"tak.. tak.. tak.. fidel geri geldim.. yine de aklına çocuklar koyuyorum fidel. eline geçiyor mu, zeplinlerle kediler yolluyorum sana her gün. boncuklarımı, kutularımı, çantalarımı, kokularımı, çaylarımı ve her şeyimi alıyor musun? seni seviyorum diyorum, boynunda böcekler oluyor mu?.." *
bir erdem akakçe yorumu vardır ki.. bildiğin otuz beş kere dinletip sabaha kadar içirir cinsten. ruhumuzda arabekkks olduğunu kabul ederek çıktım yola, varamadım hala bir yerlere. bazen olur öyle,olur öyle bazen.. şiirlerin anlamsız kaldığı, birkaç sahici cümlenin geceyi tamamladığı..olur öyle olur..biriken her şeye küfredip, "içine atma çocuum kanser olursun" teyzelerine selam çakıp geçilen geceler olur öyle. olana mı olmayana mı üzülürsün bilinmez. içinde kanat çırpan her şeye inat ölü gibi kalakalmak istersin ya hani öyle işte..
en azından 2012nin ilk girisine imzamı atmış olacağım sevinçten delirmek üzereyim desem de yeme.. birazdan telefonun çalabilir ve bu kadim dostun her an seni kitleyip sabaha kadar şarkı söyleyebilir.. zira pek dertli pek efkarlı. hani durup dururken ansızın basan efkarlar var ya onlardan..bu gece ki şanslı parçamız dilek taşı ve senin için geliyor. hoppaaa..
dün yolda yürürken aklıma geldi şu farkında olmadan oluşturduğumuz savunma mekanizmalarımız.benim ki ne kadar hırtsa senin ki o denli insancıl oldu hep ve bazen gülüp geçmeyi senden öğrendim. aklımdan geçtin yine gülümsedim, sen beni hep gülümsettin. gizli gizli hep ardımda olduğunu bilmek, beraber saçmalayabilmek, bizi sevmeyenlerin ardından atıp tutmak.. sen olunca güzelleşen şeyler var hayatta. epeydir seni görmemenin getiri bu histerik haller. öeh tamam rakıyı da es geçmiyorum.. sahi rakı demişken? beraber dost dosta bi fasıl yapıversek ya? söz sanatçıdan daha az çıkacak sesim..
sevgi saygı rakı balık sigara ve çamaşır suyuyla..
ah virginia! gidelim diyoruz yollardır, kaç yıla koyulmuşken hem de.. ne büyük uçurum kelimeler arasında gezinirken, vurgularda sarhoşluğumuza sığınırken, sessizken.
neydi?"yaşamak neden böyle içler acısı, neden bir uçurumun yanıbaşından geçen daracık bir yol gibi?"
hangi dalgalara vurmalı kendini nefes almanın zorlaştığı anlarda, yaşamak için? sırf bunun için. hissetmek için.
ah erken yaşlanmanın bir tedavisi olmalı! ya da çekip almalı seni birer kadeh tıkırtısında hayat. içine..içine..
sahi hayat? bir isim koymalıydı sana ruhumu sıkıştıran bu beden, içinden içinden doğru severken beni.
dün elime yıllığımı aldım, ilk okuduğum senin adındı. bir baktım gözlerim dolmuş, belki de ilk defa abla değil kardeş gibi hissettim kendimi. anaçlığın, her koşulda varlığını hissettirişin hep huzur verdi bana. çok görüşmeye gerek yok, özlemek de lazım derken buldum kendimi ve iyi ki hayatımda olduğunu tekrar tekrar yineledim. seni çok seviyorum, iyi ki varsın, doğum günün bissürü bissürü kutlu olsunnn **
ayrıca büyüdükçe güzelleşiyor musun sen ne?
biraz ezan
oldukça kalabalık
ne olduğunu anlayamadan içime işleyen şarkılar
belki biraz şiyir..
tutkunluğum sana olan
gerçekleri yazdırmamak için direnen parmaklarımda
-kaç perdedir bir ömre sığan iki hayatın aralığı?-
derken dilim.. dilim..
ellerin istanbul istanbul ellerin bugün..
tırnaklı bir şiir olabilirdi yalnızca büyüttüğümüz..
anneme bahsettim; büyüyünce birsen tezer olma fikrimden, onayladı, ses etmedi. o zamansa başlayabiliriz..
bugün günlerden güzellik, yine içime şelale serinliğini bırakıp geceye koydurdun. e "hoşgeldin.."
birilerinin hepimizi unuttuğu şehirlerde, yalnızlıkta ve aşkta, varlıksızlıkta ve yok olamamakta ;"vazgeçilmez tutkularda kaybolur yaşadıklarım.."
istanbul kokuyor ellerin, sesin.nasıl bi kadınsın sen..
her şeyi ince ince rayına oturtmaya çalıştığın, hayalkırıklıklarının artık batacak yeri kalmadığı bir dönemde
sokaklar jazz kokarken ama hala dilenciler dolanırken ortalıkta
kafatasını vurup en sert kayaya beynini biraz denize akıtmaca faydalı olacakken
biraz uyuşmaca, biraz ölüleşme, az düzeyde melankoli seni yaşatacakken
erkin koray hala "inan" derken en ağdalı sesiyle, kendine bile inanacak halin yokken
parasızken ama en çok pulsuzken, her kadın gibi yaş aldıkça tüm ışıltını yitirdiğini düşünmeye başlamışken, hayıflanıyorken
aynada her gün manasızca gülen, zaman geçtikçe daha da irileşen gözlerine bakıyorken
irlandaya hala aşık ama duvarda asılı dünya haritasından bir türlü yer beğenemezken
kuşlaşıp, gözünü kapadığında 80lerin üstünden uçmaya başlayıp bugüne gelebilecek iri bir hafızaya sahipken ama her şeyi unutmak istiyorken
kurtulmak istemediğin her çentiğe yama yapma zamanın gelmişken
durma.
biraz plaj hayali, araplaşma isteği gerek sana. bol bol okumak, gözlerini az dinlendirmek, koşmak, yorulmak gerek sana. ikinci baharlar değil düpedüz yaz gerek sana.
durma.
radyoyu açtığın anda başlayan şarkıysa "yalnızlık ömür boyu"
senin en sade halinle kalabalıklaşıp yalnızlığa saygı duyman gerek. bitişler ve başlangıçlar, yeni kararlar, arınmalar gerek sana.
durma!
can't stop now don't you know.. don't go dup dup durupduuuu dup durupruu..
"yattim yere bakıyorum toprağın hisli eşitliğine
sular sınırları pasaportsuz geçer
asıl azınlık yeryüzünün kendisidir
tek millet, gökyüzüdür yürekli düşünüldüğünde"
1.
kapının önünde bir okyanus olmalı
normal bir evrende normal bir mimar böyle düşünürdü
yıkanmak istersen dışarda bekleyen bir okyanus fikri
bir fikir başka neye yarar melanie
bak bizde ölebilirsin çünkü hiçbir film peşte'de bitmez
bizde ölebilirsin bunun için ayırdığımız bir tuna nehrimiz var
bir odamız var sakinleşme odası diyoruz
bir gardrop dolusu ceset torbası
buradaki vurgu asılmış kelimesine
-öyle bir şey geçmiyor ki yukarda
öbür türlüsü de geçmiyor ama
2.
yedi şehir sana teşekkür eder
iki kral gülümser
biri yalancıktan gülümser ama
herneyse bu sadece beni ve bütün şiirlerini ilgilendirir
bir kıtayla el sıkışma tecrübesini ilgilendirir
karar değil, veda değil, sıkılgan bir el sıkışma
bari bir an eşit olsa iki elin
sıkılgan bir el sıkışmadaki kuvveti
bu bölümü onsekiz yaşında da yazamadım
yazmış şairlere baktım yazamamışlardı
doğacakları yer biliyorlardı
ben o şiiri gelecekte de yazamadım melanie
3.
bazı filmlerde vardır
çocuk namluyu tutup içine bakar
anlaşırsak o asker hiç olmamış olabilir
bir asker elbakiresi olabilir kötü bir tercümeyle
iyi genlerimiz kötü genlerimizi kusabilir yeri gelince
elyazması kuran'ın kapağındaki tarihe bakarken
kendimi hiç zeki hissetmediğim bir saniye
-bir saniye
önemsiz bir karede bir saniye görünmek gibisi yok
o çılgın ihtiyar için de geçerli bu
-hey ihtiyar ne dersin?
namluya bakacak çocuk gelmedi mi daha
ama seninle mükemmel değilsin bilgisini paylaşabiliriz
ayaklarıma kapandığında bunu yapabiliriz
beraber ayaklarıma kapanabiliriz
bir gün sana bir cuma ısmarlarım yürüyerek gideriz,
kontağı çevirdiğinde ama kardeşlik biter
4.
neden ''bu bir bahtsızlık olsun'' sonra
80 öncesi fuarlara katılamazdık
şimdi her şeyin bir fuarı oluyor
birer kere gitsek dünyayı değiştireceğiz oluyor
stantlarda en meraklı dalgın halimizle
sen beni seviyorsun ben seni seviyorum halimizle
where do we belong, where did we go wrong
ıf there's nothing here, why are we still here?
ıt's another time, it's another day
numbers they are new, but it's all the same
running from yourself, it will never change
ıf you try you could die
give us a little love, give us a little love
we never had enough, we never had enough
give us a little love, give us a little love
we never had enough, we never had enough
pour it in a cup, try to drink it up
pour it in a well, you can go to hell
we'll get it on the way
where do we belong, where did we go wrong
ıf there's nothing here, why are we still here?
leave it by it's pain, leave it all alone
ıf ı never turn, ı will never grow
keep the door ajar when ı'm coming home
ı will try, can't you see ı'm trying
give us a little love, give us a little love
we never had enough, we never had enough
give us a little love, give us a little love
we never had enough, we never had enough
aslına bakarsan fazla kelimeye ihtiyacımız yok
cümleler kurmaya, uzun uzun..
iki kişilik biletler lazım bol bol sadece.
az konuşup, çok bakarken biraz daha kaybolmak belki.
ya da biraz sevişmeliyiz.
oyle bol şehvetli olmamalı. güvenli, gülümseyerek, emin.
tanıdığımızı bilerek, sonuna kadar giderek.
portakal kabuklarımızdan utanmadan, ağzımızın kokusu şaraplıyken, horlarken, ağzımız açık uyurken, üşüyünce ayaklarımızı sokacak yer bulurken, sabah huzursuzluğu olmadan, sakin..
portakal suyu kadar sevimli ve komik.
yağlı peynir gibi gevşek, lezzetli.
domatesin üstüne dokülen kekik kadar keskin bir ten kokusu yayılmalı hatta eve.
içilmeyen çayların soğukluğu kadar üşümeliyiz ki üstümüze birbirmizi alalım.
pazar kahvaltısı kadar zengin olmalı diyorum.
uyanınca gülmeli insanın yüzü gozü. açılmalı kocaman ağzı diyorum..
ciddi şeyler yazasım gelmiyor hiç ama ama...
hayatımda var olduğu günden beri beyni farklı çalışan, algısı bambaşka insanlar kategorisinde başı çekendir.
ağlaştığımız zamanlardır yüzü, aynı şeyleri az bir farkla yaşadığımız günlerden beri, beraber oğrendiğimizdir kadınlık ve hala aklımızı almayan aşk saçmalığı.
-siz insanlağ buna dostluk diyoğ?
-o yee!
ha bu arada..
simon da duygusuz hayvanın teki zaten!
havyar eşliğinde vodkaya var mısın?
bülent ortaçgil, "sen" albümünden.. en en güzeli..
gökyüzü bir çocuk resmi
çağla yeşili ve pespembe
cam buğularının her yerine adını yazdım
pamuk yumuşaklığında deniz
güneş sıcaklığında aşkımız
cam buğularının her yerine adını yazdım
sokaklara apartman girişlerine
kapılara, market çıkışlarına yazdım
ama sen sorumlusun
duraklara, kaldırım taşlarına
defterlere, satır başlarına yazdım
ama sen sorumlusun
bir avuç yıldız gökyüzünde
ay ışığı da benden hediye
cam buğularının her yerine adını yazdım
alabildiğine yaşama sevinci
verebildiğine kırılgan sevgi
cam buğularının her yerine adını yazdım
pencerelere, bütün aynalara
gazetelerin ilan sayfalarına yazdım
ama sen sorumlusun
denizde, kıyıda, bütün kumlara
rüzgarda uçuşan yapraklara yazdım
ama sen sorumlusun
yolda kirlenmiş araba camlarına
yeni boyanmış beyaz duvarlara yazdım
ama sen sorumlusun
-dort işlem yea, ne kadar zor olabilir!
diyen benim gibilere kapak olmuştur. süre yetmez, kalem yazmaz, en son ilkokulda kullanılan kalemtraş denilen yüzyıl buluşu kullanımının unutulmasından otürü kalem kırar, gorevlilere çemkirilir, 4 kalemle sınav tamamlanır. ve şahane bahaneler ortaya çıkar; "kalem yazmıyodu yea!"
o bu değil de, geri aldılar lan kalemlerimi! halbuki onlarla şahane cin aliler çizecektim..
sonuç olarak karanfile sokayım yağmurun eteklerine bi şey olmasın bacım. kaçan şemsiye, açılmıyooor açılmıyooor..
aşk çılgınlığının köprülerinden geçelim seninle
sevgilim, yaban otları arasında bulduğum yeşim
yüreğimdeki su birikintisinde okyanusu arayan nehir
sevgilim, unutmabeni çiçeğinin tuttuğu günlük
gözlerimle sarıldığım kuğu bulutlu gökyüzü
ellerini ayrılıklardan kaçırdığım
dalgın deniz feneri duruşlu
ilkbaharda gezinen sis saçlı sevgilim
mevsimlerin ilkokulundan kışı silelim seninle
yaz yağmurlarına yakalanalım
kumsalında sevişmek istediğin kız kalesi'nin önünde
açık hava sinemalarının yıkıntılarında uyuyalım
yer gösterici uyandırsın bizi
gözümüze sıktığı el feneriyle
'hadi kalkın sevdalılar,
aşk hikayesi filminde oynayan çift yaşlanmış,
seyirci sizi görmek istiyor!'
binlerce, onbinlerce kemanla çağırdığım dolunay
elektriğin gümüş suyuna ışığını değdiren yıldız
yeraltı kentimde biten güzelavrat otu
geçmiş sevdalarımı erittiğin geceler için
yeniden birini sevmenin ne olduğunu anımsattığın
yüzümde tahtlar devirdiğin,
saraylar yıktığın için
düşlerinin içinden geçecek
uzun kanatlı kuş sürüleri diliyorum sana
ve severken seni,
sevdikçe seni
hep çocuk kalacağım, biliyorum
mutlu fotoğraflar..
donüp donüp bakılabilcek belki de tek somut şey, fotoğraflar. eski, koşesinden yrtılmış, tamamına kıyılamayan fotoğraflar.
bir flüt sesi geliyor olmalı dalgalı kulaklarına, çınlıyor olmalı her yer verirken nefesini. bir yerini deli tutmak, derin tutmak gibi saçma sapan bir gayeden arınmış, dümdüz, hayalsiz, yolsuz, en sade haliyle.
şimdiyse bir kanun, her gecikmiş aşk gibi, kendi kendine, mırıl mırıl, yalnız ezgiler. yaşlanıyor muyuz? yaşlanıyoruz. yaşlar alıyoruz her yerimize. elim kolum ton ton nine doldu yine.
unutulabilir bazen.
ya da oyle olur işte, bile bile. ama ozlenebilir çoğu zaman da, sessiz geçmesi gereken bir donemse eğer, anlaşılır belki ufak bir çiçekle?