bir daha asla çok sevdiğin bir şeyi çok sevdiğin bir insanla bağdaştırma. en sevdiğin şarkıyı onunla şarkın yapma, en sevdiğin grubun şarkılarını onunlayken dinleme, en sevdiğin diziyi onunla dizin yapma, en sevdiğin çizgi filmini, oyuncağını onunla bir hatırlama...
hiç mi şaşmaz arkadaş! bir arkadaşla, dostla, akrabayla, mahalleden bir komşuyla esnafla kimle muhabbet edersen et konu bir şekilde ekonomik durumlara, ülkedeki sıkıntılara geliyor. bir konuşmayı da pozitif şeylerle konuşarak kapatalım nolur ya bu nasıl bir yer oldu böyle artık. hepimiz şikayetçiysek kim bu şikayetçi olmayanlar?
keske bir gün şu sözlüğe şu başlığa mutlu olduğum bir zamanda bir şeyler yazabiliyor olsam. geçici mutluluktan bahsetmiyorum, tek bir güzel andan bir görüntüden değil. mesela şöyle bir haftam güzel geçsin yani ne olurdu. 25 yasıma geliyorum artık ve şöyle bir hafta mutlu olduğum bir an yok ama 6 ay depresyonda kalıp mal mal geçirdiğim bir dönem var. vala bıktım artık. mutsuzluktan, sıkıntıdan, sürekli ölümü düşünmekten o kadar sıkıldım ki bir an önce ölsem de her seyden kurtulsam diyorum. intihar etme olasılım 8-9/10 olduğu dönemden 4-5 lere kadar düştüğünü düşünüyorum aslında son zamanlar için. ama benim 4 puanım bile çoğu için 10dur sanırım. neyse gidip hande yener romeo falan dinleyim, hiç bunları düşünmemiş hiç yazıya dökmemiş gibi. kavga etmez sever beni romeoooooo romeeoooo romeeoooo.
asla onsuz uyuyamadığım bir ördeğim vardı. hatta teyzemde,anneannemde bile vardı sırf olur da oraya kalmaya gideriz de uyuyamam diye. bir ara baya popülerdi bu ördek, belki sizde de olmuştur. https://galeri.uludagsozluk.com/r/2251494/+
bir de pikaçu peluş oyuncağım vardı, eline basınca pika pika diye ötüyordu... keşke hiç atmasalardı oyuncaklarımı.
dalıyor gözlerim
bomboş bakıyor bir yerlere
anlamsız bomboş bakışlarım
gözlerimin içindeki o parlaklık,
o yaşam arzusu hiç yokmuş gibi
sanki 80ine gelmişim ve ölümü bekliyormuşum gibi
ben de herkes gibi bir gün ölümü bekleyecek miyim?
yoksa ölüme mi yetişeceğim?
ölüm,
her ne kadar aşsam da bu konuyu
her ne kadar iyi olduğumu zannetsem de
hüzün çekiyor beni birden
dalıyorum tekrardan bu düşüncelere
engel olamıyorum
kendimi bir rüzgara karşı yürüyor gibi hissediyorum
yoruluyorum bazen rüzgara karşı gelmekten
dinlenmek istiyorum
başladığım gibi de geriye doğru savruluyorum
geçemiyorum bir türlü rüzgarlı yolu
yetmiyor gücüm
yolumu taşlar çıkıyor
ayağım takılıyor zaman zaman
hemen toparlıyorum bazen
ama bazen de düşüyorum ve kalkamıyorum yerimden
geriye savruluyorum rüzgarın esintisiyle
ne yapacağımı bilmiyorum
ne kadar dayanabileceğimi bilmiyorum
dayanmak isteyip istemeyeceğimi bile bilmiyorum
sıkıldım ben artık bu yolu yürümekten
belki de kendimi rüzgara bırakıp savrulmanın vakti gelmiştir
ne dersin?
odamda benim uykumu kaçıracak, rahatsız edecek, tak tak tak diye öten bir saat yok. fakat ne zaman misafirliğe gitsem saat sanki kafama kafama vuruyor şu gürültüsünü. sanırım en rahatsız edici ses, saat sesi benim için...patlatacağım şimdi.
Eğer bunları okuyorsan, bir şekilde postalama cesareti buldum demektir. Aferin bana. Beni pek tanımıyorsun ama, anlamaya başladın. Yazı yazmanın benim için ne kadar zor olduğuna dair konuşup durmaya meyilliyimdir. Ama bu, bugüne dek yazdığım en zor şey. Bunu söylemenin kolay bir yolu yok. Öylece söylüyorum o yüzden:
Birisiyle tanıştım. Kazara oldu. Arandığımı söyleyemem. Hazırlıksızdım. Kusursuz bir fırtınaya tutulmuş gibiydim. O bir şey söyledi, sonra ben başka bir şey. Ardından, bildiğim tek şey, hayatımın kalanını bu konuşmanın tam ortasında geçirmek istediğimdi. Geriye içimi yakan o his kaldı. Beklediğim kişi o olabilir. Kaçığın teki olduğunu söyleyebilirim. Bir şekilde gülümsetiyor beni. Fena halde nevrotik. Dikkat isteyen harika bir uğraş gibi.
O, sensin Karen. Bu iyi haber. Kötü haber ise, seninle ve korkudan altıma ettiren tüm bu meselelerle tam şu anda, nasıl bir arada olabilirim, bilmiyor oluşum. Çünkü, hemen şimdi seninle olmazsam hayatın içinde bir yerlerde kaybolup gideceğimizi hissediyorum.
Dönüşlerle, kıvrımlarla dolu kocaman kötü bir dünya bu. Ve insanlar bazı anları yok sayarak, ıskalayarak geçiştirmenin yolunu bulmuşlar. Ama bazı anlar her şeyi değiştirebilir.
Aramızda neler oluyor, bilmiyorum. Üstelik sana, benim gibilere neden yok yere bel bağlaman gerektiğine dair söyleyecek bir şeyim de yok. Ama kahretsin, öyle güzel kokuyorsun ki, "yuva" gibi. Ve harika kahve yapıyorsun. Bunlar ele avuca gelir nedenler, değil mi?
sonra aramıza şehirler girecek,
hiç karşılaşmayacağız.
tesadüfler bile bir araya getiremeyecek.
sonra da belki birimiz öleceğiz,
diğerimiz hiç bilmeyecek.
Başım köpük köpük bulut
içim dışım deniz
Ben bir ceviz ağacıyım
Gülhane Parkı'nda
Budak budak
Şerham şerham ihtiyar bir ceviz
Ne sen bunun farkındasın
Ne polis farkında.
"gündüz, ilerleme gibi görünen tekdüze bir süreçtir. sabahın parlak ışıkları akşam karanlığına dönüşürken, bize bir gelişme olduğu hissini verir- belli bir yönde ilerliyormuşuz gibi bir duygu. zamanın yapay göreceliği üzerine nadiren durup düşünürüz. her allahın günü, aydınlığın karanlığa doğru akışı bizi önüne katıp koşturur. ama gün boyunca, ister sabah on, ister öğlen üç olsun, hepimiz, gündelik düzenin, düzen güçlerinin köleleriyiz. bizi ayakta tutan, zamanın geçmesi ve gecenin sunduğu kurtuluş umududur. çünkü, sonunda gece olacağını ve - gündüzle kıyaslarsak - dilediğimiz gibi davranma fırsatınıa kavuşacağımızı biliriz.
kitaplar gece okunur. sinema, tiyatro ve müzik gösterileri gece olur. gece sarhoş oluruz, gece kumar oynarız.
her şeyden arınmış çıplak vücut geceye aittir. vücutlar gece birbirine değer, bir araya gelir. gün boyunca üniversitelerde bilimsel inceleme konusu olarak ele alınan, akşam üzeri dost toplantılarında sohbet konusu edilen şeyler, sonunda gecenin karanlığı içinde, gizlice yaşanır. çıplaklık geceye özgüdür, gündüze değil. - bunun tersi, yani var olmanın doğal gereği, yani güneşin altında çıplaklık, ancak baskının sona ermesiyle gerçekleşebilir. -
geceleri aşık olur, birbirimize aşkımızı geceleri ilan ederiz. gündüzler bizi mantığımızı kullanmaya, kendi hapishanemize kapanmaya zorlar. gün boyunca baskı güçleri, aşkın özgürlüğüne karşı savaşır. ama geceler bizi yeniden aşık eder, bize " seni seviyorum" dedirtir. gündüzleri söylenen "seni seviyorum"lar geceye gönderme yapar."
acıktığı için değil, yemek saati geldiği için yemek yiyen insanlar vardır.
uykusu geldiği için değil, vakit geç olduğu için uyuyanlar da onlardır.
böyle insanlar içindir gündüzün telaşı, kargaşası, karmaşası, iktidar savaşı...
uyuyamayanları bir kenara koyarsak, bir de uyumayanlar vardır geceleri.
yani daha çok geceleri yaşayanlar.
ve bunlar; bir kuzinenin üstündeki telaşsız, ağır ağır ve sükunetle demlenen çaydanlığa benzerler.
yaşamayı bilme işinin ne ustası var, ne de bir reçetesi.
olmasın da zaten.
kimisi tercihleriyle, kimisi de zorunluluklarıyla yaşayıp gitmekte bu adil olmayan dünyada.
lakin, birinin tadı ekmek çayı kıvamında olur ister istemez.
diğeriyse tavşan kanı.
adettenmiş gitmeden önce bir kaç söz söylemek. hayatın boyunca sessiz kaldığın şeyleri haykırmakmış ilk ve son kez. gidenler; hep ölümümden kimse sorumlu değildir diyerek veda ederler. yalan söylerler hepsi, ben söylemeyeceğim. birinin bu duruma gelmesinden kimse sorumsuz bırakılmamalı. ailesi, eşi, doştu, arkadaşı, selam verdiği bir tanıdığı, sanatçısı siyasetçisi hepsi sorumludur. gitmeden önce kimsenin vicdadını rahatlayamayacağım. kendisiyle ilgili şüphesi olan kalan hayatı boyunca onunla yaşayabilir. umrumda ya da değil, yalan ya da gerçek, ne farkeder ki? neler hissettiğimi, düşündüğümü, ne hayal kırıklıkları yaşadığımı, sorunun nerede olduğunu, neden olduğunu bilemeyeceksiniz ki. ulaşamayacaksınız ki bana, öldüm ben, ben bir ölüyüm artık. bunlar sadece ölmeden önce yazdığım bir kaç basit cümle. benim sesim yok artık, kokum yok, görüntüm yok. attığınız bir mesaja geri cevap verecek, aradığında açacak, dışarda gördüğünde selam vereceğiniz, yanındayken ve ya sarılırken gelen o koku yok. ben yokum artık. asla ve asla kimseyi kırmamazlık yapmayacağım, beni düşüncelerimle öldürdünüz, kafamdakilerle öldürdünüz, yaşattıklarınızla öldürdünüz.
yıllardır kendime not kısmında yazdığım için artık oraya yazamıyormuşum ve engellenmişim, neyse buradan devam. hayatımda 2. kez dibe batıyorum. aldım ceketimi biraz yürüdüm. bir birhaneye oturdum, bir bira söyledim. sanırım hiç dışarıya oturup bira içmemiştim. 1.5 senedir dumanına bile maruz kalmadığım sigaradan bir kez yaktım... ve devamı geldi. bakalım bu sefer güçlü kalkabilecek miyim?
dürüst olduğum tek yer burası. insanlara da yalan söylüyorum kendime de, ama buraya yazmaya başlayınca kendi dürüstlüğüme bile şaşırıyorum. sanki ben değil de iç sesim yazıyor. ve kimse benim kim olduğumu bilmiyor,yargılamıyor.
sadece bir gün görüşmeyip, ertesi günü beni gördüğünde koşarak sarılmaya gelen biri vardı... sonrasında ise "bana bir daha yazma,konuşmayalım. iyi hissettirmiyorsun" diyip engelleyen biri. kişiler aynı, hisler uzak.
şimdiye kadar 70 den fazla yabancı, kaliteli dizi izlemiştim ama gel gör ki pandemide başladığım ve türk televizyon dizilerine karşı önyargımı kıran dizi... sons of anarchyler, breaking bad,californication, Dexter vs. hepsini hayranlıkla, heyecanlaz gözümü kırpmadan izlemiştim. ama ezel... ezel çok başka.
"Ömer iyi çocuktu ama fena bir kusuru vardı. insanlara fazla güveniyordu. Sırf seviyor diye onları tanıdığını zannediyordu. Eğer geri dönüp söyleyebilsem söylerdim, Ömer derdim, her ihanet sevgiyle başlar."
keşke bunca zaman bir kere neden diye sorsaydın. yazık. geçen bunca zamana, güne yazık. sen benim en değerlimdin, en yakın arkadaşımdın. en çok korktuğum şey sana olan sevgimin bir gün öfkeye hatta nefrete dönüşmesiydi. bu hislerimi bir gün kaybedeceğim korkusuyla son bir kez dile getirmiştim her şeyi, sana bir sene sonrasında ulaşacak bir şekilde yazı yazmıştım. sana kızarım, öfkelenirim ama asla nefret etmem sanıyordum. ama her şey gibi bu da mümkün olabilirmiş bir gün."hep sevcem ben seni, ben sana demedim mi, sevme desen bile severim diye" demiştin bana. her seferinde kendimi açıklamaya çalıştım, yalvardım neredeyse. ama bırak sevmeyi,arkadaş kalmayı, tanıdık kalmayı bile beceremedik. seni sevdiğimi bile bile beni bu duruma ittin. gerçekten söyleyecek hiç bir şeyim yok bundan sonra sana, bu da son olacak.