ne içindesindir zamanın
ne de büsbütün dışında
yekpare geniş bir anın
parçalanmaz akışında
tanpınar'ın vaktiyle anlattığı gibi..
aidiyet, insanın temel ihtiyacı olmasıyla beraber; doğadan, önce kendi doğasından başka, ait olabileceği, olduğu, bir varlık yada kavram olmadığını kabullenememesidir.
yalnızlık, ölüm korkusu insanı bu dünyaya daha fazla tutunmaya, daha fazla anlamlar yüklemeye iter.
insanın ait olma isteği de bu çırpınışlarından biridir.
esasında doğru bir önermedir. ama örneklemelerine katılmıyorum. müzik türleri içinden bazı kişileri yada şarkıları alıp başka bir grup içine pekala koyabilirsiniz.
benim gözlemlerim arabeskin doğru değerlendirilir ise bu ülkede 80leri yaşayan hemen hemen herkes için birşey ifade ediyor oluşudur. muhtemelen iyi müzisyenler için bile.
aslında bu genellemeyi müziğin toplumla olan organik bağı, kültürle ilişkisi üzerinden yapabiliriz.
ülkemizde yapılan pop müzik ise bambaşka bir dönem ve kültürün müziği. henüz hayata geçirilmeden, popüler yaklaşımın ithal edilmesiyle, arabeskle harmanlanmış bir tür.
uygulamalarda da tamamen yüzeysellik, ne söylediğini bilmez bir hal var, sanki öyle olmak zorundaymış gibi.
sanatçılar diyemeyeceğim, pop müzik şarkıcılarımızın çoğu iki lafı bir araya getiremediği gibi şarkı sözleride sanki o boş şahsiyet tarafından o an yazılmış gibi beş dakika emek verilmemiş nakaratlar..
gerçi sadece müzik değil resim sinema edebiyat gibi tüm sanat dallarını bir arada konuşmak gerek..
bilgi seçmeyi sağlıyor ise, eğitim almış kişilerin dinlediklerini okuduklarını, izlediklerini seçmeleri kadar doğal bir şey olamaz.
diğerleri ise onlara ilk sunulanı en kolay ulaşılanı, tartmadan, değerlendirmeden almaya, bununla kişiliklerini oluşturmaya maalesef mahkum kalırlar.
seçmek isteyen, sorgulamak, anlamak isteyen bilmek zorundadır.
3-5 kitap karıştıran, tarihi biraz olsun okuyan, bişeyler izleyen tartışan insanların, hala nasıl bir fikri yada topluluğu futbol takımı tutar gibi körü körüne benimseyip veya dışlayabildiklerine şaşırdığım insancıklardır.
insanı evrenin bir parçası olarak görebilen herkes bu komediyi anlayabilir.
evrendeki herşey bir bütün ise, bir birinin varlık sebebi ise, birini diğerinden üstün görebilen beyin yapısını anlamıyorum..
tabi insanı evrenden koparıp tanrılaştırırsanız, herşeyi insan için var kabul ederseniz, bu üstün yaratığın içinde daha üstünler, daha değerliler gibi kategoriler oluşturabilirsiniz.
temelden yanlış algılanmış bir yapı daha büyük yanılgılara da gebedir..
meseleyi temelde halletmek gerekli, insanın ne olduğuyla başlamak..
john berger'in düğüne kitabının finalindeki gino ve aids hastası sevgilisinin düğünleridir.
kitaptaki kır düğünü acıklı bir şarkı gibi akıcı, iç yakıcı olmasına karşın coşkuludur da.
en sevdiğim romanlardandır, defalarca okumuş bi çok kişiye hediye etmiştim vaktiyle.
çimenlerin üstünde çıplak ayaklarla düşene kadar dansederler, hareketli bi orkestra eşliğinde..
şahane..
güzelliğini farketmeyen yaşama katmayı bilmeyen kızdır.
beyaz atlı prens yada sihirli deynek falan da bekliyor olabilir.
ak sakallı dede, büyü kırıcı falan..
öyledir.kendinden de sıkılır insan.
bu ara içinde olduğum haleti ruhiye.uyumak iyi geliyor ama kaçtıkça bu durum uzuyor ve daha sıkıcı bir hal alıyor. değişikliğin vakti geldi aslında, sakız gibi uzayan, tekrarlanıp duran, kendini sağlama aldığın, güvenli günleri
bıçak gibi kesmek lazım.
aşık olmak en güzeli tabii ama o da sparişle olmuyor.
çıkmak görmek ve görünebilmek lazım.
saydamlığı ağırlığı kırmak lazım.
kaçarken zor yani ama olabiliri var..
denemek lazım.
daha önce bundan ne zevk alınıyor dediğin yeterince anlayamadığın şeyleri yaparken kendini yakalamak.
mesela defalarca gittiğin tarihi bi mekanda etraftan çok köşke bakıp abdülhamiti, osmanlının son dönemini, cumhuriyeti düşünürken kendini yakalamak.
birden tarihe ilgin artmamıştır da algın, tat aldığın şeyler, görme biçimin değişmiştir.
grup olsunda nasıl olursa olsun hesabı.
önce sözlük içinde olmak sonra onun içinde ayrı grup kurmak komik vallahi..
illahi dayanışma, birlik, topluluk olunacak, tek durulamıyorya hiç bi yerde, ne yapacaksa bu grup. sürü psikolojisi..bildiğin..
grubun içinde ayrı grupçuklarla devam eder bu.
sonu yok demedi demeyin.
komşunun tavuğu komşuya kaz görünür den başka bişey değildir.
tercih edilen biri ya şahane bişey kaçırıyorsam duygusu yaratıyor.
başkasıyla olduğuna göre sizinle olamazlığının kışkırtıcılığı da cabası.
insan evladı işte doymak bilmez, kıymet bilmez, yetinemez, kendinden bihaber..
çocukluğumda işsiz güçsüzlere alaylı, sırıtarak takılan lakaptı.
sözlükte varmı diye merakla baktım az sayıda kişinin ilgilenmesine şaşırdım yaş farkı olabilir.
yada artık ciddi ciddi böyle bir mesleğin olması da sebep olabilir buna.
hergün değişen kaldırımların gerçekten ciddiye alınması gerektiğide.
eskiden işten sayılmayan mesele günümüzün en önemli sorunu nede olsa...
kaldırım mühendisliği yetmez kaldırım felsefesi, sosyolojisi, matematiği falanda girmeli işin içine..
bir de hayat okulu vardı çocukluğumdan kalma eğitim alanlarından ama onun müfredatının aynı olduğundan eminim.popülerliğinden de şüphem yok..
sevgilisi olmayanların sözlüğü sevgili edinmeleridir olsa olsa.
sevgilin var sevgililer günündesin ve sözlükle uğraşıyorsun hala.allah kolaylık versin ne diyim..
sanatı algılayamamış bünyelerin herşeyi sanat değeri olarak görmelerinin doğal sonucu.
genele yayılmış, sanat değeri taşıdığı var sayılan hatta ölçüm cihazı gibi kişiyi sınıflandıran birçok iş, aslında yetersiz ve sadece kitlelere yayılmayı amaçlamış iyi reklam politikasının başarılı ürünleri olmaktan öteye gitmez.
buna rağmen azıcık düşünüp tartanımız bile oltaya düşer ve sanatı anlamaya çalışmak hak eden değeri doğru yere vermek yerine genelin boşluğunu geçerli kılıp, var olan üzerinden toptan taşlama yapar.
aslında mesele ne izlenen film sayısı ne okuduğun kitaptır.okuduğunu, izlediğini,gördüğünü,dinlediğini anlamak, yorumlamak, satır aralarını okuyabilmek gerekir ki bunun için bilgiye ihtiyaç duyduğunu zaten kişi farkeder ve ihtiyacı ölçüsünde bilgilenir.
sanatın gerçek okumasını yapabilen bünye sağda solda ufak küçümseme, boş laf kırıntıların peşine düşmez aldığı zevkin keyfini çıkarır.
ki herzaman mutluluk veren bi zevkten söz etmiyorum.yeninin zevki,zira sanat eseri yeni bir fikir duygu bırakır kişide.yapılan hep aynı gibide görünse de kişide açtığı yeni bir iz olmalıdır.yada var olanı perçinleyen..
kabuk önemlidir.
sohbet başladığında bitiveriyorsa bakarız ki güzelim kabuğun bakışları mal gibi, konuşurken tükürüklerle heyecanla, salak cümleleri daha bi boş, hatta sinir bozucu hal alıyor.
kabuk önemlidir
ve o kabuk için çok çaba sarfedilir.
karşındaki elini kolunu oynatarak hararetle çok önemli yada etkili olduğunu sanarak konuşurken kendi halinden bile utanırsın.
kendinden ve tüm kabuk sevicilerden.
koşarak kaçmak istersin herşeyden heryerden daha uzaklara.
tüm kabuklardan azat.
kabuğuna çekilmek.
zeka, cinsel çekiciliği tamamlayan unsurdur.insanın cinselliği yaşaması için kabuktan fazlasına ihtiyacı vardır.
bi zeka kırıntısı tanrım birazcık.
kızların kadınların dokunma elleme elletme kurallarıyla büyütülmesi sonucudur.
dişi ebeveyn vakti zamanında ya acıyı tecrübe etmiş yada iyi gözlemlemiştir.
kızcağızınında aynı acıları yaşamaması için doğru yolu seçmiştir.
risk almak kendi yolunu çizmek hem zor hem çokça yalnızlıktır.
yol boyu konuşacak insan bulamaması cabası.
erkek kişiside telaşta, saldırma ispatlama psikolojisiyle dokunma yada dokunulduğunu farketmekten uzakken yersiz değil, annenin haklı savunmasıdır.kızcağıza yapacak az şey kalıyor,üstelik çok güç.
dokunmayı anlayana kadar da yıllar yollar geçiveriyor nitekim..
korkaklardır.
herşeyi sineye çeken umudunu yitirmeden hayallerini mezara götüren pasif korkak insan sürüsü.
tarihin her noktasına gizli imzalarını atan, çobanına karşı gelemeyen
korkuyla doğmuş, büyümüş, ölmüş, kendini kandırma ustalığı edinmiş iki ayaklılar.
mezelerle iyi gider.gözyaşı olmalıdır bi miktar .
zamanı mekanı hayatı güzelleştirir.en yakın arkadaşla başka sevgiliyle bi başkadır tadı.ertesi günü en az başağrısı ile yaşatan kıvamlı içkidir
genelde yaşlılardır.
yaşın ilerlemesiyle etraftan nasıl göründükleri umurlarında olmadığından rahat rahat otobüste,sokakta gençlerin yapmadığı itici olabilecek hareketleri yaparlar.yapabilirler diyelim.gözlemleyin.
bir çok konuda 1-0 önde gider , yardım etmeyen hemcinslerinden .
zira bulaşığa yardım etme evresine kadar biir sürü incelikler düşünmüş yaratmıştır, ve bulaşığa yardım etme noktasının öneminin farkındadır. sonrasında da iyi şeyleri hakeder
sözlükleri okumaya başladığımdan beri çok şaşırdığım üzücü bir durum tespiti.
hernedense olumlu yada olumsuz herşeyde bi savunma yada saldırı var.
ben bunu yazacak başka meselesi olamayanların klişeleri, tükense bile kullanmalarına yoruyorum. kızdırmaktan çok sıkıcı bi durum bu .
yani kişinin öznel fikrini göreceğimiz bi yer sözlükler, oysa aynı kafadan aynı kalemden çıkmış bisürü fotokopi. fikir bile sayılmayan. sıkıcı,hemde çok.
ilkokul sıralarında din dersinde, tarih şeridine gözün takılması sonucu ortaya çıkan şok olma durumu, kafa karışıklığı, zihin parlaması, keşfettim sonrası düşülen sorular ve sonunlar silsilesi.
tabi ilerleyen yıllarda çözülüp korkulacak bişeyin olmadığının anlaşılması gerekir. adı üstünde henüz, hala teori..
hala inanç kavramı devam edebildiğine göre yüzde yüz ispatlanmışta değil.
ispatlandığında da korkmak yerine hayıflanmak daha olası görünüyor.
enteresan bi önermedir.
magazin programlarında ağzının suyu aka aka;o şununla yaşamış,ayrımış,çocuğu
olmuş haberlerini izleyip hayran kalıp,kendini onun yerinde hayal ederek
uykuya dalıp,sonra namusu yanıbaşındakinin bekaretinde aramak
enteresanlığı.
yurdum insanı.
dur bakalım nezaman farkedecek ne olduğunu.
üniversite adı altında bir sürü olmasada olur,daha ziyade isimden ibaret mekanlar olduğu için bazı durumlar için daha az şaşırtıcı ve üzücü olan meseledir.