir şiiri.
ın hear shoes - yerinde olsam filminden
"kalbini yanımda taşıyorum
seni kalbimde taşıyorum
ve hiç şüphem yokki nereye gidersem gideyim
sen de benimle geliyorsun
ve bir başıma yaptığım herşeyi aslında
sen de benimle yapıyorsun
kaderden korkmuyorum
çünkü sen benim kaderimsin tatlım
dünyayı istemem
çünkü güzelim
benim dünyam sensin
gerçeğimsin...
işte kimsenin bilmediği derin sırrım
işte köklerin kökü, göklerin göğü
ve hayat denen gökler ve kökler
ruhun alabileceğinden daha çok büyüyebilen
aklın saklayabileceğinden
bu yıldızları birbirinden ayrı tutan mucize
kalbini yanımda taşıyorum
ve seni kalbimde taşıyorum...
her erkeğin hayalinde bir kadın olduğunu kabul ediyorum. ama bu hayallerin gerçekten sevgi,sevgili olarak kurulduğunu ve bunun "her erkek" diye genellenmesi bence yanlış bir önerme...
üstelik hayalindeki kadın için herşeyi yapan erkek yok. yok vallahi...
bana şöyle geliyor;
-her erkek kadın hayali kurar ama mikmek için
yada
-her erkek hayalinde bir kadın varsa ve onu bulduğuna inanıyorsa, onunla beraber oluncaya kadar hayallere devam, sonra tamam taktiğini uygular, hatta başka hayallere, başka hayallerindeki kadına geçiş yapar. hatta ve hatta ve hatta "benim hayalimde bu kadar kadın vardı, bu 375 inci hayalim" diye skor tutar
veya
-her erkek hayalinde bir kadın varsa ve onu bulduğuna inanıyorsa bile onu yüreğinde saklayacak kadar yürekli değildir
yada
-her erkek sen hayalimdeki kadınsın ama ben sana uygun değilim cümlelerini ayrılırken kullanır. bu genlerle geçmiş olan bir kalıptır.
veya
-her erkek hayalindeki kadına ulaşamamayı kendi acısına neden olarak gösterir ki, zaman zaman bunu kız,kadın,karı tavlamak için kullanır.
şeklinde örnekleri çoğaltabilirim. onun için bu başlığın altına bu kadar duygusal bir açıklama girilmesi erkeğe yakışmıyor bir kere...
biraz toparlayıp, özün sözü dersek eğer;
kişinin sahip olduğu mülkde eğer anne veya baba gibi birinci dereceden akrabası ikamet ediyor ise vergiden muaf olmaktadır.ancak söz konusu evde eşinizin birinci dereceden akrabası ikamet ediyor ise,mülk sahibi ile direkt kan çağı olmadığından,normal raiç üzerinden vergilendirilerek,vergi borcu çıkartılmaktadır.vergi kanununda yıllardır hüküm süren ancak vergi açığını kapatmak için yeni yeni uygulanmaya başlanan söz konusu maddeye halk ağzı ile verilen isimdir.dolayısıyla ya adınıza kayıtlı mülkten kaynana bihaber olacak yada "sevgili kayınvalideciğiniz"ın yerleşim yeri belgesinde adres olarak size ait olan mülkün adresi yaziyora para biriktirmeye başlayacaksınız.başlık parası gibi allahıma...sıkıyorsa kaynanadan isteyin bu borcu...
--spoiler--
ve sonuç muhteşem olur. kendimizi anlatmamıza gerek kalmadan, gözlerimizle veya beden dilimizi kullanarak kendimizi ifadelendirdiğimizde karşımızdaki kişinin bizi yanlış anlamayacağını biliriz. oturduğumuz temel aynıdır. ortak zemin. bu kişiler aynı evi paylaşan kişiler gibidirler. odaları, tuvaletin ve banyonun yerini zaten biliyorlardır. yani bilinçaltımızın odacıkları birbirine benziyordur ve bizler kendimizi tanıdık bir mekânda gezer gibi hissediyoruzdur.
--spoiler--