hopbico
66 (misyonunun farkında)
sekizinci nesil yazar 7 takipçi 37.35 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    yeryüzü ile konuşma sanatı

    1.
  1. stephen buhner ın şu cümlelerle açılış yaptığı çok özel bir kitaptır :

    Kadim ve yerli halkların bir çoğu, bedenlerinin neresinde yaşıyor oldukları soruduğunda ilginç bir açıklamada bulunur, göğüs bölgelerini gösterirler. Oysa bizlerin yaşadığı kültürden insanlara aynı soru sorulduğundada, onlar baş bölgelerini işaret ederler; özellikle de gözlerinin 2,5cm üzeri ile kafatasının 5cm ötesine doğru olan yerdir gösterdikleri. .Batılılar ile yerli halklar arasındaki büyük farklılık, işte bu noktada belli eder kendini. Nitekim kendini kalbinde tarif edenler ile beyninde tarif edenler, dünyayı oldukça farklı yollardan deneyimliyorlar.Dünyaya kalpleri yoluyla yaklaşanların önünde açık duran alemler, dünyayı beyni ile deneyimleyenler tarafından algılanamaz bile.
    Bilinçlilik ile ilgili olarak 1960'ların sonlarında başlatılan araştırmalar, tamamıyla beyin üzerine odaklanmıştı. Batılıların varsayımına göre, bizleri diğer yeryüzü sakinlerinden ayıran farklılık beynimizle ilgiliydi. Halbuki son 20 yılda bazı araştırmalar, bilinci bu önyargı olmaksızın ele aldılar ; dolayısıyla da araştırmalarında çok daha açık fikirli bir yol izleyebildiler. Bu araştırmacılardan bazıları, bilincin beyinle sınırlı kalmadığını fark ederken, onun düşünüldüğünden daha hareketli olduğu ve bedendeki başka alanları kendine kolaylıkla mesken tutabildiğini fark etmeye başladılar. Böylelikle kalbi, kalbin biliş ve farkındalıktaki rolünü incelemeye giriştiler. Son zamanlarda kalp üzerine yapılan çalışmalarda açığa çıkan en önemli keşiflerden biri, her bir organımız gibi insan organizması bütünün de doğrusal ifadeler olmadığı ile ilgiliydi; onlar, doğrusal olmayan daha karmaşık organizmalardır, bütünün parçaların toplamından çok daha fazlası anlamına geldiği organizmalar...

    Bilim insanları, milyonlarca ve milyarlarca molekülün -kapalı bir kabın içine yerleştirildiklerinde- hareketlerinin ilk başta rastlantısal olduğunu keşfettiler. Fakat önceden tahmin edilemez bir anda, tüm moleküller aynı anda eşzamanlı olmaktaydılar. Birlikte hareket edip titreşmeye başlıyorlar, sıkı sıkıya birbirine bağlanmış çiftler halinde eş -düzenli bir bütüne dönüşüyorlardı. Her bir molekülün bir alt birim olduğu tek bir sistem... Eş zamanlı oldukları anda, parçalarının toplamından daha fazlası olan bir şey beliriyordu. işte bu ne kadar da yakından bakılırsa parçaların içinde asla bulunamayacak şeydi, bizlerin ruhu gibi. Bu eş zamanlılık anında, yeni bir sistem aniden ortaya çıkan davranış biçimleri sergiliyordu. Bütün sistem, parçalar ya da alt birimler üzerinde etkin olmaya başlıyordu ve bu sayede daha karmaşık eş zamanlılıkların oluşmasına öncülük ediyordu. Parçalardan bütüne ve bütünden parçalara doğru öyle hızlı ve kesintisiz bir bilgi akışı söz konusu oluyordu ki, bu sayede sistem iyiden iyiye kararlı hale geliyordu. Bu bilgi akışı çevreden içeriye ve içeriden de çevreye olmak üzere bir yol izliyor ve sistemin kararlılığını etkileyebilecek dış etkenler olup olmadığını inceliyordu.

    Bu bilgi akışı çeşitli dillerde ortaya çıkmaktaydı; ısı dalgalanmaları, basınç veya hız değişimleri, kimyasal bileşimlerin ayarları, elektromanyetik sinyallerin akışı ve daha pek çok şey. Fakat tabii ki, konuştuğumuz dildeki gibi, önemli olan sözlerden çok sözlerin özü olan anlamdır. Bir molekülün içindeki anlamları ifade eden elektromanyetik (EM) imza, onu algılayan organizmaya, o molekülün kendi varoluş durumunu ne şekilde etkileyeceğini anlatır. Bu anlamlar incelenir, organizmayla bütünleşir ve bir karşılık verir.

    Tüm yaşayan sistemler aynı işleyiş biçimini sergiler; hepsi de kendi kendini düzenler ve ani davranış biçimini sergiler; hepsi de kendi kendini düzenler ve ani davranış biçimleri gösterirler. Hepsi de, kendi kendilerini düzenledikleri noktada dengeyi bozacak karışıklıklara karşı olağanüstü hassastırlar. Gerçekte onlar dengenin eksiksiz olduğu anı hatırlar ve yaşamları boyunca o dengeye uyumlanmış olarak kalırlar. Geçmek durumunda kaldıkları eşik, onlar için canlı birer kimlik gibidir. Dolayısıyla içteki ve dıştaki dünyalarını, milyarlarca ve milyarlarca temas noktalarında oluşturdukları, birbirine sıkı sıkıya bağlı çiftler üzerinden gözlerler. Böylelikle varoluşlarını sürdürebilmeleri için gelen tüm enerjiyi, madde ve bilgiyi işleyebilirler. Başka bir deyişle onların her biri ileri bir zeka düzeyindedir; her biri ruhun gücünü taşımaktadır; Bir ruh gücü ise parçaların toplamından öte varoluş durumuyla ortaya çıkan güçtür. Kalbimiz, böylesi doğrusal olmayan bir sistemdir. Bir yandan kendini örgütler, bir yandan da ani davranış sergiler. O yalnızca kuvvetli bir endokrin bezi değildir, o eşsiz bir tür beyindir, bilici, algılayıcı organ ve güçlü bir elektromanyetik üretici ve alıcısıdır.

    Kalpte kalp atışlarını düzenleyen hız ayarlayıcı hücreler vardır. Kendini düzenleme anında, hız ayarlayıcı ilk hücre düzenli aralıklarla nabız gibi atmaya veya salınmaya başlar. Onun ardından biçimlenen her hız ayarlayıcı hücre kendini bu ilk hücreye eklemler; böylelikle yeni hücre de ilk hücre ile eş zamanlı atmaya başlar. Eğer kalbin hız ayarlayıcı hücrelerinden biri bedenden alınıp canlı tutulacak ve bir kenarda yaşatılacak olursa ritmi bozulur; çılgınca ve düzensiz bir biçimde atmaya, çırpınmaya başlar, ta ki ölene kadar. Oysa hız ayarlayıcı bir hücre alınıp bir hücrenin çok yakınlarında bir yerlere konursa, birbirlerine dokunmasalar bile eş zamanlı hale gelerek birlik içinde çarparlar. Düzensiz çarpan bir hücreyi düzenli çarpan bir hız ayarlayıcı hücrenin yanına getirirseniz çırpınması durur ve onunla birlik içinde atmaya başlar. Onların fiziksel olarak birbirlerine dokunmaya ihtiyaç duymamalarının nedeni -salınan her biyolojik oluşum gibi- çarptıklarında bir elektrik alanı yaratmaktadır. Birbirine dokunması gereken,yalnızca bu alanlardır.

    Bireysel hız ayarlayıcı hücreler, kalpte milyonlarca hücre ile sıkı sıkıya eşleşirler. Onların bir arada oluşturdukları alan, her bir hücrenin tek başına oluşturduğundan çok daha geniştir. Oluşturdukları alanın elektromanyetik gücü, beyinin elektromanyetik gücünden 5 bin kat daha fazladır ve aşırı hassas bilimsel araçlarla bedenden 3 metre uzaktan bile ölçülebilir. Bu alanın en güçlü olduğu yer, bedenin yüzeyinden 45cm'lik mesafedir ve oradan uzaya doğru sonsuz bir şekilde yayılır; tıpkı radyo dalgaları gibi. ( Eğer 150 veya 180cm.kadar mesafede durup kollarını iki yana açmış olan bir arkadaşınıza doğru yavaş yavaş yaklaşmayı deneyecek olursanız, onunla 30 veya 45cm'lik bir mesafeye geldiğinize bu alanı hissedebilirsiniz. O anda ''onun alanına'' girmiş olduğunuzu fark edersiniz. Bu, kalplerinizin birbirine dokunduğu bir deneyimdir.) Bu alan, kabaca omurga boyunca konumlanır, leğen kemiğinden kafatasının tepesine kadar uzanır. Bu tıpkı yeryüzünün manyetik alanı gibidir; Kuzey Kutbunun Güney Kutbuna uzanan...

    Kalp hücreleri yalnızca birbirlerine katılmakla kalmazlar; kalp ve -onun alanı da- karşılaştığı herhangi bir elektromanyetik alana dahil olabilir. Bu iki alanın birlik içinde salınmaya başladığı anda, çok hızlı bir bilgi alışverişi gerçekleşir. Kalbin her alanındaki bilgi diğeri tarafından alınırken, kalbin işleyişi değişir; hormonal akış değişir, fizyolojik olarak farklılıklar meydana gelir. Özünde, karşılıklı bir konuşma halidir yaşanan. Bu tür bir karşılıklı konuşma, bizler için oldukça doğal bir durumdur; çünkü yaşamımızın ilk deneyimlerinden biridir. Annemizin rahmindeyken, anne kalbinin alanıyla çevrelenmiş bir haldeyizdir. Çocuğun oluşmakta olan kalbi, anneninkiyle birlikte çarpar ve doğumdan sonra da özellikle süt verirken aynı durumu sürdürür. Annenin elektromanyetik alanı bilgi ile doludur; çocukla ilgili neler hissettiği, sevilip sevilmediği, istenip istenmediği... Annenin anlam dolu duyguları, kendi elektromanyetik alanının biçimini değiştirmektedir. Bebek ise, mevcut bilgiyi alarak onu çözümler, tıpkı bir radyo alıcısının radyo dalgaları demetini alarak çözümlendiği gibi.

    Bizler doğumdan sonra her zaman elektromanyetik alanlara karşı hassasiyet gösteririz; çünkü anne karnında böylesi bir iletişim dilinin içinde biçimlenmişizdir. Doğumdan sonraki evrede kalp ,karşılaştığı elektromanyetik alanlardan bilgi alabilmek üzere onları düzenli olarak tarar. Bizler bu alanları eşsiz bir yoldan deneyimleriz; duygular olarak.

    Nasıl ki temel renkler bir araya gelerek gördüğümüz tüm diğer renkleri oluşturuyor ya da temel tatlar, tadabildiğimiz tüm diğer tatları meydana getiriyorsa, temel duygular da -çılgın, üzgün, sevinçli, korkmuş- bir araya gelerek deneyimlediğimiz diğer duyguları meydana getirirler. Kalbin içine aldığı belli elektromanyetik enerji tayfı, renkler veya sesler olarak değil de duygular olarak deneyimlenir. Kalbin işleyişindeki en küçük bir farklılık, yeni duygu kümeleri yaratırken, duygusal durumdaki en küçük değişim de yeni kalp ritimlerinin oluşmasına yol açar. Her ikisi de elektrokardiyografik (EKG) ve manyetokardiyografik ( MKG) okumalarda hemen kendini gösterir. Kalp, aslında uzmanlık alanı duygular olan ''olağanüstü duyarlı'' duyu organıdır. Karşılaştığımız elektromanyetik alanlar içinden algılayabileceğimiz ince duygu farklılıkları, deneyimlediğimiz renkler veya tatlar kadar çeşitlilik gösterirler. Ne yazık ki bu ince ayardaki duygusal dünya algısı, bilinci beyine yerleştirmeye alışmış olanlarımızın içinde körelmeye uğramıştır. Kalpte düşünmeye ve bu tür bir algıyı geri kazanmaya başlamanın en sade yollarından biri, önünüzdeki herhangi bir nesneye, belki de bir bitkiye bakarken şu soruyu sormaktır: ''Bu nasıl bir duygu?'' işte o zaman, bu nesnenin elektromanyetik imzası kalbinizde ilerlerken, o isimlendirilmeyen eşsiz duygu bütününü deneyimleyeceksiniz.

    Yaşayan canlılar, oldukça karmaşık elektromanyetik alanlar taşırlar. Her alan, onu meydana getiren organizmayla ilgili her şeyi kodlar; onun sağlık durumunu, tarihini, içinde barındırdığı güçleri ve daha çok daha fazlasını... Çok basit bir örnek üzerinden ilerlemek gerekirse, bir bitkinin ürettiği her kimyasal, onun kendine özgü elektromanyetik imzasından tanınabilir. Kaldı ki birçok bitki, her gün yüzlerce ve belki de binlerce farklı kimyasal üretir. Kalbin algısı ile ilgili daha çok bilgi edinmek, bir bitkinin tıbbi etkilerinin o bitkinin elektromanyetik alanıyla doğrudan ilişkilendirilmesi yoluyla doğru bir şekilde belirlenebilmesini sağlar. Elektromanyetik alan kalpten geçince tahlil edilmek üzere beyine yönlendirir; beyin ise, elektromanyetik imzanın içindeki anlamın özünü kavrar.

    Kalpteki hücrelerin yüzde 60 ile 65'i sinir hücresidir; tıpkı beyinde olduğu gibi. Kalbin sinir hücreleri de beyindeki sinir hücreleriyle aynı biçimde işlev görürler; ganglia'da kümelenir, akson-dendritler üzerinden bedenin sinir ağı ile bağlantıya geçerler.

    Bu rastlantısal bir şekilde gerçekleşmez; kalbin, beyindeki belli merkezlerle doğrudan bağlantıları vardır ve bu bağlantıları kesmek mümkün değildir. Kalp ile beyin arasında her an doğrudan, aracısız bir bilgi akışı söz konusudur. Kalbin amigdala, talamus, hipokampus ve korteksle bütünleşik bir bağlantısı vardır. Beyindeki bu merkezler şu işlemde meşguldürler: 1) duygusal hatıralar ve onların işlenmesi; 2) duyusal deneyimler; 3) hafıza, mekânsal ilişkiler ve çevreden gelen duyusal girdilerin anlamlandırılması; 4) sorun çözme, akıl yürütme ve öğrenme. Beyinle ve merkezi sinir sistemiyle olan iletişimi güçlendirmek için, kalp kendi sinir taşıyıcılarını ( nörotransmitler) üretir ve ihtiyaç oranında açığa salar.

    Kalbin elektromanyetik alanı; bir insan, bir hayvan veya bitki olsun herhangi başka organizmanın elektromanyetik alanına uyumlandığında bir organizmadan diğerine süratli bir bilgi akışı gerçekleşir. Bu bilgi akışı kendine özgü bir dilde olsa da kelimeler yoluyla gerçekleşmez. Bir anlamda bilgi aktarımına, kelimeleri kullanmaksızın anlamın doğrudan taşınması gözüyle de bakılabilir. Araştırmacıların keşfettiği üzere bu bilgi öncelikle kalbe akar ve ardından beyin ile kalp arasındaki doğrudan bağlantılar üzerinden ileri işlemler için beyine gider. Bilgiyi saklayabilmek için, onu kullanılabilir bir biçime dönüştürürüz. Tıpkı bir radyo alıcısının radyo dalgalarını müziğe çevirdiği andaki gibi bir tür tercüme süreci gerçekleşir... Halbuki insanlardaki süreç çok daha karmaşıktır. Duyusal veri deposundan, hatıralardan, deneyim ve bilgi birikiminden beyin bilgi akışıyla ilgili bir geştalt ( bütünsel biçim) meydana getirir. Dolayısıyla söz konusu tercüme çeşitli biçimlerde belirebilir: bir dizi görü olarak, ses, görüntü, duygular, tatlar ,sözler veya kokular olarak. Çoğunlukla bu tercümenin beliriş biçimi, genellikle kişinin içinden büyüdükleri kültüre bağlı olarak değişkenlik gösterir. Burada önemli olan bu tercümelerin aldığı biçimi değil, içlerinde taşıdıkları anlamdır.

    Bu deneyimler, büyük Alman şairi ve botanikçi Geothe'nin de gösterdiği gibi isteyerek başlatılabilir. Veya yerli kültürlerde yaygın olarak bilindiği gibi aniden gerçekleşebilirler. Bu tür ani olaylardan bazıları bu kitapta değinilmektedir; insan ile bitki arasındaki elektromanyetik alanların birbiri içinde karışması, kendi ahengi içinde gerçekleşir ve eş zamanlılık belirdiği anda, iki organizma arasında doğrudan ve derin bir bilgi akışı başlar.

    Antik yunan döneminde, kalbin eğer canlılarla bir değiş tokuş haline 'aisthesis' adı verilmişti. Bu ifade, kelimenin tam manasıyla 'nefes almak' anlamına geliyor. Yunanlılar, gelmekte olan anlamların etkisi hissedildikçe, iki organizma arasında gerçekleşen bu uyum anına eşlik eden bir tür soluğun kesilmesi veya derin bir ilham durumunun varlığını fark etmişlerdi. Onlar bu durumu, ruhun özünün değiş tokuşu olarak nitelemekteydiler. Öyle ki, parçacıkların toplamından daha fazlası olan ve de eş zamanlılık anında varlık bulan bizlerin ruhuna kendi dışındaki bir ruh dokunuyordu.

    Bu tür bir alıp verme halini yaşayan insanlar üzerinde görülen en büyük etkilerden biri, bizlerin asla yalnız olmadığı bilincinin kesintisiz farkındalığıdır. Kendimizi, ruhu olan olayların bizlere bu tür bir paylaşımı gerçekleştirecek kadar önem verdiği ve bizlere eşlik ettiği bir durumun içinde buluruz. Böylesi derin bir alıp verme halindeyken, yalnızca diğer yeryüzü sakinlerinin böylesi derin bir alıp verme halindeyken, yalnızca diğer yeryüzü sakinlerinin zeki olduklarıyla ilgili bir bilgiye bağlı kalmayız; onlarla -bilinç beyinde konumlandırdığı zaman gerekli indirgemecilik olmaksızın- kalplerimiz yoluyla doğrudan bir bilgi alıp verme halini de deneyimleriz.

    O halde yerli halklar, bitkilerden bilgi aldıkları ya da bilginin görüler veya rüyalar aracılığı ile geldiğini kesinlikle söyleyebilirler. Kaldı ki bu alıp verme hali bitkilerle sınırlı değildir ve doğa aleminin her alanında belirebilir. Bu tür bir yakından doğan, bir başkasının duygularını algılayabilme doğal hali; insanların dünyaya karşı doğaya yabancılaşmış oldukları hallerinden çok daha farklı yaklaşımlar göstermesine sebep olur. Doğrudan algılama sürecine dair açıklamalar, bu süreci daha iyi kavrayabilmemize yardımcı olsalar da, bundan daha önemli olan deneyimin kendisidir; onun nasıl bir duygu olduğunu, yaşamlarımızı ne şekilde zenginleştirdiğini, bizleri var etmiş olan varlık alanıyla herhangi bir yol üzerinden yeniden bağıntı kurabilmemizi sağladığını deneyimlemek... Bir ormanı canlı, zeki ve insanın atası olarak deneyimlediğimizde, onu yerle bir etmek gerçekten de çok güçtür.

    En nihayetinde kalbi, algılayan ve bilen bir organ olarak yeniden konumlandırdığınızda belli bir düşünüş biçimi tarafından ele geçirildiğiniz açıktır. Bilincimizi beynimize konumlandırdığımızda doğası gereği ortaya çıkan bu belli düşünüş biçimi, bizim algı ve düşüncelerimizi ifade edişimizi kısıtlar. Monoteizm misali, deneyimlenebilecek olanları dar bir ''izin verilenler '' şeridiyle sınırlar; diğer tüm algılayışları, batıl inançlar, inanca ters düşen veya kabul edilemez olan yaklaşım şekilleri kabilinden ikinci plana atar. Fakat bu kalp merkezli algılama bildiklerimizin en eskisidir; insanlığımıza ve yeryüzünün ekolojik uzantıları olarak ortaya koyduklarımıza derinden bağlıdır. indirgemeci ve monoteist yaklaşımlar, beton yaya kaldırımına benzetilebilir. Onlar, yabanıl olanı baskılar; oysa Hildegard von Bingen'in veriditas olarak adlandırdığı yeşilin gücü, hem içimizdeki hem de dışımızdaki kaldırım taşlarını her zaman delip geçicektir.

    Stephen Buhner
    Yeryüzü ile Konuşma Sanatı
    1 ...
  2. kuantum biyoloji

    1.
  3. Roger Penrose'un Kralın Yeni Usu adlı kitabında ortaya attığı "beyin kuantum fiziği yasalarına dayanarak çalışır ve gerçekte bir kuantum bilgisayarıdır" tezine dayanarak oluşturulan alt bilimdalı

    Araştırmalar, kuantum biyolojisi hakkında çarpıcı sonuçlar ortaya koyuyor, vücudumuzun enerji alanı keşfediliyor.

    Canlıların ışık yaydığını belirleyen bilim insanları, ayrıca bunların sinyaller taşıdığı kanısında.

    insan vücudundan ışık çıkıyor, bir başka deyişle bedenimiz parlıyor.

    Önceki yıllarda çok sayıda araştırmacı, bitki tohumlarından meyve sineklerine canlıların ışık yaydığını belirlemişti.

    Japonya’nın Tohoku Teknoloji Enstitüsü’nden Dr. Masaki Kobayashi ve meslektaşları, yoğunluğu çok az olduğu için göremediğimiz bu ışığı çok hassas kameralarla görüntüledi.

    Bilim insanları zarar görmüş dokulardan daha fazla ışık çıktığını tespit etti.

    Dr. Kobayashi ve ekibinin araştırmasına göre, tümör hücrelerinin ışık yoğunluğu çevrelerindeki sağlıklı dokununkinden dört kat fazla.

    Almanya’da bulunan Uluslararası Biyofizik Enstitüsü’nün başkanlığını yapan Prof. Fritz-Albert Popp, 1980’li yıllarda yaptığı deneylerin ardından hücrelerin “biyofoton” olarak adlandırdığı ışıkla iletişim kurduğunu öne sürmüştü. O günden beri dünya çapında birçok araştırmacı bu konuya eğildi.

    Yaklaşık üç yıl önce, ABD’nin Rush Üniversitesi Tıp Merkezi’nden bilim insanları çok çarpıcı bulgular elde etti. Araştırma sonuçları insan hücrelerinin fotonlarla iletişim kurduğunu gösteriyordu.

    Işık, foton adı verilen enerji paketlerinden oluşuyor, 100 Watt’lık bir ampulden saniyede milyarlarca foton çıkıyor. Bir ampulden çıkan ışık çok düzensiz ama biyofotonların teknik lazerden bile daha ahenkli (eşevreli) olduğu belirtiliyor.

    Daha önce Prof. Popp ile çalışan biyofizikçi Dr. Beverly Rubik, kanser hastalarının dokularını inceleyen bilim insanlarının, ışığın ahenginde bozulmalar olduğunu tespit ettiklerini ifade ediyor.

    Dr. Rubik şöyle söylüyor:

    “Biyofoton alanı kavramının, organizmadaki daha derin bir alanın göstergesi olduğunu düşünüyorum. Bir organizma öldüğünde ani bir ışık boşalması oluyor.”

    The Journal of Alternative and Complementary Medicine’da yayımlanan makalesinde şu sözlere yer veriyor:

    “insanın tam bir bilimsel modeli, uzay-zaman, madde-enerjinin ötesinde unsurlar ve çok boyutlu geometri ya da başka yeni kavramlar gerektirebilir.”

    Araştırmaları, Amerika Ulusal Sağlık Enstitüsü tarafından desteklenen Dr. Beverly Rubik, ahenkli ışığın canlılar arasında da sinyal taşıdığı kanısında.

    Bilim insanlarını hayrete düşüren, akıllara durgunluk veren bir olaya, kuantum dolaşıklığına işaret ediyor:

    “Parçacıklar (fotonlar, elektronlar...), bir kere bağlantıya girip daha sonra birbirlerinden ayrılırlarsa, evrenin iki zıt ucunda olsalar bile ilişkili kalıyorlar.”

    Aralarında telepati varmış gibi birini etkileyen diğerini de etkiliyor, arada koca bir galaksi de olsa diğeri anında tepki veriyor.

    Minnesota Üniversitesi’nden fizik profesörü James Kakalios, Kuantum Mekaniğinin Hayret Veren Hikâyesi adlı kitabında, kuantum dolaşıklığını, aralarında özel bir bağ olan ikiz kardeşlere benzetiyor.

    Araştırmacılar bitkilerin ışık enerjisi kullanarak organik bileşikler ürettiği fotosentez olayında kuantum etkilerinin kesin teorik kanıtlarına göre;

    bitki hücrelerinde ışık toplayan makromoleküller klasik fizikle açıklanamayan ancak kuantum fiziğine ait fiziksel kavramlarla açıklanan moleküler titreşimlerin avantajını kullanarak enerjiyi aktarabilmektedir.

    Yunanistan’daki Fleming Enstitüsü'nden Luca Turin de BBC'ye şunları söyledi:

    “Açıkça kuantum sınırlarında olan üç bölge var. Bu üç şey… kuantum mekaniğinin biyoloji hakkında bir şey söyleyemeyeceği fikrini çürütüyor.”

    Bu üçünün en belirgin olanı fotosentez, yani bitkilerin ve bazı bakterilerin gün ışığından faydalanarak ihtiyaçları olan besinleri ürettiği, son derece kullanışlı olan işlem. Fotosentezde "süper-pozisyon" denen durumu, yani aynı anda birden fazla yerde bulunabilmek durumuyla karşılaşılmakta. işleme yakından bakıldığında birçok küçük enerji paketlerinin aynı anda mümkün olan tüm yollardan geçerek en kazançlı olanında karar kıldıkları görülüyor.

    “Biyoloji bu sinsi yöntemleri ılık ve ıslak bir ortamda kullanıp hala süper pozisyonu koruyabiliyor. Nasıl yaptığını ise hala bilemiyoruz.” diyor Glasgow Üniversitesinden Richard Codgell BBC’ye.

    Sürprizler bitkilerle sınırlı kalmayabilir; hayvanların da bu tarz hilelere başvurduğuna dair sağlam ipuçları var: ülkeleri, kıtaları geçen ve hatta kutuptan kutba uçan kuşların yön bulma yetenekleri de merak uyandırıcı bir davranış modeli sunuyor.

    Deneyler Avrupa Kızılgerdanları'nın göç yönlerini ışığın belli renklerine göre belirlediğini ve çok zayıf radyo dalgalarının bu yön duygusunu bozabileceğini gösterdi. Biyologların kuşların hücrelerinde taşıdıklarına inandıkları biyolojik pusulayı hiçbirinin bozamaması gerekirdi.

    Dolanımın kuantum etkisi ise daha da mantıklı. Kuantum kuralları altında, “dolanık” çift parçacıkların birbirinden ne kadar uzağa düşmüş olurlarsa olsunlar, birbirlerinin ne yaptığını "biliyorlar" ve hatta birbirlerine ışıktan daha hızlı bilgi aktarımı yapabiliyorlar.

    Deneyler kuşların gözlerindeki her bir molekülde bu durumun gözlendiğini gösteriyor ve Londra Üniversitesinden John Morton kuşların bunu nasıl algıladığının hala garip olduğunu söylüyor.

    “Bunu… pilotların da kullandığı ‘uyarı göstergesi’ olarak düşünebilirsiniz, gördükleri manyetik alanın görüntüsüyle çevrelerinin görüntüsünü birleştiriyorlar” diyor.

    Bu fikir hala tartışmalı; tıpkı burnunuzun da birazcık kuantum biyolojisi kullanıyor olması fikrinin tartışmalı olması gibi. Çoğu koku araştırmacısı koku alma duyumuzun yalnızca koku moleküllerinin burnumuzdaki reseptörlere uyumluluğu ile çalıştığını söylüyor. Ama Dr. Turin koku moleküllerinin titreşim ve salınımlarının etkili olduğunu düşünüyor – tünelleme olarak bilinen bir kuantum etkisi.
    Bu fikir elektronların burunlarımızdaki reseptörlerin bir yanlarından kaybolup diğer yanlarında belirdiğini ve bu işlem sırasında geride bir parça enerji bıraktığını söylüyor.

    PLoS One’da yayınlanan bir makaleye göre insanların titreşimleri farklı ama şekilleri aynı olan iki molekülü ayırt edebiliyorlar; yani molekül şekli koku almada etkili olan tek faktör değil. Araştırmacıları bu projeye çeken şey ise doğada bilmediğimiz ne kadar kuantum hilesi olabileceği.

    **********************************************

    inancın Biyolojisi kitabının yazarı Bruce H. Lipton, uzun bir uçak yolculuğu sırasında "Evrensel Şifre: Doğanın Dili Olarak Kuantum Fiziği" (Pagels, 1982) isimli kitabı okurken kuantum fiziğinin biyoloji ile ilişkisini kavrar ve günümüz biyologlarının bunu görmezden geldiklerini farkeder.

    Ona göre biyologlar, biyolojiyi Newton'un modası geçmiş fiziksel dünyasına göre anlamaya çalışıyorlardı ve Einstein'ın görünmez dünyasıyla ilgilenmiyorlardı. Maddenin aynı anda parça ve dalga olarak tanımlanabilmesi, doğrudan boşluklarla birbirlerinden ayrılan farklı fiziksel nesnelerin olduğu bir evrende yaşamadığımız sonucunu ortaya çıkardı ve bu anlayışın biyolojiye de uyarlanması gerekiyordu.

    Tıpçılar da kuantum fiziğinin bulunuşundan sonra bile vücudu Newton prensiplerine göre hareket eden bir fiziksel makine olarak görme eğilimini sürdürdüler. Örneğin, hormonlar, sitokinler, büyüme faktörleri, tümör önleyicileri gibi kimyasal sinyallerin mekanizmalarının araştırılması doğal iyileşme gibi paranormal olayları açıklamaya yetmiyordu, yaşayan organizmalar ölçülmeyi reddediyordu.

    Newton fiziğine göre alıcı IMP'lere bağlanan sinyal sadece bir molekül (madde) olabilirdi fakat zamanla bu durumun geçerliliği de kayboldu. Çünkü kuantum fiziğine göre bu alıcılar enerji sinyallerine de cevap vermekteydiler ve elektromanyetik alanların da hücre fizyolojisi üzerinde etkileri olduğu bulunmuştur.

    Kuantum fiziğinin gösterdiği gibi madde ve enerji karışmış durumdaysa, zihin (enerji) ve vücut (madde) da benzer şekilde bağlıdır.

    Maddesel olmayan zihin, fiziksel vücudumuzu etkiler, yani zihnin enerjisi olan düşünceler vücudun fizyolojisinin fiziksel beyin tarafından kontrolünü etkileyebilir.

    Lipton böylece, kitabın adının neden inancın Biyolojisi olduğuna da açıklamış:

    Çevresel uyarılara verdiğimiz tepkiler, algılarımız tarafından kontrol ediliyor ve bu yönetici algılara inanç adı veriliyor. inançların da biyolojimizi kontrol edebildiği düşünülünce inancın Biyolojisi kavramı da anlaşılmış oluyor.

    Enerji sinyallerine de tepki verebilen IMPler ve hücreler sayesinde biyolojimiz de etkileniyor.

    Fakat öğrenilmiş algılarımızın tümü her zaman doğru değildir. En çok bilinen ve sıklıkla verilen bir örnek olarak placebo etkisi gösterilebilir. Bazen insanlar ilaç kullandıklarına inandıklarında iyileşirler ve bu durumun bazı ameliyatlarda bile işe yaradığı gözlenebilir.

    Eğer tıp doktorları bu etkiyi tam olarak nasıl kullanabileceklerini öğrenirlerse hastalıkların tedavisinde etkili, yan etkisiz bir yöntem olarak kullanılabilir (reçeteli ilaçların yan etkilerinin Amerikada her yıl 300000 kişinin ölümüne yol açtığı görülmektedir (iatrojenik hastalık)). Özellikle astım, Parkinson, depresyon söz konusu olduğunda zihinin pozitif düşüncelerle sağlığı etkileyebildiği ve belirli bir iyileşme sağlanabildiği gözlenmiştir.

    Fakat tersi bir durumda zihin negatif düşüncelerle meşgul oldıuğunda sağlığa zarar da verebilir (nosebo etkisi).

    Tüm bu etkilere kitapta "algı etkisi" ya da "inanç etkisi" deniliyor ve özetle genetik planlarımızı değiştiremesek bile zihinlerimizi değiştirebileceğimiz sonucu ortaya çıkıyor.

    Bu da hayatımızı aslında genlerimizin değil inançlarımızın kontrol ettiği anlamına geliyor. Bu yüzden klasik biyojiye kuantum fiziğinin kattığı öngörüler, sağlık ve hastalık konusunda yeni araştırmaları gerektiriyor.

    Lipton'a göre disiplinler arası araştırmalarla, doğanın yasaları ile uyumlu olan yeni ve sağlıklı bir hekimlik sistemi oluşturulabilmeli ve kuantum fiziğinin bulguları ile biyotıp bilimi birleşip bir kuantum biyolojik devrim yapılmalıdır.

    Kısaca, vücudumuzu ve zihnimizi, genler tarafından yönlendirilen hormonlar ve sinirsel iletkenler kontrol etmiyor; aksine, inançlarımız vücudumuzu, zihnimizi ve dolayısıyla yaşamlarımızı kontrol ediyor.

    Düşüncelerin belli frekansları yaydığı ve farklı duyguların farklı frekans boylarına sahip olduğu görüşü, kuantum odaklı beyin yaklaşımında artık sıkça bahsedilen bir konu.

    Sonuç olarak bilinçli bir zihin kalıtımdan da çevreden de üstün oluyor ve Lipton, hücrelerin sadece yaşam mekanizmalarınının aynı zamanda nasıl daha zengin ve dolu dolu bir yaşam geçirebileceğimizi öğretebileceğine inanıyor.

    Çünkü biz kendimizi birey olarak düşünebiliriz fakat 50 trilyon vatandaştan oluşan dayanışma içindeki bir toplumuz.

    Ayrıca Lipton, bu inanışı bir adım daha ileri götürerek dünya ve üzerindeki tüm türlerin birbirleriyle etkileşim içinde yaşadığı bir süperorganizma olduğunu söyleyen Gaia hipotezine de inanıyor.

    Genetik mühendisliğinin dünyanın dengesini bozmasıyla bu süperorganizmanın da dengesini bozduğunu söyleyen Lipton, insanların modern bilimle doğayı anlamaya çalışmak yerine onu kontrol edip yönetebilmeyi amaç edindiğini düşünüyor. Doğru söze ne hacet?

    Özetlemek gerekirse, Lipton, çevrenin ve bizim çevreyi algılayışımızın, hücre zarındaki IMPler aracılığıyla (sadece fiziksel moleküllerle değil, ayrıca düşünceler olan enerji sinyalleriyle) hücrelerimizin tepkilerini kontrol edebileceğini söylüyor.

    Bu anlayışa göre genlerimiz her zaman kaderimizi belirlemiyor, kaderimizi asıl belirleyen bizim algılarımız yani inançlarımız. Daha önce de bahsedildiği üzere bu algılar her zaman doğru olmayabilir ve yanlış algılamalarla sağlığımızı tehdit edecek etkiler oluşturabiliriz.

    Sürekli stres ve korku içinde yaşayarak gelişemeyiz ve gelişemeyen bir organizma da zararlara açık hale gelir. Tabi ki bilinçli bir zihin ile bunu değiştirmek elimizde.

    Kısaca hücrelerden çıkaracağımız daha çok ders var gibi görünüyor.

    **********************************************

    Görünmez kuantum dalgalar herbirimizden yayılmakta ve tüm diğer organizmaların içine sızmaktadır. Aynı zamanda her birimiz, kendi oluşumumuzun içerisine karışmış her diğer organizmanın dalgasına da sahiptir…

    Bu olağanüstü yeni keşif, aslında dalga etkileşimlerinden (bedenlerin buluştuğu yerde) oluşan yerel olmayan (non-local) kuantum alan içerisindeki her bir yaşayan varlığı pozisyonlandırmaktadır.

    Bu nedenle her bir kişi birbiriyle yalnızca empatik bir ilişkide değil; birbine karışıktır.

    Nörobilim, kuantum biyoloji ve kuantum fizik şimdi bedenlerimizin yalnızca biyokimyasal sistemler değil; sofistike yankı yapan sistemler olduğunu gözler önüne sermek için yakınlaşmaya başlıyorlar.

    Bu yeni keşifler zamansız bağlantılı bilincin bir formunun fiziksel-bilimsel temele sahip olduğunu gösteriyor.

    O daha da fazlası, belirli ruhani veya ortak TEK’liğin transandantal hallerinin yeni bilimsel paradigma içinde mantıklı bir temele sahip olduğunu ispatlıyor.
    0 ...
  4. morfik rezonans

    1.
  5. Bu konudaki en bilinen örnekler, kedi ve köpeklerle sahipleri ile aralarında olan bir tür telepatik ilişki. Prof. Rupert Sheldrake'ye göre ise bu bağ, iki canlı arasındaki son derece gizemli bir ilişkiden kaynaklanıyor.

    Rupert Sheldrake, farklı organizma türlerinin her birinin kendi eşsiz, karakteristik biçimine nasıl geliştiği konusuna özel ilgisi olan bir biokimyacıdır. Bu "morfogenetiğin" ya da organizmalarda karakteristik, belirgin biçimlerin meydana gelişinin araştırılmasıdır.

    Sheldrake'in ana düşüncesi, canlı bir organizmanın gelişmesinin, bir tür holistik alan ya da güç (enerji) tarafından kontrol edildiğidir. Böyle bir düşünce yeni değildir. Oluşum ilkesi fikri, bu dünyanın "daha az yetkin formlarına modellik hizmeti gören, kendi yüksek realitelerinde var olan, Platon'un "ideal biçimlerine" dek izlenebilir.

    Sheldrake'nin biçimlendirici alan önerisi, "morfik alan" aynı zamanda değişime açık bir modele göre form oluşumu sağlıyor.

    Morfik alan doğanın bir tür alışkanlığıdır. Atom, molekül ya da kar tanesi gibi organik olmayan olsun veya çiçek, kuş, insan gibi canlılar olsun; belirli bir form meydana geldiğinde, bunun tekrar oluşması olasıdır. Sheldrake, morfik alanların düşünce veya davranışla ilişkili beyin faaliyeti modellerini de etkilediğine inanıyor.

    Aksamını değiştirmeden, radyo üzerinde etkide bulunarak, yayına belirgin biçimini veren ses dalgası gibi, morfik alan da embriyolojik gelişmede DNA molekülü üzerinde etkide bulunur. Radyo dalgasının önemli bir yönü, radyodan sesi oluşturmak gerekli enerji çok azını sağlamasıdır. Daha doğrusu, radyo dalgaları sonunda radyodan çıkan, kendisi için çok fazla miktarda enerji içeribilen, yayını yönlendiren ve düzenleyen çok az bir enerji sağlar. Benzer bir biçimde Morfik alanlar da, doğa üzerinde canlı etkiler meydana getirmek için az bir enerji gerektirirler. Bu önce tuhaf bir fikir görünebilir, fakat doğada birçok süreç en küçük enerji miktarından kolayca etkilenen mikro düzeylerde başlar. Büyüyen güller ve zambaklar arasındaki farkı düşünün. Baştaki embriyonik moleküler olaylar esnasında mümkün olan en küçük güçler, daha sonraki gelişmelerde birbirlerini çekebilirler. Bu aşamada konu enerji sorunu değil, bilgi sorunudur. Gülün genetik kodu, zambağınkinden daha farklı bilgi içerir ve Sheldrake'in dediği gibi farklı bir bir morfik alanı temsil eder. Benzer bir örneği, çok küçük enerji düzeylerinde başlayan ve sinir sisteminin geniş alanlarını içeren beyindeki elektrik faaliyeti için de verebiliriz. Gerçekten, sinir sistemi morfik alanların çok ince tesirlerini aramak için doğal yerdir.

    Sinir sistemi üzerinde etkisini ortaya koyan morfik alana "motor alan" denir. Motor alan, bir şahinin gölgesini gördüğünde, saklanmak için koşan küçük hayvanların eğilimleri gibi, genetik olarak programlanmış davranışları meydana getirmede önemli olabilir. Motor Alanlar, öğrenmeyi ve hafızayı açıklama içinde yeni bir model sağlayabilirler, yani hatıralar, geçmiş tecrübelerle kurulan motor alanlara eşittir. Bir kişinin bireysel hatıralarının onun eşsiz sinir sistemi ile uyumlu olması gerekmesine rağmen, bu bir kişinin deneyiminin diğerlerini etkileyebileceği anlamına gelir. Gerçektende bir şey bi kere öğrenildiğinde, daha sonra bir başka kişi tarafından daha kolay öğreniliyor. Bir düşünce veya davranış modeli, daha önceden meydana getrilmişse, daha kolay ortaya konuluyor. ilginçtir, bu teori bütün insanlığın paylaştığı, evrensel imajlar ya da temalar olan, Jung'un psikolojik arşetip kavramının ilk bilimsel, makul açıklamasını veriyor. Jung arşetiplerin, tarihsel zamanının çok uzun dönemleri boyunca inşa edildiğine inanıyordu, bu morfik alanların oluştuğu söylenilen süreçle çok uyuşmaktadır. Sheldrake, geçenlerde, "morfik titreşim teorisinin", Jung'un kollektif şuurdışı kavramının, yani arşetiplerin kökten doğrulanmasına yol açacağını söyledi.

    Morfik alanlarla eşzamanlılık arasında olan bağlantıyı, iki veya daha fazla bilim adamlarının ya da matematikçinin, birbirinden bağımsız, neredeyse aynı zamanda çok benzer keşiflerde bulunması olayında görebiliriz. Bunun en mükemelle örneği, ingiltere'de Isaac Newton ve Almanya'da filozof bilim adamı ve matematikçi C.W. Leibnitz tarafından aynı zamanda geliştirilen hesaplama metodudur. Newton, Leibnitz' in çalışması hakkında hiç bir şey bir şey bilmiyordu ve gerçekte daha kullanışsız matematik bir yöntemle yetinmişti.

    Morfik alanların varlığıyla açıklayabileceğimiz anlamlı rastlantıların diğer örnekleri, daha çok yaygın fakat daha az etkileyicidir. iki veya daha çok kişinin, birbirlerinin farkında olmadan, aynı zamanda benzer şeyleri düşündükleri ya da yaptıkları daha sık görülen durumları içerirler. Örneğin, tam siz onu aramayı düşündüğünüzde, bir arkadaşınız sizi arar. Aramadan önce her ikiniz de bu görüşmeyi tasarlıyordunuz ya da tam bir şeyi düşünmeye başlarsınız, yakınınızdaki bir kişi sizi bu dertten kurtaracakmış gibi, aynı konu hakkında konuşmaya başlar.

    Sheldrake'in The Presence of the Past (Geçmişin Varlığı) kitabında küçük bir ingiliz kuşu olan Baştankara'nın öğrendiği bazı basit davranışların yayılması anlatılır. Bu kuşların bir kaçı, insanların evlerine teslim edilen süt şişelerini gagaları ile delerek açıyor ve kapaklarını geriye doğru çekerek sütü içiyordu. Beş santimetre kadar sütü içebililiyor ve bazan da sütte boğulmuş olarak bulunuyorlardı. Dağıtım kamyonlarını izleyen ve şöför sütleri teslim ederken şişelere kırarak giren baştankara kuşlarının raporları da olmuştu. Bu olay ilk 1921'de, ingiltere'de Southhamton'da rapor edildi ve yayılması, düzenli aralıklarla 1947 yılı boyunca, Hollanda, Danimarka, ve isveç'te olduğu kadar ingiltere, iskoç ve irlanda'nın bir çok yerinde kayıt edildi. Olayın, sadece taklit etmeyle olduğu biçiminde geleneksel bir açıklaması mümkün olmakla beraber, bazı gerçekler, bu davranışın yayılmasında morfik alanların aktif rolünün lehine kanıtlar sunuyor. Birincisi, baştankaralar beslenme yerlerinden fazla uzaklaşmayan kuşlardır, oysa süt şişelerini açma alışkanlığı, Avrupa'ya yayılması dahil, daha önce söylenen yerlerden millerce uzak birkaç yerde birden ortaya çıktı. Sheldrake, alışkanlığın birbirinden bağımsız yalnız ingiliz adalarında seksendokuz kere yeniden keşfedildiğini tahmin ediyor. Dahası artan sayıda kuşlar bu alışkanlığı edinince, artan hızla yayıldı. Bu, davranışlarında güçlü motor alanın oluştuğunu akla getiriyor. Yayılmanın öğretici bir örneği süt şişelerinin ikinci Dünya Savaşı sırasında hemen hemen kaybolduğu, fakat 1947 ve 1942'de yeniden yeniden ortaya çıktığı Danimarka'da görüldü. Baştankara kuşlarının çok azı, alışkanlığı savaş öncesi yıllardan ileriye taşıyacak kadar uzun yaşayabildi, buna rağmen, süt şişeleri yeniden mevcut olunca, alışkanlık hızla yeniden ortaya çıktı.

    Yine bununla ilgili bir çalışmada, Yale Üniversitesi psikoloğu Gary Schwartz öğrencilere Eski Ahit'ten alınmış çok sayıda ibranice sözcükler verdi. Sözcüklerin bazılarını normalde basıldığı gibi verdi, değerlerinin bazı harflerini rastgele karıştırdı. ibranice bilmeyen öğrenciler, her biri tahmine olan güvenlerini belirterek sözcüklerin anlamını tahmin ettiler. Sheldrake'in teorisinin tahmin edeceği gibi, Schwartz, öğrencilerin, karıştırılmış olan sözcüklerin daha fazla güvenle asıl sözcükleri değerlendirdiklerini buldu. (Anlamlarını doğru tahmin etmemelerine rağmen.) Dahası, Eski Ahit'te nadiren rastlanan sözcüklerle kıyaslandığında sık sık rastlanan sözcüklere duyulan güven oranlarının yaklaşık iki kez yüksek olduğunu keşfetti. Buradaki fikir, tarih boyunca, güçlü morfik alanlar oluşturan sayısız insanın gerçek sözcükleri öğrenmiş olmasıdır; elbette en sık rastlanan sözcükler en fazla görülmüş ve okunmuşlardır. Gerçek sözcüklerin daha kolay kavranıldığı ihtimali, karışık sözcüklerin, gerçek sözcükler kadar yapısal olarak sağlam olduğunu bulan dil bilimci psikologların değerlendirmeleriyle ortadan kalktı. Farsça sözcükler, hatta Mors alfabesi kullanılarak benzer deneyler yapılmıştır. (kaynak1)

    Sheldrake'in teorisini Bohm'un örtülü düzen düşüncesi ile uyumlu kılan çok şey var. Hem Bohm hem de Sheldrake yaklaşımlarında holistik ve her iki teoride "yersizliği" (nonlocality) varsayıyor. Sheldrake'in morfik alanlarını, Bohm'un örtülü düzeninin bir özelliği olarak görmek mümkün müdür?

    Sheldrake ile konuşan Bohm, morfik alanlar düşüncesinin kuantum potansiyeli kavramında öne sürdüğü özlliklerin birçoğuna sahipolduğunu fark etti. Bu fikrin kökleri, 1927'de, elektron gibi tek partülüklerin, "kılavuz dalgalar" tarafından yönlendirildiğini öne süren, kuantum fiziğinin Fransız öncüsü De Broglie'nin ortaya attığı daha eski bir düşüncede yatıyor. Öneri o zamanlar iyi bir kabul görmedi. Bununla beraber, 1950'lerde Bohm, kuantum potansiyeli biçiminde benzer bir fikir tasarladı ve geliştirmek için De Broglie ‘yle birlikte çalıştı. Daha yenilerde, Bohm yine bu kavramla ilgilenmeye başladı. Kuantum potansiyelinin morfik alanların özelliklerinin bir çoğuna sahip olduğunu belirtiyor. Etkisi yerel değil, bir radyo sinyalinin enerjiden çok, bilgi sağlayarak bir uçağı ya da gemiyi "yönlendirmesi" ne benzer bir şekilde partiküle yol gösterir. Dahası içinde oluşturduğu bütünsel durumun bir ürünü olması anlamında holistiktir. Elbette, morfik alan tek partikülün hareketinden daha fazla yönlendirici olmak zorundadır. Bir organik yapının tüm karmaşık gelişimini, davranış modelini ya da hafıza yönlendirmek zorundadır. Fakat fikir aynıdır.

    Kuantum dünyasının mikro yapısıyla, morfik alanların ve eşzamanlılığın makro dünyası arasındaki büyük boşluğu kapama sorunu, sistemler teorisyeni Ervin Laszlo'nun parlak teorik çalışmalı ile çözümlenebilir. O'nun psi alanı hipotezi, Bohm'un kuantum potansiyeline eşit, matematiksel dalga işlevinin, gittikçe artan bir şekilde, gerçek dünyanın karmaşık olayları üzerine direkt etkisi olan yüksek düzenli "yerleşik" yapıları oluşturduğu varsayılıyor.Bu yapılar ya da modeller, Sheldrake'in morfik alanlarına benzeyen yerel olmayan psi alanlarında muhafaza ediliyor. Bu iki teori aynı değil, çünkü psi alanı hipotezi açıkça, kuantum düzeyindeki gerçekliğe değiniyor. Dahası, bunun ana amacı, geniş kapsamlı olguları, özelliklede bizi burada ilgilendirmeyen organik evrimin bazı yönlerinide açıklamaktır. Bununla beraber Laszlo, mikro dünya olaylarını, gündelik hayatın makro olaylarına dönüştürme sorununda, derin ilerlemeler kaydetmiş görünüyor. Fikirleri, eşzamanlılığın gözlemlenen olaylarıyla uyumlu, bir fiziksel dünya perspektifi için tam gerekli olan fikirlerdir.

    Rupert Sheldrake gelişim biyolojisinin morfogenetik alan kavramını ciddi bir şekilde ele alıp, bu fenomenleri tamamen yeni bir türden fiziksel etkiler şeklinde yorumlamıştır. Önerdiğine göre, alan, embriyonun son şekli konusundaki bilgiyi belirli bir şekilde depolar ve büyüdükçe, gelişmesine yol göstermeye devam eder. Sheldrake, "morfik rezonans" şeklinde yeni bir unsur ortaya atmaktadır. Buna göre, yeni bir form türü ortaya çıktığında, bu tür kendi morfogenetik alanını kurmaktadır. Daha sonra bu teknolojik bilgi yayılır ve doğa, adı geçen organizmaların gelişmesine kılavuzluk edebilir.

    Bu morfogenetik alanlar, yalnızca yaşayan organizmalara özgü değillerdir. Sheldrake'in dediğine göre, kristaller de bu alanlarada sahiptirler ve bu alanlar ayrıca hatırlama yeteneği ile yakından ilişkilidirler. Örneğin, bir hayvan yeni bir şey öğrendiğinde, aynı türün diğer hayvanları onu taklit ederler. Sheldrake'in alanları, uzay ve zaman içinde normal sebep-sonuç bağı içinde hareket etmezler. Gelecekte ise onların doğası, genelde fizikçiler için afaroz edilecek bir şeydir ve dolayısı ile Sheldrake'in çalışması, ana bilim buluşlarının bir parçası olarak kabul edilmez.
    0 ...
  6. titreşim yasası

    1.
  7. Çekim yasasını bir çok kişi duymuş hatta hayatında uygulamaya çalışmıştır.

    Ancak titreşim yasasını bilen insan sayısı daha azdır ve uygulanması konusunda fikir sahibi olanlarda fazla sayıda değildir. Çekim yasası benzer enerjiler bir birini çeker derken, titreşim yasası, herşey bir müzik notası gibi titreşir ve siz kendi titreşimize uygun şeyleri hayatınıza çekersiniz der.

    ikisi ilk bakışta birbirine çok benzer gibi görünse de aslında aralarında ciddi bir fark vardır. Çekim yasasında istediğiniz bir şeyi hayatınıza çekmek için buna odaklanmak zorundasınızdır.

    Ne istediğinizi bilmeli, isteğinize sürekli enerji göndermeli, zihninizi odaklamalı ve pozitif zihin durumunuzu korumalısınız. Olumlamalarla ve imgelemelerle çalışmanız ve istediğiniz şeyi çekmek için benzer enerjileri üretmeniz gereklidir.

    Oysa titreşim yasasında sizin özel bir çalışma yapmanıza gerek yoktur. Amaç bir şeyi istemek ve bunu hayatınıza çekmek değildir. Amaç pozitif bir titreşime sahip olmak ve güzel şeyleri hayatınıza otomatik olarak çekmektir. Burada belli bir amaç yoktur, sadece kendinizi gelebilecek her türlü iyi ve güzel herşeye açmak vardır. Bazı insanlar çekim yasası ile çalışmalarına rağmen bir türlü istediğim şeyleri hayatıma çekemiyorum şeklinde şikayetler ederler. Bu durumda çekim yasası işe yaramıyor sonucuna varır ve çalışmalarını bırakırlar yada nerede hata yaptıklarını anlayamaya çalışırlar.

    Aslında bu durumun nedeni oldukça basittir. Kişi titreşim yasasına göre, kendi titreşimine uygun olan şeyleri hayatına çekmektedir. Titreşim yasasını belirleyen şeyler en fazla bilinçaltındadırlar. Buna şöyle bir örnek vermem doğru olacaktır. Bilinçaltında yoksunluk, parasızlık korkusu gibi duyguları olan bir insanın sahip olduğu titreşim buna uygun olacaktır. Kişi hiçbir şey yapmasa bile maddi sorunları ve borçları hayatına çekecektir.

    Bu kişinin çok istediği bir evi satın almak için çekim yasası ile çalışıyor olduğunu varsayalım. Evi almak için eve odaklanıyor ve evi kendisine çekecek enerjileri üretiyor, yani çekim yasasını işletiyor. Ancak bir taraftan da titreşim yasası aynı anda işliyor. Evi bilinçli olarak hayatına çekmeye çalışırken bir taraftan da bilinçsiz olarak borçları hayatına çekiyor.

    Bu durumda en iyi ihtimalle bu enerjiler bir birini nötrleyecektir. Ancak kişi bir süre sonra istediğim olmuyor diyerek çalışmayı bırakacak ve titreşim yasasına uygun bir şekilde yaşamaya devam edecektir. Bir ihtimalde çekim yasası ile çalışırken istikrarlı ve azimli bir şekilde devam etmesi ve çalışmayı bırakmamasıdır. Bu durumda istediği evi gerçekten hayatına çekebilir ama titreşim yasası işlemeye devam edeceği için yine borçlar hayatında olacaktır, yani istediği refaha ulaşması kolay olmayacaktır.

    Titreşim yasasının işleyişinde, auranızın yani enerji alanınızın ne kadar pozitif olduğu, doğal düşünce şeklinizin en kadar olumlu olduğu ve bilinçaltınızda neler olduğu çok önemlidir. Tireşim yasasını tam olarak anlayamazsak ve buna uygun değişiklikleri yapamazsak bu durumda, otomatik olarak hayatımıza bir şeyleri çeker dururuz ve çoğu zaman da bunlardan şikayet ederiz. Ancak titreşim yasasını tam olarak anladığımız ve buna uygun davrandığımız zaman, otomatik olarak iyi ve güzel şeyleri hayatımıza her an çekeriz.

    Titreşim yasasını anlamak size ne kazandıracak?

    1.Hayatınıza baktığınız zaman sahip olduğunuz titreşimin ne olduğunu anlayacaksınız. Eğer hayatınızda sürekli benzer olayları ve sorunları yaşıyorsanız bunun titreşim yasası ile ilgili olduğunu anlayacak ve titreşiminizi değiştirmek için harekete geçeceksiniz.

    2.Doğal tireşiminizi sevgi, mutluluk, refah ve sağlığa ayarmalayı başardığınız zaman, otomatik olarak iyi ve güzel şeyleri hayatınıza nasıl çekebildiğinizi göreceksiniz.

    3.Sizin titreşiminiz değişince çevrenizdeki insanlarda bundan etkilenecekler ve onların da titreşimleri olumlu olarak değişecek. Değişimi reddenler ise, artık sizinle aralarında bir uyum kalmadığı için büyük bir olasıkla hayatınızdan gideceklerdir. Bu konuda rahat olabilirsiniz, bu kişiler zaten size sorun çıkartan ve enerjileri ile sizi aşağıya çeken kişiler olduğu için, hayatınızdan gitmeleri sizin için olumlu olacaktır. Aranızda sevgi bağı olan kişiler ise olumlu değişimler yaşayacaklar ve onların da hayatlarının şifalanmasına katkı sağlamış olacaksınız.

    4.Tireşim yasası sürprizlerle dolu bir yasadır. Titreşiminiz değiştiği zaman hayatınıza çekeceğiniz olaylar size güzel sürprizler yaşatacaktır.

    5.Tireşiminizi olumlu bir duruma getirince, çekim yasası ile ilgili çalışmalarınızdan çok daha kısa zamanda ve başarılı sonuçlar alacaksınız.

    Titreşim yasasını kullanma

    Titreşim yasasını kullanmak için bilinçaltını değiştirme ve auranın temizlenmesi en önemli iki konudur. Refah içinde bir yaşam sürdürme rehberi isimli kitabımızda bu konuda detaylı bilgiler vardır. Kitapta bilinçaltı programlama kısmında 21 günlük bilinçaltı çalışması anlatılmıştır. Ancak konu olarak sadece refah için çalışma verilmiştir. Çalışmanın içeriğini ve nasıl yapılacağını bu kitaptan inceleyebilirsiniz. Bunun dışında bilinçaltında olabilecek sorunlar için aşağıda bazı olumlamalar veriyorum. Bunlarla da bilinçaltı değiştirme yada inanç değiştirme tekniklerinden birisiyle çalışabilirsiniz.

    Değersizlik Duygusu: Ben çok değerli bir insanım ve kendi değerimi biliyorum.

    Başarısızlık Korkusu: Ben başarılı bir insanım ve tüm başarılarım için kendimi kutluyorum.

    Yetersizlik Duygusu: Her durumda yeterli olduğumu biliyorum ve her zaman kendime yetiyorum.

    Sevilmeme korkusu: Kendimi seviyorum, sevilmeyi hak ediyorum ve bana gelen sevgiyi mutlulukla kabul ediyorum.

    Terk edilme korkusu: Her zaman sevdiğim insanların yanımda olacaklarını biliyorum.

    Güvensizlik Duygusu: Kendime tamamen güveniyorum ve bana güvenen insanları hayatıma çekiyorum.

    Gelecek Korkusu: Hayatın akışına güveniyorum ve bana gelen güzel şeyleri sevgiyle kabul ediyorum.

    Onaylanmama Korkusu: Kendimi onaylıyorum ve bu benim için tamamen yeterli.

    Suçluluk Duyguları: Kendimi ve hayatıma giren herkesi affediyorum.
    Geçmişimi sevgiyle arkamda bırakıyorum.

    ihanete Uğrama Korkusu: Ben dürüst bir insanım bu yüzden dürüst insanları kendime çekiyorum.

    Esir Olma Korkusu: Sevdiğim insanla birlikte özgür olduğumu biliyorum.

    Hata Yapma Korkusu: Her zaman en doğru kararı veriyorum ve her şey benim hayrıma oluyor.

    alıntı : (nerden aldığımıda unuttum,notlarım arasındaydı.)
    2 ...
  8. bağırsağın 2 ci beyin olması

    1.
  9. nöro-bilimcilerin ifadesine göre, karındaki ikinci beyin; hücre yapısı, etken maddeleri ve reseptörleri sayesinde kafadaki beynin bir ikizi olacak kadar beynin aynısıdır. ikinci beyin; düşünüyor, hissediyor, hatırlıyor ve karar veriyor. Özellikle korku, sevinç ve üzüntü gibi yüksek duygularda büyük rol oynuyor.

    Bilimin eski gerçeklik çizgisi, her gün bir başka yerinden kırılmaya devam ediyor. On-on beş yıl önce, kafamızdaki beyin dışında, karnımızda ikinci bir beyin daha var diyenin aklından şüphe duyardık mutlaka. ilginç olan şey, bizim bilimi gündelik hayata çok geç geçirdiğimiz gerçeğidir. Zira karındaki ikinci beyin konusunu ortaya atan bilim adamı Prof. Dr. Michael Gershon, The Second Brain kitabını 1998 yılında yazmış. 1998 ile 2011 arasında geçen zaman, iletişim çağının hızlı özellikleri düşünüldüğünde hiç de az değil. Yeni bir cep telefonu çıktığında yıldırım hızıyla çekip yaşantımızın içine alıyoruz da gerçek gelişimi sağlayacak bilimsel konularda taş devri hızına düşebiliyoruz. Bu konuda yazılmış çok az yerli bilgi kaynağı var ve hepsi birbirinin kopyası adeta.

    Karındaki ikinci beyin, sadece bilimle uğraşanları değil en sade vatandaşı da ilgilendiren çok önemli bir konu. Çünkü insanın sağlıklı olması ve ruhsal gelişimi için bilinmesi gereken çok önemli noktalar içeriyor. Gönül istiyor ki, teknolojinin magazinsel ve tüketime yönelik konuları yanında bizi bilinçlendirecek konular da popüler olsun. Sanırım bilimi anlaşılır olarak gündelik hayata aktarma noktasında bizlere de önemli görevler düşüyor.

    Eski bilgeliklerin bize anlattığı bazı şeylerin saçma sapan hurafeler olduğunu düşündük yıllar boyu. Oysa gün geçtikçe bilim, o hurafeleri anlamlandırır yeni çalışmalar ortaya koyuyor. Meğer hurafeler hurafe değilmiş! Eski bilgiler; bizim algılarımızdaki darlık nedeniyle hurafesel anlatımlara neden olmuş meğer; CERN den gelen ;Işık hızını aştık; iddiasının ne kadar katı bir çizgiyi kırdığını anlamamız sanırım yıllarımızı alacak. Işık hızının aşılmasının yansımaları, metafizik boyutların tanımlanabilir ve deneysel olduğunu kanıtlayacaktır yıllar içinde. Biz insan realitesindeki eski gerçeklere sıkı sıkı tutunmaya devam edeceğiz çoğunlukla. Algımızdaki katı gerçekleri aşmak, Einstein;in dediği gibi atomu parçalamaktan daha zor. Atom çoktan parçalandığına göre bence o söylemin yeni duruşu şu olmalı:

    Önyargıları parçalamak, ışık hızını aşmaktan daha zordur...

    Kanımca,Karındaki ikinci Beyin; gerçeği de bunlardan birisidir ve ben bu bakış açısıyla bazı bilgiler paylaşmak istiyorum.

    Bağırsaklardaki ikinci Beyin

    Dünyayla göbek bağı, karnında kelebekler uçmak, zorluktan göbek çatlatmak, karnı zil çalmak, korkudan karın ağrısı söylemleri aslında karında ikinci bir beynin var olduğunu bize anlatan ifadelermiş. Biz her şeyi başımızdaki beyinle ilişkilendirip tanımlarken bazı şeyleri eksik şekillendirmişiz.

    Nöro bilimcilerin ifadesine göre, karındaki ikinci beyin; hücre yapısı, etken maddeleri ve reseptörleri sayesinde kafadaki beynin bir ikizi olacak kadar beynin aynısıdır. ikinci beyin; düşünüyor, hissediyor, hatırlıyor ve karar veriyor. Özellikle korku, sevinç ve üzüntü gibi yüksek duygularda büyük rol oynuyor. Bağırsak duvarında sinir hücrelerinden oluşan bir katman mevcut. Bağırsaklar sadece dışkılama yapmaz, sempatik ve parasempatik sinir sisteminin maddelerinin iletimini, bazı uyarıcı hormonların ve koruyucu salgıların dengesini de kontrol eder.

    Her gün dışarıdan aldığımız besinlerde yüzlerce zararlı madde ve ölümcül organizmalar vardır. Bağırsaklar ana beynin farkında olmadığı bu tehlikeleri ilk olarak hisseder ve yüksek bir savunma sistemi içeren bir merkez gibi çalışır. Çünkü bağırsaktaki hücreler bilgiyi kaydeder ve kullanır. Bu özellik bile onun tek başına bir karar merkezi olduğunun kanıtıdır. ikinci beyin, psikolojik durumumuza etki eden dopamine, opiat gibi psikolojik ve sakinleştirici maddelerin kaynağıdır. Yapılan deneylere göre; birinci ve ikinci beyin sindirim sistemini kendi aralarında paylaşmışlar. Ağız, yemek borusu ve mide üst kısmı yukarıdan emir alıyor, fakat mide çıkışından itibaren ikinci beyin devreye giriyor. Bu bölüşüm diyafram kasıyla da yakından bağlantılı zira diyafram vücudu ikiye bölen çok önemli bir kastır. Diyafram; iki beyin ve iki beden bölgesi arasında bir köprü gibi bağlantı kuruyor. Bu bağlantıyı nefes konusuyla ilişkilendirerek tekrar ele alacağım.

    ikinci Beynin Bilinmeyen Gerçekleri

    ; Karın bölgesindeki bu ikinci merkez ile mutluluk salgılarının, psikolojimizi belirleyen durumların çok yakından alakalı olduğu tespit edilmiş.

    ; Elliden fazla sayıda hastalıkla, bazı psikolojik rahatsızlıkların kökeninin, bizim şimdiye kadar farkında olmadığımız ikinci beyin bölgesindeki aksamalardan kaynaklandığı anlaşılmış.

    ; Tanısızlıktan hastalık hastası diye tanı konulan vakalarda gerçek suçlunun birinci beyin değil, ikinci beyin olduğu ortaya çıkmış.

    ; Bebeklik döneminde birinci beyinden önce ikinci beyin devredeymiş. ikinci beyinin hafızasının bebeklik döneminde yaptığı kayıtlar nedeniyle ömür boyu depresyon yaşama riski mevcutmuş.

    ; Kişilik oluşumu ikinci beyinle yakın ilişkideymiş. Çünkü bilinçaltı kayıtlarıyla ikinci beyin sıkı bağlantı halindeymiş.

    Özellikle bu bilgi, bebeklik döneminde sağlıklı ve huzurlu bir ortamın ne kadar gerekli olduğunu bir kez daha anlatıyor bize. Doğa şifacısı ebe ninemin bebek bakımında doktorlara inat bize yaptırdığı ve anlattığı güya hurafeleri daha iyi anladım bu bilgiler sayesinde.

    ikinci beynin yarattığı biyolojik şifreler; sezgi, korku, aşk gibi konularda karın bölgesinde duyumsanan hislerin yol göstericisi. Entelektüel zekâ verileriyle hareket etmeyen sezgisel kararlar, ikinci beynin eseridir. Bu duruma Gut feelings yani karın hissiyatı deniliyor. Aklımızla tarif edemediğimiz bir sürü kararın altında bu biyolojik karar mekanizması yatıyor. Yani bedenimiz birinci beyini dinlemeden hareket kararı veriyor. Akıldışı gibi görünen eylemlerin altında yatan bilimsel gerçek budur belki de. Özellikle; görünmeyen alanlar dediğimiz ruhsal alanlarda, ya da bilinçaltında bizi yöneten merkez karın bölgemizdir şeklinde bir gerçek çıkıyor ortaya. Birinci beyin; kararı bağımsız olarak kendisinin verdiğini sanırken, ikinci beyinin kendisine gönderdiği bilgi deposundan geri bildirim aldığının farkına varmıyor. Birinci beyin gözlemcidir ve karar verirken gereğinden fazla enerji harcar. ikinci beyinle verilen kararlar daha çözümseldir. Sonuçları itibarıyla daha uyumlu bir yaşam sağlar.

    ikinci beynin fiziksel faaliyet etkinlikleri bilimsel olarak incelenirken işin içine ruhsallık ve bilinmeyen alanlarımız giriyor; çünkü sezgi, korku, aşk gibi konular ruhsal alanımız içindedir. Rüyalar da bu alanın içinde yer alıyor.

    Bağırsakta mı Rüya Görüyor?

    ikinci beyin; rüya görme konusunda da ilginç bir rol oynuyor. Derin uyku evresi sırasında bağırsak beyin sakin, ritmik dalgalanma yapıyor. Rüya görüldüğünde ise, uykunun rem devresinde bu ritmik dalgalanmaların arttığı ve titrediği gözlemleniyor. Bağırsakların ve serotonin hücrelerinin uyarılması, gece rüyada görülen görüntülerle bir paralellik oluşturuyor. ikinci beyinle ilişkilendirilen bazı hastalıklarda uyku bozukluğu şikâyeti vardır, çünkü rüya sırasında tıpkı birinci beyinde olduğu gibi ikinci beyin bölgesinde de aynı hareketlilik gözlemleniyor.

    Bilim adamları artık Bağırsak da mı rüya görüyor? şeklinde bir soru soruyor. Ruhsal dünyamızın bir yansıması olarak kabul edilen rüyalarımız, bilinmeyen âlemlerin çıkış kapısıdır. Bilinmeyen yanımızın keşfedilmesi, ikinci beynin faaliyetlerinin keşfedilmesiyle paralel olarak ilerleyecek gibi görünüyor.

    ikinci Beynin Ruhsallıktaki Rolü

    Bilgelik, farkındalık, ruhsallık, meditasyon, astral seyahat, çakralar, nefes, yoga ve benzeri konular içinde karın bölgesinin çok önemli ve ayrı bir yeri vardır. Astral seyahat çalışmalarında odaklanılan bölge karın bölgesidir. Göbekten çıkan bir kordonla bedene bağlı kalıp seyahate çıkılır bu çalışmalarda. Bedendeki bağ koparılmadan ve bilinen zihin devre dışı bırakılarak yapılan bu seyahatte bizi yöneten, yönlendiren ve koruyan karar merkezi ikinci beyindir.

    Solar Pleksus adı verilen karın boşluğu bölgesinde tek bir noktadan tüm vücuda yayılan bir sinir ağı vardır. Bu sinir ağı, omurilikten çok daha fazla sinir hücresine sahiptir. En önemli çakralardan birisi bu bölgededir. Vücudun üst bölgesinden gelen enerji ile alt kısımdan gelen enerji bu bölgede karşılaşır ve iki enerji kavuştuğunda uyanış başlar. Bu bölgedeki sorunlar yaşamsal tehlikeler yaratır.

    Ana karnında hayata bağlanıp enerji aldığımız göbek bölgesinde, doğduktan sonra da enerji girişi olmaya devam eder. Sonsuzluğun saf gücü, ikinci zihnimiz sayesinde bizimle bağlantıda olmaya devam eder. Alışkanlıklarımızın değişmesi gereken durumlarda ki; bunlar birinci beyin yönetimindedir, bu bölge üzerinde çalışmalar yapılarak arınma yaratılır. Karın bölgesinde enerji zayıflığı olan insanlar cansız, moralsiz, depresyonlu, kendini gerçekleştiremeyen, hayatın kendisine verdiklerinden öfke duyan kişilerdir. Bu bölgede canlı enerji taşıyan insanlar cesur, cesaretli ve akışkandır.

    Bu bölgenin alanında kalan organlar mide, bağırsaklar, safra kesesi, karaciğer, pankreas ve diyaframdır. Diyafram aracılığıyla nefesi belirlemesi, bu bölgeye yönelik çalışmalarda nefesin gelişmesini sağlar. Nefes farkındalığını değiştirerek fiziksel etkinlikler ve salgılar değiştirilebildiği gibi ruhsal değişiklikler de yönetilebilir.

    Tüm meditasyon çalışmalarında karın bölgesi farkındalığı vardır ve o bölgeye odaklanarak Zihni Durdurma sağlanmaya çalışılır. Sol beyin kullanımı yüksek olan kişiler, özellikle bu söylemden korkarlar ya da akıl dışı bulurlar. Oysa yapılması istenen şey, birinci zihni durdurup, ikinci zihni devreye sokmaktır. ikinci zihinde, zaman ve madde boyutu birinci zihnin gerçeklerin çok farklıdır. Işık altı boyutun dışında kalan gerçeklerdir bunlar. Bizi dört boyutun içine zincirleyen ve hapseden kalıplardan özgürleşip birinci zihinden kurtulunca sonsuzluğun içinde yolculuk başlar. Bu yolculuk sırasında bizi koruyan, gözeten, yol gösteren mekanizma ikinci beynimizdir. Ona ;Bedenin Zihni adını verebiliriz ve o bizi asla tehlikeye atmaz. Bütün astral çalışmalarda geri dönmeme gibi bir tehlikenin olmadığı söylenir. Çünkü bizi geriye getiren kordon, ikinci beyinle sürekli bağlantıdadır.

    Bu tür çalışmalarda birinci zihnin hafıza kuralları değil, ikinci zihnin hafıza kuralları geçerlidir. Bu yüzden o boyutta yaşananlar sıra dışıdır ve birinci zihinde bazen hatırlanmazlar. Tıpkı rüyalarda olduğu gibi Ama ikinci zihnin kayıtları hücresel olarak var olmaya devam eder ve bizi gündelik yaşamın içinde sezgisel olarak uyarırlar. Bu hücresel kayıt sisteminde suyun hafıza gücünün etkili olduğunu hatırlamak yararlı olacaktır.

    Bir fiziksel bedenimiz bir de enerjisel bedenimiz yani, çift özellikli bir varlık olduğumuz bilgisini bize ispatlamakta önemli bir yer tutan ikinci beyin, mana dünyamızın kontrolünde çok etkindir ve sonsuzluğun içindeki yolda koruyucumuzdur. Eğer biz varlıksal (enerjisel) olarak ışık hızını aşabiliyorsak bunun bize sağlayıp, kayıtlarını tutan ikinci beynimizin biraz daha farkında olmalıyız. Dünya ile kurulan Beyin Bağı ve sonsuzlukla kurulan Göbek Bağı varlığımızın ikili özelliğinin dengesini sağlayan dualitik bir farkındalıktır.

    ikinci beyin; zihni durdurmanın ve içsel sessizlik yaratabilmenin, enerjisel yolculuk yapmanın, manasal güçlenmenin amacını biraz daha bilimsel açıklamaya kavuşturdu ve bir hurafe dizini daha popüler gerçeğe dönüştü. Darısı Işık Hızını Aşmanın başına

    ikinci beyin Karın boşluğu, vücudun merkezinde başlı başına bir evren. Araştırmacıların uzun yıllar gereken ilgiyi göstermediği bağırsaklar, ikinci beynimiz tarafından Ekran Alıntısıyönetiliyor.
    Sindirim organımız, omuriliğinde bulunandan çok daha fazla, 100 milyon adet sinir hücresi ile çevrili. Enterik sinir sistemi olarak adlandırılan bu örgü, giderek daha çok bilim insanını heyecanlandırıyor.
    Birçok uzmana göre karın bölgesi, kafatasındaki merkezin devamı. Karnımızdaki beyin serotonin gibi ruh hâlimizi belirleyen nörotransmitterleri üretiyor ve psiko-aktif maddelere tepki veriyor.
    Karın özerk çalışıyor; kafatasındaki beyne gönderdiği sinyaller, beyinden aldığından fazla. Hastalanıp kendine özgü nevrozlar geliştirebiliyor. Karın da hissediyor, düşünüyor ve hatırlıyor.
    Sezgisel kararlarımızı bu içsesi dinleyerek alıyoruz. Ekran Alıntısı
    Dünya üzerindeki tüm kıtalar ve kültürlerde, duyguların bedenimizin merkezinde oluştuğu biliniyor.
    Bir zorluğun aşılırken göbek çatlatması, sevincin göbek attırması sinirin mideye vurması,açlıktan karnın zil çalması ya da dünyayla göbek bağı gibi deyişler bu yüzden.
    Irkları, kültürleri ne olursa olsun, sevinç, korku, huzur, ihtiras gibi duyguları, en yoğun olarak nerede hissettiklerini göstermeleri istendiğinde, hemen hemen tüm insanlar karın bölgelerine işaret ediyor, çünkü insanlar bu karanlık mağarada bir şeylerin olup bittiğini, karınlarının kendilerine bir şeyler anlattığını, şifreli mesajlar gönderdiğini hissedebiliyorlar.
    Çok eski zamanlardan beri, meditasyon yapan insanlar, bedenlerinin derinliklerine yolculuğa çıkıyor, burada huzur ve bilgeliği arıyorlar. Ve hatta, günümüz dünyasına egemen ekonomi disiplini bile, küresel bir dil olan içsesin öneminin farkında. Başarılı yöneticilerin el kitaplarında içsesinizi dinleyin gibi cümlelere sık sık rastlanıyor, borsacılara da aynı telkinde bulunuluyor.
    içsesimizin fısıldadıklarını beynimizin kabullenmesi, karnın beyni galebe çalması anlamına gelmiyor ama, en azından beynin vücudumuzun tek hâkimi olduğu mitini ciddi şekilde sorguluyor.
    Karnın ne denli belirleyici olduğunu bilim de doğrulamaya başladı. insan bedeninin herhâlde en şiirsel olmayan bölgesi bağırsaklar, gerçekten hayatın önemli sırlarını barındırıyor. Zekice işleyen sindirim sistemiyle sürekli devinim hâlinde olan, ancak hareketliliğini genelde görmezden gelmeyi tercih ettiğimiz karnımız, bilimsel araştırmaların odağına yerleşti son dönemde.
    New Yorktaki Columbia Üniversitesinde görevli nörobilimci, anatomi ve hücre biyolojisi uzmanı, 1998 yılında yayımlandığında çığır açan The Second Brain adlı kitabın yazarı Prof. Michael Gershona göre karnımızda ikinci bir beyin bulunuyor.
    Bağırsaklar 100 milyon adet sinir hücresiyle çevrili. Bu kadar çok sayıda sinir hücresine omuriliğinde bile rastlanmıyor. Kulağa hakaret gibi gelse de, birçok nörobilimciye göre ikinci beyin asıl beynin bir kopyası. Hücre tipleri, etken maddeler ve reseptörleri aynı.
    Karın bölgesinde bu kadar çok sinir hücresinin bulunması bilimcileri de burayı araştırmaya yöneltti. Son dönemde, nörogastroenteroloji gibi zor bir isme sahip olan disipline ilgi hayli arttı.
    Enterik sinir sistemi üzerine çalışmalar yapan dünyadaki bilim adamları,insan bedeninin karanlık bölgelerine yaptıkları keşif gezilerinden söz ediyor.Uzun zaman bağırsaklara basit refleksleri olan bir organ gözüyle baktık diyen Londra Üniversitesinden Emeritüs Prof. David Wingate,kimsenin aklına sinir liflerini saymak gelmedi diyor. Gastrointestinoloji uzmanı Wingate, bu alanın öncülerden ve nörogastroenteroloji kavramının yaratıcılarından.
    Los Angelestaki California Üniversitesinden, fizyoloji profesörü ve nörogastroenteroloji uzmanı Emeran Mayer ise Bundan birkaç yıl önce psikolojik durum ile karındaki ikinci beyin arasındaki ilişkiden bahsetseydim, meslektaşlarım benimle alay ederdi” derken, Flinders Üniversitesinde görevli Avustralyalı araştırmacı Marcello Costa, başta kendisinin de inanmadığını anlatıyor.
    Herkesin hemf ikir olduğu konu ise şu: Beyin haricinde en çok sinir hücresinin bulunduğu bağırsaklar, aslında kendi başına bile fazlasıyla karmaşık bir iş olan sindirim işleminden çok daha fazlasını yapıyor. ikinci beyin, hem vücut hem de ruhun hayatta kalmasını sağlıyor; kendisi psikolojimiz üzerinde belirleyici olan serotonin, dopamin, opiatlar gibi psiko-aktiv maddelerin kaynağı. Hatta valium gibi etkili ilaçların teskin edici özelliklerini kazandıran benzodiazepin gibi kimyasallar bile burada üretiliyor. Kısacası karın, beyni pek çok şekilde besliyor.Tıp uzmanları bağırsaktaki sinir sistemini araştırıyorlar.
    Yediklerimizden elde ettiğimiz enerji yaşam kaynağımızdır.
    Midemizde sindirilmeye başlayan besinler, oniki parmak bağırsağında safra kesesinden
    ve pankreastan gelen safra ve pankreaz öz suyu ile birleşir.
    Enzimler pelte haline gelen besinleri moleküllere ayırır.
    Milyarlarca küçücük emici tüy ince bağırsağın yüzeyini büyütmektedir.
    Sindirimin bu aşamasında Karbonhidrat, yağ ve şeker emilir.
    Sayısız komplike biyokimyasal mekanizma en ince noktaya kadar birbiriyle etkileşir.
    Besinler beynin hükmünden bağımsız olarak bağırsaklar tarafından dalga formu şeklinde ileri doğru
    hareket ettirilir.
    Bu peristaltik refleks bağırsak beyin tarafından harekete geçirilir ve devamlılığı sağlanır.
    Sindirim sistemi yaklaşık olarak 100 milyon nöronun hükmü altındadır.
    Bağırsakların içinde bulunan sinir sistemi beyinden sonra gelen en yoğun nöron ağını içerir.
    Bu olağanüstü sinir ağı bağırsak içindeki besinleri analiz etmenin yanısıra (1.00-1.06) baş beynimizdeki uyarıcı
    ve engelleyici neurotransmitterlerinde cok hassas bir şekilde dengede kalmasını kontrol eder.
    Bu durum itibariyle beynimizde bu sisteme dahil olmuş olur.
    12 ...
  10. sefirot ve kabbalah

    1.
  11. Kabala'ya göre; evrenin oluşumunu belirleyen aşamalar.

    Sefirot, çoğul bir sözcüktür. Tekili "sefira"dır. ibranicede etimolojisi bakımından "safar" yükleminden türetilmiş olup, "sıralama" ya da "numaralama" anlamına gelir. Kimi kabalistik yazarlar, bu sözcüğün kökenini, "parlak ve pek güzel" anlamına gelen "safiri" sıfatına bağlamıştır. Kabaladaki kullanımında ise, sefirot, "çemberler" (daireler) ya da "yörüngeler" anlamına gelmektedir.

    Kabala'ya göre; Tanrı evreni 32 aşamada oluşturmuştur. Bu aşamalardan her biri, ayrı bir sefiranın karşılığıdır. ilk on sefirot, diğerlerine oranla önceliklidir. Bunlar, Güneş Sistemi'ni oluşturduğu varsayılan 10 göksel cisim tarafından temsil edilir. Diğer 22 sefirotun her biri de ibrani alfabesinin harfleriyle temsil edilir. Bu 22 harf, dönüşlü olarak "yaratıcı söz"ün karşılığı olan ilk on sefirotu oluşturur.

    Bu on sefiranın, birbirleriyle olan tasarımsal ilişkileri bakımından yerleştirilmiş olduğu şematik düzen aslında üç boyutludur; aradaki bağlantılar birbirini kesmez. Fakat kağıt üzerine çizildiğinde bir düzlem üzerindeymiş gibi görünür.

    Tüm ezoterik ve teozofik öğretilerde Kabala’ya benzer anlatımlar vardır. Bilgi iniş kaynağının kökeni olarak tek bir noktadan olduğu için her kavmin bilgiyi kendine göre yorumlarının olması, evrensel bilgilerin çeşitli kalıplardaki ve renklerdeki birliğini, tekliğini görmek açısından da eşsiz bir fırsat sunmaktadır bizlere. Bilginin 10 katmanda açılışına Kabala’da Sefirot denmektedir. Sefirot, 10 emir olarak da Kutsal Kitaplarda emir olarak bildirilen bilgilerin ezoterik karşılığıdır.

    Kabala, içrek, Batıni ya da kısaca Ezoterik açılımlar içerir. Kabala, 10 kutsal sözün öğretiye uygun teozofik yani tanrıbilime uygun açıklamalarını yapar. Sefirah sözcüğünün hiçbir dilde tam karşılığı yoktur, bunun kökü cipher ve saphire sözcüklerine dayanır. Bazıları Sefirot’u kutsal güçler ve kutsal akımlar olarak görür, bazıları da kutsal yönetimin alet ve araçları olarak niteler. Mistikler ise bunları Tanrının on yüzü, eli ve hatta elbiseleri olarak ifade ederler.

    Sefirot arasındaki ilişki üç kapalı kutsal prensip tarafından yürütülür. Bunlar yani Zahzarot; ilk isteğin gizli parlaklığı, Merhamet ve Adalet' tir.

    istek dengeyi sağlar, Merhamet genişletir ve Adalet yayılmanın akışındaki dengeyi kurar, bazen de akışı zorlar. Böylece Sefirot sembolünün anlatmak istediği 10 kutsal davranışın kesin örnekler şeklinde organize edilmesi mümkün olur.

    Dördüncü olarak söylenen örnekse, her şeyin ortaya çıkmaya dayandığının modelidir. Yokluktan varlığa geçiş sonra tekrar yokluğa dönüş paradigması tüm ezoterik ve inisiyatik öğretilerde sık rastlanan bir paradigmadır ve araştırıcının da esnek bir zihne sahip olması şartını gerektirir. Kozmoloji ve teozofi ile ilgilenmek isteyenler, karşıt görüş gibi gözüken görüşlere, iç içe geçmiş sembolleri çözmeye yatkın bir zihne sahip olmalıdırlar.

    Her şeyin ortaya çıkmaya dayanması modeli, Kabala’da Tanrı'nın imajı olarak adlandırılır, fakat genellikle bu imaj hayat ağacı olarak bilinir. Her sefirah, dönüşte bir zahzarot’un bölgesel etkisiyle yayılır, bu nedenle 10 sefirah’ı açığa çıkaran akım, şimşek çakması gibi zig zag şeklinde görüntü verir. Merkez noktadan denge, sağ yöne genişleme ve sol yöne zorlama olduğu kabul edilir. Bu yüzden Zahzarot, hayat ağacındaki diyagramda dikey sıralamayı yükseltir ki bunlar sütunlar olarak bilinirler. Eşitlikten zarafet, istek olarak merkezde; merhametten aktif güç genişlemesi olarak sağda; sertlikten dolayı ise solda tezahür eder.

    Karşılıklı ilişkiler dördüncüyü ağaca, tüm varoluşun altına koyarlar; ve böylece sefirotun özellikleri bilginin dallarında zaman dilimleri olarak görülürler. Bunların ana tanımı Tanrının sıfatları gibi olduğu halde, insan deneyimlemelerinin, genişlemesinin, büyümenin zaman dilimleri olarak da tanımlanabilirler, çünkü biz Tanrının kendi imajında yer bulan yansımalarız. iyi yansıma yapabilmek için de Sefirot’un 10 açılım kuralını her zaman uyguluyor olmalıyız. insanın gelişmesi metodu Kabala'da sıkça geçer ve saf soyutlukların açıklanamadığı metafizik alanlarda bu sembolik dile rahatlıkla başvurulur.

    Boşluğun ucundaki ilk sefirah ibranice Keter (taç) olarak adlandırılır ve bu açığa çıkma; olmuşu, olanı ve olacağı kapsar. Burası ilk yayılmanın ve son dönüşün yeridir. Kutsal sıfatının doğası gereği Tanrının adı olarak belirtilir ki bu geleneksel olarak "Ben Benim" şeklinde ifade edilir. Işık huzmesi dengenin bu noktasından yayılır, merhametin etkisi altında, güç ve genişleme ikinci sefirahı açığa çıkarır, bu da Hokhmah'dır.(akıl, hikmet, bilgelik) Kutsallık ve insan aklının aktifliği, öz bilgisi insanoğlu tarafından deha, ilham veya vahiy olarak nitelenir.

    Üçüncü sefirah güç, şekil ve eylemsizliğin açığa çıktığı Binah'dır (anlayış). Bu pasif, yansıtıcı ve kavrama kapasitesi olan akıldır. insanda sağduyu ve gelenek içinde açığa çıkar. Binah solda olup güç sütununun başında bulunur, Keter’in altındaki denge sütununa temas eder, ağaçtaki bu noktada denge kesindir. Bu nokta Ruah Ha Kodesh'tir, kutsal ruh olarak 3 yüksek sefirah’ın altını örter, ortaya, açığa çıkmamış olarak fakat açılmanın içinde yer alır.

    Ağaçta sefirah olmayan Daat (vahiy) ile işaretlenmiştir. Mutlaklık direkt olarak varoluşun içine girer. insanoğluna göre Daat, Tanrıdan başka bir yerden gelmeyen bilgidir. Daat sadece görünmekle kalmaz aynı zamanda bilinir de. Bu bilinme, Binah’tan gelen derin düşünmekten, yani aklın açığa çıkmasından bu yönüyle farklıdır. Yüksek sefirahların çocuğudur, yalnızca gözetlemek değil aynı zamanda olmak'tır.

    Işık Daat’ın hemen altından merhametin sütununa girer ve tekrar gücün sütununa döner ve bir sefırot çift olarak tanımlanır. Bu katta duygular hakimdir ve yüksek aklın farkıdır. Aktif ve iç duygunun Sefira’sı Hesed (merhamet), pasif veya dış duygunun Sefira’sı Gevurah'dır. (adalet)

    Bu sefirahların tamamlayıcı özellikleri olarak da Hesed ’de aşk, hoşgörü, cömertlik ve Gevurah ’da disiplin ve ayırdetme özellikleri olduğu söylenebilir. Bu duyguların egemen olduğu aşamada, karşıt sefirotik prensiplerin operasyonu sırasında yönlerden birine ağırlık verilmesi ile günlük yaşantıda kendini açığa vurur, her insanın yaşamında buna göre hüküm/ Gevurah veya merhametin Hesed etkisi izlenebilir. Parlak ışık, merhametin Hesed’in geniş hoşgörülü yönteminden hükmün Gevurah’ın yapıcı yöntemine girer ve tekrar dönerek aşağı dereceye geçer, burası denge'nin sütunudur. Burada merkezi sefirah olan Tiferet ; güzellik, süs, ziynet vardır. Bu ağacın kalbidir ve direkt olarak merhamet ve güç sütununun tüm sefirahlarıyla ilişkilidir.

    Merkezdeki Tiferet kalplerin kalbidir. Merhamet ve hüküm ile birlikte, kutsal ruhun üçlemesini oluşturan merhamet-hüküm-ruh (güzellik), yüksek sefirahlar olan hikmet ve anlayışla birlikte Tanrısal Ruhun büyük üçlemesini yaparlar ve bu üçlemenin ortasında da Ruah Ha Kodesh vardır. insan psikolojisinde Tiferet "kendi" dir, şahsın çekirdeği, esasıdır. Ancak bu, günlük benliğin arkasındaki Ben’dir. Adalet (Gevurah), Merhamet (Hesed), Anlayış (Binah) ve Hikmet (Hokhmah) yüksek merkezlerinin genelde pek farkında olunamayan etkilerini odaklar.

    Tiferet’in (güzellik) altından, parlak ışık ile tamamlayıcı özellikler ortaya çıkar. Bunlar da merhamet ve güç sütunlarında en alttadır. Aktif genişleyici taraf Nezah (zafer), pasif ve sıkıştırılmış taraf ise Hod 'dur (ihtişam). Geleneksel olarak bu özelliklerin ibrani isimleri zafer ve parlaklık (görkem) olarak tercüme edilir. Bu kutsal değerler Tanrının misafirleri rolünü üstlenirler ve kutsal isteği yapmak üzere gönderilirler. insanda vital-psiko-biyolojik olaylar olarak görülür. Bunlar aktiflik, içgüdü ve atılganlık Nezah (sonsuzluk) veya pasiflik bilme ve kontroldür Hod. (yansıma)

    Denge sütununda ve bu iki pratik sefirotun arasında ve altında Yesod (temel, asıl) vardır. Peş peşe giden diğer sefirotlar gibi o da daha öncekileri kapsar ve bundan dolayı birçok özelliklere sahip bir komplekstir. ilki üretken oluşudur. Görüleceği gibi bu noktadan itibaren ağacın devamı (gelecek ağaç) ortaya çıkar.

    ikinci olarak geri dönüşlüdür (yansıma) ve burada doğrudan Tiferet’in (güzellik) altındadır. Resmin resmi (imajın imajı) olarak kavranabilir ve ağaç kendini görür, Yesod asıl ayna içindeki aynadır. Bu iki tamamlayıcı görev şunu ifade eder: Onun temeli (kaynağı) saf ve sağlam olmalıdır, bundan dolayıdır ki seksüel saflığın (temizliğin) iç manası bu sefirah ile bağlantılıdır.

    Bizde ise Ego ve Şuur’un alt bölümüne tekabül eder, burada biz kendimizi görürüz. Bir insanın kendi gerçek değerlerini diğer insanlara gösterebilmesi ancak Tiferet’e projekte olmasıyla olanaklıdır. Dünya hakkındaki idraklerimizin çoğunluğu ve irade-istek ile ilgili aletlerin çoğunluğu burada yerini alır.

    En alttaki sefırah Malkut (krallık), Keter’in (taç) tamamlayıcısıdır. Burada parlayan ışık yere iner ve Tanrının madde içindeki varlığı olan Şehina’yı tesis eder. Ağaç tamamlanmıştır. Kök, gövde, dallar ve meyve, ağacın varlığa ulaşmasını sağlar veya irade, akıl, kalp, vücut veya tanrısal istek, tanrısal akıl, tanrısal kalp ve tanrısal vücut olarak da ifade edilebilir. Dört unsur yani toprak, su, hava ve ateş insan bedeninde de bulunmaktadır ki bunlar aynı zamanda Malkut’un dört katmanıdır; katılar, sıvılar, gazlar, ve radyasyonlar olarak, işte bizi canlı tutan bunların birbiriyle reaksiyonlarıdır.

    Buraya kadar Sefirot’un genel temasını ana hatları ile incelemiş bulunuyoruz. Daha detaylı bilgi için kaynak kitaplardan yararlanmakta fayda vardır. Sefırot’un üçü aktif olan sağ taraftaki Merhamet sütununda, diğer üçü pasif olan sol taraftaki Güç sütununda ve diğer dördü (sefırah olmayan Daat da dahil olmak üzere) merkezdeki Denge ve Zarafet sütununda yer alır. Bunların ilişkileri zigzag şeklinde ya da daha gerçekçi olarak 22 alanda gösterilir, bunlar üçlülerin oluşturduğu üçgenler (konfigürasyon) şeklinde konumlandırılabilir. Kabala, Yahudilerin kutsal kitabı Tevratın herkes tarafından bilinen açık anlamından başka, ezoterik anlamı bulunduğu, sembollere gizlenen bu anlamın öğrenilmesi ve yorumlanması geleneği olarak tanımlanabilir.

    Kabala kelimesi, kimilerine göre ibranice Kibbel kökünden türetilen ‘’gelenekle kabul edilmiş şey’’ , kimilerine göre ise gene ibranice KBLH harflerinden oluşmuş, ‘’vahiy olarak almak, kabul etmek’’ kimilerine göre de ‘’sözel gelenek’’ anlamındadır.

    Kabala ezoterik bir anlayış olduğundan dolayı hayata ve yaradılışa dair, çok çeşitli boyutlarda ve konularda yorumlar içerir. Amaç, yaradılışın sırlarına vakıf olmak, bireyin kendini arındırıp, geliştirerek mükemmele ulaşmasıdır. Yani mükemmel insan olmak ve bu suretle Tanrıya yakın olmaktır. Araç ya da kaynak ise Tevrattır.

    Burada Kabala nın tarihine geçmeden önce Tevrat ve Yahudilerle ilgili bazı kısa bilgiler iletmek istiyorum. Yahudi kime denir? Yahudi sözcüğü, en büyük israil kabilesi olan ‘’Yahuda kabilesinden olan’’ demektir. Yahudiler daha sonraları Musa dininden olan anlamına gelen Museviler olarak anılacaklardır. Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat bu dinin kurucusu olarak, Tanrının buyruklarını kabilesine ileten ilk peygamber olduğu iddiasıyla ibrahim’i gösterir. Evrenin ve insanın yaradılışını anlattıktan sonra insanların nasıl tek soydan çeşitli soylara ve tek dilden, çeşitli dillere geçtiğini açıklar ve insan soyunu Adem’den başlatarak Musa’ya kadar getirir. ibrahim, ishak, Yakup, Yusuf ve Musa peygamberler hepsi Nuh’un üç oğlundan Sam ‘ın soyundandır ki bunlara bilindiği gibi Samiler adı verilir. Musa, Tanrı Yahve’den 10 emri almış ve esaretten kurtardığı ırkı, Musa’nın dininden anlamına gelen Museviler olarak anılmaya başlanmıştır.

    Tevrat denince akla, ilk beş kitap ; Tekvin, Çıkış , Levililer, Sayılar ve Tesniye gelir. Musa’dan sonra gelen kitaplarla Musevilerin Tanakh adını verdikleri Eski Ahit meydana gelir. Eski Ahit, Tevrat’ın yazılı kurallarını içerir. Tevrat’ın bir de gelenek haline gelmiş Hahamların yorumlarını içeren sözel kuralları vardır ki iS 200 - 500 de Talmud adı altında toplanarak kağıda dökülmüştür. Yani Tevrat denince aslında Eski Ahit ve Talmud birlikte düşünülmelidir.

    Tevratın ezoretik yorumlarını içeren Kabala yani gelenek, bazı Kabalistlere göre ilk Yahudi olarak kabul edilen ibrahim Peygamber’e kadar gider. Tanrı Yahve, ibrahim’e yaradılışı 10 sefirot ( Tanrı nın açılımları) ve 22 harften (ibrani alfabesi) oluşan toplam 32 yol halinde anlatır ve gelenek böylece başlar. Kabala bilgileri herkese verilmez, ancak inisiye olanlara verilir.

    Kabala geleneğinin ilk olarak yazıya geçirilmesi 1.yy Filistin’ine kadar gitmektedir. 1 yy da Kudüs’te başlıca 3 Yahudi gurubu bulunmaktadır. Saddusiler, Farisiler ve Esseniler. Saddusiler, katı kurallara sahip bürokratik yönetici kesimdir. Yönetim açısından Yahudi ilkelerinden çok Roma ilkelerini , kültürel açıdan da Yunan ekinini benimsemektedirler. Yazılı Tevrata katı bir şekilde bağlıydılar. Talmud’u kabul etmiyorlardı. Farisiler; Hem Eski Ahit’e hem de Talmud’a bir bütün olarak inanıyorlardı. Bugünkü ortodoks Yahudiliğin temelini oluşturmuşlardır. Kudüs’te bulunan 3. grup Eseniler ise ruhun ölümsüzlüğüne inanan, kendilerine has yaşam tarzları olan kapalı bir guruptu. Saddusi ve Farisilerden farkları, Eseniliğin doğuştan değil ancak bireyin inisiye olmasıyla elde edilebilmesiydi. En önemli inisiyelerden biri de isa peygamberdir. Esenilik Kabala’nın en çok kabul gördüğü sect’ tir.

    (Bu arada bugünkü ortodoks yahudiler dediğimiz zaman, daha çok Sefarad ve Eşkenaz Yahudileri akla gelmektedir. Sefardik ibrani dilinde ispanya demektir.Ve Sefardim ( ispanyol ve Portekiz Yahudisi) ve Mizrahim (doğu) ( Kuzey Afrika ve Ortadoğu Yahudileri) olmak üzere iki gurupta toplanırlar. ( Ladino konuşurlar) Eşkenaz ibranice Almanya demektir. Almanya, Fransa, Doğu Avrupa Yahudileriyle Amrika’da bulunan Yahudilerin çoğu Eşkenazdır. (Yiddiş konuşurlar.)

    Bir çok haham Kabala Felsefesinin 12.yy da Fransa Provence’ında yaşamış olan Kör isak ‘la başladığını kabul eder. Kabala bilgisi içeren üç ana kitap bulunmaktadır. Bunlar, Sefer Yezirah (Yaratmanın Kitabı), Sefer Zohar (ihtişamın Kitabı) ve Sefer Bahir ( Işığın Kitabı) dır. Yezirah 1. yy da, Zohar 13.yy da, Bahir ise 12.yy da yazıya geçirilmiştir.

    Sefer yazı demektir. Tanrının yazısından evrende var olanların tümünü anlamak gerekir. Tanrının düşüncesi bu var olanların anlamıdır. Kabala bilgisinin ilk yazılı metni olduğu kabul edilen Sefer Yezirah ( Ing.Book of formation, Tr. Oluşumun Kitabı) yaradılışın hikayesini Sefirot la anlatır. Yaşam Ağacı da denilen Sefirot 10 sefira dan meydana gelmiştir. Sefirot , üç sütun halinde, alt alta sıralanmış sol ve sağda üçer, ortada ise dört sefira olacak şekilde konuşlanmıştır.

    Hepsi birbirleriyle bağlantılıdır. Bu bağlantı ibrani alfabesinin 22 harfi ile gerçekleştirilmiştir. Kabala felsefesinde harflerin özel bir önemi vardır. Harfler ve sayılar birer sembol olarak kullanılır ve bu yolla varlık birliği yani Tanrının birliği (Vahdeti Vücut) anlatılmaya çalışılır.

    Sefer Yezirah der ki: Sefirot on’dur. Dokuz değil; on’dur on bir değil; Akıl ve Hikmetini onları anlamakta yoğunlaştır; inceleme ve araştırmalarını, irfan ve vicdanını onlara ada; var olan herşeyde Sefirot’u temel bil; Tanrıyı onlarla kavramaya çalış. Aslında bu sefirot, mükemmel insanın tasarımı olup insanın kendini tanımasıyla varacağı noktayı tarif etmektedir.

    Kabalada aşkın tanrı ( fizik ötesi) AYN diye adlandırılır. ibranice’de Ayn ‘’hiç birşey’’ ‘’yokluk’’tur. Tanrı için kullanıldığında ise ‘’Varoluşun ötesinde’’ anlamındadır. AYN SOF içkin tanrıdır, ‘’ sonu olmayan’’ olarak ifade edilir. Zaman ve mekanla sınırlanamaz. AYN SOF; ‘’olan’’ ve ‘’olmayan’’ın toplamıdır. ‘’Mutlak Herşey’’dir. ‘’Tanrı Tanrıdır, Tanrıyla kıyaslanabilecek ne vardır?’’ ifadesi Kabalistlerin Tanrıyı bu dünyanın dışında tuttuğu anlaşılmaktadır.

    Sefer Bahir’de ise şu sorular sorulur?

    • Eğer Dünya’yı Tanrı yarattıysa, yani bir tarfta Tanrı diğer tarafta Dünya varsa, Tanrı olmazsa Dünya ne olur?

    • Eğer Dünya Tanrı’nın bizzat kendisiyse, o zaman neden mükemmel değil?

    Saf ve mükemmel valıkla, saf ve mükemmel olmayan Dünya arasındaki ilişkiyi Kabala da aramış deiğişik şekillerde ifade etmiştir.

    Mükemmel insanın tasarımı ya da yaradılışın hikayesi diyebileceğimiz Hayat Ağacı yani Sefirot daha önce de söylediğim gibi 3 sütundan oluşur. Bu sütunların çok çeşitli ifadeleri mevcuttur. Sağdaki sütun Merhamet ( Etkin Kuvvet, Genişleme, Yayılma) soldaki sütun Adalet ( Şiddet, Pasif form, Sınırlama) ortadaki sütun ise irade ( Denge, Rahmet, Erdem) dir.

    Sefiralar arasındaki ilişki üç ilke ile yönetilir. Merhamet sütununa yani sağa doğru genişleme ve Adalet sütununa yani sola doğru sınırlama şeklindedir. irade ise tüm bu hareketi dengede tutan unsurdur. Diğer bir deyişle ilk sefira Keter ( Crown ) dir. Keter taç anlamındadır. Güç, bilgelik, Adalet gibi bir kralın sahip olması gereken özellikler keter ile sembolize edilir. En üst ve ortada olmasıyla bütünselliğini gösterir. Ruhsal olarak Tanrıyla birleşmeyi temsil eder.

    Denge sütunundan sağa doğru genişleyen Merhamet, kuvvet ve yayılmanın etkisinde olan olan Hikmet ( Wisdom) sefirası, tanrının eril kısmının ifadesidir. insan düşüncesinde etkin içsel zekadır. insanlar tarafından dehanın, ilham ve içedoğuş ve irfanın simgesidir.

    Üçüncü sefira olan Binah ( intuition, understanding) adalet sütununda yer alır. En yüksek dişil yayılmadır. Anlayıştaki adalet biçim ve kasılmayla dengelenir. Aklı ve geleneği simgeler.

    Binah daha sonra orta sütun olan Denge sütununa dokunur. Bu nokta Yaşam Ağacının en önemli noktasıdır. Bu nokta Mutlağın girebileceği ve doğrudan varoluşa karışacağı yerdir. Bu nokta Tanrıdan gelen bilgiyi temsil eder.

    Etkin veya içsel duygunun sıfatı Hesed ( mercy) yani marhamettir, bazen sevgi olarak adlandırılır. Edilgin veya dışsal duygunun sıfatı ise Gevurah ( strength) dır. Disiplin, adalet, ayırma gibi eylemlerimizde açığa çıkar.

    Buradan sonraki sefira Tiferet, yani güzelliktir. Denge sütununda en ortada yer alan Tiferet Adalet ve merhametin bütün sefiralarıyla doğrudan ilgilidir. insan psikolojisinde Tiferet’in yeri bireyselliğin özü olan ego dur. (Külli Nefs) Merhamet ve Adaletin bilinç dışı akışını ayarlayan ‘’Bekçi’’dir. Arınmış bir kişinin ulaşabileceği en üst noktadır. Tiferet, direkt olarak mesih kavramıyla ilintilidir. Bu noktaya ulaşmış kişi mesih seviyesine erişmiş, yani Tanrı ile ilişkiyi tam olarak kavrayabilecek hale gelmiş demektir.

    Bir sonraki sefira etkin ve genişleyen yan Nezah, sınırlayıcı sefira da Hod adını alır. Nezah insan açısından içgüsel eğilimleri, Hod ise bilinçli ve kontrollü psiko-biyolojik süreçleri gösterir.

    Denge sütununda bu iki sefiradan sonra Yesod yani temel bulunur. Yesod bilinçaltıyla ilgilidir ve kişiliğimizin temelini oluşturur.

    En alttaki sefira Malkut yani krallıktır. En üstteki Taç sefirasını tamamlar niteliktedir. Fiziksel dünyayı ve ölümü simgeler.

    -Farklı Kabalist yaklaşımlar:

    1. Abraham Abulafia (1240 – 1295) Sadece sessiz harflerden oluşan ibrani Alfabesinin Tanrısal doğasına inanmaktaydı. Kabala’nın en önemli öğretilerinden biri, Harflerin yerinin değiştirilmesiyle elde edilen yeni kelimelerin manalarını ve aralarındaki ilişkileri irdelenmesidir. Esrime (kendinden geçme hali) ulaşmak için saatlerce soyut harf kombinasyonları yapılır. Ve esrim haline ulaşıldığı anda söylenen sözlerin de özel bir anlamı ve önemi olduğuna inanılır. ibrani alfabesinde her harfin rakamsal bir değeri vardır. Dolayısıyla, sözcüklerin de sayısal bir değeri mevcuttur. Aynı sayısal değere sahip kelimeleri bularak kelimelerin ifade ettiği nesnelerle fikirler arasında bağlantılar araştırılarak çeşitli yorumlar yapılır. Bütün bunların temeli Tevratı okuma tekniğinden doğar. Kabala’da Tevratı okumanın 3 temel tekniği mevcuttur. Themuria, Gematria ve Notaria. Themuria; sözcükleri oluşturan harflerin yerleri değiştirilerek yeni sözcükler elde etme ve bunları tefekkür etme tekniği, Gematria; sözcükleri oluşturan harflerin değerinin hesaplanması tekniği; Notaria; bir metnin şifrelenmesinde ve kodlanmasında kullanılan akrostiş tekniğidir. Tüm bu teknikler sayesinde elde edilen yeni sözcük ve anlamların tefekkürü Kabala’nın çalışma alanına girmektedir.

    2. Kabalanın en önemli kitaplarından Sefer Zohar (ihtişam Kitabı) iS 170 yılında yazıya geçirilmiş Moses de Leon tarafından (1238 – 1305) de yayımlanmıştır. Zohar Tevratın ilk beş kitabındaki cümlelerin birebir ezoterik yorumlarından ve Tanrısal süreçlerin teosofik anlatımları olan ve çok geniş ve değişik konuları içeren bir dizi metinden oluşur.

    3. ( 1534 – 1572) Isaac Luria Ashkenazi ‘nin öncüsü olduğu Lurianik Kabalalistleri Sefer Zohar kitabında yer alan metinlerde Evrenin yaradılış sürecini betimlerler. Bu betimlemeler Fizikçilerin betimlemesiyle ilginç bir benzerlik gösterir.

    Big Bang teorisi evrenin saf enerjiden oluşan küçük bir noktadan başladığını ve bunun balon gibi dışa doğru genişlediğini ileri sürerler. Fizikçiler, bunu bir patlama olarak tanımlarken, Kabala, bunu bir içe çekilme olarak yorumlar. Tanrı dünyayı yaratmak istedi ve her yeri ışık şeklinde kaplarken içine çekildi ve varlıkların yaratıldığı boşluğu yarattı. Kabalistlere göre Tanrı yaratılmış dünyanın dışındadır ve gizlenmiş Tanrı olarak durmaktadır.
    Merkabah Mistisizmi:

    Daha sonra göreceğimiz Hasidism’e de kaynaklık edecek olan Merkabah mistisizmi Tanrının insanlara kendisini göstermesi olgusudur; makbul kullarının kalbinde Tanrısal sırların açığa çıkması halidir. Çeşitli meditasyon, kendinden geçme halinde ibadetler ve sihir içeren ritüellerle çalışan Merkabah’ın kökeni, Zekeriya Peygamber’e dayanır. Zekeriya Peygamber ( Ezekiel ) ön görüleri ya da kehanetleri ile ünlüdür. Babil diasporası sırasında Süleyman Mabedi ‘nin (iS 586 yılında Babil Kralı Nebukadnezar tarafından) yıkılacağı kehanetinde bulunur. Bunun, Tanrının Yahudilerin geçmişte Tanrı yolundan ayrılıp Mısır Tanrılarına tapdıkları için verdiği bir ceza olarak görür. Tapınağın yıkılması ve Kudüs’ün yok edilmesi, ölümü sembolize eder onun için. Yeni Tapınağın kendisi tarafından yapılacağını ve Yahudilerin kendi önderliğinde yeniden doğacağını tahayyül eder. Zekeriya peygamberin Tanrının tahtına kadar 7 kat göğün ruhsal alemi boyunca yolculuk yaptığı sırada Tanrıyı Taht arabasında otururken gördüğü ve onunla konuştuğu söylenir. Bu mistisizm Şekinah adı verilen Tanrısal seviyeyi tefekkür ederek bu aleme ulaşmayı amaçlar. Zekeriya Peygamberin yaşadığı aslında, diğer peygamberlerin de yaşadığı, derin tefekkürler sayesinde içkin Tanrısına ulaşmak , irfan sahibi olmaktır.

    17. ve 18. yy boyunca Ortodoks Yahudilik Kabalayla içiçe yaşadı. Ancak iki akım Yahudiler için sapma olarak değerlendirilmiş ve Yahudilerin Kabalaya duyduğu ilgiyi azaltmıştır. Bundan sonra, günümüzde de olduğu gibi Kabala sihir ve Tarot falcılığının ana kaynağı olarak kullanılmaya başlanmıştır.

    1. Sabetaycılık. Sabatay Zvi ispanyol kökenli bir ailenin çocuğu olarak 1626 yılında izmir’de doğmuştur. Doğum günü olarak Mabedin 1. ve 2. yıkılışıyla aynı güne geldiği iddia edilmektedir. Sabatay kendisini mesih olarak ilan etmiş ve Lurianik kabalist olan müritlerini kutsal topraklara götürerek bir Yahudi Devleti kuracağını ilan etmiştir. Bu durum Osmanlı Ortodoks Museviler tarafından bir tehlike olarak görülmüş ve Padişaha şikayet edilmiştir. Bunun üzerine Sabbatayla birlikte 200 ailelik bir grup Musevilikten Müslümanlığa dönmek durumunda kalmıştır. Tarihe, dönmeler olarak geçen bu grubun sadece görünüşte müslümanlığı kabul ettiği ve içerinde kapalı olarak kendi geleneklerine göre yaşadıkları söylenir. Sabbatay bir süre Anadolu’da yaşadıktan sonra Arnavutluk’a sürülmüştür. Cemaatinin büyük çoğunluğu Selanik’e yerleşmiş ve birer Türk ve Müslüman görüntüsünde yaşamışlardır. Halen kapalılıklarını koruyan Sabetaycıların mevcut olduğu ve çoğunlukla istanbul ,izmir, Manisa Edirne, Kırklareli, Antep, Adana ve Hatay ve Çanakkale ‘de yaşadıkları bilinmektedir. Çoğunlukla biri ibranice ve biri de Türkçe olmak üzere iki isim kullanmaktadırlar. Sabatayist öğretiye göre mesih yeryüzüne gelecek ve kurtuluş gerçekleşecektir. Öğretiye göre Adem peygamberden bu yana Sabbatay Zvi 17. mesihtir. 18. mesih kıyamet gününde gelecektir ve yeni tanrısal kurallar koyacaklardır. Sabbatay’ın koyduğu 18 emirin bu öğretiden kaynaklandığı düşünülmektedir. Kimileri, bu 18 emrin, Yahudi ayinlerinin temelini teşkil eden 18 duayı temsil ettiği, kimleri ise bunu 10 emrin geliştirilmiş hali olarak yorumlamaktadır. Mesih, Yahudi inanışının temelini teşkil etmektedir. Gelecek olanın mesih olarak kabul edilebilmesi için mesihim demesi değil Kutsal topraklarda Mabedi inşa etmesi gerekmektedir. Bazı Kabalistlere göre mesih Tanrının sureti sayılan Adem Kadmon dur. Lurianik ve Sabatayist Kabala’nın temel görüşlerinden biri de yeniden inşa etme, onarma anlamına gelen Tikkunim’ dir.iki uygulaması vardır. 1. Kutsal Kıvılcımların yeniden kaynaklarına dönmesi; yani insanın kendini yüceltmesi 2. Kendimize ait ikiliklerin uzlaştırılmasıdır. Bu kavram ‘’ ya kendin gibi ol, ya da olduğun gibi görün’’ olarak yorumlanabilir.

    2. Hasidism. Doğu Avrupa’da 1700 lü yıllarda Israel Ben Elizer ( Baal Shem Tov ya da Beth olarak bilinir.) ile başlayan bir harekettir. Baal Shem Tov, vücudun ve ruhun acılarını yakarmalar, dualarla mucizevi şekilde iyileştiren kişi olarak tanındı. Öyküleri ve önerileri etrafında Hasidik denilen müritlerin toplanmasına sebeb oldu. Hasidism 4 temel ilkeye dayanıyordu. 1. Tanrıya dua ederek güçlü bir ruhsal deneyim yaşama; 2. Dini emirlerin uygulanmasında bireyin ‘’içte niyetli‘’ olmasının büyük önemi; 3. Tanrıya ibadette kendini maddi şeylerden men etmektense, bunlardan sevinç duyma; 4. Müstesna erdemleri sayesinde Tanrıya daha yakın olan tsadik ( dürüst kişi) veya Ribbi sıfatını taşıma.

    Hasidikler, hayatla ilgili tüm önemli kararlarını tsadik lere danışırlar. Hasidiklerin kendilerine has giyinişleri, saç ve sakal şekilleri vardır.

    Orta çağda geleneğin yazıya dökülmesiyle birlikte, Yahudi olmayanlar da Kabala üzerinde çalışmışlardır. Bazı Hristiyanlar, Kabalayı kutsal kitabın gizlerini onlara açacak bir araç olarak gördüler. Bazıları ise Yahudileri Hristiyanlığa döndürmeye yarayacak doktrinler bulmaya çalıştılar içinde. ilk başlarda Hristiyan Kabalası denen daha sonra Hermetik Kabala adını alan bu akım tamamen Yahudi Kabalasının dışında gelişmiştir. Bugün hala bir takım sihir ve falcılık teknikleriyle içiçe girmiş modern Kabala adı altında çalışmaktadır.

    Kabala dört Dünya’dan bahsetmektedir. Bu dört dünya Ateş, Hava, Su ve Toprağa karşılık gelmektedir. Azilut (Yayılma Dünyası), Beriyah (Yaratma Dünyası), Yezirah (Oluşum Dünyası) ve Asiyah ( Fiziksel Dünya) Bu dört dünya insanın varlığının farklı düzeylerine denk düşer. Fiziksel beden, duygular alemi, akıl, ve ruhtur. Tasarımsal olarak bu, Yakup’un merdiveni gibi de görülebilir. Kabala’da zaman zaman bir beşinci dünya’dan bahsedilir ki o da ADAM KADMON yani Kamil insan dır. Bu, açıklanamaycak, öte bir haldir. Kamil insanın Tanrıyla bütünleşmesini, Hakikate ulaşmasını anlatır.

    Bir Kabala yorumu şöyle der; (Tefekkür ve içebakış üzerine) Her sabah yenileniriz, ruhumuz yeniden yaratılmış gibi olur. Eğer bir insan yatmadan önce kendini ciddi bir biçimde yargılamıyorsa, yaşam o insanı gün boyu yargılar. Bu nedenle uyumadan önce günlük olumsuz davranışlarınızı iyice düşünün. Eylemlerinizden sorumlusunuz. Kendinize dürüst olun ve ben merkezli eylemlerinizi araştırın. Egonuz ne kadar ağır gelirse gelsin, kendinizi değiştirmeye çabalayın.Yüzleştiğiniz sorunları sorgulayın. Sorgularken ne kadar açık olursanız yanıtlar da o kadar sonuç verici olur. Egonuzun ve şüphenizin ötesine gidin. Destek isteyin. O zaman ruhunuz bedeninizden ayrılır, sorularınızın yanıtlanabileceği düzeye çıkar. Gece ne kadar üzerimizde çalışırsak, gündüz sular o kadar dingin olur.

    Eğer bir insana karşı kötü duygular besliyorsak, uyuduğumuzda iki ruhun da Üst Dünyalara yükselmesini engelleriz. Dolayısıyla diğer insanlara duyduğumuz bütün öfkemizi sona erdirmeliyiz, bizi ne kadar kızdırlarsa kızdırsınlar.Hoşgörüsüzlüğümüz ve ben merkezli rekabetçiliğimiz yüzünden acı çekmelerine neden olduğumuz insanlardan da af dilemeliyiz. Kaybedek birşey yok. Bir sonuç almaya başladınız mı bu fikre daha açık olmaya başlarsınız.
    1 ...
  12. bitkilerin yan etkileri

    1.
  13. Rahatsızlıklara ve hastalıklara karşı şifalı bitki çaylarının kullanımı, en eski ve en çok kullanılan yöntemdir. Çay içimi, sanki tümüyle zararsızmış gibi algılanır genelde. Ama unutulmamalıdır ki; sentetik ilaçlara kıyasla daha hafif ve yan etkisiz olsalar da, şifalı bitkiler de etkili maddeler içerirler. Özellikle uzun süreli kullanımlarda bu özellik önem kazanır. Zehirli olan bitkiler vardır. Bilinçli kullanıldıklarında hiçbir zararlı etki oluşturmayan bazı bitkiler, uzun süreli kullanımlarda mide, bağırsak, böbrek ve mesane tahrişlerine yol açabilirler. Her bitkinin tanıtımında ve önerilen reçetelerde, olası yan etkilerine değinmek gerekir. Kronik hastalıkların tedavisinde uygulanan bitki çayı kürlerine, zaman zaman 1-2 haftalık aralar verilmesi doğru olur. Gebelik döneminde ise, doktor tarafından özellikle önerilmedikçe müshil, uyarıcı veya idrar arttırıcı bitki karışımlarının çayları kesinlikle içilmemelidir!
    Alfabetik Dizin
    Acı badem: Günde altı adetten fazla yenirse zehirlenme yapar.
    Acı kök: Uzun müddet kullanımlarda zehirlenmelere sebep olur.
    Adaçayı: Fazla miktar içilirse ağızda kuruluk yapar, kabız yapıcıdır. Karaciğer iltihabı olanlar kullanmamalıdır. Anne sütünü azaltır, hamilelere zararlıdır. Yüksek tansiyonu olanların günde bir bardaktan fazla içmeleri sakıncalıdır. Özellikler erkeklerde cinsel gücü azaltır. Adaçayı bazı bünyelerde kan basıncını yükseltici etkiye sahip olduğu için, aşırı kullanımlarda dikkatli olunması gerekir. Ama alçak kan basıncından şikayetçi olanlar, yine dikkatli olmak kaydıyla ondan yararlanabilirler. Ayrıca, mideyi zorlamamak için, fazla miktarda uçucu yağ, acı madde ve tanen içeren bitki çaylarının tüketiminde aşırıya kaçmamak doğru olur. Bilinen başkaca bir yan etkisi yoktur.
    Adasoğanı: Bulantı, kusma, kollaps yapabilir, akut nefriti ve yemek borusu iltihabı olanlar kullanmamalıdır.
    Ahududu: Albümini olanlar yememelidir.
    Ak çöpleme: Doz aşımı tehlikelidir, ölümle sonuçlanan zehirlenmelere sebep olabilir.
    Akasya yaprağı: Doz aşımı hafif zehirlenme yapar.
    Akırı karha: Çok tahriş edici olduğundan dahilen kullanılması tavsiye edilmez. Kusma ve ishal yapar.
    Ak kızıl ağaç: Süt emziren anneler, emzirme müddetince kullanmamalıdır.
    Ak yıldız soğanı: Doz aşımı zararlıdır.
    Alıç: Bilinen hiçbir yan etkisi yoktur. Uzun süreli ve hatta sürekli kullanılabilir. Bağımlılık oluşturmaz.
    Altınbaşak: Bilinen hiçbir yan etkisi yoktur. Önemli kalp ve böbrek hastalıklarında, kullanım için doktor onayı alınması doğru olur.
    Amber hatmisi: Doz aşımı karaciğeri zayıflatır.
    Amber: Çok kullanmak kana galeyan verir.
    Amberi paris: Hamileler kullanamaz.
    Ananas: Hamile bayanlar meyvesini yememeli, suyunu içmemelidir. Erken doğuma veya düşüklere sebep olabilir.
    Anason: Anason uzun zaman kullanıldığında vücudu tembelleştirir. Hafif sarhoşluk ve uyku verir, uyuşukluk yapar. Ruhen ve bedenen hasta eder. Hamileler kesinlikle kullanmamalıdır. Aybaşı esnasında kullanılırsa kanı artırır. Halsiz ve bitkin düşürür. Bağırsak ve ciğerlere yan tesiri vardır. Çok ender olmakla birlikte, solunum yolları veya sindirim organları alerjisi görülebilir. Bu durumda çay kullanımını kesmek gerekir. Başkaca hiçbir yan etkisi yoktur.
    Andız otu kökü: Doz aşımım mideye zarar verir, bulantı yapar.
    Ardıç tohumu: Ardıç tohumu uzun zaman kullanıldığında böbrekleri tahriş eder, kanamalara sebep olur.
    Aslan pençesi: Hamileler kullanamaz.
    Atkuyruğu: Ucunda sürekli spor başağı taşıyan yüksek boylu türler kesinlikle kullanılmamalıdır!
    Avakado: Hamileler kullanamaz.
    Ayı üzümü: Doz aşımı kusturucudur.
    Aynısafa: Alerjilere çok ender rastlanır.
    Ayva: Yüksek tansiyonluların, müzmin kabızların kullanması kesinlikle sakıncalıdır, sinirlere zarar verir. Kulunç ve bağırsak ağrılarına sebep verir.
    Ayvadana: Doz aşımı zehirlenme yapar.
    Badem yağı: Albümini olanlar kullanmamalıdır.
    Badem, Fındık, Ceviz: Albümini olanlar kullanmamalıdır.
    Baldıran: Şiddetli zehirlidir.
    Balıkotu: Şiddetli zehirlidir.
    Banotu: Zehirli ve öldürücüdür. Baş dönmesi, sarhoşluk, göz bebeklerinin büyümesi gibi sonuçlar ortaya çıkartır.
    Bayır turpu: Doz aşımı salya bezlerini iltihaplandırır, zehirlenmelere
    sebebiyet verir.
    Benekli yılan yastığı: Taze bitki zehirlidir.
    Biber: Fazla yenildiğinde mide ve böbrek iltihabı, mide bulantısı, halsizlik, karaciğer ve böbrek rahatsızlıkları, kusma ve ishal yapar. Damar sertliği, yüksek tansiyon, egzama, üremi, sistit, basur, varis ve gastritli hastalara yasak.
    Biberiye: Önerilen dozajlar aşılmadıkça, bilinen bir yan etkisi yoktur. Ama eterli yağların içten kullanılması doğru değildir. Bitki çayı kan basıncını hafifçe yükseltebilir. Gebelik sürecinde kullanılmaması doğru olur.
    Bitotu tohumu: Şiddetli zehirlidir.
    Bostan karanfili: Uzun zaman kullanıldığında meniyi azaltır, karaciğere zarar verir.
    Boyacı katır tırnağı: Doz aşımı kusma ve ishalle beliren zehirlenmeler yapar.
    Boynuzlu gelincik: Çocuklarda kullanışı tehlikelidir.
    Burçak: Doz aşımı ve uzun müddet kullanmak felce sebep olur. Hamileler kullanamaz.
    Büyük hindistan cevizi: Fazla miktarda yemek zararlıdır. Karaciğeri
    yorar, kalbe ağırlık verir. Karaciğer hastaları ve damar sertliği olanlar kullanmamalıdır. Zararını önlemek için bal veya şeker kullanılabilinir.
    Çakşır: Hamileler kullanamaz.
    Centiyane: Aşırı doz kusturucudur. Hazmı zordur, hamileler kullanamaz.
    Ceviz yaprağı: içerdiği tanen maddesi duyarlı kişilerde bazen mide bulantısı veya kusmaya yol açabilir. Bunun dışında, ceviz yaprağının bilinen hiçbir yan etkisi yoktur.
    Cezayir menekşesi: Önerilen dozajlara uyulduğunda herhangi bir yan etkisi yoktur. Gebelik sürecinde kullanılmamalıdır.
    Tropikal cezayir menekşesi: Bitki ve preparatları ancak doktor kontrolünde kullanılmalıdır.
    Civan perçemi: Aşırı doz kabızlığa sebebiyet verebilir. Bazı duyarlı kişilerde alerjik tepkilere yol açabilir. Gebelik sürecinde kullanılmaması doğru olur. Bilinen başkaca bir yan etkisi yoktur.
    Çalapa: Hamilelerin, süt emziren annelerin, bağırsak hastalarının kullanması yasak.
    Çam: Böbrek hastaları kullanamaz.
    Çayır sedefi: Bitki tümüyle zehirlidir.
    Çemen: Hamileler kullanamaz.
    Çoban çantası: Gebelik sürecinde kullanılmaması doğru olur.
    Çöpleme: Doz aşımı öldürücü zehirlenmelere sebep olur.
    Çörek otu: Hamileler kullanamaz.
    Dafne ağacı kabuğu: Doz aşımı tehlikeli zehirlenmelere sebep olur. Dahilen kullanılamaz. Meyvelerinden 12 adedi bir insanı öldürmeye yeterlidir.
    Damiana: Önerilen dozajların ve tedavi sürelerinin dışına çıkılmadığında, herhangi bir yan etkisi yoktur. Bazı kişilerde hafif müshil etkisi görülebilir.
    Defne: Hamileler kullanamaz. Doz aşımı sakıncalıdır.
    Deniz üzümü: Anjina pektoris, glokom, yüksek kan basıncı, prostat büyümesi ve hiperaktif tiroit bezi durumlarında kullanılmamalıdır. Bazı kişilerde baş ağrısı, kas titremesi ve uykusuzluk gibi yan etkiler görülebilir. Önerilen dozajlara uymak gerekir.
    Dereotu: Hamileler kullanamaz. Doz aşımı göze zararlıdır. Meniyi kurutur, cinsel arzuyu azaltır.
    Dişotu tohumu: Doz aşımı iştahsızlık, bulantı ve kusma yapar.
    Duvar sarmaşığı: Yaprak ve meyveleri zehirlidir, sindirim sistemi bozukluğu ve kanlı ishal yapar.
    Ebu cehil karpuzu: Hemoroitte, bağırsak spazmında, koli basili olanlarda kullanılmaz. Bitki zehirlidir.
    Eğrelti otu: Doz aşımı kullanımı anemili hastalara, böbrek ve karaciğer hastalarına zararlıdır. Baş ağrısı, bulantı, kusma, ishal, bağırsaklarda kramp, sarılık, albümini yapar. Daha ağır vakalarda refleks zayıflar, çift görme sürekli körlük yapabilir.
    Eğir kökü: Önerilen dozajlara sadık kalınarak 3-4 haftalık kürler halinde kullanıldığında, bilinen herhangi bir yan etkisi yoktur. Sürekli kullanılmamalıdır. Gebelik sürecinde kullanılmaması doğru olur
    Echinacea: Önerilen dozajlara uyulduğunda, bilinen hiçbir yan etkisi yoktur. Aşırı dozajlar mide bulantısına yol açabilir.
    Fesleğen: Doz aşımı bulantı yapar. Fesleğenin bilinen herhangi bir yan etkisi yoktur, ama bitkinin eterli yağı içten kullanılmaz.
    Frenk kimyonu: Hamileler kullanamaz.
    Fukara otu: Doz aşımı baygınlık, salya çoğalması, şuur kaybı, kanlı ishal, böbrek ve aşırı aybaşı kanamasına sebep olur.
    Gerçek çuha çiçeği: Önerilen dozajlara uyulduğunda, bilinen hiçbir yan etkisi yoktur. Çok ender olmakla birlikte, primelalerji sıkıntısı çekenlerde alerjik tepkilere yol açabilir.
    Gilaburu ağacı: Aspirine alerjisi olanlarda alerjik tepkilere yol açabilir. Önerilen dozajlara uyulduğunda, bilinen herhangi bir yan etkisi yoktur.
    Ginsang: Doz aşımı zararlıdır. Yüksek tansiyon, ödem, sinirlilik, uykusuzluk, ishal, deri döküntüsü yapar. Hamileler kullanamaz. 12 yaşından küçük çocuklara verilmez. Sürekli 6 haftadan fazla kullanılamaz.
    Gözotu: Fazla yenildiğinde zehirlenme yapabilir.
    Gümüş düğme: Hamileler kullanamaz. 12 yaşından küçük çocuklara verilemez.
    Güneş gülü: Doz aşımı zehirleme yapabilir.
    Günlük: Çok yenildiğinde ciltte alaca hastalığına sebep olabilir. (Bir kaynakta da cüzzama yakalanmaya sebep olur yazmaktadır)
    Güvercin otu: Hamileler kullanamaz.
    Güz çiğdemi: Böbrek yetersizliği olanlar kullanamaz. Aşırı doz öldürücüdür.
    Güzel avrat otu: Güzelavratotu çok zehirli bir bitkidir! Bitki doğrudan kullanılmamalıdır. Zehirlenme belirtileri: Gözbebeklerinin genişlemesi, ağızda ve boğazda kuruluk, yutkunma zorlukları, susuzluk, kusma, baş ağrısı ve baş dönmesi. 3-15 saat sonraki ölüme kadar, saplantılar ve çılgınca davranışlar! Göz tansiyonu olanlar için zararlıdır.
    Hardal: Asabi mizaçlı kimselerde, yüksek tansiyon hastaları, cilt hastalığı, damar sertliği olanlar, ülserli ve midesi hassas olanlar, karaciğer hastalığı olanlar kullanmamalıdır.
    Haseki küpesi: Doz aşımı zehirlenme yapabilir.
    Hayıt tohumu: Tohumundan günde 8 gramdan fazlası baş ağrısı yapar, meniyi azaltır, zararını gidermek için üzerine süt içilmelidir. Erkekte üreme hormonlarını azaltır, kısırlığa sebep olabilir.
    Hayıt meyvesi: Yüksek dozajda hayıt meyvesi, yüzeysel karıncalanma duygusuna yol açabilir. Gebelik sürecinde kullanılmaması herhalde doğru olur.
    Hindiba tohumu: Doz aşımı zararlıdır. (Bal ve sirke içilerek zararı önlenir.)
    Hint yağı tohumu: Zehirlidir. Kullanılmaz.
    Kurtpençesi: Kurtpençesi, zehirli bitkiler sınıfına girer.içerdiği zehirli alkoloidler öldürücü değildir, ama çay tüketimi önerilmemelidir. Buna karşın bitki tentürü ve preparatları gönül rahatlığı ile kullanılabilir.
    Kuşkonmaz: Asabi kimseler, mesane ve böbrek iltihabı olanlar kullanamaz. Çok miktarda yenirse böbrek epitelini rahatsız eder.
    Kuzu kulağı: Romatizma, gut, mafsal iltihabı olanlar ve idrar yolu rahatsızlığı olan kimseler kullanamaz. Fazla yenildiğinde mide iltihabı, ishal, kusma ve kalp rahatsızlıklarına sebep olur.
    Küçük hindistan cevizi: Doz aşımı zararlıdır. Günde 1 adedi geçmemelidir. Hamileler kullanmamalıdır. Hasta bünyeli kimseler normal dozu 3-4 günde tüketmelidirler. Aşırı doz taşikardiye sebep olur. Baş ağrısı, susuzluk ve sersemlik belirtileri ile zehirlenmeler
    yapar. Ciğerlere zararlıdır. Balla kullanılmalıdır.
    Lahana: Lahananın bilinen hiçbir yan etkisi yoktur. Ancak, özellikle çiğ yendiğinde bazı duyarlı midelerde şişkinliğe yol açabilir. Bu durumda içilecek bir bardak rezene-frenk kimyonu eşit karışımının çayı rahatlatacaktır. Albümini olanlar lahana yememelidir. Guatr rahatsızlığı olanlar kullanamaz. Hazmı zordur, gaz yapar.
    Lavanta çiçeği: Lavanta çiçeğinin bilinen hiçbir yan etkisi yoktur. Ama lavanta yağının içten kullanımında dikkatli olmak gerekir. Fazla miktarda alındığında mide ve bağırsak mukozasını tahriş edebilir.
    Leylek kakacı: Günde 2 gramdan fazlası zararlıdır.
    Limon otu: Mide iltihabı ve ülseri olanlar kullanamaz.
    Loğusa çiçeği: Doz aşımı sindirim sistemini ve böbrekleri tahriş eder.
    Mabed ağacı (Ginko Biloba): Hamileler ve çocuklar kullanamaz.
    Mahmude: Sindirim sistemi iltihabı olanlar kullanamaz.
    Manisa lalesi: Doz aşımı zehirlenmeye sebep olur.
    Mantar: Üremi ve romatizmalı olanlar yememelidir.
    Maydanoz: Böbrek iltihabı olanlar yememelidir. Hamileler dikkatli ve az yemelidirler. Maydanoz fazla yenildiğinde dilde tutukluk yapar. 5 yaşından küçük çocuklara tedavi amaçlı maydanoz suyu içirilmemelidir.
    Melekotu: Önemli oranda eterli yağ içeren bitkiler her zaman dikkatle kullanılmalıdır. Yüksek dozajların rahatsızlıklara yol açabileceği unutulmamalıdır. Melekotu eterli yağının içten kullanımı önerilmemelidir, çünkü merkez sinir sistemini çok olumsuz etkileyebilir! Ayrıca, etken madde Furanocumarinlerin güneş ışığına karşı duyarlılık oluşturabileceğini ve deride alerjik tepkilere yol açabileceğini unutmamak gerekir. Bu nedenlerden ötürü, 1-2 haftalık kürlerden sonra drog kullanımına 3-4 gün ara verilmesi doğru olacaktır. Gebelik sürecinde melekotu kökü kullanılmamalıdır.
    Mercan köşk: Kan basıncını yükseltici etkisi nedeniyle, yüksek kan basıncından şikayeti olanların kullanmamaları doğru olur. Gebelik sürecinde kullanılmaz. Bitkinin eterli yağı içten kullanılmamalıdır. Bitki çayı tedavisinde yüksek dozajlar ve 1-2 haftayı aşan sürekli kullanımlar baş ağrısına ve baş dönmesine yol açabilir.
    Mercimek: Kanserli hastalar sevda ve mali hülya hastaları kullanmamalıdır. Çok yenilmesi zararlıdır.
    Mevzek tohumu: Şiddetli zehirlidir.
    Meyan kökü: içerisinde kortizon vardır. Uzun zaman kullanıldığında
    alışkanlık ve ödem yapar. Devamlı kullanmak yerine kür halinde kullanmak daha iyidir. Devamlı kullanıldığı taktirde yüksek tansiyon ve kaslarda güçsüzlük yapar. Nöro-psişik rahatsızlıklara sebep olabilir. Önerilen dozajlara uymak kaydıyla, tedavi kürleri 4-5 haftayı aşmamalıdır. Aksi halde, eklemlerde ve yüzde ödemler oluşabilir; dışkılanan sodyum miktarı azalır ve potasyum miktarı artar. Uygulanan tedavi süresince, örneğin muz ve kuru kayısı gibi potasyum açısından zengin olan besinlerin tüketilmesi doğru olur. Kronik karaciğer iltihabı, siroz, yüksek kan basıncı ve kanda potasyum eksikliği durumlarında meyan kökü kullanılmamalıdır.
    Muz: Muz bazı bünyelerde alerjik döküntü yapabilir.
    Mürver: Mürver çiçeğinin, önerilen dozajlar dahilinde bilinen herhangibir yan etkisi yoktur. Yaprak çayında ise dikkatli olmak gerekir; çünkü yüksek dozajlar mide ve bağırsak mukozasını tahriş edebilir. Tam olgunlaşmamış meyveler hafif zehirlidir. Olgun meyveden elde edilen meyve suyu hararetle tavsiye edilir, çiğ olarak tüketildiğinde ise
    bazen mide bulantısı, kusma ve ishale yol açabilir. Marmelat olarak ise çok sağlıklıdır; çeşitli vitaminler ve değerli mineraller içerir.
    Nane: Gastritli ve ülserli hastalar nane yememelidir. Fazlası bulantı yapar. Hamile hanımlar az yemelidir. Önerilen dozajlarda bilinen herhangi bir yan etkisi yoktur. Nane çayının sürekli kullanımı önerilmez. Beş yaşından küçük çocuklara nane çayı içirilmemelidir. 12
    yaşından küçük çocuklara nane yağı kullandırılmamalıdır. Gebelik sürecinde nane yağı kullanılmaz.
    Nar suyu: Hamileler kullanamaz.
    Nergiz: Hamileler kullanamaz. Ay başına 1 hafta kala kullanmak zararlıdır, aybaşından sonra kullanmak gerekir.
    Oğulotu: Mide iltihabı ve ülseri olanlar dikkatli kullanmalıdır. Eterli yağın içten kullanımı rahatsızlıklara neden olabilir.
    Ökaliptus: Önerilen dozajlarda ökaliptus yaprak çayının bilinen herhangi bir yan etkisi yoktur. Ama eterli yağın çok dikkatli kullanılması gerekir. Yüksek doz eterli yağ kullanımlarında, mide bulantısı, kusma ve ishal görülebilir. Bu durumlarda, eterli yağ kullanımına son verildiğinde, bu rahatsızlıklar da, hiçbir kalıcı zarara yol açmadan hemen sona ererler.
    Ökseotu: Doz aşımı zehirlenmelere ve kabızlığa sebep olur. Ellerde kaşıntı ve deride kabarcıklar meydana getirebilir. Kalp damarları üzerindeki etkisi sebebiyle dikkatli kullanılmalıdır. Doz aşılmamalıdır. Ökseotunun meyveleri zehirlidir ve kesinlikle içten
    kullanılmamalıdır! Bazı kitaplarda ve hatta kaynak kitaplarda, çay yapımında meyvenin kullanılabileceğinin belirtilmiş olmasını anlamak mümkün değildir.
    Pamuk tohumu: Hamileler kullanamaz.
    Papatya: Önerilen dozajlara uyulduğunda bilinen hiçbir yan etkisi yoktur. Ama onu sürekli kullanmak da doğru değildir. Papatya çayı ile göz banyosu yapılmamalıdır, konjoktivite yol açabilir. Hamileler kullanamaz.
    Patlıcan: Mide, bağırsak, karaciğer ve şeker hastaları kullanmamalıdır.
    Pelin otu: Emziren annelere, mide kanaması geçirenlere zararlıdır. Doz aşımı zehirlenmelere sebep olur. Uzun süre kullanmak sinirleri bozar. Önerilen dozajlar aşılmadığında bilinen herhangi bir yan etkisi yoktur. Uzun süreli kullanılmamalıdır. Gebelik sürecinde kullanılmamalıdır. Mide ve bağırsak ülserinde ve ağır böbrek
    hastalıklarında kullanılmamalıdır.
    Pirinç: Kabızlık yapar, mide şişkinliğine sebep olur, balgamı artırır. Vücutta tıkanıklığa sebep olabilir.
    Porsuk ağacı yaprağı: Şiddetli zehirlidir.
    Ravend: Hamileler ve hemoroit hastaları kullanamaz.
    Rezene: Doz aşımı karın kaslarında gerilme yapar, aybaşı zamanlarında kullanmak fazla kanamalara sebebiyet verir. Hamileler kullanamaz. Çok ender olarak deri alerjileri görülebilir.
    Sabunotu: Aşırı doz ishal yapar.
    Safran: Doz aşımı kanama ve zehirlenmelere sebebiyet verir. Hamileler kullanamaz. 10 gr safran büyük bir insanı öldürür.
    Salep: Bağırsak kanaması, kalın bağırsak iltihabı ve hazım sistemi rahatsızlığı olanlar kullanamaz.
    Saparna: Doz aşımı bulantı ve kusma yapar.
    Sarı kantaron: Uzun süreli kantaron çayı kullanımı, güneş ışığına veya solaryuma karşı duyarlılık oluşturur. Çay içimine son verildiğinde bu duyarlılık sona erer. Bilinen başkaca bir yan etkisi yoktur.
    Sarı sabır: Doz aşımı ve uzun süre kullanılması, rahimde kan birikmesi ve kanamalara sebep olur. Prostat, kolit, dizanteri ve sistiti olanlar kullanamaz. Hamileler kullanamaz. 8 gramı öldürücüdür. Motoraji, hematuri, mesane, rahim ve basur hastaları kullanamaz.
    Sarmaşık (Convulvulus Sepium): Bağırsakları tahriş eder.
    Sarmısak: Aşırı yenildiğinde göze zafiyet verir, sıracaya sebep olur. Emziren anneler, cilt hastaları ve hemoroit hastaları yememelidir. Hamilelere zararlıdır. Baş ağrısı, dimağa ve gözlere zarar verir. Cinsel arzuyu azaltır. Balgam ve susuzluk yapar. Safrayı artırır. Ağız kokusunu bozar, vücudu hararetli olanlara, ishal olanlara sarımsak zararlıdır. Tedavi edicilik açısından, kuru sarmısak taze sarmısaktan çok daha etkilidir. Sarmısağın dozajını herkes kendine göre düzenleyebilir.
    Sedefotu: Sarhoşluk ve ishalle beliren zehirlenmeler yapar. Kesinlikle kullanılmaz. Önerilen dozajlara özenle uymak gerekir. Yüksek dozaj kullanımında, mide ve bağırsak rahatsızlıkları, dilin şişmesi ve aşırı tükürük salgısı görülebilir. Parlak ışığa karşı duyarlılık oluşabilir. Gebelik sürecinde kesinlikle kullanılmamalıdır; düşüklere yol açabilir!
    Semizotu: Hamilelik sırasında tedavi maksatlı semizotu kullanılmamalıdır.
    Sıklamen soğanı: Aşırı doz öldürücüdür.
    Sinameki: Hemoroit hastaları, hamileler kullanamaz. Aybaşı kanamalarını artırır. 5 yaşın altındaki çocuklara verilmemelidir. Uzun süre kullanılması zararlıdır. Kolit ve spastik kabızlıkta kullanılmaz.
    Sirke: Kansız olanlar, kolesterolü olan ve damar sertliği hastaları, hamileler sirke ve sirkeli turşuyu yememelidir. Meniyi azaltır.
    Siyah hardal: Hardal yakısının süresine dikkat etmek ve süre sonunda uygulama bölgesini çok iyi temizlemek gerekir. Friksiyonların da yumuşak hareketlerle uygulanmasına özen gösterilmelidir, aksi halde deri tahriş olabilir. Yemeklerde de aşırı miktarda hardal kullanılması doğru değildir. Hardal tentürünün içten kullanımında ise, dozajlara uyulduğunda herhangi bir yan etki görülmez.
    Soğan: Mide bağırsak hastalarına, kolitlilere soğan zararlıdır. Çiğ soğanı çok yemek meniyi azaltır, aklı ifsad eder, baş ağrısı yapar.
    Soya fasulyesi: Guatr hastaları yememelidir.
    Su baldıran otu: Şiddetli zehirlidir.
    Sumak: Yüksek tansiyonlular sumak yememelidir. Fazla yenirse kabız yapar.
    Susam: Hazmı zordur. Midesi zayıf olanlara yaramaz. Midenin düşmanıdır. Ağız kokusu yapar.
    Şahtere otu: Yüksek dozajlar karın ağrısına yol açabilir.
    Şalgam: Hazmı zordur. Aşırı gaz yapar.
    Şeftali: Şeftali çekirdeklerinde çok etkin bir zehir vardır.
    Şerbetçi otu: Doz aşımı bulantı, kusma, midede yanma yapar. Zihin dalgınlığı ve baş dönmesine sebep olur. Hamileler kullanamaz. (Erkeklerde erken boşalma meydana getirebilir.)
    Şekerci boyası: Yüksek dozajlar, mide bulantısı ve ishal gibi tepkilere yol açabilir. 2-3 haftalık tedavi kürlerinden sonra 1 hafta ara verilmelidir. Gebelik sürecinde kullanılmamalıdır.
    Şeytan şalgamı (Akasma): Bitkinin tamamı zehirlidir. Zehirli madde dokuları şiddetle tahriş ve tahrik eder, bundan sonrada sinir sistemi merkezinde paraliz meydana getirir.
    Şevket-i bostan: Böbrek hastaları kullanamaz.
    Şimşir: Çiçek ve tohumlarını kullanmak tehlikelidir, kesinlikle kullanılmaz.
    Taflan suyu: Doz aşımı zararlıdır. Baş ağrısı, karın ağrısı, kusma yapar. Yaprakları kesinlikle kullanılmaz.
    Tarçın: Yüksek tansiyonlular dikkatle kullanmalıdırlar.
    Tarhun: Kanı yakar. Cinsel arzuyu keser.
    Tatula: Doz aşımı ağız kuruluğu, damar bozukluğu, ishal yapar. 0,2 gramdan fazlası tehlikelidir.
    Termiye: Termiye kavrulmadan veya tatlandırılmadan kullanılmamalıdır. Zehirlidir.
    Turunç: Ekşi turunç suyu içildiğinde sinirlere ve nefes darlığında zararlıdır.
    Üzerlik otu: Üzerlik otundan yapılan çay açık olmalı ve en az günde iki bardak içilmelidir. Aksi takdirde zararlı olur. Hamile kadınlar üzerlik otunu hiçbir biçimde kullanmamalıdır.
    Üzüm: Üzüm çekirdeği midenin cidarını sertleştirir, kabız yapar. Üzüm kabuğu gazı artırır, üzerine rezene veya kimyon içilmelidir.
    Vanilya: Doz aşımı kusmalara sebep olur.
    Yaban yasemini: Doz aşımı bulantı, kusma, ishal, zehirlenme yapar.
    Yakıotu (Küçük Çiçekli): iki haftalık bir kürden sonra 2-3 gün ara verilmelidir. Ara verilmeden uygulanan tedaviler bazı kişilerde kabızlığa yol açabilir. Bilinen başkaca bir yan etkisi yoktur.
    Yarpuz: Hamileler kullanmamalıdır. 5 yaşından küçük çocuklara verilmez.
    Yer mürveri: Meyveleri zehirlidir.
    Yılan yastığı: Taze yaprak, meyve: Mide bulantısı, kusma, ishal, baş dönmesi yapar. Kalp atışlarında yumrular yenildiğinde düzensizlikler görülür. Dil şişmesi, göz bebeği büyümesi, ağız ve boğazda yanma hissi meydana getirir. Öldürücü zehirlidir.
    Yüksükotu: Yüksükotu bitkisi yüksek derecede zehirlidir ve kesinlikle çay biçiminde kullanılmamalıdır!! Tentür ve preparatların kullanımı da mutlaka uzman doktor tarafından kararlaştırılmalıdır!! Pek çok yüksükotu türü vardır. Tentür ve preparat imalatında kırmızı yüksükotunun kullanılmasının gerçek nedeni, yalnızca bu türün bilimsel olarak gereğince incelenmiş olmasıdır.
    Zakkum: 1 gr kuru yaprak öldürücüdür.
    Zeravend: Yüksek dozlarda hazım sistemini ve böbrekleri tahriş eder.
    Zerdeçal: Gastriti ve mide ülseri olanlar kullanmamalıdır.
    2 ...
  14. homo demonstrans

    1.
  15. Homo Demonstrans'a (gösteren adam) kısa bir bakış: nerelerde karşınıza çıkar, kendini nasıl belli eder, nasıl başa çıkılır.
    Kadınlık durumunun birinci koşulu, size hayatı izah etmeyi kendine görev edinmiş adamlarla başa çıkmayı öğrenmektir. Çünkü okul çağından itibaren, erkekler size neyi nasıl yapmanız gerektiğini anlatacaktır. Bağcıklarınızı nasıl bağlayacaksınız, bayramda bayrağı soldan sağa mı yoksa sağdan sola mı sallayacaksınız, çantanızı sıranın altına mı yanına mı koyacaksınız? Aslına bakarsanız, yuvada yanınızdaki yatakta öğle uykusuna yatan küçük oğlanın bile sizin hayatınıza dair söyleyecek şeyleri vardı. Sizden önce konuşmayı başarabilseydi tabii. Ancak maalesef bu mümkün olmadı.

    Homo Demonstrans (gösteren adam), hayatınızın herhangi bir evresinde karşınıza çıkabilir. Erkekler göstermeyi ve izah etmeyi doğal hakları olarak görürler. Bir nedenle, isim verme ve tanımlama görevinin kendi tekellerinde olduğunu düşünürler. (Bu durumun Adem babamızla ilgisi olabilir. Ama kafası çalışan herkes bilir ki, bütün isimleri Adem tek başına bulmuş olamaz. Belli ki, Havva bu görevi kısa süre sonra devralmıştır. Şakayık, çitlembik, ibrişim, yakamoz, zigon, gipür ya da ne bileyim müşkülpesent gibi bir kelime bir erkeğin zihninden çıkmış olabilir mi? Neyse, bunun sonu yok. iyisi mi, başka bir yazıya bırakalım.) Sadece isimler olsa neyse, dünya üzerinde ne varsa hepsi erkeklerden sorulur: Olaylar, insanlar, durumlar. Erkekler her şeyin en doğrusunu bildiklerine inanır, her konuya dahil olur ve bütün meselelere açıklık getirmek isterler. Tamamen kadınları ilgilendirenlere bile.

    Mesela bir erkek arkadaşım bana ağda yapmanın inceliklerini anlatmıştı. Ne kadar şeker konmalı, ne zaman ateşten kaldırılmalı falan filan. Sonra da, bacaklarındaki tüyleri genellikle diz kapağına kadar aldıkları için, kadınların bu işlemi tamamen yanlış bir şekilde yaptıklarını iddia etmişti. “Tümünü tamamlamadıkları için mi?” dedim. “Hayır. iki yüzlü oldukları için,” diye cevap verdi, “çünkü eteğin altında kalan yeri almıyorlar, yani hile yapıyorlar.” Sıradan bir ağda hikayesinin içine, görev ahlakının girdiğini görünce biraz sarsıldığımı hatırlıyorum. “Yanlış” sözcüğünü tamamen pratik bir şey olarak algılamıştım, meğer ahlaksız anlamına geliyormuş. Birçok kadının bacaklarının üst kısmında tüy olmadığını, onun için o bölgeye ağda yapmadıklarını anlatmaya çalıştım ona. Fakat nafile. Anatomiden çok etik ile ilgiliydi. “Aşağısı yukarısının teminatıdır,” dedi bana. Kant gibi konuşan bir ağdacıya karşı ne yapabilir ki insan? Sustum ben de.

    Hiç yemek pişirmediğini gayet iyi bildiğim bir başkası, enginarları neden limonlu suda beklettiğimize takmıştı. Ona göre tamamen gereksiz bir şeydi bu. Onun için derhal düzeltilmesi gerekiyordu.

    “Enginarları neden limonlu su içinde bekletiyoruz?”
    “Kararmasınlar diye.”
    “Ama o kadar limon boşa gidiyor. Sade suda bekletsek olmaz mı?
    “Olmaz.”
    “Neden?”
    “Kararır.”
    “Kararmaz bence.”
    “Kadınlar binlerce senedir enginarı böyle pişiriyor. Bir bildikleri var herhalde.”
    “Sen nereden öğrendin bu limon işini?”
    “Annemden…”
    “Peki o?”
    “Annesinden…”
    “Ya kimsenin aklına gelmediyse? Sade su yeter derim ben. Bir deneyelim, ne olur ki?
    “Olur. Deneyelim.”
    (10 dak. sonra)
    “Aaaa, kararmış bunlar yaaa… Halbuki havayla teması da kesmiştik. Hiç anlamadım valla… Patates gibi değil yani bu iş?”

    Kadınları beceriksiz ikinci sınıf varlıklar olarak gören ve onları eğitip düzeltmeyi hedefleyen bu davranışa ingilizcede “mansplaining” deniyor. Bir tür benbilirimcilik yani. “Mansplaining” bazı durumlarda zararsız gibi görünse de, aslında her koşulda erkeklerin iktidar kurmak istedikleri bir ilişki biçimine işaret ediyor. Erkek, karşısındaki kadını çaresiz ve bilgisiz olarak düşündüğü ölçüde, kendini ispat ettiği hissine kapılıyor. Yine eskilerden bir anı: ilk sevgilimle beraber plaja gitmişiz. Kumsalda yürür eğleniriz falan diye düşünürken, bir de baktım ki bana yüzme öğretmeye çalışıyor. “Şimdi kolunu şöyle kaldır ve gövdeni ileri it! Suyun üzerinde rahatça durmak istiyorsan, sırt üstü yatarken kendini rahat bırakacaksın. Su zaten seni kaldırır.” Kibarlık falan bir yere kadar. Bir zaman sonra dayanamadım, onu orada bırakıp ufka doğru kulaç atmaya başladım. Çocukluğumdan beri iyi yüzerim. Açığa doğru ilerlerken beni takip edecek mi diye baktım, peşimden gelmedi. Döndüğümde sahildeki çocuklara kumdan kale yapmayı öğretiyordu. Kum çok kuruysa olmazdı, çok ıslaksa da olmazdı. Doğru nemi tutturmak lazımdı.

    Söylemeye gerek yok, o ilişki çok uzun sürmedi. Ardından gelenler de çok farklı değildi gerçi. Hepsi bir şekilde, öğreten adam olmayı tercih etmişti. Böyle de idealist ve inançlı bir nesle rast geldim. Bu da benim şansım herhalde. Herkes bildiklerini aktarma arzusu ile yanıp tutuşuyordu. Hayatınızı kontrol etmeye çalışanlar, ne yemeniz ne giymeniz gerektiğini söyleyenler, sağlıklı yaşam kılavuzları dayatanlar ve (en sevdiğim kategori) sizi sizden daha iyi tanıdığını zannedenler.

    “Kızgınsın sen, belli oluyor.”
    “Yok valla değilim. Yorgunum sadece. Bir de midem bulanıyor. Çok mu içtik biz?”
    “Kızgınsın. Sana haksızlık yapıldığını düşünüyorsun.”
    “Aslında galiba kusmayı düşünüyorum.”
    “Bana mı kızdın?”
    “Tuvalet ne tarafa düşüyor?”
    “Sana maymun iştahlı dedim ya daha önce…”
    “Ha? Mandolin çalmayı bıraktığım için mi? Birinci sınıftaydı o…”
    “Yok, hani çok sevgilin olmuş ya? Bana biraz şey geldi…”
    “Ney geldi?
    “Yani bence kadın dediğin biraz ağır olmalı. Dikkat ettim, garsonlarla da hep sen konuştun bu gece.”
    “Şu tuvaleti gösterecek misin, nedir?”
    “Bak yine öfkelendin! Hoşuna gitmeyince hemen sertleşiyorsun.”
    “Kova da olur…”
    “Yok, Kova değil bence Akrepsin sen. Ya da belki Boğa. Hem maymun iştahlı hem sivri dilli…
    “Öğğğk….”

    Bütün bu badirelerden geçip büyük bir hasar almadan otuzlu yaşlarınızın başına kadar gelmeyi başardıysanız, bu sefer de sizi iş hayatındaki Homo Demonstrans türü karşılayacaktır. Bunların en fenası akademide bulunur. Onlar okullara gitmiş, tezler yazmış, dereceler almıştır. Aileleri tarafından desteklenmiş, pohpohlanmışlardır. Oysa siz, doktoranızı yaparken üç işte çalışmış, belki de çocuk bile büyütmüşsünüzdür. Ama kimse sırtınızı sıvazlamamıştır, hatta doktora yapmanız bir lüks gibi görünmüştür. Sonunda akademideki yerinizi aldığınızda bu sıkıntıların sonu gelecek zannedersiniz. Ama burada da erkek meslektaşınızın size karşı hemcinslerine davrandığı gibi saygılı ve dikkatli davranmadığını fark edersiniz. Toplantılarda, konferanslarda, atölyelerde tepeden ve küçümseyici bir sesle konuşur, çok iyi bildiğiniz şeyleri size öğretmeye kalkar. Sanki siz aynı yollardan geçmemişsinizdir. Sanki o eğitimini alırken siz evde nakış işleyip kanaviçe yapmışsınızdır.

    Eğer kadınsanız, akademik hayatta başınıza akıl almadık işler gelebilir. Çok sık rastlanan durumlardan biri, size tezinizin hangi konuda olduğunu soran bir meslektaşınızın başlığı duyar duymaz a) burun kıvırması, b) bunun daha önce yapıldığını söylemesi, ya da c) sizin tezinizi size anlatmaya kalkışmasıdır. Bildiri sunmak da ayrı bir meseledir. Birileri soru sormak yerine kendi işlerinden bahsedebilir ya da sizin iddianızı farklı sözcüklerle tekrar edip ortaya müthiş bir fikir atıyormuş gibi yapabilir. Hatta bazen konferans alanında biri yanınıza yaklaşıp başka bir konuşmacının anlattığı şeyler için sizi eleştirebilir. O konuşmanın size ait olmadığını söylediğinizde, özür dilemek yerine, o oturumda yapılan bütün konuşmaların birbirine benzediğini ima edebilir. Tabii, konuşmacıların tümü kadın olunca, konuları ayırt etmek mümkün olmamıştır. Bütün kadınlar aynıdır. Adam haklıdır.

    Fakat bazen iyice garip hallerde bulursunuz kendinizi. Mesela, uluslararası bir toplantıda Amerikalı bir meslektaşınız sizinle Türkçe bir kelimenin anlamına dair tartışabilir. Zorda kalınca da, geri çekilmeyi utanç verici bulduğu için, kendi söylediği anlamın kelimenin “mecazi” anlamı olduğunu iddia edebilir. Adam Türkçe bilmez. Ama bunun önemi yoktur. Çünkü o hem beyaz hem de erkektir. Bu da ona her konuda fikir beyan etme hakkı verir. Sizse az gelişmiş bir ülkeden gelirsiniz. Üstelik kadın başınıza kalkıp erkeklerin at koşturduğu bir alana girmiş, onların konuştuğu dilde konuşmaya cesaret etmişsinizdir. Halbuki, kendi dilinizi bile yeterince iyi bildiğiniz şüphelidir. Onun için, haddiniz bildirildiğinde durumu sessizce kabul edip çekilmeniz gerekir.

    Bana kalırsa siz de öyle yapın. Çekilin yani. Ama ayrılırken adamın taşaklarını da yanınızda götürün. Böylesi daha yerinde bir davranış olur. “Mecazi” olarak tabii.
    0 ...
  16. kalp çakrası

    1.
  17. KALP ÇAKRASI

    Dördüncü çakra zümrüt yeşili renkte, göğsün ortasında bulunan, kavrayıcı, kabul edici enerji merkezidir. Kalp çakrası olarak da adlandırılır ama aslında göğüs kemiğinin arkasında konuşlanmıştır. Timüs beziyle ilişkilendirilmiştir.

    Yüceltilmiş, pohpohlanmış, ilahlaştırılmış, gücünün üstünde çalıştırılmış ve yanlış anlaşılmış bu enerji merkezi hakkında okadar çok yazılıp çizilmiştir ki, bütün bu ağır yakıştırmalar altında un ufak olmamak zaten çok zordur; ya da ayinler ve batıl inançlar tapınağına hapsedilmiş, kadim ruhlar ve yüksek benler arasında vücuda getirilmiştir. Hadi oradan! Ne dersiniz, sil baştan
    başlayalım mı?

    Dördüncü çakra, zümrüt yeşili renkte, alıcı, kavrayıcı, kabul edici enerji merkezidir; hem kendisinehem de dış dünyaya karşı şefkat duygusunu ve sevme yeteneğini barındırır. Kalp çakrası el çakralarına bağlıdır.Bu bağlantı sağlıklı değilse, verme,sevme, bağlanma ve kabul etme becerileri zarar görebilir.

    Kalp çakrası, yedi çakralı sistemin merkez (ya da geçiş) çakrasıdır.Aşağıda bulunan üç beden çakrası ve yukarıda bulunan üç ruh çakrası arasındaki boşlukları kalp çakrası doldurur. Sağlıklı bir sistemde kalp çakrası tamamıyla spiritüel olan bilgileri (beşinci çakra tarafından toplanan ve yollanan) alarak onları alt çakralara tercüme eder. Aynı zamanda tamamen fiziksel olan bilgileri de (üçüncü çakra tarafından toplanan ve yollanan) alt çakralara tercüme eder.

    Sağlıklı bir kalp çakrasının bilgi iletici yetenekleri her türlü beden/ruh bölünmesi tedavisi sırasında gereklidir. Dördüncü çakra çalışır durumdayken bilgi toplama ve yerine ulaştırma merkezi görevi yapar. Sürekli olarak ruh ve beden arasındaki bağlantıyı sağlar. Sağlıklı işleyen dördüncü çakra desteği olmadan ruh ve beden ortak konularda birbirlerinin hiç farkında olmadan sağa sola yalpalarlar.

    Yukarıda yazılı bilgileri okuduktan sonra spiritüel çalışma yapan bir kişinin kalp çakralarının daha sağlıklı olduğunu düşünebilirsiniz, ama bir daha düşünün! Maalesef meditasyon ve spiritüel gelişim kurslarına katılan çoğu öğrencinin kalp çakraları en fazla zarar görmüş, en yorgun, en işlevini yitirmiş çakralardır.

    Spiritüel çalışmanın pek çok biçiminde kalbin başkalarını sevme yeteneğine o kadar çok önem verilir ki, sonunda diğer bütün yardımcı özellikleri yok edilir ya da bastırılır. Başkalarını sevmek ve affetmek en önemli spiritüel davranış olarak öğretilir. Kendini başkalarına tümüyle vermek sanki kalbin en önemli özelliğidir. Elbette bunlar dördüncü çakra enerjisinin önemli özelliklerindendir. Bunlar aynı zamanda kendine önem vermeyen, bağlantısını yitirmiş, diğer altı çakranın özellikleri ile alakası kalmamış kaçak şifacıların da özellikleridir.

    Evet, başkalarını sevmek hayatidir. Ama başkalarını sevmek spiritüel bir yolculuğun en başında kendini yok saymak için bir özür değildir. Başkalarını gerçekten sevebilmenin yolu her ne olursak olalım önce kendimizi sevmeyi öğrenmekten geçer. Kişinin kendini sevmesi, eğer bütün kalp enerjisi dışarıya yöneltilmişse, mümkün değildir. Kişinin ne kendisine verecek sevgisi kalmıştır ne de hayati bir mesele olan ruh beden iletişimi için enerjisi vardır.

    Tüm dünyayı ve herkesi sevmek eğer içeri dönük sevgi yoksa hiçbir yere varmaz. Bu kadar basit. Başkalarını gerçekten sevmeye başlamak için kalp çakrasının enerjisi bedene geri döndürülmeli ve tanınmalıdır.

    Kalp çakrası üzerine bu kadar düşülmesi bazen geri teper. Çakra sisteminin bir bütün olarak dengesini ve hizasını bozar, çünkü sürekli dışarı akan kalp çakrasının enerjisi ruh ve beden arasında kurulan ilişkinin sürdürülmesine yetmez olur. Kalp çakrasına yüklenmek aynı zamanda fiziksel ve ruhsal bağışıklığa da müdahale eder, çünkü üçüncü çakra tüm zamanını yorgun bir kalbi korumaya harcar ve böylece ruh ya da bedeni korumak için zamanı kalmaz.

    Dışa enerji akıtan dördüncü çakra yardım ya da şifa isteyemez çünkü iletişimci beşinci çakra, dördüncü çakra kadar yorgun perişan bir durumdadır. Beşinci çakra bireyin kendi ihtiyaçlarını anlatacak durumda değildir. Kalp çakrası şifacıları kendilerini sürekli olarak tehlikeli ortamlarda şifa verirken bulurlar ve yardım isteyemezler. Genellikle kendilerine yardım edemedikleri gibi başkalarına da yardım edemez ve yitip giderler.

    Dördüncü çakranın kötü kullanımı aynı zamanda çakranın kendisine de zarar verir. Yanlış kullanılan dördüncü çakra korunmasız şifacılarda, doktorlarda ve terapistlerde sağlıklı dairesel şeklinden çıkarak çok genişlemiş bir halde yataylaşarak nerdeyse omuzlara ulaşır.

    Aşırı çalıştırılan bir kalp çakrasının sahibi, tüm varlıkları sevip anlayış gösterme ve ağızlarına çikolata tıkma arasında salınırken bir yandan da para yüzünden öfke nöbetine tutulabilir. Onlara göre insan ya sadece kendi ihtiyaçlarını karşılar ve etrafındakilerden hep bir şeyler alır ya da kendisini tamamen unutup her şeyini başkalarına verir. Dünya ya aktır ya da kara; bunların arasında iletişim kuracak griye yer yoktur.Sadece kalp çakraları ile yaşayan insanlar bu gezegendeki yaşamı “ya, ya da” bakış açısıyla görürler. Ya beden dünyasında, ego, cinsellik ve para için yaşanır ya da ruh dünyasında benliğin bütün ihtiyaçlarından vazgeçerek yaşanır. Bu bölünmüş kişiler bir uç noktadan diğerine savrulup dururlar.

    Ben bu tür insanları tarif ederken sarkaç benzetmesini kullanırım. Gidebileceği iki uç noktadan birine varan sarkacın orada kalabilmek için inanılmaz bir enerji harcaması gerekir. O konumda kalabilmeyi sağlamanın tek yolu bir şeyin sarkacı yakalayıp orada tutmasıdır. Bu kesinlikle doğal değildir. Sarkaçlar sadece birileri enerji yüklerse deli gibi sallanırlar. Doğal hallerindeyken,ispit merkezi civarında yavaşça salınırlar. Gerçek sarkaçlar sadece ak ve kara arasındaki gri alanda yaşarlar.

    Doğal olmayan ve uç noktaya ulaşan sallanmanın panzehiri elbette ki dengedir. Bu dengeyi sağlamak en kötü şekilde zedelenmiş kalp çakrası vakalarında bile mümkündür. Çakra sistemini dengeleyerek, gerçek sevgiyi ve tedaviyi elde edersiniz; tıpkı doğru anlamayı, düşünmeyi, korumayı, yaşamayı, iletişim kurmayı, bilmeyi, almayı ve vermeyi öğrenebileceğiniz gibi. Sarkaç örneğini bu dünyanın ya ak ya da kara; ya bir uçta ya da diğer uçta olmadığını hatırlamak için kullanın. Biz, bedenin içindeki ruh ve ruhun bedeniyiz. Her iki uçtan sadece biri daha iyi ya da kötü; daha yüce ya da aşağı; daha fazla ya da az değildir.

    Ruhunuzun ya da bedeninizin gereksinimleri için ikiye ayrıldığınızı hissediyorsanız, bu durum kalp çakranızın özgürce düşünemediğinin; diğer çakralar arasında tercümanlık yapamadığının açık bir işaretidir.

    Bir uçtan diğerine inanılmaz hızla sallanan sarkaçlarla yaptığınız sözleşmeleri yakın ve özgür kalan bu enerjiyi kalbinizi iyileştirmek için kullanın.

    KAPALI YA DA AÇIK DÖRDÜNCÜ ÇAKRA

    Her kalp çakrası sorununda el çakraları da işin içindedir.Kalp çakrası sorunlarınızı iyileştirdikçe ellerinizle kalbiniz arasındaki bağı gözlemleyin. Bu bağı iyileştirmek yapacağınız tüm kalp çalışmalarını destekleyecektir. Eğer kalbinizin ilgiye ihtiyacı varsa el çakraları üzerine yazılmış olan bölümü okuyun.

    Çok açık ya da yanlış kullanılmış bir kalp çakrasının yol açabileceği tehlikelerden daha önce söz etmiştik. Kalp çakranız çok açıksa (çapı 13 santimetreden daha büyükse) ve diğer çakralarınız çılgına dönmüş durumdaysa elinizden geldiğince çabuk hepsini iyileştirip hizaya sokun. Bütün çakralarınızın en fazla 13 cm açıklıkta olmasına dikkat edin.

    Tıpkı diğer bütün çakralar gibi sağlıklı bir çakra sisteminde bir anlık açık bir kalp çakrası olağandır. Kalp çakraları sevgi, öz sevgi ve ruh beden iletişimi konularında harekete geçecekleri zaman kendiliğinden açılırlar. Çakralarınız dengeliyse (özellikle üçüncü ve beşinci çakranız) sırtınız ve ciğerlerinizin olduğu bölge rahat ise o zaman kalp çakranızı ardına kadar açık bırakın.Önüne ve arkasına birkaç nöbetçi yerleştirin. Kalp çakranızı günde iki kez kontrol edin. Bir haftadan daha uzun süre açık kalırsa o zaman elinizle normal boyutuna döndürün.

    Yamru yumru bir kalp çakrası başlı başına bir meseledir.Öteki çakralarınız ne kadar mükemmel çalışırsa çalışsın dairesel biçimini korumayan kalp çakrası iyi bir şey değildir. Bu biçim bozukluğu, nefes nefese kalındığına; maksadını aşmış aşırı bir kalp çakrası tedavisine ya da öz sevginin yerine başkalarının sevgi ve onayının konulması eğilimine işaret ediyor olabilir.Biçim bozukluğunun farkına vardığınız anda kalp çakranızı özgün dairesel biçimine döndürün. Ellerinizi kullanarak, yeniden dairesel biçimini alması için çakranın bütün enerjisini ona geri yollayın ve el çakraları bölümüne atlayarak bu konuda yardım alın.

    Minicik ya da sımsıkı kapalı bir kalp çakrası kalp yorgunluğu,ihanet ya da güvensizliğin işaretidir. Korunmak için bu şekle girdiği düşünülse bile kalp çakrasını kapamak kişinin hem kendisini hem de çevresini cezalandırmasıdır.Kalp kırıklığı sonunda kapanan bir kalp çakrası sevilmeye layık olmadığını düşünen bir kalbe işaret eder. Bu kalbin insan ilişkilerinin yarattığı fırtınaları atlatacak sağlam bir sevgi ya da güven geçmişi yoktur.Masallara inanmamaktadır, mutluluk dileyemez ve aşk isteyemez.Ruh ve beden çakraları arasında tercüman olmayı reddeden bir kalp çakrası büyüyemez. Kapalı bir kalp çakrası trajediyi azaltmak yerine büyütür.

    Kapalı bir kalp çakrasını açmak zorunlu olduğu kadar zor bir iştir. Hem cesaret gerekir hem de uzun zamandır inanılan sevgiye layık olmama düşüncesini bir kenara bırakmak lazımdır. Sevgi her yerdedir ama insan sevgiyi görüp hissetmeden önce ona inanmalıdır. Oysa kapalı bir kalp çakrası pek bir şeye inanmaz.

    Kalp ve gözler sevgiye kapanmışsa ne çevredeki insanların birbirlerine düşkünlükleri ne de kırk tane harika aşk ilişkisi, hiçbir şey ifade etmez. Eğer her ikisi de açıksa sevgi en olmayacak yerde ortaya çıkar; hiç tanımadığınız bir çocuğun dokunuşunda, komşunun köpeğinin gözlerinde, işyerindeki patronun övgüsünde,aile bireylerinden birinin dur durak bilmez konuşmasında.Sevgi özel bir farkındalık gerektiren bir dildir yoksa insanın kulağına manasız bir kuru gürültü gibi gelir.

    Kalbimi kapamak için dayanılmaz bir arzu duyduğumda kendi kendime “Sevgi kalıcıdır, değişen sadece isimlerdir” diye tekrarlarım. Oturup şöyle bir düşünecek olsam, etrafta sevginin bir şeklini mutlaka görürüm, ama benim tek derdim romantik bir ilişki ya da bitmek tükenmek bilmez bir heyecan isteği olmuştur.Böylece kendimi sevginin olmadığına inandırırım; aslında gerçekte etrafımda olan sevgi benim ilgimi çekmemektedir. Bu kalbimi ille kapatacağım diye inat ettiğim anlarda sevgiyi onun lisanında dinleyeceğim yerde kendi lisanımla dinlememin sonucudur.Bunu fark ederim.

    Sevgi kendisini her zaman var eder. Dördüncü çakrası açık insanlar için daima bedelsiz ve kullanılmaya hazırdır. Tek istediği,onu saklayıp biriktirmeniz yerine kendiniz ve başkaları için kullanmanızdır. Sevgiyi almak ve sunmak için dördüncü çakranın sürekli açık olması gerekir. içinizde sayısız sevgi, şifa ve ruh beden iletişimi soruları dolanıp duruyor olabilir ama eğer ilerlemek istiyorsanız kalp çakranızı daima açık ve sağlıklı tutmalısınız.Açık kalbiniz size sevmeyi, şifa vermeyi, güvenmeyi ya da herhangi bir şeyi paylaşmayı dayatmaz. Ancak eğer tam bir hayat yaşamak istiyorsanız kalp çakranızı açık tutmalısınız. istediğiniz kadar sevmeyin ve sevilmeyin ama kalp çakranızı açık ve sağlıklı tutun, tamam mı?

    Çakra sisteminiz sağlıklıysa ama kalbiniz şu anda kapalıysa,onarım işi için ya da ufak tefek bir iki düzeltme için kapanmış olabilir. Kalp çakraları zedelenmeye çok müsaittir ve zaman zaman kaçıp kendi başlarına tatile çıkmaları gerekir. Eğer bedeni nizde kalabiliyorsanız; sırtınız esnek ve rahatsa, dördüncü çakranın kapalı olması bir sorun teşkil etmez. Çakra sisteminizi kendi kendisini tedavi etmek konusundaki duyarlılığı için kutlayın ve çakralarınızın her birine bir hediye verin. Tatile çıkmış dördüncü çakranızın önünü ve arkasını sırf bu işe adanmış en az dört nöbetçi gül ile korumaya alın. Bu nöbetçiler, yeniden açılmaya hazır olana kadar, ki bu da bir haftadan uzun sürmez, kalp çakranızın mahremiyetini koruyacaktır.

    Eğer kalp çakranız bir haftanın sonunda hala kapalıysa, kendisini açmadan önce auranızın sınırlarını düzeltmenize, nöbetçilerinizi gözden geçirmenize gereksinim duyuyor olabilir. Kalbinize ne istediğini sorun, size söyleyecektir.

    SAĞLIKLI DÖRDÜNCÜ ÇAKRANIN ÖZELLiKLERi

    Dengeli bir çakra sisteminin içindeki sağlıklı bir dördüncü çakra görülmeye değer güzelliktedir. Kalp, sevgi ve onayı bedenin içine oradan da dış dünyaya akıtır; zümrüt yeşili enerji, çakranın içinde asaletle devinir. Sağlıklı bir dördüncü çakra hem bedenden hem de koruyucu üçüncü çakradan enerji ve bilgi alır;bunları sevgi ve empati ile güçlendirdikten sonra üst çakralara yollar. Kalp aynı zamanda iletişimci beşinci çakradan gelen enerjiyle bilgiyi dinler ve kabul eder; şefkat ve duygu eklediği bu enerjiyi beden çakralarına yollar.

    Dördüncü çakranın sağlıklı olduğunun en önemli işaretlerinden biri de kişinin kendisine yöneltebildiği sevgi dolu mizah duygusudur. Sağlıklı çakra üç beden çakrasından gelen ağır fiziksel,duygusal, entelektüel ve koruyucu bilgiye açıktır. Ancak sağlıklı bir kalp bu ağırlığı mizah anlayışı ile hafifletmeyi başarır.

    Üç bedensel çakra, hayatlarının çoğunu tehlike ve hayatta kalma atmosferi içinde yaşarlar; bu yüzden de pek rahatlama şansları olmaz. Sağlıklı bir kalp çakrası olaylara alt üç çakraya göre daha yukarıdan, kuşbakışı bir konumda bakarak daha geniş bir bakış açısı sunar.

    Kalp çakrasının gülüşü alaycı değildir, tam tersine travma sırasında bedene mesafe ve perspektif sağlayan bilinçli ve sıcak bir gülüştür. Kalp gülüşü şimdiki anın acısına bir iyileşme şansı vererek bedendeki stresi azaltır. Gerçeklik temelli dördüncü çakra desteği olmadan üç ruh çakrası kedere dalıp gider ve bedeni artlarında bırakırlar.Bir kez iyileşip bütün benliğe uyum sağladıktan sonra sağlıklı bir kalp çakrası başkalarını iyileştirmeyi; her şeyi vermeden,vermeyi öğrenir.
    2 ...
  18. rte nin kadın hakları ile söyledikleri

    1.
  19. Fıtrata aykırıdır sözü cinsiyet ayrımcılığına kapı aralayan bir olgudur.Batı feminizmi eşitlik vurgusunun farkı yok saydığını, erkekleri kadınlar tarafından ulaşılması gereken çıta olarak kurduğunu, toplumsal cinsiyet vurgusu olmayan "insan hakları" söylemi yerine "kadın insan hakları"nın geliştirilmesi gerektiğini söyleyip "vive la différence" diye haykırmamışmıydı? Bunu hatırlatmak istememdeki gaye şu: RTE "eşdeğerlik" dedi diye hop oturup hop kalkıyor olmamızın sebebini DOĞRU ifade etmek. Kadın-erkek formel haklar düzeyinde eşittir, eşit olmalıdır elbet, ancak bunu savunurken "eşdeğerliliğin" RTE'ye kaptırılmayacak kadar değerli feminist bir kavram olduğunu da unutmamamız gerekiyor. Dünkü feci konuşmadaki ESAS sorun, eşitliğin formel-informel ayrımı yapılmaksızın toptan reddi, eşdeğerliliğin ise "fıtrat" ve "narinlik/kırılganlık" ile eklemlenmesi. Bir kadın doğası zikredilerek kadının yaratılmasının aşkın bir sebebi olduğu iddia ediliyor. Oysa feminizm eşdeğerliliği kadının farklı - ve daha fazla! - hakka sahip olması gerektiğini savunmak için ortaya atıyor. Erkekten farklı olarak (ve genel anlamda insan haklarına EK olarak) kadının doğum hakkı, pozitif ayrımcılığa tabi olma hakkı, cinsel taciz ve tecavüz vakalarında kanıt aranmaksızın masumiyet karinesinden faydalanması, boşanma durumunda görece avantaj hakkı, vs. gibi haklarının olmasını savunuyor. 2. kuşak feminizmin sorunu "kadın" kategorisini bir yerde olumlayıp özcüleştirmesi. Ancak kabul etmeliyiz ki feminizm DE eşdeğerlilik söylemini kullandı! O halde RTE'ye karşı tepki üretirken onun kurduğu denklemi kırıp eşdeğerliliğin feminist anlamına sahip çıkmak istememiz söz konusu olabilir. Benim şahsi duruşum 3. dalga feminizmden yana. Eşitlik ve eşdeğerlik söylemlerini "stratejik özcülük" yaparak savunabiliriz, mücadelemizi oradan kurabiliriz. Ama nihai hedefimiz toplumsal cinsiyeti kökten sarsmak, sorgulamak, yapıbozuma uğratmak olmalı. Yani amaç toplumsal cinsiyet kategorilerini kuran şiddeti gözler önüne sermek...
    0 ...
  20. bitki telepatisi

    1.
  21. Cleve Blackster bitkilerin insan niyetinden etkilendigini ilk söyleyen kişilerden birisiydi, bu kavramın o kadar abes ve saçma oldugu düşünülmüştü ki elli yıl boyunca alay konusu olmuştu. Backster bu kötü şöhretini canlı organizmaların insan düşüncelerini okuduğu ve cevap verdiğini iddia eden bir dizi deneyden edinmişti.

    Bitki telepatisi bütün bu aleyhte yayının ortasında bunlar beni kenara atılan teget geçen bir keşiften daha fazla ilgilendirmiyordu: canlı varlıklar arasında çift yönlü bilgi akışının olduğunun kanıtları vardı. Bakterilerden insanlara kadar her organizma sürekli kuantum iletişim içinde gibidir. Bu hiç bitmeyen konuşma, düşüncelerin nasıl fiziksel etkisi olduğunu açıklayan hazır mekanizmayı sunar.

    Keşif, 1966'da basit bir sapmadan ortaya çıkmıştı: O zamanlar kısa saçlı, ince uzun bir adam olan Backster'ın çocuksu bir coşkusu vardı ve dikkati kolayca dağılıyordu. Sıklıkla Times Square'den dört kat yukarıdaki ofis dairesinde diger çalışanlar evlerine gidip meslekdaşların sürekli müdahaleleri olmadan ve günün koşuşturması sona erdikten sonra geç saatlere kadar çalışmasıyla devam ediyordu.

    Backster ülkenin en tanınmış yalan dedektörü olarak ünlenmişti. ikinci Dünya Savaşı sırasında yalan söylemenin fizyolojisi, hipnozun ve karşı casusluk sorgulamalarında "gerçek serumu"nun kullanımı onu büyülemişti ve bu ikiz büyülenme onun poligrafik testini psikolojik bir sanat haline getirene kadar iyileştirmesine yol açmıştı.
    Savaştan sonra ilk programını karşı casusluk için ClA adına yapmış, sonra da kapılarını açtıktan elli yıl son-ra poli grafik teknikler konusunda hala dünyanın en ünlü Backster Yalan Dedektörlüğü Okulunu kurmuştu.

    Bir Şubat sabahı, bütün gece çalıştıktan sonra Backster sabah yedide kahve arası verdi. Ofisindekı Dracaena'yı ve kauçuk bitkisini sulamak üzereydi. Sulamak için suzgeci doldururken suyun bitkinin köklerinden çıkıp gövde boyunca gidip yapraklara ulaştığı zamanın ölçülüp ölçülemeyecegini özellikle çok uzun bir gövdesi olan Dracaena'da bunun nasıl olduğunu merak etti.

    Bunu Dracaenaiyı poligrafik makinalarından birine bağlayarak test edebileceği aklına geldi; su elektrotlann arasındaki noktaya ulaştığında nem devreyi etkileyecek ve bu dirençte bir düşme olarak kaydedilecekti. Bir yalan dedektörü, sempatik sinir sistemi tarafından kontrol edilen ter bezlerinin artan faaliyeti gibi cildin elektrik iletkenliğındeki en küçük degişime hassastır.

    Poligrafik galvanik cilt tepkisi (GSR), bir elektrikçinin ohm metresinin devredeki elektrik direncini kaydetmesi gibi, ciltteki elektrik direncinin miktarını gösterir. Bir yalan dedektörü aynı zamanda kan basıncındaki, solunumdaki, nabzın güç ve hızındaki değişiklikleri de gösterir. Düşük seviyelerdeki elektrik iletkenliği sükuneti ve stresin az olduğunu ifade eder.

    Yüksek elektrodermal faaliyet (EDA), strese ve belirli ruh hallerine duyarlı sempatik sinir sisteminin, yalan söylendiği zaman olduğu gibi, fazla çalışmakta olduğunu gösterir.

    Poligrafik kayıtlar test edilen insan bunun bilinçli olarak farkına varmadan önce, sempatik sinir sistemi üzerindeki stres hakkında kanıtlar sunabilir.
    .................
    Backster Dracaena'nın uzun, kıvrık yapraklarından birini iki elektrodun arasına sandviç yaptı ve lastik bir bantla sardı. Bitkiyi suladıgında, poli grafik kayıt kağıdının üzerindeki çizginin yukarıya doğru çıkarak nem oranı arttığı için yaprağın elektrik direncinin düştüğünü göstermesini bekliyordu. Suyu döktükçe tam tersi oldu. Çizgi aşağıya dogru gitmeye başladı, sonra bir kişinin kısa bir korku yaşadıgında olduğu gibi kısa bir sinyal oldu.

    Backster, bitkinin hücrelerinin arasındaki cilalı yalıtımın poli grafik cihazlarda insanlardaki stres tepkisine benzeyen elektriksel akım yarattığını daha sonra ögrenecek olmasına rağmen, o anda insanlardakine benzer bir tepki aldıgını düşündü. Bitki gerçekten duygusal bir tepki sergiliyorsa, bu tepkiyi arttırnıak için önemli bir durtiı bulmak zorunda olduğunu düşündü.

    Polı grafik testinden geçen bir kişinin yalan söyleyip söylemediğini belirlemenin en iyi yolu "Joe Smith'e iki el ateş eden sen miydin?" gıbi doğrudan ve hedefi olan bir soru sormaktı, böylece dogru olanın dışındaki herhangi bir cevap sempatik sınır sisteminde ani ve çarpıcı bir tepkiye neden olacaktır.

    Backster bitkide eşdeger bir alarm durumunu ortaya çıkarabılmek için sağlıgını tehdit eden bir şeye ihtiyacı oldugunu biliyordu. Bitkinin yapraklarından birini bir fincan kahveye sokmayı denedi, ancak bunun çizgiler üzerinde ilginç bir etkisi olmadı, sadece çizgi aşagıya dogru inmeye devam ediyordu. Backster takip ettiği kişinin sıkılmış ya da yorulmuş olduguna hükmedebilirdi.

    Ani ve gerçek bir tehlike yaratması gerektiği açıktı: bir kibrit alıp elektrotlu yapragı yakmaya karar verdi. Bu düşünce aklından geçer geçmez, kayıt yapan kalem çizelgenin en tepesine kadar fırladı.

    Bitkiyi yakmamıştı; sadece bu düşünceyi aklından geçirmişti. Makinasına göre, bitki düşünceyi doğrudan bir tehdit olarak algılamış ve ekstrem bir alarm vermişti. Bir kutu kibrit almak için yan ofisteki sekreterinin masasına koştu. Geri döndüğünde bitki hala çizelgede alarm gösteriyordu. Bir kibrit yaktı ve alevi yapraklardan birinin altına tuttu. Kalem çılgın gibi zigzaglar yapmaya devam etti.

    Sonra Backster kibritleri sekreterinin masasına geri götürdü. Çizgi sakinleşti ve düz bir hat haline geldi. Bundan ne anlam çıkarması gerektigini bilemiyordu. Uzun zamandan beri hipnoz, düşünce gücü ve bilincin yapısı ile ilgili fikirlerle ilgileniyordu. Ordudaki karşı casusluk görevinde ve ClA'deyken Rus casuslugunda hipnoz tekniklerini belirlemek için dizayn edilmiş bir programda hipnozla ilgili bazı deneyler de yapmıştı. Ancak bu tamamen olagandışıydı.

    Bu bitki düşüncelerini okumuş gibiydi. Özellikle bitkileri çok sevdiğinden değildi. Bu ancak, bitki bir tür olağanüstü algılama yeteneğine sahipse olabilirdi. Bitki, su ve ışıktan gelen bilginin çok ötesinde çevresine uyumlanmış olmalıydı.
    Backster poli grafik cihazını bitkideki en kuçuk elektriksel değişikliğe duyarlı hale gelecek ve elektrik sinyallerini buyütecek şekilde geliştirdi. Kendisi ve ortağı Rab Henson, ilk deneyi tekrarlamaya giriştiler.

    Backster bir buçuk yılını ofisteki diğer bitkilerin çevrelerine gösterdikleri tepkileri takip ederek geçirdi. Bazı özellikler ortaya çıkardılar. Bitkiler onlara bakan kişilerin gidip gelmelerine uyumlanıyordu.

    Bir tür "bölgesellik" leri vardı ve Backster'ın laboratuvarının yakınındaki diğer ofislerde olanlara tepki vermiyorlardı. Hatta ofiste günlerini geçiren Backster'm Doberman köpeği Peter'a bile uyumlanmış duruyorlardı.

    En şaşırtıcı olanı ise, bitkilerle çevrelerindeki diğer canlılar arasında iki yönlü sürekli bilgi alış verişinin olmasıydı.

    Bir gün Backster kahve yapmak için su kaynatırken çok fazla su koyduğunu fark etti. Kaynar suyun fazlasını lavaboya boşalttığında bitkiler yoğun reaksiyon verdiler. Lavabo pek de hijyenık değildi, çalışanlar ternizlemeyeli herhalde aylar olmuştu. Lavabo deliginden örnek almaya, bunları mikroskop altında incelemeye karar verdi; ortaya çıkan genellikle lavabo borularında yaşayan bir bakteri ordusuydu.

    Sıcak su tarafından tehdit altında kaldıkları için ölmeden önce bakteriler bitkilerin algıladığı bir tür alarm sinyali mi göndermişlerdi? Bu tür bulguları bilimsel topluluğa sundugu takdirde alay konusu olacağını bilen Backster, saygın biyolog, psikiyatrist, psikolog ve fizikçilerden oluşan bir grup bilim adamından kendisine iyi bir deney dizayn etmeleri için yardım istedi.

    Backster ilk deneylerinde insan duygu ve düşüncelerinin bitkilerin tepkilerini tetikleyen faktör olarak kullanmak istedi. Bilim adamları niyetin stimulus olarak kullanılması fikrinden, bilimsel dizayna yatkın olmaması nedeniyle onu vazgeçirdiler.
    0 ...
  22. sevimlibiruye2

    1.
  23. (#16050169) çok ğüzel yazmışsın arkadaş.çıkar yiyim şu taşakları
    2 ...
  24. tinercilerin ve balicilerin ortadan kalkmış olması

    1.
  25. yada çok çok aza indirgenmiş olması durumudur.eskiden ne güzeldi (80-90lar) her köprü altında bir tinerci grubu,her karanlık sokakta bir balici mevcuttu.ne güzel para isterlerdi bizden,ne güzel gasp ederlerdi.ne güzel pis kokar,kafaları taşşak gibi olurdu.bazen gasp eder,bazen döverlerdi.hep bu tayyipin yüzünden.tarlabaşını,hacıhüsrevi,bursa mahallesini,karabayırı temizledi.akp hükümetinin yüzünden hep.anti akp burada.*
    2 ...
  26. erkan oğur ve soğan ilişkisi

    ?.
  27. -ikiside insanı ağlatır
    -ikisininde vücuda yararı çoktur(maddi-manevi)
    -biri heryerde yetişirken diğeri hiçbiryerde yetişmez.
    -soğan ''pembeleşinceye kadar'' denilsede asla pembeleştiği görülmemiştir, Erkan Oğur ise bir soruda pembeleşir çünkü o kadar utangaç,alçakgönüllü ve samimidir.
    -ikiside hayat zincirinde vazgeçilmezdir.
    -ikisininde egosu yoktur,suskunlardır,davalı değillerdir,orada öyle takılır,tek ve hürdürler.
    -ikiside 5 harflidir.
    -ikiside ateşle doyuma ulaşmıştır,biri maddi ateş diğeri manevi
    -ikisininde her eve girmesi zaruridir.
    1 ...
  28. fakir pastası

    1.
  29. bisküvi ve bol pudingimsi kakaodan yapılan,yerli malı haftasının gözdesi olan ve fakir olmayanın üretim hatası yaptığı garip tatlıdır.şahanedir.anneler harika yapar.
    3 ...
  30. devletin ele zorla silah yerine enstürman vermesi

    1.
  31. harika olacak eylemdir.zira kafama vura vura ud çaldracak bi komutan tadından yenmez.klarnet taksimi yapan bir aşık askere diyecek yok. 2.bölükte oyun havaları çalsa,bilmemne taburunda peşrevler falan ohh.ne süper olurdu.
    0 ...
  32. savaş anında bedelli bekleyen insan

    1.
  33. akıllı insandır.zira cohen kardeşlerin the man who wasn't there filmindeki berber kafasında olması,barışıl-hümanist yada hak kavramında adaletsizlik olduğunu düşünendir.apolitik olup etliye sütlüye karışmak istemeyende olabilir.yada savaşın sadece yıkım ve hezimet getirdiğini açıkça görüp dust2 kurmaya meilli kişide olabiir.
    1 ...
  34. aybaşı ve ay sonları ortalığı kan revan götürmesi

    ?.
  35. erkeklerin şu dizelerle başladığı durumdur.

    Yalnızlık hızla alçalan bulutlar karanlık bir ağırlık
    Hava ağır toprak ağır yaprak ağır
    Su tozları yağıyor üstümüze
    Özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
    Eflatuna çalar puslu lacivert bir sis kuşattı ormanı
    Karanlık çöktü denize.

    etrafta şehvetli bir kan kokusu mu hakim? ev arkadaşınız,sevgiliniz,arkadaşınız,dostunuz,baldızınız gergin,hırçın ve arıza mı? işte kadınların yaşadığı o biyolojik stres atma adeet.düzenli olarak düzensizleşen bu yaratıklar ayın bu dönemlerinde vahşetin kralını yaparlar.alınmada 1 numaradırlar,her lafa sözleri bankodur,duygusal dünyalarında ataklar oldukça fazladır.tabelayı görürsen arkadaşım hiç bulaşma bu zamanlarında bötüm bötüm ilerle.çünkü orada lüks restorant sahibi gibi görünen ince,zarif kız bu dönemde bir dürümcü hayri ustadır.ahaha yazk lan size nediyim.
    3 ...
  36. bir filmde yönetmen niçin önemlidir

    ?.
  37. sırf ''aa nasıl godard izlemezsin hahaha'' diyen insanlar şu an stv bölümünde bolca mevcut.Reklamdır bir anlamdada yönetmen...
    0 ...
  38. elif şafak ın inanılmaz tırt bir yazar olması

    ?.
  39. ağzından bal damlıyor dedirticek önerme.
    11 ...
  40. ismail yk nın keman çalması

    ?.
  41. &feature=related

    ilginçtir.
    0 ...
  42. bir görüşte ısrar etmek

    ?.
  43. Bir kişi,bir görüşe kendi başına vardığını sandığı için ısrar eder onda, bir başkası da o görüşü güçlükle öğrendiği ve onu kavramış olmaktan gurur duyduğu için yani ikisi de kibirden.
    0 ...
  44. uludağ sözlük fm 2011 maçları

    1.
  45. arkadaşlar fm 2011 de kendi aramızda hamachi vs yoldan fm turnuvası,maçları vs çevirmek gibi bir fikir aklıma geldi.Lakin tam olarak organize nasıl olur deneyimli değilim.Yardımcı olabilecek arkadaşlarında desteğiyle Football Manager 2011 maçları atmak isterim.
    0 ...
  46. sorunu yerine sorunsalı yazan yazar

    ?.
  47. çoğu yerde karşılaştığım hadisedir.Anlamadığım olay ne sözlükte fazla kız var nede NTV de yorum yapıyoruz.Acaba o arkadaşlar bakkala gittiğinde bir sakız alınca bana bir ciklembitmi diyorlar.
    1 ...
  48. garip meslekler

    1.
  49. ismindende anlaşıldığı gibi garip olan mesleklerdir.

    kubar basıcısı(hollanda)
    Gaz ve petrol dalgıcı
    1 ...
  50. babaların hayırsız olması

    1.
  51. Kadınlara nazaran erkeklerin daha hayırsız olması durumudur.işin sosyolojik boyutundanmı ele alınmalı,içgüdüsel durumlardanmı ele alınmalı bilemedim ama erkek denilen canavarı bencilleştiren itki nereden geliyor hala çözebilmiş değilim.
    1 ...
  52. susmak konuşmaktır

    ?.
  53. Sus' a gönül, gerçekten de dileyen, isteyen kişi susar;
    isteyenlerin gerçekten de istekli olduğunu susmaları anlatır. Mevlana

    susukunluğun ne tür koşulların ardından gelişi önemlidir benim için; suskunluğun nedeni susuknuluktan ne anladığımı pekiştirmeme yarar, küçük çaplı bir gizemi keşfederken destekleyicimdir...
    suskunluk öyle şeyler anlatıyor ki çoğu zaman; birer fırsat gibi her anı, durup soluklanmak, gökyüzüne bakmak gibi..ve çok zengin o; her şeyi ifade edebiliyor, kişinin yüzündeki ifadeyle bir roman sanki.ve onunla ilgili varsayımlarla oynamak ve bir kaşif gibi anlamını aramak ayrı bir eğlence bazen.ya hayalkırıklığı onda keşfettiğimiz ya da "anlamıştım zaten" sevinci..çok şey!o istediğimiz gibi ifade edebileceğimiz bir sihir, bazen ardında derin bir keder bazen de uçucu bir sevinç dalgası olsa da mükemmele bir anlatıcı işte...
    kendi suskunluğumdan bahsedecek olursam; ya ardında şeker gibi tatlı hayaller ya da bir an önce huzuru arayan bir çocuksunun telaşı olur bazılarında..
    heled benim gibi konuşmaktan ziyade defterlere sarılan acizin tekiyseniz suskunluğunuzda daha çok anlam sığınıyor, çok fazla yer yok sığınacakları çünkü...
    0 ...
  54. eve gelindiğinde yapılacak ilk şey

    1.
  55. eğlenceli flash oyunlar

    6.
  56. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük