doğru bir orantısı vardır bugün caddebostan sahilinde bunu tespit ettim, güzelliği limit olarak alıp güzelimizin üzerindeki kıyafetlere de x dersek eğer
limit sonsuza gittikçe, x 0'a yaklaşıyor evet bu oranı matematik bile kanıtlamış yani.
son teknoloji ürünü. dün sokakta görünce "vay gavur yapıyor abi" demişliğim vardır. bu etek normal diz üstü etek gibi görünüyor, yani giyen durduğu sürece böyle. hatta vakit geçtikçe kişi kök salmışsa pantolona bile dönüşebiliyor.
neyse bu kişi yürümeye başlıyor ve kadınların leğen kemiğinin daha geniş ve bacak kemiklerinin daha yukarda olmasından dolayı oval hareketler çizerken(erkeklerde göte kilitlenme) bu etek gittikçe kısalmaya başlıyor ve bir süre sonra etek, mini eteğe dönüşmüş oluyor.
ekranlara veya magazin dünyasına baktığımızda popülerliğin güzellikle orantılı olduğunu görüyoruz.
şimdi yıllardır güzel olanlar popülerlik kazanıyor
aslında dikkat edince güzel dediklerimiz kıçını başını açanlar.
zaten güzellikleriyle ün kazanmışlar, popüleritenin verdiği marjinallik duygusu ile abuklaşmaya başlayınca (rihanna) ya da yaşlanınca (maddona)
kıçını başını açmaya başlıyorlar ve popülerliklerinden bu sayede bir şey kaybetmiyorlar.
zaten default olarak tipsiz olan lady gaga, default olarak götü açık dolaştığı için popüler
you looked to me and ı looked back
serious as a heart attack
plastic cups and dishes stacked and use
you tell me ı drink too much
but ı tell you that's just your crutch
that comes up when ı'm having more fun than you
and every time ı try, you shatter like a neon light
give yourself to me yourself to me yourself to me when you're around
won't you give yourself to me yourself to me yourself to me don't drag me down
another night of making eyes
of low-cut jeans and thrift store ties
you grab my hand just like it's time to go
just as quick ı'm getting up, you turn your back and fill your cup
ı guess you've got us lined up in a row
and every time ı try, you don't put up much of a fight
give yourself to me yourself to me yourself to me when you're around
won't you give yourself to me yourself to me yourself to me don't drag me down,
don't drag me down, don't drag me down
a year went by, you take your time
but ı know not to give you mine 'cause ı already stood in line for you
and now we're both just sitting here, ı'd let you drive but you can't steer
you're lucky ı've got nothing else to do, to do
give yourself to me yourself to me yourself to me when you're around
won't you give yourself to me yourself to me yourself to me don't drag me down,
don't drag me down, don't drag me down
dikkatimi çekti şu sıralar hemen hemen her film veya dizide kavga sahneleri aynı gerçekleşiyor. yani kara murat zamanında da aynıydı şimdi de aynı.
öncelikle yaklaşık "on" kişilik bir grup bizim adamı köşeye sıkıştırır, amaç kemiklerini kırmaktır, dayaktan öldürmek falandır. taşlar, sopalar falan...
bu on kişilik grup tek sıra halinde adamımıza dalarlar ve haliyle dayak yerler.
pardon genelde sekiz tanesi falan yer dayak, son iki kişi kaçar hep.
kara murat zamanında daha beterdi aslında şimdi bakıyorum da. yani bir kişiye vurup beş kişiyi bayıltmaktan mantıklı geliyor. ama biraz gerçekçi olun hepiniz birden dalın.
namı- diğer goblin techies. üç küçük goblin yeri geldiğinde bir intihar bombacısı edasıyla gözünü kırpmadan patlayan, yeri geldiğinde rakibinin boyutuna bakmadan tek hamleyle işini bitiren, oynaması en zor ama en zevkli dota karakterlerinden biri. öncelikle karakterimiz oyundaki en uzun saldırı mesafesine sahiptir, 350 range'den hasar bırakabiliyor fakat bu o'nun tek avantajlı özelliğidir, çünkü aynı zamanda oyunun en yavaş hareket edeni ve en düşük saldırı puanına sahip olanıdır. iki tane creep kadar bir hasarı vardır. ama zaten düz saldırı yaparak kill alan bir karakter değildir bu yüzden pek de saldırı puanına ihtiyaç duymaz, haa çok güzel son vuruş yapar rakiple beraber takım arkadaşınızı da sinir edebilirsiniz. goblin techies oyundaki en fazla mana regenine sahiptir. her ne kadar kolay görünse de kullanmak bir sanattır çünkü bir göz veya gem'e yenik düşer bu yüzden haritayı iyi bilmek gerekir, mayınlarını creeplerin ilerlediği yolların kenarına koyarak başlayabilirsiniz, genelde herkesin favorisi sağ ve sol koridordaki "goblin shop"ların girişleri ve rune bölgeleridir, çoğu kişi ilk buralara mayın koyar ve 4 tanesi rahatlıkla oyunda ilk killi almanıza olanak sağlar fakat ben daha çok sağ koridorda ilk sentinel kulesinin ötesindeki heykelin biraz üstüne koyarım creepler oradan geçmezler fakat herolar için çok hareket olan bölgedir. aynı şey sol koridordaki scourge kulesininin yakınlarındaki orman girişleridir. rune bölgeleri yerine onların girişlerindeki tümseklere ve ormanın içinde nc girişlerine, bilimum tümseklere yerleştirilebilir, oyun başı soulring yapmanızı öneririm, 150 mana goblin için her şeydir, ultiniz 200 mana lvl4 mayınlarınız 205 mana istemekte.
bombaları bulunduğunuz koridora dizmek klasik bir harekettir, yapmayın demiyorum yapın çünkü kulenize gelmelerini engellersiniz, bomba kurulacak yerlerde tavsiyem, orman içindeki gizli marketler ve ağaçsız alanlardır çünkü toplu bir savaş olabilen yerlerdir buralar, roshan girişi ve roshan bölgesi özellikle oyunda bir ursa warrior varsa oyun başı etkili olabilir çünkü genelde ursa kullanıcıları 20. dakika civarı roshan'a saldırmakta.
statis trapların kullanımı zordur genelde bombaların üzerine konulur ama tavsiye etmem bunu, biraz ötesine kurmanız daha iyidir çünkü statisin üzerinden geçtikten 2 saniye sonra patlar statisler. statisleri yine tümseklere orman girişlerine kule diplerine kurabilirsiniz, 6 saniye toplu hareketsiz bırakma gerçekten oyunun seyrini değiştirir.
land mines, 300/400/500/600 hasar bırakan kara mayınıdır, üzerinden her hangi bir neutral veya enemy unit geçince patlar, hasar üstüste eklenmez her mayın ayrı vurur bu yüzden refractionlu bir lanaya 4 mayın üzerinden geçtiğinde hiç hasar almasa bile 5., 6., ... mayınlarda hasar alacaktır. karışık hasar tipi vardır bu yüzden resistanslardan etkilenir.
25/20/15/12 saniye yeniden dolma süresi vardır.
not: batrider air unit olduğundan hiçbir zaman kara mayınlarını etkilemez.
not2: 200 aoe alana full hasar bırakır, 500(kalan 300) aoe alana hasarın yarısını bırakır
statis trap, 3/4/5/6 saniye geniş bir alanı hareketsiz bırakır, üzerinden herhangi bir neutral veya enemy unit geçtiğinden 2 saniye sonra patlar.
not: 200 aoe alanda harekete geçer 450 aoe alanı etkiler.
20/16/13/10 saniye yeniden dolma süresi vardır.
suicide squad, attack!, 650,850,1150,1550 hasara bırakır, intihar saldırısıdır bu saldırı sonucu kendisini öldürdüğü için karşısındakine %50 exp verir ve para vermez.
75 saniye yeniden dolma süresi vardır.
not: 200 aoe alana tüm hasarı bırakır, 500 aoe alana yarım hasar bırakır, çevresindeki ağaçları yok eder.
remote mines, 500 range mesafeden bir bomba bırakır, bu bomba 300/450/600 hasar verir, fakat aghanim ile güçlendirirseniz hasar puanı 450/600/750 olur ayrıca aghanim bomba bırakma mesafesini 500'den 900'e çıkartır. magical hasar tipi vardır bu yüzden armor'dan etkilenmez. hasarlar birbirine eklenir misal lvl3 ultiniz ve aghaniminiz var, yanyana koyduğunuz 10 tane bomba 750x10 yani 7500 hasar verecektir.
425/435/450 aoe alanı etkiler. 200/240/300 mana istemektedir ve 10 saniye yeniden dolma süresi vardır.
ekleme, karakterin bıraktığı tüm uniteler(land mines, statis trap ve remote mine) görünmezdir ve 1 saniye fade time(görünmez olma süresi) vardır.
çarşaf moda olmadan önce yaratıldıklarındandır, yoksa niye çıplak dolaşsınlar. ıyy iğrenç.
edit: tabii ilk insanlar yaratılırken havva'ya çeyiz olarak bir adet dikiş makinesi ve bir kaç metre kumaş da verilmiş olabilir, orda olmadığımız için bilemeyiz.
ya da direk diesel kot, armani t-shirt ile beraber yaratılmışlardır.
henüz fethedilmemiş bakir topraklar gibi görmelerinden ileri gelmektedir, "şunu müslüman yapayım da cennete gideyim" mantığı ile hareket eder bazıları. menfaaçilik işte.
AMSTERDAM - Hollanda'da Müslümanlara helal seks ürünleri satan, online bir seks shop açıldı.
Harem-selamlık uygulamasının geçerli olduğu siteye erkekler sağ, kadınlarsa sol tarafta bulunan linke tıklayarak giriyor.
Açıldığı gün 70 bin kişinin alışveriş yaptığı açıklanan ‘El Asira’ (Toplum) adlı alışveriş sitesinin kurucusu 29 yaşındaki Abdülaziz Aouragh, mağazalarındaki tüm ürünlerin helal olduğunu, vibratör, porno film gibi ürünler satmadıklarını söylüyor.
(ç)alıntıdır.
bu marketlerde çırak olarak işe başlayanlar, işi öğrendikten sonra helal olsun ustası oluyormuş.
çoğu kişi için üzücü bir haber ama doğal seleksiyondan başka bir amacı yoktur. evet düşünebiliyoruz ve dünyadaki en zeki canlılarız, bu yüzden ilahi bir amacınız olduğunu zannedebilirsiniz, dünyadaki diğer memeliler gibi doğup, diğer memeliler gibi ölüyoruz.
he doya doya sevişin...
ha ola ki bir sebebi olduğunu düşünelim ne olabilir? tanrı insanı niye yaratmış?
nyx'in tek başına doğurduğu çocuklarından biri karanlık tanrılar arasında en korkunçlarından biri, yemin koruyucusudur pek bir efsanesi yoktur genelde yemin eden kişilere yeminlerine bağlı kalması için çok acımasız yollar uygular.
sosaria'daki huzur tüm hızıyla sürerken puslu bir gecede lord british odasındaki pencereden dışarı doğru bakıyordu içeriye ay ışığı vuruyordu.oda sessizdi.odadaaki sessizlikten huzuru kaçan british bir şeyler olacağını sezmiş gibiydi.birden kapı açıldı içeriye perişan halde bir kolcu girdi.adam çok hızlı koşmuş olmalıki üstü başı koşarken dağılmıştı.british'in yüzünde birden bir gülümseme belirdi.bu gülümseme sanki zaten bunların olacağından haberi varmış gibi olan bir gülümsemeydi.kolcu bunu farketmemişti ama soluk soluğa elindeki kağıdı britshin eline tutuşturdu ve odadan kaçarcasına uzaklaştı.az sonra british öfke ve şaşkınlık içinde feryatlar koparıyordu.kimse bunun ne olduğunu anlayamamıştı.sabahleyin bütün şehirlerin lordlarını toplantıya çağırdı.ama b u serferki toplantıda bir farklılık vardı.ıçeride ilk defa lord blackthorne vardı.lord blackthorne'yi uzun zamandır british hariç kimse görmemişti.yüzü öylesine kötü bir hal almıştıki insanlar artık göz bebeklerinin remen alev kırmızı olduğuna yemin edebilirlerdiki gerçektende öleydi.tüm lord'lar korku dolu gözlerle blackthorne'yi izliyorlardı.blackthorne ise biraz canı sıkılmış olacak ki üstüne cüppesinin başlığını geçirdi ve ''-british'i dinleyin sessizlıkkkkkkkk!!!'' diye bağırdı.tüm lordların gözleri artık britsh'in üzerindeydi.britsh yarı sıkkın yarı kederli bir sesle ''-kardeşlerim yıllar önce darksun zindanlarına karanlıklar efendisi ymir ve lord blackthorne tarafından diablo isimli bir ıblis hapsedilmişti.bu ıblis tüm sosaria'ya kötülüğü yayacak ve insanların toplu kıyımlarına yol açacaktı.fakat lord blackthorne'nin iknası sonucu ymir bu yaratığı sosaria'ya salmaktan vaz geçti.ama dün akşam aldığımız bir habere göre diablo nasıl olduysa darksun zindanlarından kaçmış veya bırakılmış.üzülerek belirtiyorum ki artık sosaria'nın sonu gelmiş durumda.bu iblise hepimiz karşı koysak bile yenmemiz yok zor çünkü büyük ihtimalle sadece iblis deil karanlıklar efendisi ymir ve yanındaki türlü çeşit yaratıkta bizim karşımızda ama bunları geride bırakabiliriz.karanlıklar efendisine ve diabloya karşı güçlerimizi birleştirerek darksun zindanlarını basalım .tüm sosaria'nın birliği ve beraberliği için birlik olalım kardeşlik kuralım blackthorne'nin gözü pek katilleri bizim ise cesur şovalyelerimizle bu işi başarabiliriz.ancak şunu belirtmeliyim bu savaş sonunda her şey eskisi gibi kalıcak önemli olan iblisleri öldürmek ve diablonun canına kıymak yoksa o bizimkisine kıyıcak askerlerimizden ise savaş ganimetlerini esirgememek...evt sizlerin cevaplarını bekliyorum''
tüm lordlar onaylarcasına başlarını salladılar lord blackthorne ayağa kalkınca bütün gözler ona döndüve ağzından bir kaç kelime çıktı''-ben gideyimde calim'e haber vereyim orduyu toplasın''
tüm lord'ların ilk defa blackthorne için içleri rahattı .delucia şehrinin insanlarının nne kadar cesur ve gözlerinin kara oldugunu herkes biliyordu.düşmanlarını gözlerini bile kırpmadan nasıl öldürkülerini ve acımasızlıklarını.bu savaşı kazanabilirlerdi ama düşmanın ordusu hakkında en ufak bir fikirleri bile yoktu.ılk defa katiller ve şovalyeler bilrikte omuz omuza ölüceklerdi.ışte gün bu gündü.ertesi sabah delucia ve britainde toplanan şovalyeler darksun zindanlarının girişinde buluştular.lord blackthorne'nin ve oğlu calim'in elinde şehirlerinin simgeleri olan kalkanlar ve zırhları vardı british de aynı giyinmişti.calimin ağzından bir kaç kelime çıktı ve artık savaşın başlamadı gerekcekti yoksa çok geç kalınabilirdi calim son kez şöyle dedi''-ölüceksem ıyi giyimli olarak ölmeyi tercih ederim en azından onurluca''
artık herşey sosaria halkının elindeydi
yew civarlarında gözlerini açtı dünyaya... belkide sadece o zaman etrafı görmeyi denemişti... uzun boyluydu, saçları ve sakalları bembeyazdı kimilerine göre yaşlıydı kimilerine göre yorgun düşmüştü hayata...
wood elf'lerin yanında yaşıyordu küçük bir aile evlat edinmişti onu...
yaşlı bir ağacın kavuğunun içinde küçük bir sığınakda yaşıyorlardı... aralarında çok sakin doğayla iç içe olsalarda dışarıya karşı saldırgan ve yabanilerdi.wood elf'lerin dışarıdan karşı kimseye iyi niyet göstermedikleri için kendinden şüphelenmeye başlamıştı amorphous. bir elf olamıyacak kadar yapılıydı, ama solgun bir ten rengi vardı kulakları yapışıktı. buda hep tedirgin etti onu ve kendi ırkını, ailesini bulmak için yola çıkmaya karar verdi. yolunu bulmayı elf'lerden öğrenmişti ağaçların kabuklarına bakarak britain'i bulmaya çalışıyordu. söylentilere göre lord british amorphous'un ailesini tanıyordu. çok olmadan yiyecekleri bitmişti avlanmayıda bilmiyordu. bir dağın yamacından geçerken iki üç tane trolle karşılaştı. trollerden biri amorphous'u görür görmez yerden aldığı taşı fırlattı... atı trollerden korkup terketti amorphous'u.. "gerçek bir elf olsaydım dostum sağdık olurdu bana" diye iç geçirdi... trollerden biri elindeki büyük çekiçi amorphous'a doğru savurdu.. fazla can yakmasada öyle bir silahtıki bu yorgun düşürüyordu insanı.. koşmaya başladı fazla sürmedi ama bir yerde yığıldı yerde kaldı. siyah bir panterin nefes sesleriyle uyandı gölge kadar karaydı bu hayvan ve çok yapılıydı eğitilmiş ve geliştirilmiş gibi... sonra uzaklardan bir ses geldi kalın bir ses
-guenhwyvar, guenhwyvar!!! diye bağrıyordu panter birden dönüp koşmaya başladı ve bir süre sonra yanında kısa boylu uzun kulaklı esmer birisni gördü... elf olamıyacak kadar esmerdi ve elflere göre daha yavaş hareket ediyordu... yanına geldi ve elinden tutup kaldırdı amorphous'u
-merhaba ben drizzt do urden...
amorphous kulaklarına inanamadı bu efsanlerde bahsedilen bir drowdu bir çeşit kara elf... şaşkın bir sesle
-ama nasıl olur ailem .. yani wood elf'ler sizi yer altına kapatmamışydı?
drizzt sinirlendi birden...
-bu konuyu konuşmayalım...
amorphous ilk defa bir katille karşılamştı. ama drizzt yaşamak için, para kazanmak için adam öldürmüyordu sadece kendini koruyordu...
drizzt sordu
-senin burda ne işin var?
-lord british'i görmeye gidiyorum...
-senin gibi çelimsiz biriyle lord british görüşürmü zannediyorsun kim olduğunu sanıyorsun sen
amorphous boynunu bükerek cevap verdi
-bende bu soruyu öğrenmek için yola çıktım... dedi
ve başından geçen herşeyi anlattı drizzt'e
drizzt
-sen bu halinle britain'e varamazsın kendini geliştirmen gerekiyor. haline baksana bir pantalonun ve yırtık bir cüppen var
amorphous cevap veremedi çünkü duymuştu britain'in etrafında çok fazla katil, yaratık, hırsız, yabani insanlar vardı...
olumsuz bir cevap duycağını bile bile sordu
-beni oraya sen götürürmüsün?
drizzt sertce
-hayir!
amorphous anlamamıştı.. tamam olumsuz bir tepkiden emindi ama bu kadar sert çıkacağını tahmin edememişti...
kısa bir sessizlikten sonra; drizzt
-ama seni eğitip oraya tek başına gidebilcek hale getirebilirim.
dedi
amorphous sevinmişti yüce bir katilden herşeyi öğrenebilirdi...
yavaş yavaş yürümeye başladılar bir mağaranın içinde kalıyordu drizzt amorphous tek eşyası olan pusulasını yere koydu
drizzt:
-sen burda bekle açsındır.
dedi
amorphous cevap veremiyecek kadar yorgundu.. bir ateş yakıp yanına uzandı yavaş yavaş gözleri kapanıyordu...
"günaydın" dedi drizzt "çok uyuyorsun fazla zaman kaybetmeden çalışmalıyız al şunları ye" dedi ve önüne bir kaç parça ekmekle balık attı...
amorphous yemeğini yedikten sonra drizzte döndü
-sabırsızlanıyorum artık ne zaman öğreticeksin bilgilerini bana dedi...
drizzt "gel bakalım" dedi ve dışarı çıktılar amorphousun eline bir kılıç verdi
-bunu kullanmadan önce kendi vücudunu tanımalısın... dedi
amorphous başta anlamadı ama zamanla oturuyordu herşey yerine...
kılıç ustası olucaktı..fakat ağır zırhları taşımayacak kadar güçsüzdü, okda kullanamıyordu becerisi yoktu
drizzt durumu anlamış olsa gerek
-önce kılıcını kullanmayı öğren sonra bir kaç tane büyücü arkadaşımla tanıştırırım seni onlarda elinden geldiğince yardım ederler...
amorphous heycanlandı hem kılıç kullanıcaktı hemde büyülü güçlere sahip olucaktı...
fakat farkındaydı gün geçtikce mağsumluktan uzaklaştğının...
drizzt sürekli bıyık altından lord british'e köpürüyordu..
amorphous dayanamayıp sordu
-ne alıp veremediğin var bu adamla?!?!
drizzt
-bak pathras
amorphous
-pathras mı?
drizzt
-evet, ben senin ailenin dostuyum sürekli seni takip ettim.. ücra köşelerde seni nasıl bulmuş olabilirim ki hiç mi merak etmedin??
bir drow neden bir woodelf yanında yaşıyan bir insana sahip çıksın ki
amorphous
-ınsan mı? ınsanmıyım ben??
drizzt
-evet.. ailen britain taraflarında yaşardı küçük bir meyhanelerdi vardı..
karnı aç bir çocuğu içkiden müzikten uzak bir yere oturtup karnını doyururken baban bir hırsızı gördü.. eli bir başka savaşcını çantasındaydı..
savaşcı eğlenceye kaptırmış olucakki kendisini farkında değildi hiçbirşeyin
hırsız elini çantadan çıakrdığında küçük bir kese içinde altını aldı
baban tek bir hamlede tezgahtan aldığı bıçağı hırsıza fırlattı....
lord british anında bir askerini göndererek babanı öldürdü ve suçlu durumuna koydu hırsızda babanın doyurduğu çocuğu alıp rahat bir şekilde gitti babanı dinlememişti bile british... o küçük aç bir çocuğu doyurduğunu sanarken bir tuzağın içine düşmüştü bende hayatımı yakın dostum jack'i öldüren ve suçlu gösteren lord british'e karşı adadım
ama sakın beni black'inde dostu sanma.....
amorphous'un aklı çok karışmıştı.. ne yapıcağını bilmiyordu bunu zaman gösterecek......
kadınların gözünde erkeklerin bir değeri kalmaz, erkekler de kadınların peşinde koşmazdı. böylece erkekler marsa taşınıp sevişir, kadınlar venüse taşınıp, lan venüste ne işiniz var 900 küsür derece hava orda.
dünya da rahat ederdi sonunda. off yaa karga olmak varmış, keşke karga olsaydım.
kadıköy-pendik arası işleyen mavi renkli minibüslerin işte başlıkta belirtildiği gibi, aslında biraz anket başlığı gibi olmuş. neyse konumuza gelirsek, kesinlikle en arkadaki dörtlü koltuğun en sol tarafıdır, öncelikle minibüs dolduğunda yeni gelen için yer verme derdiniz olmaz, kesinlikle en son yer verecek olan siz olursunuz zaten size bakmazlar da. ayrıyetten para uzatma merasimine deli gibi kıl olup da "kardeşim kalkıp ver paranı lan" diyebilen bir insan olduğum için... ee yanlış anlaşılmasın bayan ise bu şahıs kibar olmak için "lan" kelimesini kullanmıyorum. eh şey... neyse ...diyebilen bir insan olduğum için para uzatma olayından en uzak siz olursunuz. kışın sıcaktır üşümezsiniz, yazın ise 2 pencere arasında kaldığı için süper serindir. ayrıca arka koltuktaki camlar sanki kafamızı koyalım diye özel tasarlanmıştır, titreme olayına karşı bir kısmında pencere yoktur.
not: sakın siz bunları evde denemeyin. bu deney ciddi önlemler alınarak yapılmıştır.
edit: bir derdim var butonu da bu işe yarıyormuş, burda boşuna geviş getirmişiz, ama özel mesaj zımbırtısının ne işe yaradığını bilip de sırf burada ayar vermeye kasan arkadaşlarımız da bizimle beraber geviş getirmeye gelmiş. yani ne diyem ben, perhiz-lahana....
ankara'da bir cadde adı. sokak lambaları bildiğin kaburga gibi duruyor. tabii yorgun bünyenin verdiği algı bozukluğu ve göt ile uydurulmuş bir cadde adı.
es: işte burası da meşrutiyet caddesi.
arkadaş: meşhur ney?
huff: t-rex mi?
huff(iç ses): lan bu sokak lambaları kaburgaya benziyor ondan heralde. ondandır t-rex caddesi olur mu ya?
a: ben hiç duymamıştım adını. neresi meşhurmuş ki?
es: ne meşhuru ya dalga mı geçiyorsunuz?
huff: t-rex mi? sokak lambalarından mı?
es: t-rex mi? nasıl yani?
a: meşhur t-rex demedin mi?
huff: evet?
es: meşrutiyet dedim meşrutiyeet.
huff: haaaa anladım.
" bir gün tüm yahudileri öldürmediğim için bana küfredeceksiniz" demiş hitler amca, ben her gün küfrediyorum sana. ama günümüz insanları neyin ne olduğunu bilmeden seni çok sever oldular.
bugün bir israil zulmü var filistin'de ve herkes buna karşı, araplardan nefret ediyor olmama rağmen ben de buna karşıyım çünkü masum canların gördüğü zarar bana koyuyor.
öte yandan bir daha küfrediyorum ben hitler amcaya,
şimdi çok geriye gidelim hz. davut zamanına israiloğullarının 12 kabilesini toplayıp israil krallığının kurulduğu zamanlara, bugünkü kudüsün çevresine. o zaman mağdur olanlardı, daha arapların bir dinleri yoktu onlar da sami ırkından gelen araplardı oysa ama bir dine bağlı kalma olgusu onları kopardı onlardan.
neysem daha sonra ileri gelen islamiyetin yayılışı falan derken israiloğulları ve yahudiliği benimsemiş diğer topluluklar göç etmeye başladılar, ispanya orta avrupa ve orta asya'ya doğru.
buraya kadar her şey normal.
taa ki 1939'da nasyonal sosyalistlerin lideri hitler savaşı başlatıncaya kadar, aşırı ırkçı olan bu amca tüm yahudileri soy kırıma uğrattı, o dönemde yaşıyor olsaydık "kahrolsun hitler" diyor olacaktık çok garip değil mi?
ingilizler ve amerikalılar savaşın sonlarında geldiler ortaavrupa yahudilerini topladılar biraz da rusya'da pogrom'dan kaçanlarla birleştirilip o dönemler ingiliz mandası olan filistine yerleştirildiler.
1948 yılında yahudiler, yaklaşık 1000 yıl önce sahip oldukları topraklarda eski krallıklarının yerinde devletlerini kurdular.
bugün iran'ın eski pers imparatorluğuna ulaşmak isteyip de ulaşamadığını yahudiler yaptı
bugün misak-ı milli sınırlarına hala ulaşamamış türkiye'nin hakkı olan musul'da kerkük'te elde edemediği hakkı elde ettiler
bugün eski bizans sınırlarına ulaşmak isteyen yunanların götlerinin yemediğini yaptılar.
haa buranın da savaş alanı olmasının sebebi ise amerikan ve ingiliz bok yemesidir, sen gidip elin arabına siktirin gidin "almanya'dan oğlum geldi" dersen onlar da çıngar çıkarır.
ne oldu bunun sonucunda güçlü olan israil'di israil ezdi arapları.
güçlü olan araplar olsaydı araplar ezerdi.
aslında araplar demek yanlış olur, arapların ne pislik bir ırk olduğunu hepimiz biliyoruz aslında bugün filistin yalnızsa arapların sırt çevirmesindendir.
niye mısır gazze sınır kapısını ancak dün açtı?
niye arap birliği sadece lafta kalıyor? hiç düşündünüz mü bunlar?.
ben size söylim arkalarında iran gibi bir tehdit varken israil daha çok ezer filistin'i.
orta doğudaki araplar israil'e savaş başlatsa iran ortadoğu'nun amına koyar.
iran koymazsa israil koyar.
ikisi de koyamazsa amerika hadi birbirinizi yiyorsunuz buraları ben kontrol ediyorum der.
sonuç olarak bizim kuklamız, iran'ın gazına gelip laf söyler sadece.
hee yanlış anlaşılmasın israil'i savunmuyorum burada onlar da aynı bokun laciverti.