hiclerv0
236 (ilaç gibi)
on ikinci nesil yazar 93 takipçi 1412.93 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    sözlük yazarlarının garip huyları

    1470.
  1. geceleri horlarim. evlenecegim hatunun cekecegi var, evlenmeyeceksem bile benimle ayni odada uyuyacak herhangi bir disi kisisinin nasil bir canavarla ayni odada uyudugunu bilmesini saglayacagimi dusunmeklerdeyim.
    0 ...
  2. çorapla yatmak

    200.
  3. an itibariyle ayaklarim usuyo bana lazim olan.
    0 ...
  4. senaryosu en sağlam türk dizisi

    98.
  5. dünün beğenilen erkekleri

    2.
  6. erkekleri begenmeye basladiginda erkekleeeeeer...

    diye devami getirilebilecek cumle ornegi.
    0 ...
  7. temel reis in ıspanak yemesi

    2.
  8. safinaz kedimize verilen bir isim artik sadece. temel reis'e gelince ben kucukken hep villain olan kabasakal'in tarafini tutardim. neden bilmiyorum ama bircok filmde ve dizide kotu karakterler ve yaydiklari aura daha cekici geliyor.
    0 ...
  9. balığa salça koyan tipler

    3.
  10. malesef ilk defa suan gorecek kadar yemek kulturu cahili oldugum konu.
    1 ...
  11. kuresel ikinma ile romantik bir akşam yemeği yemek

    6.
  12. yemekte ikinirsa buyuk sıkınti.
    1 ...
  13. şam kudüs ün kapısıdır

    2.
  14. kudus, gitmek istedigim en favori yerlerimden birisi. jerusalem. kingdom of heaven filmi ile aklimiza kazinmistir.
    0 ...
  15. sonbahar

    762.
  16. edinburgh'ta bir baska yasanir.

    ya da kahverengi sari karisimi dokulen yapraklarin lothlorien'inde *
    0 ...
  17. bol bol su içmek

    13.
  18. bu isin cikisi olmasa en azindan idrar yoluyla olmasa severek yapilacak olandir.
    0 ...
  19. sapıklar ve abazanlar hariç hepinizi çok seviyorum

    4.
  20. koalaaaa canim kardesim * :) biz de seni seviyoruz.
    2 ...
  21. sprey deodorant

    3.
  22. old spice marka gercek manada guzel.
    0 ...
  23. türkiye merkezli bir dünya

    2.
  24. mars'tan kafaniza turk lokumu atariz.
    0 ...
  25. görmeyeli çok değişmişsin

    3.
  26. herkes degisir, her sey degisir. ancak sadece benliginiz ayni kalir ve milyon yil da gecse gercek sen hala sensin.
    1 ...
  27. beklenen büyük istanbul depremi

    155.
  28. irem derici nin paylaştığı salatalık içerikli foto

    2.
  29. insanlarin icindeki canavarlar yuzlerine mi yansiyor...
    0 ...
  30. sudekiray

    130.
  31. like atti filan guzel guzel.
    0 ...
  32. yaşlılığın başladığı yaş

    2.
  33. 55+. o ana kadar her sey yolunda olabilir ama bu siniri gectikten sonra... bir daha hicbir sey eskisi gibi olmayacaktir.
    0 ...
  34. hz isa ve havarileri

    7.
  35. tanismis olmayi diledigim kisilerde bugun.
    1 ...
  36. günaydın sözlük

    8235.
  37. gunaydin. 3 saat once uyandim ancak simdi sicak bir dus alinca cok uyku bastirdi bayilmasam bari.
    2 ...
  38. bir sözlük kızına menemen yapmak

    2.
  39. bir sozluk kizinin menemenine ekmek banip yedirmek.
    0 ...
  40. kardan adam

    144.
  41. oytunkaran

    5638.
  42. nerde o guzel evet diyen oytun reis... 2018 de ilk geldigimde vardi evetliyordu ne guzel yavru bir kedi gibi.
    0 ...
  43. bir sözlük kızıyla sırp filmi izlemek

    2.
  44. bir sirp filmi izlerseniz agir psikolojik sonuclari olabilir.
    0 ...
  45. merve boluğur

    864.
  46. lan nolmus cocukluk askim cadiya donmus.
    1 ...
  47. kedime isim buluyoruz kampanyası

    8.
  48. gece kahve içmek

    20.
  49. ertesi gun is olmasa fantezi niyetine yapilacak olan.
    1 ...
  50. dark

    184.
  51. Dark
    Uzak Bir Geçmişte: 4 Arkadaş
    Alevler dağın tepesinde öylece yükselirken 4 arkadaş birbirilerine baktılar. Bu yaşamları boyunca son kez bakışlarıydı çok sevdikleri arkadaşlıklarının bitişi esnasında. Tekrar ne zaman buluşacaklarını bilmiyorlardı. Hangi hayatta, nasıl koşullarda bulacaklarına dair birbirilerini, hiçbir fikirleri yoktu. Ayaklarının altındaki uçurum sonsuzluğa gidercesine dipsiz bir kuyu gibi uzanmıştı. Rüzgar sıcak esiyordu. Dağ yanıyordu kuru dallardan oluşan ormanın ağaçlarıyla beraber. Alevler tüm çevrelerini sardığında, atlamak onlar için daha az acılı bir ölüm olacaktı. Hiçbiri bunu sorgulamıyordu. Olayların nasıl böyle bir çıkmaza geldiğini anlayamamışlardı. Hayatlarının sonuna bakarken hepsi de gözlerindeki yaşların aktığı boşluğa odaklanmıştı.
    - Sonsuza kadar.
    - Her zaman.
    - Bütün yaşamlarda.
    - Ölümsüz gibi.
    Derin nefesler aldılar ve ayaklarını öne uzattılar. Elleri birbirilerine o kadar kilitlenmişti ki, neredeyse eşit hizalarda düşmeye başladılar. Çığlık atmadılar. Sadece nefesleri kesilmişti ve gözleri yıpramıştı düşüşün şiddetinden. Sonları belliydi. Ancak nerede başlayacakları değil.

    Bölüm1: Hayat kelebek ömrü kadar kısa.

    Martin sokak boyunca koşuyordu. Birkaç dakika önce telefonuna gelen “Baban trafik kazası geçirmiş, hemen hastaneye gelmelisin!!!” mesajı önce onu kısa süreli bir şoka sokmuş, sonra da garsonluk yaptığı kafedeki herkesin ona şaşkınca bakmasıyla sonuçlanan bir tepsi devrilmesinin ardından önlüğünü bile çıkarmadan attığı adımlarla başlamıştı hastaneye olan koşusu.

    Helen hastanedeki mesaisinin son günündeydi. Çalıştığı hastanenin acilinde 5 yıldır hemşirelik yapıyordu ve emekliliğine yıllar olmasına rağmen çoktan bıkmıştı hastalarla uğraşmaktan ve sürekli kan gördüğü ameliyatlarda doktorların ona emirler yağdırmasına. Herhangi bir olay olmaması ve eve bugün sakince gitmeyi dilerken kapıdan bir sedye ile sağlık personelinin gözleri kanlanmış ve ilk yardım bandajlarıyla sarılmış, boyunluk giydirilmiş bir adamın sürüklendiğini gördü. Gözlerini devirdi ve minik adımlarıyla doktorların çalıştığı ameliyat odasına yöneldi.
    Dex mezarlıkta ölmüş kız kardeşinin mezarı başında öylece dikiliyordu ve yağan yağmur omuzlarına gelen saçlarından dökülürken gözyaşları ile öylece bakıyordu boş gözlerle mezar taşına. Biraz ileride kalabalık, siyahlar giyinmiş bir adam onu bekliyordu. Koruması olarak tuttuğu ama aynı zamanda yalnız zamanlarında dertlerini anlattığı birisiydi. Kanserden kaybettiği kardeşi, çok genç yaşta ayrılmıştı aralarından ve ailedeki herkes hayatlarında bir şeyleri yoluna koymuş devam ederken Dex, atamıyordu bu ölümü. Mezarlıkta yalnız değillerdi. Birisi ölmüştü ve gömülüyordu, başında toplanmış kalabalık ve incilden okunan kesitler eşliğinde toprağa uğurlayanlar arasında bir kadının ağlama sesleri yağmurun sesine karışıyordu.

    Gwen sonbaharın verdiği yaprak dökümlerinin arasında bir parkta yürüyordu. Dökülen kahverengi yapraklar aynı renkteki gözlerindeki yansımada kayboluyordu. Üniversiteyi bitirememiş olmanın verdiği hüzün kaplamıştı zihnini. Oysa ne hayallerle başlamıştı okumaya ve şimdi tüm ilişkileri yıkılmışken, içine girdiği psikolojik durum sebebiyle devam edemeyecekti okumaya. Yalnız kalması gerekti ona göre. Hiçbir insanın olmadığı sokakları bu yüzden seçiyordu. Tek kişilik dairesine çıkmasının sebebi de buydu ev arkadaşlarını bırakıp. Hiçbir insanın yüzüne bakmak istemiyor, ne bir göz teması ne de bir selamlaşmayı kaldırabileceğini sanmıyordu. Parkın banklarından birisine oturup son zamanlarda giydiği tüm giysiler gibi gri ve siyahtan ibaret olan pek de kadınımsı durmayan çantasından bir sigara çıkardı ve yaktı. Nefesini verirken kaybolmuş hissediyordu. Her şeyin ve herkesin içinde yok olmuş kadar kaybolmuş.

    Uzak Bir Geçmişte: Dex
    Vizyonlar, rüyalar ve kehanetler. Sanrılar. Geceleri bitmez kılan kabuslar. Her şeyi bitirebilen ama tekrar başlatmaya gücü olan karanlık varlıklar. Hiçbir zaman o kadar derine inme demişti büyücü baktığı kan dolu kaseden geleceği yorumlarken. Bileğinden akan kanı durdurmak için kirli bir mendil ile sarmıştı ufak ama çok kanayan yarayı genç adam. Yaşadıkları ülkenin sınırları içinde kan akıtma ve akan kandan kişinin geleceğini tahmin etme, kahinler tarafından sıkça yapılan bir ayindi ve hiç farklı hissetmiyordu bu konuda. Evine dönerken akşam olmuştu ve yollar köyün havlayan köpekleri ile doluydu. Sadece havlıyorlardı, saldırmıyorlardı neyse ki. Birkaç aydır yalnız yaşadığı kulübesinde kötü rüyalar görmesiydi onu büyücülere bulaştıran. Üzerinde kötü bir varlığın elini hissettiğini söylemişti ve olay kandan bir şeyler görmeye kadar gelmişti. Yol boyunca büyücünün dediklerini düşündü:
    - Bir yangın… sonunu getirecek bir yangın. Yanında 3 kişi var ve sen varlığından kaçıyorsun. Yok olmak istercesine ölüme atlıyorsun.
    Uzak Bir Geçmiş: Martin
    Kapı çaldığında, akşam vakti gelebilecek tek kişi olduğunu anlamıştı. Yıllardır aynı köyde büyüdüklerinden akşam ziyaretleri bir alışkanlık haline gelmişti arkadaşlarında. Onları yargılayamazdı. Annesi kapıyı açtı ve arkadaşı onu sordu. Birkaç saniye sonra yanan şöminenin ucunda oturmuş ve dinliyordu başından geçenleri genç adamın. Birkaç büyücü saçmalığı ve her zamanki normal dışı çocuk zırvalıkları. Beraber bir akşam yemeği yediler. Geç saate kadar ağustos böceklerinin sesleri eşliğinde sevdikleri kızlardan bahsettiler ve sonra da daha önce defalarca yaptığı gibi arkadaşının “Yarın görüşürüz aylak” diyerek gitmesini gözlerinde parlayan ışık ile izledi.

    Uzak Bir Geçmiş: Gwen
    Yaşadıkları köyün en güzel kızıydı. Yeşil gözleri ve sırtından beline dökülen sarı saçları, hiçbir ortaçağ erkeğinin ona hayır diyemeyeceği kadar özel kılıyordu kızı. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber yola koyulmuştu. Beraber yaşadığı abisine gece saatlerinde geç döneceğini söylemiş ve dağa giden patikayı sert ama narin adımlarla çiğnemeye başlamıştı bile kuş sesleri eşliğinde. Terk edilmiş değirmeni geçtiğinde nehrin kenarındaki köprüye yöneldi. Yapraklar nehir boyunca taşınırken, 1000 yıl sonra bir parkta otururken baktığı sonbaharın kurumuş dallarından dökülen yapraklar ona bir şeyler hatırlatacaktı ancak o an hiç dikkatini çekmedi kahverengi sarımtrak ağaç parçaları. Dağa giden yol dik ve dikenlerle doluydu ama kalbini çaldırdığı erkek ile buluşmak için değerdi girdiği yollarda ayaklarına batan çalıların kanattığı tüm yaralar.

    Uzak Bir Geçmiş: Helen
    Taşlardan kendine bir heykel yapmıştı çok bir şeye benzemeyen. Siyah kısa saçları yarım saat önce vardığı dağın tepesinde terle ıslanmış alnını kapatıyordu şimdi. Piknik için getirdiği köyün satıcılarından aldığı peynir, domatesler ve birkaç parça yiyecek daha heybesinde duruyordu. Taşlarla oynamaya devam ederken ayak seslerini duydu. Gözlerini kaldırdı ve gelen 2 adama doğru baktı. Hepsi çocukluklarından bu zamana burada buluşmaya o kadar alışıktılar ki, sıradan bir köylü burayı bulmaya çalışsa kendini orman yollarında kaybeder belki de evine bile dönemezdi. Ancak onlar 7-8 yaşlarından beridir burada buluşurlardı. Arkadaşları geldi. Birisi ki gönlünün sahibiydi. Diğeri ise daha garip bir tipti. Son zamanlarda uykusuz gözlerinin altındaki morluklar belli olan tekinsiz hissettiren bir tip. Ama onun da bir seveni vardı ve köyün en güzel kızı ünvanını taşıyan kız da gelecekti birazdan serseri aşkının ulaştığı tepeye. Gelen adamlar da bir şeyler getirmişlerdi. En güzeli de soğuk doldurulmuş ama yol boyunca ısınmış olmasına rağmen hala kafalarını hoş yapacak şaraptı. 3 kişiydiler. Taşlardan bir heykel ve ağaçlıkların arasında yıllar önce inşa ettikleri hamaklar ve barınak işlevi gören tahtadan bir kabin. Bir tanesi, aralarında en sıradan hayatı yaşayan ve babası çiftçi olan, şaraptan yudumlamaya başlamıştı bile eline aldığı bir kupadan. Sonunda ağaçların arasında belirdiğinde yeşil gözlü kız, serseri tipli arkadaş minik bir ıslık öttürdü ve gençler mutluluk neşe içinde şarkılar söyleyerek piknik malzemelerini yere serdikleri hasıra dağıttılar.

    Her An:
    Boşluk. Bir küre. Kafasında dikenlerden bir taç olan, simsiyah bir gölge. Kafasına yağan küller ve baktığı dünya. Başka bir boyuttan. Başka bir zaman diliminden. Hiçlikten gelen.
    Yanında diz çökmüş bir adam. Efendisine saygılı gözlerle bakan bir köle gibi. Tapıyor gibi bir pozisyon. Eller birleştirilmiş ve birlikte uzanıyorlar sonsuzluğa.
    Dark… Gölgelerin efendisi, yokluğa hükmeden ve siyah rengini, karanlığı benimsemiş bir hiç. Öylece süzülüyorlar boşlukta onları tutan düzlemde.
    - Gençler dağa bir kere daha geldi efendim.
    Küreye odaklanmış tamamen siyah gözlerinin ardında bir bilinç ki, yaşanabilecek en korkunç kabuslara hükmeden cinsten. Karanlık bir avatar.
    - Onlara ruhlarından silinmeyecek bir hatıra bırakacağım.
    Bir mürit gibi dizlerinin üstünde bulunan adam aslında bir zamanların onurlu bir şövalyesi. Ruhunu karanlığın avatarına satmadan önce taşıdığı haç hala boynunda. Öyle bir boyuttalar ki buraya onlar istemeden kimse gelemez, kimse haberdar bile olamaz bulundukları yerden.
    - Peki neden lordum? Neden bu kişiler?
    - Çünkü onlar da senin gibiler. Hayatlarının değerini bilemedikleri için öğrenecekleri bir ders bu. Yok oluşlarının başlangıcı. Sonun başlangıcı. Dünyadan herkes mutlu ayrılamaz Lev… bazıları en kötüsünü yaşamak zorunda. Birileri o yükü omzunda taşıyacak ki, diğerleri rahat ve mutlu olsun, ışığa gidebilsin. Sen de bir gün benim gibi olduğunda anlayacaksın bütün bunları neden yaptığımızı.

    - Hazır mısın onlara görünmeye?

    - Evet efendim. Kolyemi takmama izin verin.
    Lev elindeki tılsımı boynuna geçirdi. Gözünün önünde canlandırdığı dağ figürü hiçliğin ortasında bir ekran gibi belirdi ve hiçlikten attığı ilk adım, toprağa bastı dağın atmosferinde. Kıyafetleri eski bir dilenci kadar yırtıktı ve asası aslında son yaşamında öldürülmeden önce kavradığı kılıcından başka bir şey değildi. Sadece görüntüsü değişmişti. Zırhı yerine eski paçavralar, kılıç yerine asa. Kalkan hiçbir zaman kullanmamıştı. Sadece uzun bir kılıç yeterliydi ona zamanının düşmanların biçmesi için.
    Birkaç yüz metre uzakta gülüp eğlenen 4’lüyü görebiliyordu şimdi. Onlara baktı. Ne kadar genç ve yaşam dolulardı. Eğer ki Dark hayatlarına müdahale etmese, 2 çift halinde evlenecekler ve köylerinde mutlu mesut yaşlanacaklardı. Hiçlikte o lord ile geçirdiği tüm o sayısız yıllar ve zamansızlık kadar uzun süre ona insanların hareketlerinin sebep olacağı hayat akışını görme yetisi vermişti. Gençleri izlemeye devam etti uzaktan. Bu dağda 2 ev olacaktı… yan yana. Dark’ın onları göndereceği 1000 yıl sonrasında ismi Helen olan kız ile Martin, Dex ile Gwen bu ahşaptan yaptırdıkları evlere taşınacak ve belki de 40 yıl daha beraber yaşayıp çok mutlu bir karma ile gözlerini kapatacaklardı dünyaya. ilk önce kadınlar ölecekti ardından da kendilerine bakamayacak kadar yaşlandıkları için erkekler. Bakımsız ama mutlu bir son olacaktı onlar için. Ama birazdan yaşanacaklar hiçbir hayalin gerçek olmasına izin vermeyeceği için bu düşünce bulutlarını dağıttı şövalye.
    Kendi geçmişini düşündü. 700 yıl önce Roma henüz parçalanmamışken kazandığı zaferleri ve nasıl da yenilmez hissettiğini. Düşmanlarının kafalarını gövdelerinden ayırırken yönettiği lejyonunun dillere destan başarısını. Bir an durdu. Kaçmak istedi. Kendi yaşadığı şeyi bu insanlara da yaşatmamak için koşarak gitmek. Ancak o anda kalbinin yakınındaki mühürlü kolye bedenini yakmaya başladı ve her tarafına saplanan ateş uçlu iğneler canını öyle bir yaktı ki tekrardan dizlerinin üzerinde buldu kendini. Şimdi vizyonu kapanmış, geçmişi bir film şeridi gibi gözlerinin önüne serilmişti.
    Devasa dikdörtgen kalkanlar ve kısa kılıçlı, kırmızı gümüş zırhlarının içinde ilerleyen askerler. Barbarlara karşı bastırılan isyanlar, kopan bacaklar, kafalar ve diğer vücut uzuvları ile kan gölüne dönmüş bir savaş alanı. Savaş çığlıkları ve öten borular eşliğinde kazanılan bir zafer. Sonra da küllerin içinden yükselen bir gölge. Öylece orada duruyordu Lev’in 10-15 adım ilerisinde kadar. Dark ona ilk kez böyle görünmüştü. Siyah bir gölge olarak üzerine küller yağarken ve o şekilde de kalmıştı. Ne ileri gidebiliyordu, ne de geri. Kılıcına yaslanmış öylece duruyordu keskin ucu toprağa saplanmışken metalin. Gözlerini ayıramıyordu ve lejyondan birkaç asker ona ellerini sağa sola oynatarak bir şeyler ifade etmeye çalışırken o öylece boşluğa bakıyordu. Askerlerinin kalkan pozisyonuna girdiğini fark edemiyordu bile çünkü artık dünyaya bakmıyordu. Başka bir şeye bakıyordu. Tanrı’nın en karanlık haline. Kafasında yükselen dikenler öylece duruyordu küllerin arasında ve hissettiği tüm o negatif soğuk enerji onu felç etmişti. Boğazında bir el onu kavramış gibiydi ancak ortada maddesel bir şey yoktu. Bir güç onu öylece tutuyordu. Sonra birden saldı. Sesler geri geldi.
    - Komutan Lev!!!
    - Düşman okları!!!!!
    - Hareket et lanet olası…
    Gözleri yeniden dünyaya bakmaya başladığında karşısında yüzleri çamur ve toprakla kaplı yüzlerce okçunun kazılmış bir hendekten onlara doğru nişan aldığını görmekle kalmadı, okların da vücuduna saplandığını hissetti. 5 ok gövdesinin farklı yerlerine saplandı ve dizlerinin üzerine çökmek zorunda kaldı, nefes alamazken ve zaten birkaç dakika içinde ölecekken duyduğu o kahkaha atan ses sonsuza kadar onu esir alacak avatara aitti. Son bir ok boynuna saplandığında onun basıncıyla toprağa girmiş olan kılıcının üzerine kanlar fışkırmasına sebep olmuştu. Lejyonu haince ve planlamış bir barbar kavim tuzağına kurban gidiyordu. Yan yatmış biçimde bilincini kaybetmeden önce gördüğü manzarada ellerinde meşalelerle oklarla delik deşik olmuş askerlerini yakan en az bir hamam tuvaleti kadar kötü kokan saçları sakalları birbirine karışmış yabanilerin vahşi sesleriyle süslenmiş kan deryasıydı.
    -Ölümsüzlüğün senin için nasıl başladığını hatırlatmam gerekiyordu Lev. Şimdi senin için yaşam denilen safsatanın ne zaman bittiğini ve bir daha başlamayacağını tekrar anladığına göre yürümeye başlasan iyi olur. Bazı şeyleri kendi iradenle yapman gerekiyor. Büyümek için. Benim kadar güçlü olmak için. Diğer türlü kukla oynatan bir oyunbazdan ileri gidemeyeceğimi fark ediyorsun değil mi? Ne zaman ki kendi hareketlerinin efendisi olduğunu gördüğünde… esaretimden, serbest kalacaksın ve özgürlüğüne tekrar kavuşacaksın.

    Beyaz sakalları asasına sarkan adam kılığındaki Lev’in gözlerinden 2 damla yaş aktı ve adımlarını sıklaştırarak gençlerin kamp yaptığı alana doğru yürümeye devam etti.
    Geçmişte Bir An: 4 Arkadaş ve Yabancı
    Martin oturduğu ağaç kütüğünün üzerinde dans eden çifti izliyordu. Akşam saatleri yaklaşıyordu ve yaktıkları ateş sönmeye yüz tutmuştu. Gwen ile Dex… çok aşıktılar ve çok mutluydular Helen’in çaldığı telli çalgıdan gelen ses eşliğinde bir o yana bir bu yana savrulurlarken uydurdukları dans eşliğinde. Hep beraber şarkılar söylüyorlardı. Yarım saate kalmaz eşyalarını toplarlar ve giderlerdi buradan. Son anlarının tadını çıkarıyorlardı farkında olmadan bu yaşamlarındaki. Ateşte pişmekte olan közlenmiş sebzelerle iyice doymuşlar ve şimdi şaraplarının son kupalarını içiyorlardı dansın ardından. Birbirilerine olan sataşmaları ve gülüşleri o kadar içtendi ki her anları böyle geçebilirdi devam etselerdi.
    ileride dağa çıkan patikanın eteğindeki garip bir biçimde atik adımlarla yürüyen şekli gördüğünde Martin arkadaşlarını uyardı.
    - Misafirimiz var.
    Hepsi bakışlarını o yöne çevirdi ve beklediler kaderlerinin son ağlarını örecek olan lanetli şövalyeyi. Yürüdüğü patikayı Dex ile Martin çocukken oluşturmaya başlamış ve yıllar sonrasında şimdiki temiz haline getirmişlerdi. Onlarca hafta taşlardan ve çalılardan bazende ağaçlardan arındırarak. Uğursuz bir şey seziliyordu bu yabancıda. iyi olmayan hisler ve attığı her adımı takip eden kargalar sürekli olarak ağaçların dallarına tüneyip duruyorlardı. Lev henüz efendisi kadar ilerleyemediği için karanlık sanatlarda sadece düşünce gücüyle bir şeylere sebep olamıyordu. Bir olay ve neden gerekiyordu sonuca varması için. Hala evrenin yasalarına bağlı bir seviyedeydi. Bu sebeple gençlerin önüne geldiğinde bir kurgu niteliğinde onlardan yiyecek ve içecek istedi.
    Güzelliği dillere destan Gwen bu yabancının ne kadar çirkin olduğunu düşündü.
    Helen en küçükleriydi ve yaşlı adam onlara yaklaştığında ne kadar yaşlı olduğunu düşündü moruğun.
    Martin daima sağlıklı ve dinç bir yapıdaydı. Adamın aç gözlerine baktı ve zihninde küçümsedi onu, asasız yürüyemediğini ve iki büklüm duruşunun bedenindeki kırışıklıkların ve çürük bir imaj verişini sorguladı sürekli.
    Ancak en kötüsünü Dex yaptı. Diğer arkadaşlarının da düşündüklerini kafasından geçirdi ve bununla kalmayarak adamı zihninde aşağıladı, onların huzurunu bozmakla suçladı ve gitmesini ister gibi dik dik baktı başlangıçta.
    Lev:
    - Uzak yollardan gelen bir yolcuyum. Ne şanslıyım ki sizin gibi iyi insanlar buldum. Lütfen bana birkaç parça yiyecek bir şeyler verin. O kadar susadım ki ve açım ki…
    Ağzını her araladığında akan yoğunlaşmış salyası ve çürük gibi kokması gençlerde hiç iyi bir ilk izlenim bırakmadı. Belki de bu sınavdan kurtulmalarının bir yolu vardı. iyiliklerini sergilemek ve tüm karşıt düşüncelerine rağmen bu yabancıya karşı olan, henüz eğilmemiş egolarını ayaklarının altına alarak yardım etmek. Ancak bu ihtimalleri Dark birkaç ay öncesinden Dex’e rüyalarında görünmeye başlayarak yok etmiş ve kin, nefret ve aşağılama genci pençesine almaya başlamıştı bile. Son olarak da katıldığı kan ayini gereken negatif enerjiyi sağlamış ve genci sadece kendi çıkarından başka bir şey düşünmeyen bir yola itmişti.
    O yüzden aslında grubu yakan kişi Dex gibi görünecekti birazdan sebep olacağı şeylerle. Ancak tüm olay dizisinde hiçlikte oturmuş düşünce ağları ören Dark vardı ve bundan haberleri olması mümkün değildi gençlerin.
    Serseri kılığı artık giysilerine de yansımış olan, uykusuzluktan ve gerçekle hayali ayırt edemeyişinden de kaynaklı hareket etme biçimiyle Dex elinde tuttuğu su testisini tepenin bayırından aşağı yuvarladı ve testi bir kayaya çarpıp parçalandı.
    - Ooops elimden kaydı yaşlı bunak.
    Sonra da kalan son yiyecekleri olan ekmeği ateşin sönmekte olan dillerine attı ve kömür haline gelene kadar yanmasını izledi.
    O sırada diğer 3 arkadaş ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Tamam hepsi kötü şeyler düşünmüşlerdi bu yabancı hakkında ancak hiçbiri arkadaşları kadar eyleme geçirmemişti bu kötü hislerini. Sadece düşünmekle bırakmışlardı ve eğer Dex yaptıklarını yapmasaydı 3’ü de yabancıya istediklerini verip yoluna göndereceklerdi ve hayallerini kurdukları yaşamı yaşamaya devam edeceklerdi. Ancak öyle olmadı.
    Az önce kalan son yemeği ziyan ettiği gibi, bir de ateşli bir odun alarak adama doğru salladı ve diğer elindeki taşı da adama nişan alarak attı Dex. Yabancı taştan isabet almadı ancak gözlerinde yoğun bir hayal kırıklığı ile her şeyin farklı olmuş olmasını dileyen bir bakışla lanetler savurarak uzaklaştı.
    - Neden öyle davrandın ki aşkım?
    Gwen hala sevdiği adamın kalbinin nasıl bu kadar kararmış olduğunun şokunu yaşıyordu.
    Martin ile Helen ise az önce yaşananlara kahkahalarla gülerken serseri genç yaşlı adamın arkasından bağırdı:
    - Defol seni yaşlı uğursuz bunak! Bir daha da bu tepeye adımını dahi atma.
    Grup eşyalarını topladılar ve bir sonraki buluşmalarının olmayacağından haberdar olmadan ayrılmadan önce son kez sevgilileriyle öpüştüler. Sonra 2’si önde 2’si arkada olmak üzere köye dönen patikanın yolunu tuttular. Hava iyice kararırken alacakaranlığın son demleri yaşanıyordu dağın eteklerinde. Burunlarına yanık kokusu geldiğinde hepsi birden sağa sola bakındılar ve arkalarından yükselen ateşlerin dumanının onlara doğru esen rüzgarla taşındığını gördüler. Erkekler kız arkadaşlarına beklemelerini söylediler ve geri döndüler ateşin kaynağına.
    Martin’in içini çok kötü bir his kaplamıştı. Her şeyi kaybedercesine bir his. Düşüncelerini bir buğu kaplamıştı havayı kaplayan is kadar karanlık. Az önce gözlerinin şahit olmasıyla söndürdükleri kamp ateşi şimdi çevredeki tüm ağaçları kaplamış ve giderek büyüyen bir şekilde onları çevrelemeye başlamıştı. Durumun çok geç olduğunu fark ettiler söndürmek için, doğal olarak akılları geride bıraktıkları kızlara gitti ve koşar adım ellerini siper etmiş tepeyi gözleyen güzellerin yanında aldılar soluğu.
    Dex nefes nefese sesinden pişmanlık akarak konuştu:
    - Bu şekilde bir yangın çıkması mümkün değil. Bu işte bir terslik var. Ne yapıp ne edip köye dönmeliyiz. Eğer durdurulmazsa bu alev evlerimize kadar gelecek.
    Paniklediler ve koşar adım inmeye başladılar yol boyunca. Ancak karanlıktı ve patikayı dikenler, çalılar kaplamaya başlamıştı. Yıllar boyunca yoldan arındırdıkları ne varsa sanki hiç temizlenmemiş gibi yollarını kapatıyordu şimdi. Kızlar durumu anlayıp iniltili çığlıklarla bağırdılar. Arkalarında ateş, önlerinde giderek kapanan patika olmasından dolayı durdular ve şimdi onların da giysileri az önce kovdukları yaşlı yabancı kadar yırtıktı takıldıkları engellerden dolayı. Daha fazla inemeyeceklerini fark ettiklerinde tek çarenin ağaçların arasına dalmak olduğunu anladılar. Sıcak rüzgar onlara doğru esiyordu ve ağaçların kayalıklarda bittiğini hepsi biliyordu aslında. Dağdan üzerlerine kıvılcımlar yağacak kadar büyümüştü ateşler ve tek sıra halinde ağaçların arasında ilerlerlerken akıllarını kaybedercesine hislere bürünmüştü benlikleri. Normal olmayan bir şeyler vardı ve farkındaydılar. Siyah dumanlar gökyüzünü kaplıyordu ve uzaktan fısıltılar eşliğinde bir şeyler mırıldanan bir ses, ne olduklarını anlamadıkları bir sesti Dark’ın düşüncelerinin sese dönüşmesi. O konuşmuyordu, başka bir boyuttan izliyordu onları ve düşündüğü her şey sonsuzlukta yankılanıp gençlere ulaşıyordu fısıltılar halinde. insanlık dışı bir şeylere bulaştıklarını anladıklarıyla kalmadılar, kaçma dürtüleri öyle bir uyandı ki koşarken el ele tutuştular. Diğer türlü hepsi ayrı yönlere dağılacak ve belki de kor olup gideceklerdi yangının içinde ormanla beraber. Uçurumun kenarına geldiler ve her biri sonlarının geldiğini anlamıştı.
    Ayaklarının altında uzanan sisli boşluğa bakarken kayalıklardan aşağı son kelimelerini ettiler:
    - Sonsuza kadar.
    - Her zaman.
    - Bütün yaşamlarda
    - Ölümsüz gibi.
    Bölüm 2: Sanki Daha Önceden Tanışıyor Gibi Hissetmiyor Musun Sen de?

    Mezarlığın çıkışında çamurlu çimlerin biraz uzağında yola park etmiş Mercedes’in kapısını açan koruma, patronuna “Neyi bekliyoruz?” diye soran gözlerle bakarken Dex kız kardeşinin mezarına bir kere daha baktı geriye dönüp. Her yıl dönümünde olduğu gibi bir çiçek bırakmıştı büyük bir buket halinde. Ancak gözleri yanında 3-4 kişinin eşlik ettiği kendi yaşlarında ancak onun tersine hayat tarafından ezildiği belli olan adama takıldı. Arabasına bindi, koltukları ıslatmayı umursamadan öylece üzerinden dökülen damlalarla. Araç tam çalışmıştı ki koruması ve aynı zamanda şoförü olan görevliye:

    - “Bekle.” Diye emir verdi.
    Ön koltuktaki adam gözlerini devirdi ve söylendiği gibi gaza basmadan bekledi. Şehir mezarlığının karşısındaki otobüs durağına yöneldi kalabalıktan ayrılan aile. Ancak ailenin küçük oğlu Martin annesi ve ablasını bırakıp yürümek istediğini belirtti ve şehre giden yolda yağmur altında bir yürüyüşe başladı.
    Aklında babasıyla geçirdiği son akşamı tekrar tekrar yaşıyordu. Neşeli gülüşlerin kapsadığı bir yemek masası ve annesinin her zaman sevgisini de kattığı yemekleri. Ablasının tabağını bitirmesi için ısrar etmesi kardeşine. Fakir ama mutlu bir aile tablosu.
    Martin üniversiteye hiç gitmemişti. Zaten işçi olan annesiyle babası güç bela geçiniyordu ve bir de okul masrafları çıkaramazdı onların başına. O yüzden aile dostlarının birisinin ayarladığı kafedeki iş, onun kendi telefonunu almasına yetecek kadar para kazanmasına, güzel giyinmesini sağlayacak alışverişlere gitmesine filan sebep olmuştu. Ancak artık hiçbirinin önemi yoktu. Hayatında sevdiği tek şeyin ailesi olduğunu ve onları üzmeyeceğine dair verdiği söz aklından geçti. Peki şimdi? Babası aniden ölerek ne kadar üzmüştü hepsini? Martin’in bir anda yok bile olsa üzemeyeceği kadar. Birkaç ay sonra ablası evlenecekti ve artık çalışmaktan çok yorgun hisseden annesi ile tek başına kalacaktı ve geleceğinin ne kadar karardığını şimdiden görebiliyordu.
    Adımları sarsılıyordu yürüdükçe. Sendeliyordu. Düşüp kalkıyordu. Çünkü alkol almıştı cenazeden önce. Dağınık saçlı başından damla damla akan yağmurun altında kendini zatürre edebilecek kadar ıslanmıştı çünkü üzerindeki mont, kalitesiz bir ucuz giyim pazarından alınmış bir giysiydi. Üşümesine ve titremesine rağmen yürümeye devam etti. Rahibin söylediklerini düşündü babasını gömerlerken;
    - Dünya ölümle yaşam arasında kurulmuş bir köprü ve Tanrı bir gün hepimizi karşılayacak yolun sonunda.
    Hiçbir zaman inançlı birisi olmamıştı. Ne kiliseye gittiğinde papazları dinlemişti ne fakirlere yardım etmiş, ne de din derslerinde okuduklarını anlamıştı. Ancak bir Tanrı olduğu fikrini de reddetmiyordu. Bomboş adımlarla ilerlemeye devam ederken artık daha fazla sızlamasına dayanamamış olacaktı ki ıslanmış ve soğuktan morlaşmaya başlamış ayaklarının, şehre yakın bir dükkanın tentesinin altında yağmurdan korunmaya çalıştı. Hava gri-karanlık bulutların kasvetiyle üzerine çökecek gökyüzü ve ıslak yağmur damlalarından ibaretti. Eve vardığında üstünü değişecek ve sıcak bir duş alacaktı. Belki birkaç gün boyunca yataktan çıkmayacak, titremeli ateşli nöbetler geçirecek ama düzelecekti. ilk defa böyle ıslatmıyordu kendisini. Alışmıştı bünyesi bir şeylere. Yol boyunca minik gölcükler oluşmuştu ve gözleriyle hala su birikmemiş boşluklar seçerken yanına yanaşan siyah mercedesi fark etti. Arka koltuğun açılan kapısının ardından bir sıcaklık dalgası yüzüne doğru çarptı Martin’in. Gözleri en az onun kadar hüzün dolu bir adam, Dex:
    - “Davetiye mi bekliyorsun arabaya binmek için?” diye sorunca arabaya attı kendini.
    Birkaç dakika kimse konuşmadı arabada ve araç hızlandı 5 dakikadır süren yavaş takipleşmenin ardından. Şimdi şehre doğru silecekleriyle yağmur damlalarını savuran araba saatte 70 kilometre hızla ilerliyordu. Birkaç dakika içinde orada olacaklardı. Bu süreyi sessizlikle değerlendirdiler. Martin’in titremesi durdu, sonunda biraz ısındı.
    - Teşekkür ederim bayım.
    - Önemli değil… Mezarlıkta seni gördüm. Ağlayan annen miydi?
    Martin acı dolu gözlerle karşısındaki takım elbiseli ve kaşe montlu adama bakarak hikayesini özet geçti. Babasının ondan nasıl koparıldığını, sarhoş bir sürücü tarafından.
    Dex de boş durmadı, neden orada olduğunu anlattı. Kanserden ölen kız kardeşinin onun hayatında nasıl bir hüzne sebep olduğunu kimseye anlatmadığı kadar içten kelimelerle, kısa ve öz biçimde aktardı.
    Birbirilerine isimlerini söylediler. Göz göze geldiler defalarca ancak her seferinde Dex karşısındaki masum bakışlı adamdan kaçırdı gözlerini. Arabaya aldığından beri onu, içini bir pişmanlık kaplamıştı. Sanki babasını o öldürmüş gibi ya da hayatının bu halde olmasının sebebi oymuş gibi tanımlayamadığı bir his her yerini kaplamıştı iş adamının.
    Sonunda Martin’in tanımladığı ücra mahallelerdeki varoş apartmana geldiklerinde yağmur dinmişti. Aracın içindeki ısıtma sistemini o kadar yüksek ayarlatmıştı ki Dex kendisi terler içinde kalmasına rağmen ikisi de bir nevi kurumuştu yağmurdan dolayı ıslandıkları her parça için. Birbirilerini teselli etmelerinin sonunda ve Martin’in ard arda gelen teşekkürlerinin ardından indikten sonra, Dex yarıladığı camdan uzanarak neredeyse duyulmayacak bir sesle gencin arkasından şunları söyledi:
    - Sanki daha önceden tanışıyor gibi hissetmiyor musun sen de?
    Ancak mahcup gözlerle arabaya bakan ve varlığından utanırcasına geçmişini tarayan zihniyle yanıt verdi Martin:
    - Hiç sanmıyorum. En azından bu yaşamda olmadığından eminim.
    Araba kapanan camın ardından yavaşça hızlandı ve gözden kayboldu.
    Martin bu gizemli şahsın eline tutuşturduğu karta bakıyordu yorgun gözlerle.
    Dex Elsa. Grand Dijital Reklam ve Pazarlama Ceo’su…
    0 ...
  52. blutv

    96.
  53. the librarians dizisini izlemem gerekiyor artık ama hala çok tembelim her konuda olduğum gibi.
    0 ...
  54. çilek

    288.
  55. krema ile ezilmiş halini seviyorum.
    0 ...
  56. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük