1982 izmir doğumlu yazar.
2007 yılında paradokya ve adalet yıldızı
2010 yılında paradokya ve kayıp pusula adlı kitapları piyasaya çıktı.
"gecenin gizemli oyunu"nun kurgucusu olan yazarın kelimeleri gizeme okuyucuyu dahil edecek kadar sihirli...
--spoiler--
Birbirini tanımayan üç kişi gizemli bir şekilde ellerine geçen kitabı okurlar ve uyudukları ilk gece rüyaların ötesine geçip PARADOKYA'ya girerler. Burada üçüne de birbirinden farklı şifreler ve görevler verilir. Gecenin gizemli oyunu başlar.
Uyanabilmeleri için bu şifreleri çözüp macera dolu oyunu bitirmeleri gerekmektedir.
--spoiler-- cem gülbent imzalı "paradokya ve adalet yıldızı" ile yeni piyasaya çıkan "paradokya ve kayıp pusula" adlı kitaplar, okuyucuyu "gecenin gizemli oyununa" çekip, bitmek bilmeyen bir adrenalin salımı ile okutuyor kitabı.
kitapların en büyük özellikleri ise, oyun içerisinde verilen şifrelerin okuyucu tarafından çözülme zorunluluğu. ve şifreleri çözmeyip o sayfayı es geçtiğiniz takdirde "oyunculara" verilen görevi hiç bilmeyecek olmanız.bu özelliği ile belki de dünyada tek.
emekliliğine 20 gün kalmışken düşünülmesi dahi komik olan beklenti.
yaş kararlarının dün itibari ile açıklanmasının ardından genel kurmay başkanlığı ve kara kuvvetleri komutanlığı atamalarının bugün itibari ile yapılacağı da özellikle belirtilmiştir. gerek cumhurbaşkanı'nın gerekse başbakan'ın görev süresinin bir yıl daha uzatılması talebini geri çeviren ilker başbuğ 30 ağustos itibari ile makamını yeni atanacak olan kişiye bırakacaktır. yıllardır süre gelen bir uygulama varken ve görev süresinin dahi uzatılmasını istemeyen bir kişinin, bunu hangi mantık, zihniyet, düşünce tarzı vs gibi nedenlerle "onur kırıklığı" olarak algılanıp, istifa etmesinin beklenmesi nasıl birşey anlaşılamıyor. işin boyutu gerçekten dehşet derecede hayret.
1963 yılında elazığ'da doğan yazar. halen elazığ'da yaşamakta ve öğretmenlik görevini sürdürmektedir. doğu ve güneydoğu'da meydana gelen olayları derleyerek romanlaştırmıştır. dokunmayın portakalime, derdo ve beyaz kıyamet adlı 3 kitabı yayınlanmıştır.
1992-1994 yılları arasında doğu ve güneydoğu'da yaşanan öğretmen öldürülmesi olaylarının tam ortasında, miraç öğretmenin hayatı, öğrencileri, ülkesi için duyduğu kaygılar ile yaşama mücadesi'nin anlatıldığı romanın yazarı bilal civelek. roman çok güzel, kötü olan gerçek olması.
hemen hemen tüm fransız kadınlar.
pek azı yaptıkları düzenli spor ve diyeti yaşam tarzı haline getirmişlerdir. fiziklerinin güzelliği ile tanınan fransız hatunlar bunu ömür boyu kullandıkları zayıflama haplarına borçlular.
dün gece 00:00'dan beri işlevsiz olan sözlük.
yazar girişine izin vermekle beraber, herhangi bir entry ve/veya mesaj* yazımı mümkün değil.
sözlük içinde entry aradığınızda "böyle bir entry yok", yazar aradığınızda da "böyle bir üye yok" mesajı çıkıyor.
vatan gazetesi ve haber sitelerinde bugünün haberi.
Kuzey Hollanda'nın Zaandam kentinde, ülkeye yerleşmek isteyen yabancı kökenli vatandaşların özellikle dilbilgisi ve hollanda toplumunun yaşam şartları konularının işlendiği uyum kurslarının diploma töreninde hediye edilen 128 sayfalık yemek kitabında 12 adet ülke arasında türkiye'nin adının olmaması, Bosna Hersek, Karadağ, Sırbistan, Angola, Sierra Leone, Ermenistan, Gürcistan, Suriye, Afganistan, Azerbaycan ve Çin Halk Cumhuriyeti mutfaklarından yemek tariflerinin yer aldığı kitapta, Dolma, içli Köfte, Karnabahar Salatası ve Mercimek Çorbası Kürdistan yemeği olarak tanıtılmasıdır konu.
bu aslında pekçok avrupa ülkesinin türkiye'ye bakış açısını gösteren çok güzel bir resimdir. her zaman türkiye ve türkler yoktur veya yok sayılır...*
10 haziran 2010 tarihinde bölücü terör örgütü tarafından yapılan saldırı sırasında başından yaralanmış ve 11 haziran günü hayata gözlerini kapamıştır. evleneli 40 gün, kaderinin yazıldığı yere geleli ise henüz 20 gün olmuştu. tek suçu kanlıgeçit jandarma komutanlığı'na yapılan saldırı sırasında evinin balkonunda olmasıydı...ruhu şad mekanı cennet olsun...
12 haziran cumartesi günü izmir, şirinyer merkez camii'nde ikindi namazında cenazesi kaldırılacak ve ardında anılar ve acılar bırakarak son ikametgahına defnedilecek...
ben orada olacağım...malesef elimden tek gelen bu.
diyarbakır ili hazro ilçesi kırmataş köyünün kürtçe adıdır. bazıları zoğbirin der bazıları zoğbirim. isminin nasıl telaffuz edildiği orada yaşananlara şahitlik edenler için hiç önemli değildir. önemli olan koruculuk sistemine ilk geçen köylerden olması ve "hako" adında bir korucubaşı tarafından idare ediliyor olmasıdır. bölgede bulunan güvenlik güçleri mensuplarını dahi takmayan hako, hazro cıvarında attığı turlar sırasında otobüs durağında bekleyen ve kendisi geçerken ayağa kalkmadı diye günlerce işkence ettiği vatandaşlardan dinlenmelidir aslında. ilk eşini dahi korucu yapan hako, faili mechule* kurban giden aynı köyden bir başka korucunun güzeller güzeli dul eşini tez zamanda kendine karı etmiş ve onu da gkk listesine yazdırmıştır.silvanda boşaltılan pek çok köyün kırmataş korucuları tarafından ve sadece hakonun talimatı ile boşaltıldığı rivayet edilir. elindeki kanı temizlenmesi mümkün olmasa da resmi makamlarca silvan-batman otoyolunda pkk ile girdiği çatışma sonucu "şehit" olduğu ifade edilse de, bir görüşü göre yine aynı otoyolda bir elektrik direğine bağlı ve ağzına para sıkıştırılmış olarak* ölüsünün bulunduğu, bir başka rivayete göre kıralcılık yaptıklarının kralın kim olduğunu gösterdiği ifade edilmektedir.
kırmataş köyü koruculuk sisteminin tüm gerçeklerini gözönüne sermektedir...
442 Sayılı Köy Kanunu'nun 70 ve ilgili maddeleri ile köyü korumakla görevli kişiler muhtarın emrine girer ve köy bütçesinden belirlenen ölçüde maaş alırdı. ancak 1985 yılından bu yana defalarca defalarca ve defalarca yapılan değişiklikler, çıkartılan yeni kanunlar ile terörle mücadele kapsamında koruculuk sistemi kullanılmaya başlandı. deformasyona uğratılmış bu sistem ile gönüllü veya geçici köy korucuları kazanmaya başladı türkiye. yapılan araştırmalar gösteriyor ki bunun farklı nedenleri var:
1- devlet (u: güvenlik güçleri ) tarafından korucu olmaya zorlanan köylüler. ki koruculuk sistemine katılmayı kabul etmeyen köylerin nasıl yakıldığı (u: hazro-ağartı) aihm (u: avrupa insan hakları mahkemesi) görevlilerince şanseseri kameraya dahi alınmış ve internet sitelerinde yayınlanmıştır.
2- köy içerisinde hasmı bulunan kişiler eline silah almak devlete sırtını dayama için sisteme katılmışlardır. böylece köy içerisinde hasımlarını zorunlu göçe tabii tutarak kendileri göç eden şahısların mallarına el koymuşlardır (u: silvan-altınkum)
3- hem devlet tarafında görünüp hem de pkk ya bilgi iletmek maksadıyla başvuruda bulunan kişiler vardır. yapılanaraştırmalar sonucunda koruculuk sistemine dahil olan kişilerin %50'den fazlası bu nedenle GKK olmuşlardır. bunlardan 1000 cıvarında kişi tespit edilerek 3713 sayılı Kanun kapsamında cezalandırılmıştır. ancak söz konusu şerefsizler yüzünden gencecik yaşta toprağa karışan şehitlerimizin ya da gazilerimizin vebali halen yeterince araştırma yapmayarak bu kişileri sisteme dahil edenlerin boynundadır.
4- köy içerisinde herhangi bir malvarlığı olmadığı için geçim zorluğu çeken kişiler. bunların sisteme dahil olmaları sadece aylık olarak alınan maaş yüzü suyu hürmetine olup, zannımca yanar döner tayfasına dahilolsalar da, bilimsel olarak toplam korucuların %10'unu oluşturmaktadırlar.
5- Gerçekten devlet'e ve sisteme inanarak ve türkiye cumhuriyetinin refahı için hizmet etmek amacıyla GKK olanlar yok mu? var elbette...%1 oranında...
sonuç olarak uygulanan koruculuk sistemi ile geçici ve gönüllü köy korucuları eline silahı almış, sırtını devlete dayamış ve terörün anasını estirmeye başlamışlardır.
bu sistemin yarayışlılığına dair en güzel örnek silvan-yolaç köyüdür.
erkeklerce "sahip olma hakkının" kadınlarca "tecavüz" olarak algılanıp bunu mahkemede ispat ettikleri takdirde TCK 102.maddeye göre 2 yıl ile 7 yıl arasında hapisle cezalandırılmasıdır. tabi hapiste söz konusu "sahip olma hakkı" olan erkeğe * kimler "sahip olma hakkını" kullanır allah bilir.
bir kadın ve erkeğin evli olması kişilerin birbiri üzerinde "sahip olma hakkı" var anlamına gelmez. bahsettiğim kesinlikle namussuzluk yapılması, aldatma veya aldatılma değildir. ancak, ataerkil aile gelenekleri ile evlat yetiştirdiğimiz toplumumuzda, evliliğin erkekler tarafından "sahibin değilmiyim lan istediğim an vereceksin" mantığı ile, kadınların da düzenli olarak yaşadıkları tecavüz olaylarına (ki kadının istemediği her birliktelik bu kapsamda değerlendirilebilir) rağmen bunu normal olarak algılanmasıdır.
bana göre toplumumuzda çocuk yetiştirirken yapılan 2 büyük hata vardır;
1- kız çocuklarını başına gelen ve/veya gelebilecek her olayı kabullenmesi gerektiği gibi bir baskı ile yetiştirmek...
2- erkek çocuklarını da bu başlığı açabilecek ve/veya desteleyebilecek zihniyetle yetiştirmek....
sözün özü: evli adamın eşine sahip olma hakkı, eşin de isteği ile sınırlıdır. geri kalanı tecavüzdür.
4 sene kaldığım, ağlaya ağlaya gittiğim ve ağlaya ağlaya ayrıldığım, yüreğimi bıraktığım şehir. namı değer şehr-i diyarbeakir.doğmadım bu şehirde, anam babam veya atam da hiç geçmemiş diyarbakırdan, ama şimdi memleket nere diye soranlara "diyarbakır" diyorum.
berat mardin'in henek isimli kitabında da bahsettiği gibi diyarbakır anlatılmaz yaşanır...
--spoiler--
bir de beni mutlu eden, trafik kontrollerinde trafik polislerinin ehliyetimi gördüklerinde bana "hemşehrim" diye hitap etmeleridir. kendilerine "diyarbakırlımısınız?" diye sorduğumda; "diyarbakırlı değilim ama sayılırım. orada görev yaptım. asla unutamıyorum" demeleridir
--spoiler--
gerçekten de böyle, diyarbakırın havasını soluyan, suyunu içen ve insanıyla tanışan herkes yüreğinde bir parça bırakır...dostlukları kalıcıdır. ne olduğunuz önemli değildir (türk, kürt, zaza, arap ...), yeterki insan olun...
en kötüsü de insanın 'kendisini' affedememesidirki,bu cehennemden ne çıkış vardır,ne de kurtuluş.halbuki kişinin kendisini affedememesine neden olan olayın diğer aktörü belki de çoktan sünger çekip kapatmış,içindeki yangını söndürmüştür de,bizim vicdanımızi ele geçiren küçücük kurtçuklara bir türlü gücümüz yetmez.her ani ızdırap ve pişmanlık içinde yaşarsınız.duyduğunuz bir şarkı,kulağınıza çalınan bir kelime,elinize geçen bir resim sizi tekrar tekrar o ana götürür.affedemezsiniz kendinizi...
ışte bunlar cehennemi dünyada yaşayanlardır...sonsuz ateş içinde...
"yağmurlu günlerde sokaklarda ıslana ıslana yürüdüğünü gördüğünüz insanların bir kısmının,ağladıkları belli olmasın diye kendini sokağa atmış olabileceğini hiç düşündünüz mü?" diye bir soruyla başlıyor kitap.
biray dalkıran'ın öyküsünden diye de özellikle vurgulanmış.o kadar duru bir anlatımı var ki cem şancı'nın bir solukta okumamak elde değil.
bu kitapta,benim dünyada var olduğuna ınanmadığım bir erkek baş kahramanlardan biri.aşkı için yanıp tutuşan bir erkek.üstelik bu hikayenin gerçek olduğunu aklınızdan çıkarmadığınız zaman,boyle bir erkeğin zaten dünyada var olduğunu bildiğiniz zaman,yüreğiniz titreye titreye,soluksuz oluyorsunuz.
beni en çok etkileyen yeri ise,"bir çılgınlık yapmış,bir adamı hiç tanımadan,onunla hiç konuşmadan,hiç sohbet etmeden,sadece gözlerinde parlayan tutkunun büyüsüne kapılarak ona aşık olmuştu.
yanlış yapmaktan bir dakika bile korkmadan,yanılmaktan hiç cekinmeden,bir an bile şüphe etmeksizin"
kitap okumayı sevenlere tavsiye ederim.
açlık; bildiğimiz anlamda acıkma olarak kullanılıyor ve 2'ye ayırmışlar: duydusal ve biyolojik açlık diye.
--spoiler--
2005 yılında amerikalı psikoterapist cynthia power; 500 hastasına yemek yedikleri zaman kendilerini nasıl hissettiklerini sorarak özel bir günlük tuttu. araştırmasının sonunda da belli gıdaların belli durumlar neticesinde tüketildiğini keşfetti. işte power'ın keşfettiği gerçekler ve nedenleri...
"canım peynir ve tuzlu kraker çekiyor."
bu ne anlama geliyor?: "kafam karışık ve hayal kırıklığına uğradım."
"canım et ürünleri tüketmek istiyor."
bu ne anlama geliyor?: "sinirliyim."
"canım dondurma yemek istiyor."
bu ne anlama geliyor?: "huzura ihtiyacım var."
"canım kahve ve çikolata çekiyor."
bu ne anlama geliyor?: "çok mutsuzum ve ilgiye ihtiyacım var."
"bol miktarda mısır gevreği tüketmek istiyorum."
bu ne anlama geliyor?: "çok stresliyim."
"canım pasta yemek istiyor."
bu ne anlama geliyor?: "kendimi yalnız hissediyorum."
--spoiler--
yaşamı, dünyayı.
akıl gözüne 3 boyutlu gözlük takmaktır.
tabiki bazı zihniyetlerin hemen -beyninin sadece önündeki kuyruğu düşündüğü kısma- 3 boyutlu gözlük takarak, yolda yürürken karşıdan gelen hatunun iç çamaşırlarını, hatta daha da ilerisini görmek olarak yorumlayacağı aşikar. hatta bazılarının karşıdan gelen adamın iç çamaşırları ve daha ilerisini görmek olarak yorumlayabileceğini de kabul ediyorum...
ama benim bahsettiğim çevremizde olan bitenleri, insanları, yapmış olduklarını ve düşünce tarzlarını 3 boyutlu görebilmek..
bizler hayatımızı ve içinde olan herşeyi tek taraflı görmeye devam ettiğimiz müddetçe önyargılarımızdan kurtulamadığımız gibi,insanları sınıflayarak, olayları keşkeye bağlayarak, mutsuz bir yaşama doğru son hızla tüketiriz günlerimizi...
insanların ne olduğu, ne giyindiği, hangi dili konuştuğu, hayatını nasıl yaşadığı, tercihleri veya tercih etmedikleri gibi kurallarımızı bir kenara bıraktığımızda ve kendinizi o kişinin yerine birazcık koyup da düşündüğünüz zaman gerçekten "yaşamak" yük olmaktan çıkıyor da, kendin çizdiğin bir fotoğraf olmaya başlıyor...başkalarının ezberleri, kuralları ve şartlarını bir kenara bıraktığınız zaman, yaşamak engin bir denizden başka birşey olmuyor kişi için...özgürlük doluyor içine her attığı kulaçta...
tabiki kuralsız yaşamaktan, kendi kurallarını koymak adına hayat denizinde rotanızı kaybetmekten bahsetmiyorum...o bir yok oluştan başka birşey değil ki...
ben hayatta birkaç şeyi tecrübe ettim;
1- hiç kimseyi -diğerlerinin yaptığı gibi- tercihleri yüzünden suçlamamayı,
2- kim olursa olsun, ne olursa olsun yaptığına, söylediğine saygı göstermeyi...
3-mutlaka yaşanılan her olayın bizim görmediğimiz bir sebebi/nedeni olduğunu..
4-yaşamda sana kalanlardan pişmanlık duymaman gerektiğini ve sana kalacaklardan pişman olmayacaksan hayatına katmayı...
bu makaledeki fikirlere katılırım katılmam o ayrı konu ama beni düşündüren;
--spoiler--
rejim tanrısının yolunda yeniden kuva-yı milliye ruhu ile şahlanıp iç düşmanı denize dökmek gibi delice düşünceleri dahi olağanlaştırıyor.
--spoiler--
cümlesi idi. çünkü günümüzde yaşanan olaylara baktığımızda meğer ne kadar çok düşmanımız varmış içte diye düşünüyoruz!!!!!!!!
-çarşaflı kadınlar
-kürtler (dahilinde zazalar)
-museviler -bazı kesimlerin yorumu ile yahudiler-
-ermeniler,rumlar
daha aklıma gelmeyen pek çoklarından sonra, son olarak da;
-çingeneler-romanlar-
aslında herkesi, herşeyi, yeri göğü denizi ötekileştirdiğimiz zaman, sonun başlangıcına adım atmış olmuyormuyuz.... beraber bir tas çorbayı paylaştığımız kürt komşumuzu, mahallenin güler yüzlü berberi yorgo amcayı, ramazan akşamlarında hep beraber koştura koştura camiiye gittiğimiz-çocuğumuzun anamızın babamızın dualarını toplayıp da beraber okuduğumuz -başı kapalı- haticeyi, aynı sırada okuyup dirsek çürüttüğümüz-mahallede çember çevirerek,saklambaç oynarak muhteşem çocukluk anıları yarattığımız julyannayı ne zaman bizden ayrı yapmaya başladık acaba, ne zaman öteki oldu....
keşke mümkün olsa da, şu beyin ve vicdan transformasyonunu geri alabilsek..
o zaman ezelden beri "zaten" hep beraber yaşadığımızı, türkiyenin zaten farklı dini, etnik kökenli vatandaşlarla "türkiye cumhuriyeti" olduğunu, ötekileştirdiğimiz dostlarımızla yaşadığımız anların aslında ne kadar güzel günler olduğunu göreceğiz...
tabiki her zaman ulu önder atatürk'ün izindeyiz..tabiki bu ülke için kanını akıtmış şehitlerimizin ruhu şaad olsun..
ama atatürk'ü doğru anlamak gerekmiyor mu, kendisinin de dediği gibi;
"beni görmek demek behemahal yüzümü görmek değildir. benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir."
yüce rabbim pek çok varlık,nesne denedikten sonra acıyı,acı çekmeyi önce dağlara vermiş de,koskoca dağlar dayanamamis,yerle bir olmuş.sonra insana vermiş acıyı.bir insanoğlu katlanabilmiş,dayanabilmiş acıya ve yaşayabilmiş acıyla.değer verdilerimız sevdiklerimiz sevdalarımız için katlanırız,zaten sadece onlar için katlanabiliriz.acı sürekli...ama tesellisi hatıralar var anılar var çevremizde,hemen yamacımızda.bu anıların tesellisine sığınabilmenin tek çaresi de sizin için değerli kişiler ile yaşadığınız ilişkilerde 'keşke'lere yer bırakmamak...
acılariniza katlanmak için,zamanında sevmesini bilmek lazım...bazen de,gitmesini...
kişi cenneti de cehennemi de dünyada yaşar,ama farkında değildir derdi...kendi cennetini kendi tercihleri ile cehenneme çevirmis olsa da,bu sözünü her zaman küpe yaptım 'değerlim'in.insan kendi tercihleri ile hayatini ya cennete çevirir ya cehenneme de farkına bile varmaz...içimdeki umudu hiç kırmadım yaşama dair bunun için...kendi doğrularımin hesabını verirken hep anlim açık onun için, başkalarına göre yanlış olsa da...cennetimi de seviyorum,cehennemimi de...zaten günahlarımız hep severek yaptığımız şeyler değilmidir...onun için,tercihlerinizi yapın ve yaşamınızın 'adını koyun'.cennet mi? cehennem mi?
senaristliğini ve yönetmenliğini kemal öz'ün yaptığı ve 14.11.2008 de galası yapılarak türkiyede sadece birkaç şehirde gösterime giren bir film,bahoz-fırtına.
yıllarca edip akbayram'dan dinlemeye alıştığımız "bekle bizi istanbul" kardeş türküler den vedat yıldırımın sesiyle filmin müziği olmuş. hem kürtçe hem de türkçe repliklerin bulunduğu filmi geçen sene yaz aylarında seyretme şansını buldum. kürt sinemasının son filmlerinden olduğu ifade edilen bahoz-fırtına için farklı sitelere göz attığınızda bunun büyük bir zafer olduğu, kürtlerin çektiklerinin en sonunda beyaz perdeye yansıtılabildiği, pkk nın girdiği faaliyetlerin -ki bana göre insanlık dışı ve hiçbir haklılığı yok- ne kadar haklı olduğu gibi ve benzeri yorumları alt alta okuyabiliyorsunuz.
evet, bahoz filminde "devrimci" olarak ifade edilen insanları ve 1990'ların devrim hareketlerini anlatıyor.
----- spoiler -----
film, küçük taşra kasabasında yaşayan cemal'in, üniversiteyi kazanarak geldiği istanbul'da yaşadığı yalnızlığın ardından tanıştığı arkadaşlarla sistem karşıtı bir devrimci olması ve kimliğini keşfetmeye yönelik arayışını ve yaşadıklarını konu alıyor.
----- spoiler -----
bahoz-fırtına filmini seyrettiğim zaman neler mi hissettim?
edindiğim bilgilerden, okuduğum bazı dökümanlardan ve yaşanılan bazı olaylardan bildiğim kadarıyla filme konu alınan istanbul üniversitesinde gerçekten "hemşericilk" yaklaşımıyla dağa yada kentsel faaliyetlerde kullanılmak üzere yandaş toplamakta olan bir grup hala bulunmakta.
cemil karakteri ile birlikte, aslında bu taraklarda hiç bezi olmayan, ana dili kürtçe olup da devrim,pkk gibi unsurları ve faaliyetlerini doğru bulmayan bir gencin, gerek eğitim aldığı üniversitede konuşmasındaki aksan ve hareket ve tavırlarındaki memleketçilik ile bizler tarafından hemşeri muhabbeti yapılan gruba nasıl itildiğini, gerekse doğunun batısında yaşayan halkın önyargıları ve bunu hareketlerine yansıtmasıyla kürtçe konuşan her kişiyi pkk lı olarak değerlendirip davranıp, kişinin içinde yüreğinde isyan tohumlarını serpiştirildiğini gördüm.
atatürk resmi ile başlayan filmde, serüvenin nasıl dağda sonuçlandığını farkettim.
ben türküm diyen herkesin mutlaka, mutlaka ve mutlaka seyretmesi gereken bir film olduğunu düşünüyorum, ancak at gözlüklerini çıkararak...
insan hatalarından her zaman ders almalıdır. bu nedenle kemal öz'ü yürekten kutluyorum ki, bize hatalarımızı görme fırsatı verdiği için bahoz'u çekerek....
ben seyrettim,yorumladım,dersimi çıkardım...bunları yapabildim çünkü ezberleri ve önyargıları bir kenara bıraktım...
kurallarını kendi koyan sözlük. aslında inci sözlük söylemleri sağda solda duyulmaya başlandığı zaman merak ile yönlendiğim "sözlük" modeli olup, yazarlarla aynı dili konuşmadığımı fark ettim. özellikle erkek yazarların kendi dünyalarında deşarj oldukları bir sözlük olduğunu düşünmüştüm önceden. ama daha sonra girilen entry lerin saatlerine bakınca bunun bir alışkanlık haline geldiğini gözlemledim. bana göre hiçbir sakıncası yok, olabilir.ancak, yazarların hayata karşı öfkesini kızgınlığını deşarj yolu bulmuş olduğunu düşündüğünüzde sakıncası yok. anladığım kadarıyla, inci sözlük öyle bir alışkanlık haline geliyor ki, yazar kişiler kendi yaşamlarında ve ikili ilişkilerinde de söz konusu sözlük konseptinde davranmaya başlıyorlar...durum bu raddeye geldiğinde düşündürücü bir davranış modeli haline geliyor...bu da olabilir aslında. ama benden uzak nolursun...
ben insanların kendilerini küfür ve argo kullanmadan ifade ettiklerine inananlardanım...arada bir herkes hayvanlaşabilir -ben dahil- ne de olsa hamurumuz karışmış...süreklilik arzettiğinde konuştuğumuz dil farklı, anlaşmamız imkansız olacağından, benden uzak allahlarına yakın olsunlar....
"bir kadın masal ister". yeni aldım bu kitabı,henüz başlayamadım elimdeki bitmediği için ama beni sadece adı ve gerçekliği cezbetti...aslında bunu rahatlıkla genele yayıp "her kadın masal ister" diyebiliriz rahatlıkla...
"başucumda müzik" yeni bitirdiğim ve başucu kitabı yaptıklarımdan bir tanesiydi ki, o kitaptan aldığım notlardan biri de; "kadın yüreğine ulaşmanın yolu sözcüklerdir" şekline birşeydi...
dolayısıyla, kadınlar masalsı bir aşk yaşadıkları zaman dünyayı cennete çevirirler aşkları için...
cehennemi görmek istiyorsanız kadınlara yalan söyleyin, güvenini kırın ve ilgisiz davranın...
bir nasihat isterseniz, birincisini deneyin, yaşamak daha kolay olur...musubet ile akıllananlardansınız, önden buyrun lütfen, yol sizin.....
e.e.cummings in bir şiiri.
ın hear shoes - yerinde olsam filminden
"kalbini yanımda taşıyorum
seni kalbimde taşıyorum
ve hiç şüphem yokki nereye gidersem gideyim
sen de benimle geliyorsun
ve bir başıma yaptığım herşeyi aslında
sen de benimle yapıyorsun
kaderden korkmuyorum
çünkü sen benim kaderimsin tatlım
dünyayı istemem
çünkü güzelim
benim dünyam sensin
gerçeğimsin...
işte kimsenin bilmediği derin sırrım
işte köklerin kökü, göklerin göğü
ve hayat denen gökler ve kökler
ruhun alabileceğinden daha çok büyüyebilen
aklın saklayabileceğinden
bu yıldızları birbirinden ayrı tutan mucize
kalbini yanımda taşıyorum
ve seni kalbimde taşıyorum...
her erkeğin hayalinde bir kadın olduğunu kabul ediyorum. ama bu hayallerin gerçekten sevgi,sevgili olarak kurulduğunu ve bunun "her erkek" diye genellenmesi bence yanlış bir önerme...
üstelik hayalindeki kadın için herşeyi yapan erkek yok. yok vallahi...
bana şöyle geliyor;
-her erkek kadın hayali kurar ama mikmek için
yada
-her erkek hayalinde bir kadın varsa ve onu bulduğuna inanıyorsa, onunla beraber oluncaya kadar hayallere devam, sonra tamam taktiğini uygular, hatta başka hayallere, başka hayallerindeki kadına geçiş yapar. hatta ve hatta ve hatta "benim hayalimde bu kadar kadın vardı, bu 375 inci hayalim" diye skor tutar
veya
-her erkek hayalinde bir kadın varsa ve onu bulduğuna inanıyorsa bile onu yüreğinde saklayacak kadar yürekli değildir
yada
-her erkek sen hayalimdeki kadınsın ama ben sana uygun değilim cümlelerini ayrılırken kullanır. bu genlerle geçmiş olan bir kalıptır.
veya
-her erkek hayalindeki kadına ulaşamamayı kendi acısına neden olarak gösterir ki, zaman zaman bunu kız,kadın,karı tavlamak için kullanır.
şeklinde örnekleri çoğaltabilirim. onun için bu başlığın altına bu kadar duygusal bir açıklama girilmesi erkeğe yakışmıyor bir kere...
biraz toparlayıp, özün sözü dersek eğer;
türkiyede adalet sistemi diğer tüm kurumlarda olduğu gibi 'duygusallıktan' geçiyor.biraz ağır ama gerçek.verilen kararlar uygulanan kanun maddeleri aynı olmasına rağmen çelişiyorsa karar veren hakimlerin ne kadar kanunlarla içiçe olduğunu düşünebiliriz?kişiler ulu orta abim bilmem nerede adam öldürmüştü evi sattık verdik parasını mahkeme başkanına beraat etti diyebiliyorsa ne yapabilirsiniz?küçücük çocuklar baklava çaldı diye ıslahevlerine gönderilirken dünyayı götürenler karşısında adalet sisteminde görev yapanlar el pençe divan duruyorsa,tüm deliller kişinin suçlu olduğunu gösterirken hala elini kolunu sallayarak dışarıda dolaşıyorsa,can kaygısı ile teröriste ekmek verdiği için yardım ve yataklıktan ceza yiyorsa 70'lik ayşe teyze 80 lik emin amca ve örgüt üyesi olan,hatta yöneten kişilerin oturdukları evlerin adresleri bilinirken hala hiçbirşey yapılmıyor olmasına ne diyebilirsiniz.türkiye de adalet cebinde parası olan,çevresinde eşi dostu olan,altında ceylan derisi koltuğu olan,sırtında bir dayanak olan kişiler için tabiki var.açılan davalar konusuz kalıp düştüğünde ve şahıslar serbest kaldıklarında ilk verdikleri beyanat da bu değilmi zaten gazetecilere:"adalet yerini buldu" ne diyelim allah aç olduğu için 2 dilim baklava çalanlara ve onlar gibilerine yardım etsin.
Dağ başında bir avcı kulübesi
Yerler diz boyu kar
Ocakta ateş
Dışarıda rüzgar
Hadi gel
Önce sevişmeliyiz uzun uzun
Yerdeki ayı postunun üzerine uzanmalıyız
Bütün vücudunu santimetrekarelere ayırıp
birer birer öpmeliyim
Ve sonra sımsıkı sarılmalıyım sana
Böylece ölmeliyiz
Aradan yıllar geçip
Bizi buldukları zaman
Etlerimiz çürümüş olsa da
Kemiklerimiz ayrılmamalı birbirinden
Hadi gel
Nefes almak hüner değil
Seninle ölmek istiyorum.
türkiyeye pahalıya patlayan, içten gelen ama zaman zaman engellenmesi gerekendir..
türkiyede açılan davalarda kaybedildiği takdirde avrupa insan hakları mahkemesine yapılan başvuruların hemen hepsi değerlendirmeye alınmaktadır. tek şart iç hukuk yollarını tüketmektir.yani herhangi bir mahkemeye (ceza,ağır ceza,sulh hukuk,asliye hukuk vs) yaptığınız başvuru sonrası açılan davayı kaybetmeniz durumunda temyiz için gidilen danıştay veya yargıtay kararlarının da sizin aleyhinize çıkması gerekmektedir.
özellikle kürt,öcalan,köy boşaltma gibi türkiyenin yumuşak karnı olan konularda açılan davalar azımsanmayacak ölçüde çoktur. (tabi bunun bir kısmı haklı bir kısmı da ya tutarsa zihniyeti ile açılan davalardır).
aihm'de ocalan kararı olarak geçen 46221/99 başvuru nolu ve 12.05.2005 tarihinde alınan karar farklı kesimlerce değerlendirilmiş olmakla beraber bana göre en canalıcı noktalarından birisi de;
--spoiler--
daire’deki yargılama sırasında başvuran kendisi için yurtdışında çalışan yedi avukat ile üç stajyer avukatın ve türkiye’deki avukatlarından altısının yapmış olduğu masraflar için 1.123.933,96 euro (eur) talep etmiştir.
daire, bu başlık altında başvurana 100.000 euro ödenmesine karar vermiştir
--spoiler--
maddesidir. türkiye cumhuriyetinin bir vatandaşı olarak bir çoğumuzun ruhu bile duymadı sanıyorum mahkeme masraflarına karşılık olarak öcalanın avukatlarına ödenen bu meblayı...
dolayısıyla, bence öcalana küfredip de inciler dizmeyin...aihm'ne dava açar, kazanır..