bir kişinin karşısındakine yapabileceği en şerefsizce davranışlardan biri. o kişinin sokakta çiftleşen itlerden daha fazla bir değeri yoktur benim gözümde.
gidiyorsun demek oyuncak bebeğim. ardında yıllarca sürmüş hoş bir rüya ve kavruk bir adam bırakarak... peki ben şimdi o minnoş dudaklarını nasıl unutacağım. seni hem tatlı hem de kışkırtıcı gösteren dudağının üstündeki o minik beni nasıl unutacağım...
on yıldır kullanıyorum. türkiye'de gündem belirlemede çok etkili bir sosyal medya platformu. toplumun tepkilerini anında medyaya düşürebiliyor. mesela benim sokak hayvanları ile ilgili bir tepkim 3500 şükela almıştı. ama son yıllarda yazar kalitesini çok düşürdüler. on yıl önceki uludağ sözlük gibi şu an. yazar alımında ya da çaylaklık/uçurma cezalarında yeni düzenlemelere gitmeleri lazım. şu anki üye sayısı zaten kamuoyu oluşturmada yeterli.
bu yaz izmir'de az bilinen mavi bayraklı bir plaja gittim. suyu soğuktu ama gerçekten çok temizdi. hergün düzenli yüzmek gerekiyor aslında. kafamdan onu atamazken insana kendini iyi hissettiriyor.
önemli olan ne olmak istediğiniz değil, olmak istediğiniz şeyi nerede olmak istediğinizdir. bu ülkede insanlar hep belli şeylere kanalize edilir. olmak istenen sadece büyüklerin çocukken sorduğu sorudan ibarettir. sistemi zorlar ve dışına çıkarsanız karşınıza her türlü engeli/problemi çıkarırlar. bunların arasından sıyrılıp çıkabilenler ise oldukları şeyi verimli bir şekilde keyifle ağız tadıyla yapabilecek bir iş ortamını bulamazlar. geriye dönüp baktığınızda baştaki hayat enerjinizin tamamına yakın bir kısmını sistemin tükettiğini görürsünüz.
bir yazar sizi düşünüyor mu, size karşı fedakar mı, sorumluluk alıyor mu falan yazmış. zaten olması gereken bu sıradan özellikler, artık aranan özellikler haline mi geldi? gerçekten seviye bu kadar düştü mü?
fotoğraflardır. eskiden fotoğraf çekilmek basit birşey değildi. çekileceği zaman insanlar bunun için ayrı bir özen gösterirlerdi. giyim, kuşam, poz, mekan... çekilen fotoğrafların sayısı sınırlıydı ve hepsinin ayrı bir anlamı vardı. değerliydiler, aile albümlerinde saklanırlardı. eski insanlar için zamanı hapsetmekti fotoğraf. yangında evini terkeden amerikalı bir kadının evde herşeyini bırakıp yanına sadece fotoğraf albümünü alarak çıktığını gösteren haberi hiç unutmam.
günümüzde ise insanlar bir günde onlarca fotoğraf çekiyor. telefonları binlerce yersiz önemsiz çekilmiş fotoğrafla dolu. birkaç tanesi hariç diğer binlerce fotoğrafın bir anlamı yok. hatta bunlara ikinci kez tekrar bakmıyorlar bile.
bu soruyu "bir milyon dolar mı cananınız mı deseler" şeklinde sorarsanız tereddütsüz cananım der geçerdim. bakın sevgili değil "cananım" diyorum! bırakın bir milyon doları dünyayı avucuma koysalar ona değişmezdim. ben kendimi biliyorum. herhangi bir şeyle kıyaslanacak birşey değil çünkü aşk. böyle de bir manyağım işte.
mesleğe göre çekim alanı değişen kadınlardan zaten birşey olmaz. çünkü hayatları şekilcilik üzerine kurulmuştur. onlar için önemli olan vitrindir. hayat bu, hiçbir garantisi yok. ileriki dönemlerde vitrindeki bu parçalardan biri veya birkaçı kaybedildiğinde evlilikleri sallantıya girer. uzak durun bu kadınlardan.
medeni kanunda ne yazıyor bilmiyorum ama soyadın bir tarafa dayatılması mevzusu bana feodalizmi çağrıştırıyor. her iki taraf için de bir zorlama olmaması gerekir diye düşünüyorum. eşler bunun kararını kendi aralarında anlaşarak vermeliler.
ne kadar çabalarsanız çabalayın, ne kadar kendinizi heba ederseniz edin nasipten ötesi olmuyor. birisi geliyor ve sizin uğruna hayatınızı verebileceğiniz cananınızı hiçbir emek harcamadan elde ediyor. gerisi gam keder...