blatta orientalis doğu hamam böceği olarak bilinir ben samimiyetimize binaen ori diyorum çünkü kendisi benim ev arkadaşım olur. genelde iyi anlaştığımız söylenebilir ama ters düştüğümüz bazı noktaları da var elbette; mesela eve çok arkadaş getiriyor, mutfakta gecenin bi yarısı kahkahalar falan, alemci biraz. gündüz evin içinde angus gibi dolanırken gece oldumu tam tersi, zirzop, şizoid, kıpır kıpır bi hal alıyor. ama severim candır can. benim odama girmesini katiyyen yasakladım genelde koridorda ve mutfakta takılıyor ben yokken giriyorsa bilmem arkasından konuşup günahını almayayım.
her ne kadar iyi bir dostluğumuz olduğunu söylesem de ayrı dünyaların insanlarıyız zira ori'yle aramızda ciddi farklar var;
ori su altında boğulmadan 40 dk kadar kalabiliyor ben ise en çok 4 dk kalırım.
ori bana kıyasla radyasyona 20 kat daha dayanıklı.
ori'nin başı kopsa* 30 gün kadar yaşayabiliyor ölüm nedeni ise açlık, ben ise en iyi ihtimal 30 sn yaşayabiliyorum ve ölüm nedenim ise hemorajik şok ve kardiyopulmoner arrest.
ori hiçbir şey yemeden 1 ay aktif yaşayabiliyor ben hiçbir şey yemeden 3 gün yaşayabiliyorum.
ne kadar ayrı dünyaların insanı olsak da aynı çatının altında mutlu mesud yaşayıp gidiyoruz...
-normal zamanlarda yaptığınız her şey bir anda lükse dönüşüyorsa...
-çişe giderken bile baş dönmeleri ve bulantılar yaşıyorsanız...
-36 saat yatakta vakit geçirip dekübitis olmaktan korktuğunuz halde kıçınızı sağdan sola çevirmeye takatiniz yoksa...
-çorba yapacak bi sevdiceğiniz olsa bir hafta şımartılma olasılığınızı % olarak hesaplamaya başladıysanız...
-beyniniz burnunuzdan akıyor ve sesiniz travesti gibi çıkmaya başladıysa...
-''oğlum ağladın mı lan sen gözlerin kızarmış yaşlı yaşlı olmuş..?'' sorularını sık sık duymaya başladıysanız...
-annenizi, sevdiceğinizi ve sincandaki halanızı acayip bi' şekilde özlemeye başladıysanız...
-dayanılmaz bir dürtü antibiyotik kullanmanız konusunda beyninizi sürekli meşgul ediyor ama hekim kimliğiniz viral hastalıklarda antibiyotiğin bi' boka yaramadığı konusunda sizi telkin ediyorsa...
-yorgunluk ve kırgınlıktan portakal suyunun kapağını açamadığınızı fark ettiyseniz...
-hapşırdıktan hemen sonra bel üstü bütün kemikleriniz ağrıyorsa...
-ilgi ve sevgi açlığı hissedip yavru bi' kedi gibi evin bi' köşesinde büzülüp kaldıysanız, yüksek ihtimal içinde bulunduğunuz durum yaz gribidir. *
tembellik böyle bir şey olsa gerek; mesela pazartesi sendromunu diğerlerinden ayırt edemiyorum bile. zira bana her gün bir sendrom, her an bir panik atak. hele ki bir de şu an olduğum gibi uykumu alamadıysam bilgisayar ekranını kaldırıp odanın ortasına vurmaktan beni kim alıkoyabilir allah bilir.
ulan abim ekmek almaya yollasa sendroma giriyorum, ''battuta git bana bi kısa camel al, para üstüne de kendine benden bi şeyler ısmarla'' dese bir anda devrelerimden aşırı derecede yüksek voltajda elektrik geçiyor. ama abidir nihayetinde eşek kadar adam da olsam onun ibrikçisi olmaktan gocunmam, lakin tembellik dinamizmi diye bir şey varsa sanırım bende fazlasıyla mevcut. şunu yazmaya bile o kadar üşendim ki anlatamam kim uğraşacak klavyenin tuşlarına basmaya.
bende çalıştığım her günün bir sendromu var; cuma sendromu, salı sendromu, perşembe sendromu.....ama pazartesi bambaşka.
insanların tüketim düzenini bozan hatalı bir eylem...
lokmalarım mı çok büyük yoksa ekmekler mi çok küçük? cevap aşikar ortada. ekmekler ufaldı iyice. gramajı 200 gram deseler de bence 20 gram bile değil. 200 gramlık ekmekten daha üç lokma alır almaz insan ekmeğin yarısına gelir mi? size soruyorum; bu durum benim kabahatim mi yoksa fırıncıların mı? cevabınızı duyar gibiyim canlarım. tamamen fırıncıların kabahati.
zaten nefsimle imtihandayım, bir de ekmek cephesinden darbe yiyince iyice moralim bozuluyor. sinirlerim geriliyor. lokum gibi adamken, ''sinirli'' sıfatıyla anılmaya başlıyorum. abim ''bu oğlan da iyice bir garip oldu'' diyor. üzülüyorum.
ramazan pidesi ve ekmekleri küçültmeyi bırakın lan artık..! rızkımızla oynamayın..
şimdi farkettiğim bir gerçeği sizlerle paylaşmak istiyorum dostlar. geçen yıl ki telefon, internet ve kablo tv faturalarımı hesaplarken farkettim, 18 ayda bizim köşedeki istikbalde satılan yemek odası takımı, oturma odası takımı ve sallanmalı koltuktan müteşekkil setin parası kadar fatura ödemişim. hesap makinasında gözüken rakamdan sonra salona koştum belki bi şeyler oluşmuştur bu kadar para ödemesine karşılık diye, ayak serçe parmağımı çarptığım sehpadan başka bi şey yoktu...
her acıktığımda buzdolabından bi mucize bekliyorum ama hep karavana, hep boş raflar...boş olduğunu bildiğim halde bir umut bide derin dondurucuyu kontrol ediyorum elbette aranan şey orda da yok. eve yiyecek bi bok almadığım halde niye dolap çalıştırıyorum ve niye her gün tüm kapakları açıp içinde ne var diye bakıyorum sanırım bunu asla anlayamayacağım...
gecenin bir yarısı açlığıma bir nebze derman olmuş sert yiyecek...bunun kadar yoğun bir çikolata daha görmedim ben dostum. buz dolabından aldığım eti maximus, artık nasıl sert olduğunu sen düşün, ısırırken ön dişlerimi ikiye ayırdı, kırılmadığına şükrediyorum. hava kompresörüyle mi sıkıştırdınız be zalımlar? bunları insan yiyecek insan. azıcık yumuşak yapın şunu.
bilhassa yalnız yaşayan erkeklerin sık sık karşılaştıkları sindirim sistemi fizyolojisine aykırı durum. adana kebabıyla, lahmacunla nereye kadar, bir tas çorba midenin dostudur deyip iki ay aradan sonra sıvı bir şeyler yeme aşkıyla akşam iftara eve gelirken ezogelin çorbasının hazırından aldım. ''ulan bildiğin toz bu, bulamaç gibi bir şey olacak galiba'' diye düşünürken bir anda hazır çorba bir keramet gösterdi. hikmetinden sival olunmayan yüce rabbim, kuru dallara can veren allahım, mucizelerin karşısında boynum kıldan ince, ulan o boz bulanık su ısınmaya başladıkça içinde pirinçler oluşmaya başladı. ocağın karşısında huşu içinde kendimden geçmişim. ezan okunup kendime geldiğimde çorbanın hafiften dibi tutmuş, içileceği kalmamıştı ama olsun yinede içtim. gördüğüm o büyük kerameti videoya çekseydim şimdi izlenme rekorları kırardı.
kadınlar tarafından daha cana yakın ve anlayışlı bulunan erkektir, zira kadınlar stes atmak için kuaförlerde saçlarıyla başlarıyla uğraşmaya yada en azından kuaförle iki lafın belini kırmaya bayılırlar. ben de bayılıyorum dostum. canım mı sıkkın, moralim mi bozuk hemen berber recep abinin yanında alıyorum soluğu, bu kadınlar işini biliyor dostlar vallahi ilaç gibi geliyor berbere gitmek, sinirli stesli bir adam olarak girdiğim berberden öforik bi adam olarak çıkıyorum.
daha dün uzamış lepiska saçlarımla gittiğim recep abinin ''nasıl olacak doktor?'' sorusuna ''valla bilmiyorum abi ya o arayacak ya da bu iş burda biter!'' diye cevap veriyorum düşünün artık...''tamamda onu sormuyorum, saçın nasıl olacak?'' sorusuna ise, ''biraz kısa.'' diyebiliyorum sadece...
sınavın iptal edilmesine sebebiyet verebilecek bir eylem zira 400.001 yıldır fulleyen olmadı. hadi itiraf edin haybeden istatistik uydurduğumu hiç anlamadınız dimi çünkü uydurduğum belli olmasın diye küsüratlı uydurdum böylede zeki bi insanım işte..ayrıca cemaat soruları önceden biliyormuş ilgilenenler için söyleyeyim dedim...
bilinç altındaki erkek adamın kısa saçlı olması gerekliliğinin bilince yansımış hali, eğer yanlış yorumlanırsa patolojik bir çocukluk yaşamanıza sebep verebilir...
çocukluğumda berbere giderken annem her seferinde ''önde kakül kalsın, gerisini iyice kısalt'' talimatını vererek saç şeklimi belirledi...biraz büyüyünce ''annemi dinlemesem acaba nolur lan'' düşünceleri başlamak üzereyken babamın ''kakülü unutma yanları da üçe vurdur kafanı kırarım '' tembihinin korkusundan bir türlü normal, istediğim gibi bir tıraş olamadım...
hep kaküllü, geri taraf hep üç numara, hep delik delik izli. lan kafam da öyle normal bi kafa değil ki; tamam, ön tarafı kakülle falan kurtarıyoduk belki ama gerisi çinçin mahallesi gibi la kafanın çarpık bi yerleşimi var. arkası dümdüz, yanlar bombeli, dikdörtgenler prizması gibi...
hasılı kınalı yapıncak gibi kısacık saçlarla dolaşmayı hiç sevemedim. oysa şimdi anlıyorum ki annem de babam da haklıymış, zira saçını kısa kestiren her erkeğe çevresinden biri kesinlikle "adama dönmüşsün be abi" yorumunu yapıyo...''ben çocukluğumu yaşayamadım'' derler ya hep, evet ben de yaşayamadım çünkü saçımı kısacık kestirip erkenden adam ettiler lan beni...sürekli ay sonunda faturaları nasıl ödeyeceğimizi düşünmekten kafayı sıyırdım, saçım kısa olduğundan akşam eve dönüşümde her adamın yapması gerektiği gibi bakkaldan iki ekmek alıp evimin yolunu tuttum ev bayat ekmeklerle doldu...babam ''bu çocuk her akşam eve ekmek getiriyor'' diye beni öğretmenime şikayet etti, bende '' öğretmenim saçım kısa, hem ekmek almayayım da napayım çocuklar aç mı kalsın'' dedimse de pek faydası olmadı, kimse saçım kısa olduğu için adama döndüğümü anlamadı...
şimdi saçımı istediğim gibi kestirme icazetine sahibim ama gel gör ki yine başaramıyorum...lan berber recep abiye yarım saat nasıl kesmesi gerektiğini anlatıyorum adam ''hı hı anladım'' deyip bi başlıyo tıraşa aynı ilkokul 2. sınıftaki halime dönüyorum...bin kere şunu şöyle yapma diye uyarıyorum ama yok hep aynı bok.
şimdi duştan çıktım şöyle bi baktımda saçlar epey uzamış resmen papaza dönmüşüm, üşenmediğim bi zaman gideyim kestireyim de adama döneyim bari...
evde ekmek yok, gece rüyamda reçel yiyodum sahura kalktım koşarak dolabı açtım çilek reçelinin bitmiş olduğunu gördüm yaşama sevincim kalmadı, faturalar falan da hiç ödenmiyo zaten, acilen saçımı kestirip adama dönmem lazım...
sigmund freud'a göre kişinin gelecekteki ruhsal ve bilişsel durumunu şekillendiren çocukluk döneminde yaşanmış önemli ve sarsıcı olaylardır...gerçi freud'a göre kakasını isteyerek yapmayıp anal kaslarını sıkan bir çocuk gelecekte insan ilişkilerinde güvensiz, eli sıkı ve tutumlu biri oluyormuş...bu adama hiç inanasım gelmiyor, töbeler olsun yahu şimdi ne alakası var bokla-tezekle güvensiz bir adam olmanın dimi ama...en büyük çocukluk travmalarımdan birini düşünüyorumda şu an bende bıraktığı etkiyi bi türlü netleştiremiyorum kafamda. bak bu olaydan sonra gerçekten kimseye güvenim kalmadı, tutarsız bi adam oldum...ama benimki bildiğin dayaktan oldu, tabii kafama yediğim darbelerden sonra beyin hücrelerim ölünce tam olarak oryantasyon kuramıyorum o yüzden de kimseye güvenemiyorum yoksa bokla-tezekle alakası yok yani...
hem ben küçükken kakamı hiç tutamazdım ki zaten, sağa sola sıçar dururdum, anal kaslarımı pek kastığım söylenemez. ayrıca ilk okula kadar her gece altıma işedim yahu...bokun, tezeğin, idrarın içinde uyudum lan ben. freud'a kalsa şimdiye lağım faresi falan olmam gerekiyordu. lağım faresi derken splinter usta'yı kastediyorum ninja kaplumbağaların akıl hocası varya o işte...lağım çukurundan çıkıp nasıl usta olduğunu sanıyorsunuz elbette her gün boku-tezeği sıfatına sürdüğü için, bokun kerameti hep bunlar...
küçükken bir çok kez abimden dayak yemişliğim vardır. ama bi sefer öyle bi şey yaptı ki çocukluk travması denen şey sanırım bu olsa gerek;
salondaki uzun ve geniş dikdörtgen masa etrafında kovalayıp durdum bunu. ben 6 yaşındayım, o 8 yaşında. yani benim onu dövmem teknik olarak mümkün değil. ama adam kaçıyor ben de kovalıyorum işte. delirmişim. o da korkmuş demek.
neyse bu kovalamaca 3-4 dakika sürdükten sonra abim yoruldu olacak ki, birdenbire durdu. lan ondan sonra bi dayak yedim ben öyle böyle değil. tuzağa düşürdü resmen beni. hayallerim yıkıldı. bi daha kaçsa da kovalamıyorum zaten.
abime karşı bu olaylardan dolayı hala kinliyim, şuna bi dalayım diyorum durduk durmadık yere. şu an girsem rahat döverim. ama kocaman adam ışığı açık bıraktı diye dövülmez ki. zamanında biz dayak yedik ama aynı olaydan.
-aaah ne vuruyosun lan?
+odamın ışığını açık bırakmışsın lan.
-ne diyosun lan sen geri zekalı bunun için mi yani?
+hatırlar mısın sene 1994. sırf bu sebepten dudağımı patlatmıştın.
denir mi lan böyle? gerçi şimdi böyle yapsam annemler altında başka şeyler ararlar. inanmazlar. uyuşturucu kullandığımı falan bile sanıp amateme götürürler. o sebepten bekliyorum. ilk fırsatta dalıcam ama...
hiç tanımadığım ve benden 20 yaş büyük bir kadının (kendisi annem oluyormuş, bunları sonradan öğrendim tabi) ağzıma içinden süt çıkan muazzam bişi tepiştirmesi ve benim de onu emmeye başlamam...
senin için baba nedir? diye sorarsanız annenin bıyıklısına verilen addır derim. zira anne çok önemlidir cennet falan hep ayakları altındadır ama baba da ilginç adamdır yahu, mesela ben küçükken yemeye niyetlendiğim biberleri benden önce acı mi tatlı mi diye tadan, büyüyünce de yediğim bokları tadmak zorunda bıraktığım diğerkam biridir baba.
kişide gereksiz bir anksiyete oluşturur...senin için baba nedir? diye sorarsanız annenin bıyıklısına verilen addır derim. zira anne çok önemlidir cennet falan hep ayakları altındadır ama baba da ilginç adamdır yahu, mesela ben küçükken yemeye niyetlendiğim biberleri benden önce acı mi tatlı mi diye tadan, büyüyünce de yediğim bokları tadmak zorunda bıraktığım diğerkam biridir baba.
çok özlemişim çok, yarın akşam dönüyor havaalanına karşılamaya gidecem kendisini...doya doya sarılacağım.
şimdiye kadar her şey güzel ama bi telaş aldı beni, çünkü havaalanında kesin turistler falan vardır şimdi...sizin babanızda var mı bilmem ama benimkinin garip bi huyu var adam turist görünce evladının ingilizceyi konuşup konuşamadığını birinci ağızdan görmek istiyo ve bunun için sürekli talimatlar veriyo...
baba: git sor, nerden geliyolarmış.
ben: .......
baba: oğlum gitsene
ben: !!^+%&!!!!!!.....
baba: hey allahım, oğlum öğren artık şu ingilizceyi yahu...!
ben: peki babacığım...
baba: peki babacığım değil ''all right daddy'' diyeceksin...!
ben: ahahaha..tamam daddy...ehehee...
baba: sırıtma lan, al şu bavulu yoruldum zaten...
ben: tamam ver sen bavulu da hadi gel bi kahve içelim...
baba: türk kahvesi olsun ama...!
ben: tmm...
baba: eee napıyosun bakalım görüşmeyeli..? oğlum farkında mısın bilmiyorum ama 1 aydır sürekli beni arayıp duruyosun bi' rahat bırakmadın yahu..! hala sevgilin falan yok dimi lan senin o yüzden bana sardın yine, ahahaha...
ben: baba ne alakası var ya ben seni özledim o yüzden aradım...
baba: tamam lan tamam ağlama...
bakın dostlar şuraya yazıyorum havaalanında bu diyaloğun aynısı yaşanacak..
psikiyatristime göre, yeterince sevgi alamayanlar uyumadan önce veya gece kalkıp çikolata ya da tatlı bir şey yermiş.
anneme göre şeker hastasının gece şekerinin düşmesiymiş.
kardeşime göre pisboğazlılıkmış.
abime göre de kortizol metabolizmasıyla ilişkiliymiş.
babam çok da s.kimde... dedi.
bi' şey fark ettim ben konuşurken baya desibel desibel haykırıyorum...efendice sessiz sessiz konuşmayı beceremiyorum, ben harala gürele insanıyım sözlük, şiddetin ne hoş ne güzel şefkatin, sevdim mi tam severim, sildim mi bir kalemde insanıyım. gelemiyorum böyle ayınlı uyunlu, sessiz, uyumlu, mır mır muhabbetlere. sessiz bir kaotizmin hüküm sürdüğü meclisin orta yerinde kahkaha şeklinde bir mallık meydana geliyor ya. hah, işte o hikayedeki mal benim..!
orijinal bir evlenme teklifi bulma konusunda sıkıntı yaşayan ve bu lanet halet-i ruhiyeyi yerse sevgilisine kaktırmayı deneyen erkektir...aynı zamanda sevgilisinden tehdit mesajları da alan erkektir.
hiç bir korku filmi sevgiliden gelen 38 cevapsız arama kadar korkutamıyor beni, zaten sonrasında da tehdit mesajları gelmeye başlıyor. ''19 saattir beni aramıyorsun, trip atma moduna geçmek üzereyim ayık ol kafanı kırarım'' diye tehdit ediyor beni sulu köftem...lan adam ekmek almaya gidiyorum deyip 20 yıl sonra dönüyor evine, karısı kapıda karşılıyor aç mısın elmalı turtam diye soruyor, ben hatunu 19 saat aramıyorum kafamı kıracağını söylüyor 20 saat aramayayım direk boşar zaten...
bu aralar kendisine evlenme teklifi etmeyi düşünüyorum ama hayır falan der diye altıma sıçıyorum haberi yok, hayır derse ne bok yiyecem lan ben...hep evet kısmına göre hazırladım kendimi o evet diyecek bende burger king'den aldığım onion rings'imi parmağına takacağım sonra sarılıp ağlayacağız falan. ağlama faslı bitince parmağındaki soğan halkasının bir ucundan o öbür ucundan ben yemeğe başlayacağız ortada kavuşup buseyi konduracağım dudağına, hele bi' evet desin olaylar olaylar...oysa hayır kısmını hiç düşünmedim, hakkaten ne derim, ne yaparım hiç bilmiyorum lan. böyle mal gibi kalırım herhalde sonrada esra erol'a falan giderim beni eversin diye...
ne cevap vereceğinin dramını yaşamak şöyle dursun bide çok üşendim arkadaş, millet bi' evlenme teklifleri ediyor en az 1000 kişi var lan olayın içinde...ben facebook'taki tüm arkadaşlarımı tandoğan meydanı'na çağırsam ve hepside gelseler, gelmez adiler ama hadi geldiler diyelim yinede 500 bile etmez, ne yapalım yani bi' evlenme teklifi edeceğiz diye kızılay meydanı'ndan adam mı toplayalım...
ama öyle evlenme teklifleri var ki benim bile aklım uçuyor, burada oturduğum yerde kıvranıyorum lan kız evet desin artık diye, tüylerim diken diken oluyor, elim ayağım falan titriyor en son boğazımda bi' düğüm atılıyor nefes alamıyorum sonra kız evet diyor da rahat bi' nefes alıp kendime geliyorum...e tabi sulu köftem de seyrediyor bunları, o da nefesini keseyim istiyor...oysa haberi yok ki azıcık kestiğim nefesini azıcık daha kesersem ölüm riski var, işi gücü riskli romantizm zırvaları.
takdir edersiniz ki durum hiç de kolay değil, işin içinden nasıl çıkarım diye kara kara düşünürken aklıma bi' fikir geldi, fikrimi hemen uygulamaya koymadan önce biraz cesaret alayım diye kendi gazozuma ilaç attım, ne ilacı attıysam acayip bi cesaret geldi plaseboyu da eklediğimizi düşünürsek baya gaza geldim. sonra nasıl inandırdıysam kendimi bu saçma fikre sanki asrın çözümünü bulmuşum gibi hemen sulu köfteme mesaj attım, aynısını yazıyorum şuraya;
''sevgili sulu köftem; benim sana evlenme teklifi etmem lazım ama 1000 kişiyi nasıl toplayacağım hiç bilmiyorum, ayrıca hayır dersin falan diye de acayip tırsıyorum zaten...bak diyorum ki evlenme teklifini sen mi etsen acaba? bulaşıkları da ben yıkarım olur mu..? bak hayatının fırsatını sunuyorum sana, iyi düşün bence, cevabını bekliyorum...not; ama ütüye dokunmam sonra şeyolmasın''
epeydir cevap gelmeyince kontörü falan bitti diye düşünüp aradım bunu bi' hışım daldım konuya; ''zaten saatlerdir bekliyorum yeter artık çabuk bi' cevap ver yoksa çok feci şeyler olacak...bak feci şeyler olacak diyorum...alo... alo...'' birden sorunca heyecanlandı ne cevap vereceğini şaşırdı tabi...
neyse sonra tekrar ararım artık, biraz kendini toplasın.
bu entry'mde toplam 5 kez ''hayır'' demişim hayrolsun inşallah...ayrıldık mı lan noldu şimdi bi' şey anlamadım ki ben...!?
''nasılsa spor yapıyorum'' mantığıyla hareket edip yaktığından kat be kat fazla kalorili şeyler yiyenlerin başına gelmesi kaçınılmaz olan eylem.
ama öyle değil..
normalde bugün enfeksiyon hastalıklarında nöbetim vardı ama başka bi' güne almışlar, ''boşsunuz'' haberi kulaktan kulağa hızla yayılmaya başladı, oooh mis.
haberi alır almaz 2-3 kişiye daha duyurup kendimi hemen hastaneden dışarı attım...eve giresim gelmedi, lan napıyım napıyım diye el cepte öyle bahçelievler sokaklarında dolanıyorum o sıra tee hazırlıktan eski bi' arkadaşa denk geldim çokta sevdiğim bi' çocuk hemen selamlaştık, kucaklaştık, sarıldık ağladık falan...
duygusal anlar bittikten sonra buna şöyle bi' baktım baya irileşmiş bu, ''abi kilo almışsın sende'' dedim...''yok benimkiler kilo değil spora gidiyorum ben'' dedi. ''hadi lan baya iri kıyım göbekli bi' adam olmuşsun'' demeye kalmadan üstündeki eşofmanı çıkardı. o zaman anladım gerçeği dostlar. eşofmanın altından acayip bi' şey çıktı çünkü. filmlerde görmüştüm daha önce. montaj bu diye bağıracaktım. o derece yani. kasları adama monte etmişler. vücudundan ayrı kasları vardı lan herifin. tabi ben öyle ağzım açık donmuş kalmışım..neyse sonra kendime geldim konuşmaya devam ettik;
-olum süper oldum lan bak hiç 1 ay önceki gibi değilim. göbek falan vardı bende eridi resmen. boşsan gel salona gidelim beraber çalışırız biraz....?
+valla bana gerek yok aslında ya, ben gayet fitim.. hem böyle iyi hissediyorumm kendimi, sağol..
-abi gel işte be hem muhabbet ederiz hem spor yaparız, olum 5 sene öncesine geri döndüm resmen. sen ne diyorsun ya. bildiğin eridim gittim 5 kilo vermişimdir en az.
valla dostlar baktım adamın ağzından resmen bal akıyo, kaptım hemen evden eşofmanları attım çantaya düştük beraber spor salonunun yollarına...salona girerken boy, kilo vs. ölçüleri aldılar benim..
spora başlamadan önce 77 kiloydum. acayip çalıştım, değişik aletlerle, dambıllarla, mekiklerle falan...hasılı baya terledim, yoruldum bu günlük yeter deyip bıraktım çalışmayı..sonra spor salonunda bizle ilgilenen eleman geldi, bana tartıya çık dedi. oha lan dedim bu kadar çabuk mu her şey, valla birden sevindim dostlar, dedim herhalde 3-4 kilo falan vermişimdir, bi' çıktım tartıya. 79 kilo. indim tartıdan. tekrar çıktım. 79.1 kilo. indim tekrar çıktım. 79.9 kilo. bi' daha. 80.2 kilo. lan dedim dur gittikçe artıyo bu.
psikopata bağladım resmen. hani spor salonlarında o bi' tane kadınların yaptığı hareket var ya, çıkıp geri iniyosun hani yüksek bi' yere. ben onu tartı üzerinde yapıyorum. en son adama "bozuk bu" dedim. bozuk değil dedi adam. 5 kiloluk bi' ağırlık getirdi attı tartının üstüne. tartıda da 5.0 kilo göründü. o an sinirlerim zıpladı, aklım uçtu resmen, o sıra gözüm benim arkadaşa takıldı, o hala çalışıyor çalıştıkça yağlar gidiyor kas oluyor adam gözlerimin önünde arnold schwarzenegger gibi bi' adama dönüşürken ben ise kas yapmayı falan geçtim kilo vermeye geldiğim salondan 2 kilo daha alıp evimin yolunu tutuyorum...
manik ve depresif duyguları periyodik olarak yaşayan bozuk psikolojili bir insandır. acilen uçarak ağzının ortasına vurulmalıdır ki kendine gelsin...
huuuu kadınlar; şimdi bu asansörlerde, otobüslerde ve metroda yolculuk ederken, rahatsız olduğunuzu falan söylüyorsunuz ya. olabilir, ama ben vallaha daha çok rahatsız oluyorum. birine bakmadığım halde, beni kendine bakıyor sanıp da triplere giren kadına kafa göz dalasım geliyor.
lan benim 2 tane gözüm var. allah öyle yaratmış sizi bilmiyorum. bu gözler bi yere bakacak arkadaş. asansör zaten kıç kadar. görüş alanım dar. gözümü mü kapatıyım? yumdum soyun tamam hadi bakmıyorum ben hadi. ki yapmadığım iş değil, uyuyo numarası bile yaptım. hem de ayakta. bu sefer de ayakta uyuyom diye dalga geçiyorlar. tek bi bakışım da denk gelsin, böyle bi' sırıtmalar, bi' "ahahaha bana bakıyodun seni yakaladım. salak seni. ben sana bakar mıyım" bakışları. defolun gidin lan.
hele metroda, camlardan da hep o denk gelmemeye çalıştığınız kadın çıkıyo ya karşınıza deli oluyorum yahu.
-valla kusura bakma bacım. (bacım mı?) nereye baksam seni görüyorum...
+hehe biliyodum aşık oldun bana di mi?
-yok kıç kadar metrodayız ya ondan.
+???
-!!!
+^-^
-bööööööööööö
sırf bunlara bakmamak için bi' kere bi' adamın kıçına baktım lan uzun süre. düşün artık. o kadar çaresiz kaldım. adam da şüphelendi bu çocuk niye kıçıma bakıyor diye...
teflon tavanın sapının birleşim yerinde birikmiş olan yağ, yemek birikintilerini kürdan marifetiyle temizliyorsa o an orada evlenme teklifi yapıştırılmalıdır...yapıştırdım da...
genelde asansörün en ücra köşelerine bakarlar özelliklede tavana..asansörde falan tavanda bok mu var arkadaş ya, iç mimar mısınız hepiniz oralara bakıyorsunuz. insan sosyal yaratıkmış. hadi lan ordan. kedi köpeği koysan 10 katı çıkana kadar bi ''merhaba kardeş'' falan der birbirine...lütfen asansörde birbirinize selam verin, kızarık burunlu bir şekilde hapşuran insan gördünüzmü hemen peçete uzatın, ''çok yaşa yiğidim hapşur açılırsın'' deyin.