eğer söz konusu konuşma prompter'ının bozulduğu konuşmaysa gayet de doğaldır, çok bir bok biliyormuş gibi canlı yayına geçip prompter'ı patladığında olayı nasıl toparlayacağını bilemeyen bir türkiye futbol federasyonu başkanı dalga geçilesidir, 'en azından önüne bir kağıda yazılmış taslak alsaydın be adam.' dedirtmiştir kendisi.
bu konuşma eğer bugün yayınlanan 'türkiye'yi 2020'de avrupa'nın futbol ülkelerinin zirvesine taşıyacağız.' ana fikrindeki konuşmasıysa daha da dalga geçilesidir. sen son iki ayda şimdiye kadar görülmüş en beceriksiz ve basiretsiz yönetimi göster, milletle aleni şekilde dalga geç, haftada bir açıklamalarını değiştir, sonra play-off gibi kimsenin sallamadığı saçma sapan bir sistem getir bi de dalga geçermiş gibi '9 eylül bu ülke futbolunda bir milattır. geleceğimiz parlak.' falan de.
edit: hayır niye bu kadar uzun uzun laf anlatmakla uğraştıysam, "dünyanın büyük liglerinde play-off yok, bizde neden var?" sorusuna "nba'de play-off var." diye cevap veren bir adamdan bahsediyoruz burda. başka söze gerek yok bence.
matematik hocamızın geçici beyin erimesine sebebiyet veren esprisi bunlardan biridir, olay şöyle gelişir.
hoca gelir, iki tarafa doğru açılan karatahtanın tam ortasına 7 yazar. sonra tahtanın kanatlarını açar ve bizlere dönüp sorar: "çocuklar ben şimdi ne yaptım?" hepimiz az sonra gelecek esprinin korkunçluğunu tahmin edebilmekteyizdir fakat cevap gelmez. hoca kahkaha atarak "sevenleri ayırdım." der.
zaten çok sevdiğim koca kafa'yı, büyük kaptan'ı, arda turan'ı daha da çok sevmeme sebep olmuştur. helal olsun sana arda; hiçbir zaman sana yöneltilen eleştirilere, hakaretlere takma. seni çok seviyoruz renktaş!
bize şunu (bir kez daha) göstermiş maçtır: gökhan ve servet'in milli takım stoperleri olması hiçbir şey değiştirmez. ujfalusi sağda iyi oynuyor, eyvallah, fakat ortada servet ve gökhan olacaksa ujfa'nın asıl yeri tandemde servet'in yanıdır. sağa ise sabri ya da eboue geçmelidir. ha diyorsan ki ben ujfalusi'yi sağda oynatacağım, o zaman bu takıma bir stoper şart!
fatih altaylı: "play-off sistemi biliyorsunuz çok tartışılıyor. dünyanın hiçbir büyük liginde bu uygulama yok. sadece malta'da, kıbrıs'ta, belçika'da falan var. ne diyorsunuz siz buna?"
mehmet ali aydınlar: "bakın biliyorsunuz nba çok büyük bir organizasyon, mesela nba'de play-off var. bir de hiçbir büyük ligde yok diye bizde niye olmasın? biz niye öncü olmayalım bu konuda?"
şu diyalogdan sonra kendisinin büyük bir şaka olmasını diliyorum, bu kadar beceriksiz ve ne yaptığını bilmeyen bir adam koskoca türkiye futbol federasyonu'nun başına nasıl gelir, hiç anlamıyorum.
"taraftarların görevi türk futbolunu düştüğü yerden kurtarmaktır. dekoder, forma, kombine alın, bizi destekleyin." demiş. kendisine osman baydemir'in meşhur repliğiyle seslenmemek için zor tutuyorum kendimi. ulan siz her türlü boku yiyin(yıldırım demirören ya da beşiktaş'a, ya da herhangi bir kulübe yönelik değil bu sözlerim) ülke futbolunu rezil edin, güzelim lige play-off falan diye saçmasapan bir sistem getirmekten bahsedin, gönül verdiğimiz oyunun içine edin, sonra da çıkıp "forma alın, bizi destekleyin." diye ağlayın. yok size destek falan, hangi takımdan olursanız olun bu bok temizlenene kadar, sürünün durun!
"play-off ligi daha cazip hale getirecek." dedikten sonra kendisine "mehmet oğlum sen rahatsız mısın?" * diye sorma isteğimin tavan yaptığı; beceriksiz, basiretsiz, gönül verdiğimiz futbolun bokunu çıkarmaya yemin etmiş türkiye futbol federasyonu başkanıdır. play-off nba'de güzel lan, bokunu çıkarmayın şu ligin digiturk para kazanacak diye.
edit: yok aga ben hiç anlamıyorum, şimdi bunu niye kötülersin? play-off yahu bu, play-off. var mı barclays premier league'de? var mı la liga'da, serie a'da ya da bundesliga da? var mı ligue 1'de? yok! nerde var? belçika, yunanistan. bravo, marka değerimiz tavan yapacak gerçekten. ben anlamıyorum siz bunu gerçekten yiyor musunuz yoksa fanatiklikten gözünüz mü döndü?
brakelightspurp&patron ve hood morning(no typo): candy coronas gibi üç adet albüm kalitesinde mixtape çıkardıktan sonra beklentilerin iyice yükseldiği the game albümüdür. 23 ağustos'u merakla beklemekteyiz, özellikle de aftermath'e geri döndüğü albüm olması iyice meraklandırmakta biz hip-hop fanlarını.
kelime öksürmek. o dönemler de benim böyle aylar süren, kendinden nefret ettiren bir faranjitim vardı. sürekli öksürüyordum falan. öhhö. neyse. ha bi de o dönem hoşlandığım bir kız vardı, bu da diyalog için önemli bir detay. diyalog şöyle gelişir:
hislibrokoli: oğlum ben iki aydır n'apıyorum lan? ayvagobegi : kıza yazıyosun abi. hislibrokoli : (ciğeri parçalayan bir öksürük eşliğinde) allah belanı versin be adam, öksürüyorum lan öksürüyorum.
-ilk olarak; eskide yaşayan, gelenekçi hatta ve hatta kötü anlamda kullanmak istersek geri kafalı anlamına gelebilir.
-ikinci olarak; bir sanat dalının eski çağlarından bahsederken kullanılır bu kelime. örneğin, hip-hop'ta 80'ler dönemi old school'dur: run dmc, nwa, de la soul vs.
-üçüncü olarak da; todd philips'in yönettiği 2003 yapımı bir komedi filmidir bu. snoop dogg, warren g ve nate dogg üçlüsünün görünmesiyle ayrıca sevindiren, hayvan gibi kahkaha attırırken bi anda ain't no sunshine when she's gone ya da dust in the wind çalarak bünyeyi garip yapan bir filmdir. başroldeki üçlünün yanı sıra entourage'ın ari gold'u jeremy piven harikadır bu filmde, her zaman olduğu gibi.
liam neeson ve diane kruger'ın başrolünde oynadıkları 2011 yapımı güzel bir aksiyon filmi. düz bir aksiyon filmi olmaması da güzel özelliklerinden, sonuna kadar izleyici merak içinde izliyor yani filmi.
ha bi de, ara ara türkçe cümleler duyabileceğiniz, hatta trabzonspor bayrağı görebileceğiniz bir film. berlin'de geçiyor.
andımız'ın gereksiz olduğunu düşünen bir birey olarak düzenleyenleri gördüğüm andan itibaren türlü küfür saydığım yürüyüştür. bir de küçücük kıza baş örtüsü taktırıp "okula neden baş örtümle gidemiyorum?" diye pankart tutturmuşlar. özgür'lüğünüze, mazlum'luğunuza tüküreyim çok afedersin.
ulan nike dedik, elite league dedik, nike hollanda tasarlıyor dedik bi gaza geldik. sonra bunlar da ruh der ki, ruhunu ortaya koy falan diye diye gazladılar bizi. en sonunda geldiler forma lansmanı yapacağız diye yine "tam parçalı" olmayan bir parçalı (af edersin s.keyim öyle parçalıyı) bi de antrenman formasından hallice bir siyah forma dayadılar. bak sarı olmuş ama, herhalde özlediğimden olacak, sarı forma pek güzel göründü gözüme. arsenal'in iki sene önce giydiği deplasman forması gibi. alınır ki o.
oğlum siz desenize bize; biz anlaşmayı geç imzaladık, tasarımları yetiştiremedik. elite falan değilsiniz, bu seneliğine size hazır kalıp, hazır font kullandık diye. valla o zaman bu kadar üzülmezdik ya.
ki, özellikle hell: the sequel albümündeki loud noises isimli parçada flow kavramının tabiri caizse bokunu çıkaran crooked i bu albümdeki performansını merakla beklediğimiz iki numaralı isimdir. birinci tabii ki de detroit'li çılgın oğlan royce'dur.
şimdiye kadar bu başlığa hiçbir şey yazmadım, türkiye'de severek takip ettiğim, her bölümünü iple çektiğim iki diziden biri. ** bilmiyorum, belki de büyüsünü bozmak istemediğimdendir. sadece izleyip tadını çıkarmak istedim belki de. ama; ilk sezonunun yeniden yayınlandığı şu günlerde bu diziyle ilgili şunları söylemek lazım: bu dizi endorfin salgılatıyor arkadaş, mutlu ediyor insanı. o jenerik müziğini duyduğun anda anlıyorsun ki önünde kahkahalarla geçecek, akıl dolu esprilerin yapıldığı dakikalar var. sadece gülmek de değil, kendinden bir şeyler buluyorsun. absürd komedi diyorlar ya; absürd ama, aslında absürd değil gibi. görüyorsun işte oradaki karakterleri; seviyor, bağlanıyorsun. kendinle bir bağ kuruyorsun, açıyorsun biranı ve her hafta bütün ekibe kucak dolusu teşekkürler ediyorsun. öyle de anlatması zor, ama güzel bir şey bu leyla ile mecnun.
fakat; sonra son bölüm geliyor. diyorlar sezon finali yapacağız, zaten ayrılığın getirdiği bir hüzün var. sonra bi de burak aksak bizim ağzımıza sıçmaya karar veriyor, 19 bölüm boyunca bizleri koltuktan düşürmeyi görev edinmiş ekip hep birlikte karar verip diyorlar ki, "bunlar çok güldüler aga." (yani ben böyle tahmin ediyorum, başka türlü olmaz çünkü.) işte sonra bölümün sonu geliyor, falan filan giriyor devreye. elimde bira, hüngür hüngür ağlamaya başlıyorum. daha bundan bi kaç gün önce behzat ç.'de de ağlamıştım oysa, bu kadar sık ağlamaya alışkın da değilim. ama kendimi engelleyemiyorum. birayı fondipleyip ekrana kilitleniyorum; gelmeyecek gemiyi, leyla'yı falan düşünüyorum. arada gelen komik sahnelerde küçük bir tebessüm beliriyor yüzümde ve o anlar, ama sadece o anlar, "ulan bir dizi, niye ağlıyorum ki?" diye düşünüyorum, sonra.. sonra ağlamaya devam ediyorum. hafız, galiba ben leyla ile mecnun'u çok seviyorum.
not: ulan kısa bir şey yazayım falan demiştim, final'i düşündükçe biraz fazla coştum sanki. neyse, yeni sezon 1 ağustos'ta başlıyor, kavuşuyoruz L&M'mize.
kendisini pek tanımam, ne şarkılarını dinledim ne de yazılarını okudum. zaten şu son olaylardan önce pek de görmemiştim kendisini. o yüzden de yazıları ya da şarkıları hakkında bir şey diyemem, sadece güzel bir ablamızmış kendisi. ama ben şunu anlamadım ayşe; evliliğine bir şey diyemem, böyle bir hakkım yok zaten de, son yazdığın yazıda "komşumun camdan sarkıttığı böreklerin tadını hiç unutmadım." demişsin, ne alakası var lan bunun evlilikle?
barcelona sempatizanı olan insanlar hakkında bok varmış gibi "2006'dan sonra tutuyorsunuz ama siz yaaa, çakma katalanlar!" diye genelleme yapan tiplerden daha kötü değildir, daha iyi de değildir. tarihteki başarılara bakıldığında real madrid daha üstündür fakat küçüklüğünden beri ispanyol takımlarda barcelona'ya sempatisi (ve hatta sevgisi) olan insanlar için * barcelona daha büyüktür. nokta.
ülke olanının ülkemizle sınır olarak bir ilgisi yoktur, kuzey ırak'ta bulunmaktadır. bölge olarak kürdistan denildiğindeyse buna ülkemizin güneydoğu anadolu'su da dahil edilebilir, ki oraya kürdistan demek bölücülük falan değildir, öyle algılanmamalıdır. sadece bölge ismidir.
fatih terim'in gelmesiyle birlikte illallah dedirten, taraftarı kanser etme yolunda büyük başarılara sahip yerli oyuncu kadrosunun iş yapacağını düşünüyorum. bilen bilir, 4-3-3(dolayısıyla total futbol) hayranıyımdır ama bu sene elimizde olanla (muslera ve fabiano'yu da dahil ettim.) şöyle bir kadro kurar terim, ve iyi de iş yapar. odunları yontmada üstüne yoktur çünkü. hakan balta, mustafa sarp, gökhan zan, ayhan akman ve servet çetin'in onun yönetiminde çok daha iyi performanslar göstereceğini düşünüyorum ben, her ne kadar onlardan kurtulmak istesem de.
4-4-2: muslera/sabri-ujfalusi-servet-balta/kazım(bu abiye de dikkat, kazım da bence terim yönetiminde çok daha büyük bir patlama yapabilir)-selçuk-ceyhun-arda/elmander-luis fabiano
"galatasaray'da transfer bitmez, bitmez olur mu? transfer biter." diyerek başkanlığı süresinde takımın anasını ağlatan polat&sezgin ikilisine selam çakmış, lafını koymuştur. içimizin yağları da erimiştir.