Güne Erdoğan'ı görerek başlamaktır.
Gece uyumadım. buradaki karakolda olaylar oldu. Sabah saat 05.00 sularında bir gürültü duydum; Balkona çıktım; Bir çekici gelmiş karakola. Araba çekiyor; Askerler toplanmış. Çekicinin arabayı nasıl aldığını biraz seyrettim; Ardından uyumaya gittim. Rüyamda Erdoğan bizi bir yere götürecekmiş; Bizi onun helikopterinin önünde bekletiyorlar. Sonra görevli "Erdoğan gelmez; Öylesine geleceğini söylemişti." Diyor.
Ben de diyorum ki "Ben çağırırsam gelir." Ve gidiyorum Erdoğan'ın yanına. Bahçede torunuyla oynuyor. Önce biraz seviyorum torununu. Sonra Erdoğan'a diyorum ki "helikopter kalkacak, hadi gel." Sonra da elini tutuyorum ve helikopterin yanına getiriyorum. "Bakın, getirdim Erdoğan'ı. O da geliyor." Diyorum. Ve pilot bize tarak dağıtıyor (böyle başa böyle tarak mı demek istedi, neden tarak dağıttı; anlamadım.) Sonra "Hadi gidelim." Diyorum. Ardından helikoptere biniyoruz. Sonra nasıl oluyorsa, birden uçağa dönüşüyor. Ama karayolundan giden bir uçak. Ayrıca otobüs şeklinde. Camları siyah film kaplı. Trafikte çok hızlı gidiyor. Sonra yolculardan bir tanesi lavaboya gitmek istiyor. Ben de ona izin vermiyorum. "şu an ayağa kalkmak için uygun değil; Yerinizde oturmaya devam edin; Anons yapılınca kalkabilirsiniz." Diyorum. (Neden öyle diyorsam, Sanki otobüs türbülans yapacak haha.)
Zaten Geç ve kısa uyudum ve ilginçliklerle dolu olan bu rüyayı gördüm. Akpli olmadığım halde rüyamda Erdoğan'ı neden görüyorum; Bir de mutlu bir rüyaydı. Acaba bu rüya, benim akpli olmam için bir işaret miydi?
Uyumadan önce uyku hormonu salgısını arttırmak amacıyla ışığı kapattıktan sonra kasları rahatlatmak için yoga yapmak ve o anda sizi gören annenin "avuç içlerinden ve ayaklarının altından elektrik gibi mavi ışıklar çıkıyor." Demesi sonucu fark edilen ışıklardır.
Yogadan sonra uyumaya gittiğimde, üzerimi örtmek için örtüye dokunduğum zaman da parmak uçlarımdan elektrik gibi ışıklar ve kıvılcımlar çıkıyor. Bunu ilk fark ettiğim zaman epey korkmuştum; Ama artık alıştım. Vücudumdan neden mavi kıvılcımlar ve ışıklar çıktığını bilmiyorum; Ama yoga yaptığım zamanlar bunun olduğunu ve bir enerjinin açığa çıktığını fark ediyorum. Şimdi sadece ışık çıkıyor. Canım acımıyor. Ama bazen duvara dokunduğum zaman "çat çot" elektrik çarpıyor. Elektrik kaçağı mı var diye başkaları aynı yere dokunuyor ve onlara bir şey olmuyor.
Sadece duvara değil, birine de tokalaşmak için dokunduğumda elektrik çarpması gibi çat çot ses çıkıyor ve karşımdaki insan da elektrik çarptığını ve elinin acıdığını söylüyor.
Yoga yaptığım için elektrik mi kaçırıyorum; ne oluyor bilmiyorum. Neden benden mavi ışıklı elektrikler çıkıyor ve neden benden insanlara elektrik çarpıyor; Bunun bilimsel açıklaması ne olabilir? Hadi atayizler, bunu da açıklayın...
An itibariyle yükselen keskin kokudur. Zeytin posasıyla karışık yanık kimyasal atık kokusuna benzettim. inşallah Ayvalık'taki Komili vb bir Zeytin fabrikası, denize ya da havaya gizli gizli zehirli atık bırakmıyordur. Daha önce de bu koku oluyordu; Ama bu kadar ağır ve keskin olmuyordu. Genzim yandı. Ne kokusu bu böyle? Bu güzel denizlerimizi kim pisletiyorsa, onu dövmek istiyorum. Zehirli atık atmasın kimse denizlerimize. Bu denizler, bizim. Öyle isteyen, istediği gibi atık bırakamaz. Önce bizden izin alacak.
Edit: Kokudan boğazım yanmaya başladı.
Edit: Öksürük yapmaya başladı.
Edit: hava kirliliği için 181'i aramamı tavsiye eden yazara Teşekkür ederim; Ama onlar gelip ölçüm yapıncaya kadar hava kendi kendine temizlenir. Ara ara böyle koku olsa da, buranın havası bu yapılanlara rağmen bu kadar temiz. Bir de atıklar çevreye bırakılmasa daha da güzel olacak..
"Yeni bir idolüm daha oldu." Diyorum; "idollerim arasına eklendi." Diyorum; Ama algılama problemi olduğunu tahmin ettiğim ezik yazar bozuntusunun biri, bundan ne anlam çıkarmış, görüyor musunuz: "Elon Musk'ı Tesla Ceo'luğundan aldılar. Onu bıraktı." Diyor. Kapasitesi bu.
Yeni bir insana hayran oldum ve Elon Musk'a da hala hayranım. Ben bir insana hayran olduysam, sonuna kadar onu desteklerim ve kolay kolay vazgeçmem. Sadık bir insan olduğum için hep böyleyimdir.
Yeni bir insana hayran olduysam; bu, Elon Musk'a hala hayran olduğum gerçeğini değiştirmiyor.
Demek bazı insanlar, sadece maddiyata ve etikete değer verdiği için, herkesi kendisi gibi sanıyor. O kadar maddiyatçı olmasınlar bence. Açıkçası ben insanlara "insan" olduğu için değer verdiğimden dolayı, etikete bakan insanların sığlığını anlamıyorum.
Elon'u hangi görevden alırlarsa alsınlar; Elon Musk'ın efendiliği, zekası, yakışıklılığı yeter bir kere. Ciddi insan çekiciliğine sahip ve hala idolüm.
Georgios Lakkotrypis de hala idolüm. Ata Atun da idolüm.
Elon Musk'ı tanıdığım için de mutluyum.
Hayranı olduğum Ata Atun ve Lakkotrypis de Twitter'dan beni takip ettiği için de mutluyum. Hayran olduğum insanlardan geribildirim almak da beni mutlu ediyor.
Böyle güzel denizlere sahip bir ülkede yaşadığım için de mutluyum.
Neyse şimdi berrak ve soğuk denizimize yüzmeye gidiyorum. Biraz daha pozitif enerji yükleyeceğim.
Temmuz 2018'de gerçekleşen ay tutulması sonrasında denizin aniden soğumasıdır. Burası, denizinin soğuk olmasıyla ünlü bir tatil beldesi olduğu halde, bu yaz, Ay tutulması bitene kadar alışılmışın dışında ılıktı. Ancak ay tutulması sonrasında özüne döndü. Aşırı soğudu. Yüzerken vücudun soğuktan dolayı uyuştuğunu hissedecek kadar soğuk. Ani ısı değişiklikleri pek iyiye işaret olmasa da, deniz suyundaki bu soğukluk insana ferahlık veriyor. Tabi, alışık olmayanlara tavsiye etmiyorum; Zatürre olabilirler.
Gök Olaylarıyla birlikte denizde meydana gelen değişikler, insanlar üzerindeki fiziksel, hormonel ve duygusal etkileri ve tüm canlıların gök olayları ile senkronize halde olması, hep dikkatimi çekmiştir. Gök Olayları, Ay evreleri ile birlikte denizde meydana gelen yükselip alçalmalar ve insanlardaki duygusal yükselip alçalmalar, hormonel değişiklikler, bu değişikliklerin evren ile senkronize halde gerçekleşmesi ve bu doğa olaylarını içsel gücüm sayesinde tüm çıplaklığı ile anlayıp çözümleyebilmek, harika bir deneyim; Muhteşem bir his!
Evrende gök cisimleri, yerküre, sular ve tüm canlılar birbiriyle uyum içinde. Her şeyde bir ritim, bir ahenk, bir uyum olduğunu keşfetmek çok güzel. Aslında "keşfetmek" başlı başına çok güzel... Keşfetmek, eşsiz bir haz...
Edit: Tanrım! Bazılarının ironi anlayışı bu kadar düşük olmamalı. Başlık altında, (bu yazı hariç) ironi yapmaya çalışan; Ama beceremeyenleri görüyoruz. Onlara tavsiyem: Önce "ironi nedir, nasıl yapılır?" Öğrensinler. Sonra uygulamaya geçsinler. Ya da en iyisi, zekalarının yetmediği yerde sussunlar. Gürültü Kirliliği yaratıyorlar sadece.
4 Ağustos 2018'de (dün) gerçekleşen ziyarettir. Burada dikkat çeken detay: KKTC'ye Pasaportsuz girmesi. Pasaport ile girerse, Yunanistan vizesi alırken sıkıntı yaşanacağını biliyor demek. Ben de KKTC'ye pasaportsuz giriyorum. Bu zamana kadar 1 kere bile pasaport ile giriş yapmadım; Ama benim pasaportsuz girme sebebim başka. Çünkü ben kimliğimle giriş yapmayı seviyorum. Kimliğimle giriş yapmak daha rahat ve güzel oluyor. Bir de 2017'de yeni model kimlik aldım; Onu Daha da çok seviyorum. Daha teknolojik.
Paris Hilton ziyaretiyle ilgili detaylar:
--spoiler--
Hilton Otelleri'nin veliahtı Paris Hilton, bir etkinliğe katılmak üzere Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne (KKTC) geldi. Özel uçakla Ada'ya gelen Hilton, ülkeye VIP bölümünden giriş yaptı.
Paris Hilton KKTC'de Hilton Otelleri'nin veliahtı Paris Hilton, Limak Cyprus Deluxe Hotel'de bir etkinliğe katılmak amacıyla, holdinge ait özel uçakla Ada'ya geldi. Limak Otelleri Grup Başkanı Kaan Kavaloğlu'nun eşlik ettiği Paris Hilton'un menajerleri ve asistanları, uçak inmeden önce VIP'e geldi. Asistanlar, Hilton'un alana giriş ve çıkışlarında güvenlik önlemleri alınması yönünde yetkililerle görüşme yaptı. Otelin güvenlik ekibi de alanda yerini aldı.
Paris Hilton KKTC'de Paris Hilton'un ABD pasaportuna işlem yapılmadı, sadece beyaz bir kağıda KKTC'ye giriş yaptığını belirten mühür vuruldu. Uçakta pasaportunu bekleyen Hilton, işlemler bittikten sonra VIP bölümünden giriş yaptı.
Paris Hilton KKTC'de Paris Hilton'u, VIP'te KKTC Turizm Bakanı Fikri Ataoğlu karşıladı. "Sizi ağırlamak büyük keyif" diyen Bakan Ataoğlu, Hilton'a Kıbrıs'a özgü koza işlemeli tablo hediye etti.
Ataoğlu, DHA'ya yaptığı açıklamada, "Paris Hilton'u ülkemizde görmekten çok mutluyuz" dedi. Kuzey Kıbrıs'ın tanıtımına çok önem verdiklerini belirten Ataoğlu, "Bir dünya markasının Kuzey Kıbrıs'a gelmesi ve bu ülkenin adını kullanması kadar büyük bir tanıtım olabilir mi" diye konuştu.
Paris Hilton KKTC'de Paris Hilton'un ziyareti için Limak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Özdemir'e teşekkür eden Bakan Fikri Ataoğlu, "Önemli isimleri Kuzey Kıbrıs'ta ağırlamak her zaman bizleri onurlandırır" ifadelerini kullandı.
Paris Hilton, KKTC'de olmaktan büyük mutluluk duyduğunu belirterek, Kıbrıs'ı çok sevdiğini söyledi. Hilton'u görmek isteyen hayranları merakla havalimanında bekledi. Hayranları, Paris Hilton ile bol bol fotoğraf çektirdi. Hilton'un, bu akşam katılacağı özel davetin ardından KKTC'den ayrılacağı öğrenildi.
Öte yandan, Porto Riko asıllı ABD'li şarkıcı Jennifer Lopez'in 2010 yılında, KKTC'de vereceği konser, Rumların engellemeleri nedeniyle iptal edilmişti.
--spoiler--
Herkesin, özellikle Kıbrıslı Türk veya Rum olanların dikkatle okuması gereken bir yazı. Umarım bu yazıyı okuduktan sonra, Türkiye'nin işgalci olmadığını anlar bazıları...
1796 yılında Ferros Rigas’ın koşullarını belirlediği ve Bizans imparatorluğunun devamı olarak öngördüğü “Büyük Yunanistan imparatorluğu”nun kurulmasını amaçlayan “Megali idea” (Büyük Ülkü) doğrultusunda, Yunanistan’da görev başında olan Albaylar Cuntası, Kıbrıs adasının Yunanistan’a ilhak edilmesi (Enosis) hedefi ile 15 Temmuz 1974 tarihinde Yunanistan’dan gönderdikleri subayların komutasındaki Rum Milli Muhafız Ordusu (RMMO) desteği ile bir darbe gerçekleştirerek Makarios’u devirdiler. 17 Temmuz 1974 tarihinde de büyük bir cüretle BM Anlaşmalarını hiçe sayarak ve Türkiye ile ingiltere’nin garantör devlet statüsünü önemsemeyip, EOKA’cı tetikçi Nikos Sampson’u Cumhurbaşkanı atadılar ve “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni de ilan ettirdiler.
1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin lağv edilmesi ve “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni ilan edilmesinin ardından garantör devlet olan Türkiye, Anayasanın EK I, Madde 4 içeriğince kendisine, BM’ye akredite edilmiş Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının ve Uluslararası Hukukun verdiği yetkiye istinaden 20 Temmuz 1974 tarihinde, “1960 Kıbrıs Anayasasına göre kurulmuş Kıbrıs Cumhuriyetinin tekrardan tesis edilmesi” amaçlı olarak askeri müdahalede bulundu.
Türk askerinin adaya ayak bastığı gün, aramızdaki bazı hayalperest Grekofillerin (Rum hayranları) “Rumlarla gül gibi geçiniyorduk, barış içinde yaşıyorduk” iddialarının aksine 1963 Aralık ayında başlayan Rumların silahlı saldırılarından beri Kıbrıs adasında kan gövdeyi götürmekteydi. Ben de Kıbrıs adasında adeta çağdaş bir köle hayatı yaşayan, dolaşım, yerleşim, iş kurma, mülk edinme ve çalışma hakkı olmayan Kıbrıslı Türklerden bir tanesi ve daha 1 yıl evvel terhis olmuş Mücahittim.
Kıbrıs Türklerini yok olmaktan kurtaran bu müdahaleden sonra Kıbrıs adası sulh ve sükuna kavuştu. O gün, bu gün tek bir Kıbrıslı Türk, yasa tanımaz ve kendilerini Kıbrıs adasının tartışmasız sahibi sanan Rumlar tarafından kalleşçe, kahpece, nedensiz ve çoğu zaman da pusuya düşürerek vurmak yöntemi ile şehit edilemedi.
1963 yılının 21 Aralık sabahı Kıbrıslı Rumların “Akritas Planı” uyarınca Kıbrıs adasını tümü ile ele geçirmek ve adayı Yunanistan’a bağlamak amaçlı Kıbrıslı Türklere karşı başlattıkları saldırılara Kıbrıslı Türkler teslim olmayıp, direnç gösterince saldırılar organize bir şekilde artmış ve ada sathına yayılmıştı. 1964 yılının bahar aylarında Rumlar, silah zoru ile devlet dairelerini ele geçirmişler, Türk memurları dairelerden öldürmek tehdidi ile kovmuşlar ve Rumları adanın tek egemeni yapmak hedefli Anayasada Türklerin kurucu ortaklık ve yönetim haklarını yok edecek olan 13 Anayasa maddesinin iptal edilmesini kabul etmeyen Kıbrıslı Türk Milletvekillerini de Kıbrıs Cumhuriyeti Temsilciler Meclisinden silah zoru ile “Ya kabul edersiniz, ya da giremezsiniz” tehditleri ile uzaklaştırmışlardı.
Temsilciler Meclisinin tek hakimi konumuna gelen Makarios Hükümeti, Lefkoşa Mahkemesinde bilinçli olarak aldırdığı bir karar sonrasında “Gereklilik Doktrini”ni ilan ederek, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına aykırı bir biçimde Kıbrıslı Türk Milletvekillerinin onayı ve “Evet” oyları olmadan Anayasayı tek taraflı olarak değiştirerek, kendince yasal bir şekilde Kıbrıs adasının tek hakimi ve yöneticisi oldu. Daha doğrusu Türkiye yok farz ederek, kendini adanın kralı addetti.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 4 Mart 1964 tarihinde aldığı 186 numaralı karar ile adada toplumlararası süren çatışmaları önlemek için BM Barış Gücünün gönderilmesini onaylarken, yoruma açık kelime oyunu ile de Makarios Hükümetini adanın yasal ve uluslararası tanınan hükümeti statüsüne yükseltmesi, adada yaşanan felaketlerin başlangıcı oldu.
BM tarafından yasal Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti statüsüne kavuşan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) yaptığı ilk icraat, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’na göre Rum Milli Muhafız Ordusu’nu kurmak ve Yunanistan Hükümetinden de askeri takviye istemek oldu. Yunanistan’dan gönderilen Komando Tümeni’nin desteği ile GKRY önemli Türk yerleşim yerlerini ele geçirmek planlarını yaptı ve 6 Ağustos 1964 tarihinde Erenköy’e, 15 Kasım 1967 tarihinde de Geçitkale-Boğaziçi köylerine saldırdı. Bu saldırılar sonunda yüzlerce Kıbrıslı Türkü şehit oldu ve yüzlercesi de yaralandı, sakat kaldı, malul oldu. Binlercesi de asırlardır yaşadıkları köy ve kasabalarından göç etmek zorunda bırakıldı. Saldırılara ilaveten GKRY, günümüzde AB’nin her koşulda öne sürdüğü “Dört Özgürlük” hakkını Kıbrıslı Türklerin kullanmasını kısıtladı, buna ilaveten de ağır bir ekonomik bir ambargoyu uygulamaya koyarak Kıbrıslı Türklere 38 hayati malın satışını da yasakladı. Bu yasaklı malların içinde en önemlisi de yeni doğan Türk çocuklarının yaşamaması ve açlıktan ölmesi hedefli “Çocuk maması ve sütü”nün Türklere satılmama kararıydı.
Türkiye’nin politik baskısı ve müdahalesi sonrasında Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıslı Türklere karşı sürdürdükleri organize saldırıları azaltmak zorunda kaldılar ve ilk toplumlararası barış müzakeresi de 1968 yılında Beyrut’ta gerçekleştirildi. Rum Cemaat Meclisi Başkanı Glafkos Klerides ve Türk Cemaat Meclisi Başkanı Rauf R. Denktaş arasında başlayan barış müzakereleri 1972 yılında anlaşma aşamasına gelmesine rağmen, Rum lider Makarios’un şövenist davranışları ve “Kıbrıslı Türklerin muhtar seçilmelerini bile kabul etmem” sözleri sonrasında son bularak çöpe atıldı. Türklere karşı uygulanan soykırım da hız kazandı.
16 Ağustos 1974’de Türkiye’nin askeri müdahalesinin son bulması sonrasında Viyana’da Kıbrıs adasında silahlı çatışmaları önlemek ve “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni tekrar tesis etmek amaçlı müzakereler başladı. Müzakereler nüfus mübadelesi ve Kıbrıslı Türklerle Rumların yaşayacakları bölgelerin sınırlarının tespit edilmesi ile son buldu. Türkler topluca kuzeye, Rumlar topluca güneye, kendilerince güvenli saydıkları bölgelere göç ettiler ve adada son 11 yıldır yaşanan silahlı çatışmalar ve göç son buldu.
“Türkiye işgalci değildir”
Türkiye Cumhuriyeti, Rumların iddia ettikleri gibi hiçbir koşulda Kıbrıs adasında “işgalci ve istilacı” konumda değildir.
Türkiye Cumhuriyeti, Anayasanın EK I, Madde 4’üne göre garantörlerle birlikte veya tek başına müdahale ederek Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tekrardan tesis etmekle yükümlü olması nedeni ile 20 Temmuz 1974 tarihinde garantör devlet olarak adaya müdahale etmiş, Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’nin lağvedilmesini sağlamış ve müzakereleri başlatmıştır. Aradan geçen 44 yıl içerisinde Türkiye’nin ve Kıbrıslı Türklerin tüm barışçıl girişimlerine rağmen Rumların, Türklerin kurucu ortak oldukları 1960 Kıbrıs Cumhuriyetine geri dönmek istemeyişleri nedeni ile müzakereler halen sürmekte olup, Garantör olan Türkiye’nin adadaki varlığı da devam etmektedir.
Kurulması için müzakerelerin 41 yıldır sürdürüldüğü, “Yeni Kıbrıs Devleti”nde, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nda olduğu gibi, Türkiye’nin garantörlüğü ve gerektiği zaman müdahale hakkı desteğinde Kıbrıslı Türklerin kurucu ve eşit ortak olarak yer alacağı güne değin, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs adasındaki varlığı, BM’nin akredite ettiği 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının amir maddelerine göre devam edecektir.
20 Temmuz 1974’te gerçekleşen Mutlu Barış Harekatının 44. yılında Kıbrıslı Türklerin Barış ve Özgürlük Bayramı’nı içtenlikle kutlarım. Barış Harekatına değin yaşadığımız acımasız soykırımdan sonra, Türkiye’mizin sayesinde kendimizin egemen olduğu topraklar üzerinde özgür olarak, son bir asırdır yaşamadığımız gerçek bir bayram hayatı sürdürmekteyiz. Bu uğurda canlarını seve seve vermekten kaçınmamış şehitlerimizi rahmetle anar, gazilerimize uzun ömürler dilerim.
Prof. Dr. (inş. Müh.), Dr. (Ulus. iliş.) Ata ATUN
Akademisyen
KKTC ııı. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
--spoiler--
Edit: Başlığı açan kişi kaçmış. Yazısını silmiş. Ve başlık bana kalmış. Başlığı açan ve sonra yazısını silen kişi, kısaca kızların neden sürekli fotoğraf çekildiğini soruyordu. Bu yazım, o kişiye cevap olarak dursun:
Kendimi bildim bileli egzersiz yaparım ve bir kere bile story atmadım. Ama fotoğraf çekilirim; O ayrı. Neden fotoğraf çekildiğimizi merak eden erkekler de, daha kız ruhunu çözememiş olan erkektir. Fotoğraf çekilmenin, kızların hayatındaki yerini ve önemini bilmeyen cahil erkektir. Bazı erkekler, bu davranışa farklı anlamlar yükler. Hatta kızların ilgi çekmek için fotoğraf çekildiğini sanan cahiller bile var. Oysaki fotoğraf çekilmek, anı ölümsüzleştirmek demektir. Bir erkek için fotoğraf çekilmek, bir anlam ifade etmeyebilir; Ama kızlar için öyle mi? Kızlar için (Tüm kızlar için olmasa da birçoğumuz için) fotoğraf çekilmek, o fotoğrafa baktıkça, o fotoğrafın çekildiği gün yaşadığı anıları ve çok daha fazlasını ifade eder. Ruhani bir boyutu da vardır fotoğraf çekilmenin kızlar için. Tabi ki yüzeysel erkeklerin bunu anlaması beklenemez... Fotoğraf çekilmek, çok çok özel ve çok haz veren bir şeydir çoğu kız için. Erkekler hayata düz bakan varlıklar olduklarından dolayı, bu nüansları özümseyememeleri çok doğal. O yüzden bizim derin dünyamıza akıl erdirmeye çalışmasın onlar... boş boş futbol maçı seyretmeye devam etsin...
Biz kızlar, onlar gibi yüzeysel varlıklar değiliz. Bizi erkekler anlayamaz... (Edit: Tabi ki genelleme yaptım; Her kız için bu yazdıklarım geçerli olmayabilir; istisnalar olabilir; Ama istisnalar kaideyi bozmaz...)
Bu kadar detaylı bir şekilde anlattım. Artık bu başlığı açan dahil tüm erkekler, fotoğraf çekilmenin kızların hayatındaki yerini ve önemini kavramıştır umarım...
KKTC askerlerinin değil de Türkiye Cumhuriyeti askerlerinin görev yaptığı alay. KKTC askerlerinin görev yaptığı yer ise Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı. Ben de kardeşim sayesinde öğrendim. Türkiye Cumhuriyeti askerleri lisans mezunu ise büyük olasılıkla asteğmen olarak askerlik yapıyor; Ama KKTC'de neredeyse herkes lisans mezunu olduğu için, asteğmenlik sınavını kazanmak, Türkiye gibi kolay değil. Adaylar önce yazılı sınava giriyorlar; Barajı geçerlerse fiziki yeterlilik sınavına giriyorlar. Tek seferde en az 50 şınav, 50 mekik, 5 barfiks (baş, demiri tamamen geçecek şekilde. Yoksa sayılmıyormuş.) Yaklaşık 1200 metre koşu gibi yüksek kondisyon gerektiren aşamalardan geçiyorlar. Kardeşimin besyo mezunu olması tabi ki bir avantaj; Fakat çok çalıştı yine de ramazan ayında bile parkta koştu, şınav, barfiks, mekik çekti. KKTC'de kalacak yeri olmadığı için yurt tuttuk; Üniversiteyi bile ailesiyle aynı şehirde okuyan, daha önce hiç ailesinden ayrılmamış olan çocuk, yurtta kaldı 1 ay boyunca. izmir'den Manisa'ya Üniversite için gelmek zor oluyor diye Manisa'ya taşınmıştık. Üniversite için bile yolculuk yapmayan, üniversitenin olduğu şehre taşınan kardeşim, askerlik için hayatının yolculuğunu yapıyor şimdi. Asteğmenlik sınavı için o kadar çok KKTC- Türkiye uçuşu yaptı ki, hayret ettim. Bu uzun sınav sürecinin ardından, ne mutlu ki şu an KKTC'de. Asteğmenlik eğitimi için Türkiye'ye, Tuzla'ya geleceklermiş ve 3 ay sonra yine KKKTC'ye döneceklermiş. En çok sevindiğimiz ise, rahmetli babamın isteği kardeşimin KKTC'de askerlik yapmasıydı. Kardeşim hakkında "O, KKTC'de askerlik yapacak." Demiş anneme. Babam da son zamanlarda KKTC karayollarında görevliymiş; Ama daha önce Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı'nda görev yapmış o da. Ve tam onun aramızdan ayrılmasının 20. Yıldönümü olan 30 Temmuz 2018 tarihinde, kardeşim askere alındı. Çok anlamlı bir tarihte bu kutsal göreve adım attı. Şimdi tıpkı babamın bir zamanlar olduğu gibi o da mücahit oldu ve 12 ay boyunca vatanımız KKTC'ye hizmet edecek hayırlısıyla. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1717236/+
Tüm askerlerimize başarılar ve kolaylıklar diliyorum. Bu arada Türkiye Cumhuriyeti askerine "mehmetçik" deniyormuş; KKTC askerine ise "mücahit". Bir başka fark ise Türkiye Cumhuriyeti askerleri en az 6 ay askerlik yapıyor; KKTC askerleri en az 12 ay kısa dönem; 15 ay ise uzun dönem yapıyor. Ayrıca KKTC askerleri, hizmet süreleri bittikten sonra 40 yaşına kadar her gün 1 defa askere gidip seferberlik görevi yapıyormuş. Türkiye Cumhuriyeti askerleri de KKTC askerleri de vatan topraklarımızı korumak için görev yapıyor ve bu kutsal görevde onların hepsine kolaylıklar, başarılar diliyorum.
Vatan onlara emanet.
Budur: https://galeri.uludagsozluk.com/r/1716343/+ https://galeri.uludagsozluk.com/r/1716344/+
Ege'nin incisi izmir; izmir'in incisi güzide okulumuz Ege Üniversitesi'nden gelen anlamlı mail'dir. Öğrencilerin ve mezunların yararlanabileceği indirimlerden bahsediyor. Ne güzel bir haber. Çok sevindim. Okulumuz bizi hiç unutmuyor. Ne zamandır uğrayacağım; Ama hep sonraya kalıyor. Buna rağmen beni unutmadığın için teşekkür ederim okulum. Özlemişim sanırım.
Saat 04 sularında mail attığına göre, okul da beni özlemiş olmalı. ilim irfan yuvamız,
Ege Üniversitemiz... uğrayacağım en kısa zamanda.
An itibariyle med cezir etkisindeki denizin aşırı dalgalanması sonucu ortaya çıkan his. Yıllardır doğayı gözlemliyorum ve ne zaman deniz böyle anormal dalgalansa veya ısınsa deprem oluyor. Şu an balkondayım ve deniz aşırı dalgalandı. Bugün yüzerken de fark ettim, deniz suyu anormal derecede sıcaktı. Ki buranın denizi soğuk ve temiz olmasıyla ünlüdür. ısınması normal değildir. Yeraltı ısınınca deniz ısınıyor ve ardından afet geliyor. Tedbirli olmakta fayda var. Umarım bir an önce yağmur yağar ve bu birikmiş enerji boşalır; Böylece deprem olmaz.
Edit: Ege Denizi'nde durum böyle. Ege ve Marmara bölgeleri dikkatli olsun.
Bir inanışa göre kuş tüyü bulmak, uğur getirirmiş. Bugün kayalıkta deniz kıyısında güneşlenirken, Yunan adalarına doğru giden bu tüyü gördüm. Sonra dalgalar onu bana doğru getirdi. Kıyıya vurdu ve onu aldım. Ardından denize girmek için yürürken, kıyıya vurmuş olan bir başka kuş tüyü daha buldum. Eve geldim ve annemin de elinde beyaz güzel bir kuş tüyü vardı. O da denizde bulmuş ve benim için almış. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1715482/+ https://galeri.uludagsozluk.com/r/1715474/+ https://galeri.uludagsozluk.com/r/1715475/+
Aynı gün içinde 3 tane kuş tüyü geldi bana. Ay çok sevindim, uğurlu günlerimdeyim.
Edit: "Sorguladım." Yazmıştım. Hakaret içermeyen bir düşüncemi yazmıştım buraya. Ama sağ kulağım birden öyle bir çınladı ki, patlayacak sandım. Önce bir anlam veremedim, sonra bu yazdığım şey yüzünden olabileceğini düşündüm. Çok korkuyorum. Bir daha sorgulamayacağım. Ama o da hem bana sorgulama becerisi veriyor; Hem de verdiği beceriyi kullandığım için bana kızıyor mu? Neyse, bir şey demiyorum...
Bir erkek aksesuarı olan kravatı 4 yıl boyunca lisede takmış olmaktır. Dün Kolay kravat bağlama videosu görünce aklıma geldi nasıl kravat bağladığım. Kız olduğumuz halde 4 yıl boyunca bordo kravat taktık. Daha önce de orta okulda 3 yıl boyunca lacivert kravat takmıştık.
Ama lisede kurallar daha sertti. Çoraplarımızın rengi bile belliydi. Eteğimizin altına siyah ve gri renk dışında çorap giymek yasaktı. Gömleğimizin içine beyaz renk dışında tişört giymek yasaktı.
Beden Eğitimi derslerinde ise beyaz çorap giyme şartı vardı. Beden eğitimi sınavında öğretmenimiz spor kıyafetimizin altına giydiğimiz çorabın rengine bakıp puan verirdi. Paçamızı kaldırıp çorabımızı gösterirdik; Beyaz çorap giymeyenlerin puanını kırardı.
Bunun dışında, okulda bir de ceket, hırka rengi kurallarla belirlenmişti. Kot ceket kesinlikle yasaktı.
Ayrıca kız öğrencilere "toplu saç" zorunluluğu vardı. Açık saçla okula gelmemiz yasaktı. Her sabah sınıfa girerken tek sıra halinde öğretmenlerin önünden geçerdik ve bizi kontrol ederlerdi. Saçı açık olan, gömleğin içine farklı renk tişört giyen kızları kenara ayırırlardı.
O kurallar o zaman çok normal geliyordu; Ama şimdi düşününce ilginç geliyor. Acaba hala var mıdır böyle kurallar?
Tabi, fotoğrafı kestiğim için bazıları bulanık görünse de, bu uzun saçlı fotoğraflarımı görünce, uzun ama kırık haliyle bile gözüme güzel geldi. "Saçımı kestirmese miydim?" Diye düşünmekten alamadım kendimi. Artık çok geç. Çünkü kestirdim. Kaç senede uzar acaba...
Sizin muhalif ve isyankar tavırlarınızı anlayışla karşılaması. Muhalif olmanıza rağmen, görüşleriniz zıt olmasına rağmen kucaklayıcı davranması. Her hareketinizi olgunlukla karşılaması.
Hayranlık duyuyorum böyle davrananlara.
Bazı insanların ayırt edemediği fark. "Kişisel gelişmeyin; Toplumsal gelişin." Diyorlar mesela. Burada aklıma takılan, şu: "Kişisel gelişim" ile kastedilen, fiziksel olarak değil de kişilik olarak gelişmek. Bu yüzden adı "kişisel gelişim"
Yani "kişisel" derken "bireysel" olarak gelişmek kastedilmiyor. Kişilik gelişimi kastediliyor. Fiziksel olmayan bir gelişim söz konusu olduğu için "kişisel" gelişim deniyor.
O yüzden "kişisel gelişmeyin; Toplumsal gelişin." Sözü benim mantığıma uymuyor.
Eğer "kişisel" gelişimden kasıt, bireysel gelişim olsaydı; "Toplumsal" gelişimden söz edilebilirdi. Ama şu durumda bu söz, mantıksız.
Sadece erkek evladını seven; Ama kız evladını önemsemeyen anne modelidir. Erkek evladı başarısız olsa bile destekler; Erkek evladın yaptığı en ufak bir işi bile dünyanın en büyük başarısıymış gibi abartır. Ama kız evladının başarısını hep görmezden gelir. Onun gözünde hayatta önemli olan tek varlık, erkek evladıdır. Zaten çevredeki herkes de bu durumu fark eder. Ona: "Sen oğlunu daha çok seviyorsun." Der. Ama siz bunu dile getirdiğinizde kabul etmez. Ama çok da umursanacak bir durum değil; Çünkü bu sayede kız çocuk güçlü olur. Prensesler gibi yetiştirilen erkek çocuk ise pasif karakterli olur. O yüzden aslında oğlunu çok seven anneler en büyük kötülüğü oğluna yapmış oluyor. Böyle bir ortamda yetişen kız ise güçlü ve yenilmez oluyor.
Görüldüğünde insanı mutlu eden rüyadır.
Rüyamda Elon Musk'ı gördüm. Onunla birlikte geziyorduk ve konuşuyorduk. ingilizce konuşuyorduk; Ama sohbet ederken ben bazı cümleleri çevirmekte zorlanıyordum; Sonra aklıma google çeviri geliyordu. Elon'a "Google Translate"i açmasını söylüyordum. O da elindeki telefondan Google Translate'i açıyordu benim için. Ben de cümleleri yazıp çevirip ona gösteriyordum. Böylece anlaşıyorduk.
Zaten daha önce de düşünüyordum: "Biz Elon Musk ile farklı dil konuşuyoruz. Nasıl anlaşacağız?" Diyordum. Google Translate ile bu sorunu çözebileceğimize inanıyordum.
Rüyamda bunu yaptığımızı gördüm. Elon Musk ile çok iyi anlaşıyorduk. Uyandığımda çok mutluydum. Ve o rüyayı düşündükçe hala mutlu oluyorum.
Ne kadar çok yazarın başka ülkelerde yaşamak istediğini de anlamamızı sağlayan ülkelerdir. Sanırım bu zamana kadar açtığım başlıklar içinde en çok rağbet görenlerden biri, bu başlık. Diğeri ise: (bkz: atatürk resmini açıp yanına kalp çizen mehmetçik)
Rüya anında, rüya gördüğünün farkında olmak ve uykunun hangi evresinde olduğunu anlamaktır.
Bir süredir sabahları saat 05.00 sularında uyanıyorum. Geç uyuduğum halde erken uyanıyorum. Bunun nedenlerini öğrenmek için araştırma yaptım. makaleler okudum.
Uykunun evreleriyle ilgili yazılar okudum. Sonra uykumda şöyle oldu:
Rüyamda market gibi bir yerde alışveriş yapıyordum ve uzun kuyruk olan sıraya giriyordum. Ben sıraya girdiğim an hızla kuyruk azalıyordu ve sıra bana geliyordu. Ben de o sırada Rüyada olduğumun farkındaydım. Şöyle diyordum: "Rüya gördüğüme göre, şu an rem uykusundayım. Rüya, rem uykusunda görülür. Sonra uykunun 2. Evresine döneceğim. Sonra da uyanacağım."
O sırada önümde duran 2 tane çok pozitif kadın bana gülümsüyor; Ben de onlara gülümserken şöyle düşünüyorum: "Rüyada gördüğümüz kişiler, gerçek hayatta gördüğümüz kişilerdir.' diyorlar. Ama ben bu 2 kadını da tanımıyorum. Acaba çarşıda yolda giderken gördüğüm kişiler mi bunlar?" O anda, aldığım ürünleri kasadan geçiren görevli, paketleri bana verdi. iyi günler diledi. Ve ardından uyandım.
Rüyada niye sürekli tespit peşindeyim; Anlamıyorum. Okuduğum makaleler bile rüyama giriyor. Rüyada sürekli analiz, sentez, tez, antitez üretmekle meşgul olduğumu fark ettim. Bu niye böyle acaba, bunun bilimsel açıklaması ne olabilir.
Deneyerek bulduğum; beyaz şeker içermeyen, besleyici, lifli ve düşük kalorili tariftir. Bir çeşit yoğurtlu dondurma. Nasıl mı? Anlatacağım. Yaz için kilo aldırmayan pratik bir tatlı tarifi ararken çok güzel bir çözüm buldum. Süt ve şeker kullanmadan protein içeriği yüksek dondurma yaptım. Temel malzeme olarak yoğurt (evde mayalanmış olanı tercih sebebi tabi ki) ve kara üzüm kullandım. Kara üzümü çekirdekleriyle düşük ısıda, kendi suyunda hafifçe pişirdim. Kara üzüm çekirdekleri antioksidan ve protein içeriği yüksek olduğu için çıkamıyorum. Vitamin ve minerallerin yok olmaması için düşük ısıda, kısık ateşte biraz pişirmek yeterli.
Üzümler yumuşayınca biraz yulaf ekledim. Yulaf, yüksek lif ve protein içerdiği için tercih ediyorum çoğu zaman.
Sonra biraz tarçın ekledim. Tarçın hem antioksidan hem antidiyabetik özelliği hem de hoş kokusu sebebiyle tercih ettiğim bir baharat.
Aynı sebeple rendelenmiş limon kabuğunu da tercih ettim ve limonun suyundan biraz ekledim. Bu, hem dondurmaya konulan kara üzüm özündeki ve kara üzümdeki demirin emilimini arttırıyor hem de yoğurtlu dondurmaya hoş bir koku ve aroma veriyor.
Tatlandırmak için beyaz şeker kullanmadım. Şeker yerine vitamin ve mineral içeren kara üzüm özü ekledim. (meyvenin kaynatılmadan, vakum altında koyulaştırılmasıyla elde edilen bir öz. Vitamin ve mineral bakımından zengin. Bunun yerine pekmez de tercih edilebilir.)
Bu malzemelerin hepsini karıştırıp, soğuğa dayanıklı bir kap ile buzluğa koydum ve nur topu gibi bir dondurmam oldu. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1707750/+
Böyle anlatınca çok karışık geliyor olabilir; Ama sade bir tadı oluyor. siz kendinize göre içeriği değiştirebilirsiniz.
Google'dan aranınca bile bulunamayan ülkelerdir. Biliyorsunuz: Türkiye gibi ülkelerde kızlar böyle meslekler yapamıyor. Zaten işsizlik de var.
Ne iş yapsam diye düşünürken, her kızın aklına 1 kez de olsa, bu meslek gelmiştir eminim. Ama bu tarz ülkelerde kadınlar böyle mesleklere layık görülmediği için, insan hangi ülkelerde şansını deneyebileceğini merak ediyor. Google'da arama yaptığında ise hiçbir bilgi bulamıyor. Kanıt: https://galeri.uludagsozluk.com/r/1703098/+
Sadece böyle şeyler çıkıyor işte arama yapınca.
Uyanıkken zaten hep seçim konuşulduğu yetmezmiş gibi, tüm kanallarda seçim olduğu yetmezmiş gibi, rüyada da siyaset görmektir. Akşener'i görüyorum; Erdoğan'ı görüyorum; Demirtaş'ı gördüm, Merkel'i bile gördüm. Hep siyaset konulu rüyalar görüyorum; biraz da başka konularda rüya görmek istiyorum. Ama seçim zamanı gördüğüm tek farklı rüya: matematik çalışıyordum rüyamda. Matematik çalışırken de şöyle oluyordu, matematikten 100 alıyordum ve "Artık Meral Akşener iktidara geldi, ben de başarılı olabilirim." Diyordum. O rüyam bile siyasiydi.
Tesadüftür. Sanırım bu, 2. Kişi oluyor böyle. Okuldan Dağcılık topluluğu'nden tanıdığım bir kişinin arkadaşıyla tesadüfen burada karşılaştık. Nasıl oldu, söyleyeyim: Şu karikatür hoşuma gidince favladım, ve bunu paylaşan "fanta diye biliyorum ben" nickli yazar, beni tanıdı. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1696906/+
Çanakkale'de dağcılık topluluğunun düzenlediği doğa yürüyüşlerine az mı katıldım; Zaten boğaz Manzaralı kampüsümüz dağlık bir alanda olduğu için her gün kampüste trekking yapıyordum. oradan sözlüğe uzanan böyle bir ilginç tesadüf oldu. Nereden nereye... Başka var mıdır acaba burada beni tanıyan?