bugün düşündümde hayatımın yarısından fazlasını şimdiden klasik müzik yoluna vermişim. daha okulum bitmedi bile. 24 yaşında 13 yıldır konservatuvarda okuyorum. ondan öncede bir çocuk korosu geçmişim var 3 yıllık. şunu demeye getiriyorum ki bu konu hakkında birşeyler yazmaya niyetliydim, ve çoğu insandan daha fazla söz hakkına sahibim. o zaman buyrun başlıyorum ;
klasik müzik bir kere türkler için enstrumanlardan falso veriyor. daha ismini bile söylemedikleri, bilmedikleri enstrumanlar var bir kere. obua, korno, fagot, kontrabas, viyola... bu liste benim bile bilmediğim vurmalı enstrumanlara kadar uzar gider. ayrıca bildiğimiz enstrumanlar varda n'oluyor? keman, davul, klarnet, son dönemlerde çello. bunlarda hep eğlence müziklerinde var denilerek bir yabancılaşma, bir konu saptırma oluşuyor. son olarakta hafif kültürlü kitlede trombon, tuba, saksafon, trompet gibi enstrumanlarda jazz müziği ile adapte ediliyor. bir düşünün geriye ne kaldı? flüt! dimi hep o gelir klasik müzik denince aklımıza. ya keman ya flüt yada gitar dersleri verilmiyor mu ülkemizde en aptal yerlerde bile. sonra onlarda bu enstrumanlarla piyasa müziği yapmakta ve onlarda kendilerine türk müziğinde yer bulmaktalar.
bu işin sadece enstruman analizi idi.
klasik müziğin en büyük özelliği çok sesli olmasıdır. bir düşünün. en ufak orkestra olan oda orkestrasında bile en az 5 parti vardır. ki bu partilerde yer yer kendi içlerinde "duble" olur. yani yan yana oturan kişilerden biri (kemanlarda sağdaki, viyola-çello'da soldaki) üstü diğeri altı çalar. etti mi size 7+ parti. ve bu yetmezmiş gibi en büyük farklılıklardan birisi daha: nüans! türk müziğini bırakın, diğer müziklerde de yoktur böyle birşey. forte, piano, mezzo forte, çift piano vs... ve tonla eserin çalınma stilini, havasını, tekniğini belirten latince işaretler. kendi içinde işleyen matematiksel yapısı. (öyle her istediğiniz yere gitmez klasik müzikte akorlar, diziler. hepsinin belli bir formu, belli bir sistemi vardır.) peki bizim müziğimiz? bir düşünün bizim orkestraları. evet koro, ensturamnlar gırla gider ama herkes aynı şeyi çalar. aynı parti, aynı ses düzeyi... bizim tabii makamlarımız vardır. bunu unutmayalım. klasik akor dizisinden, major-minör gamlardan çok farklı olarak.
bu da özetle işin müzik analiziydi.
peki gelişimine ne demeli? klasik müzik kendi içinde dönemlere ayrılır. barok-klasik-romantik vs... her dönem kendi içinde onlarca yeniliği, onlarca besteciyi taşır. evet, aslında bir alman geleneğidir klasik müzik. klasik müziğin temel taşları alman bestecilerdir. bach, beethoven, mozart. yani avrupalı bir geçmişi vardır. ardından ülkeler kendi stillerini ortaya çıkarmak adına dallandırıp, budaklandırmışlardır . klasik formlara yep yeni açılımlar getirmişlerdir ama asla tamamen bozamamışlardır ana yapıyı. çünkü oturmuştur bir kere. türkiye ne yapmıştır? evine kadar gelen çağdaş müziğin en büyük ustalarından birisi béla bartok'u değerlendirememiş, bu yarışın içine girmemiş, türk klasik müzik yapısının oluşumunu bir bakıma engellemişlerdir. türkiye, kendi müziğini bile koruyamamaktadır aslında. hala eskileri yemekte, yeni birşeyler üretememektedir. haydi, şimdi çağdaşlığı, avrupa müziğini yakalayalım derken birbirine sokmuşlardır herşeyi.
bunada kısaca tarihsel gelişimi yorumlama diyebiliriz.
son olarak birkaç istisna anlatarak sonlandırmak istiyorum yazımı:
türkiye son derece önemli bestecilere sahip olmuştur. adnan saygun, ulvi cemal erkin, cemal reşit rey, muammer sun... bu büyük besteciler klasik müziğin türkiye uzantısını yapmaya çalışmışlardır. ama devamı gelmediği gibi bu uğurda savaşanlarda yok gibidir. tamam, mozart mehteran takımından öyle etkilenmiş, öyle müzik fikri değişmiştir ki nice operalarında, senfonilerinde bu etkiler görülür. hatta türk marşı vardır. ama bu demek değildir ki bir esere mehteran takımı koyunca "alın işte.. türk klasik müziği!" diyelim. veya iki-üç komalı nota koyalım esere. bu kadar kolay değil maalesef.
sanırım kabul etmek lazım artık. türkiye sevmemiştir klasik müziği. halada sevmemektedir. dinlemez, dinleyemez. sadece ders çalışırken, yorulduğunda, hava atmak için dinler. zevk almaz. çünkü nasıl ağır bir romandan zevk almak için o zamana kadar ufak kitaplar okumak, o dili daha iyi anlamış olmak gerekiyorsa, bu müziği anlamak, zevk almak için bu kültürden gelmek gerekir. bizde, en azından çoğunluğumuzda yok böyle bir kültür. çok seslilik anlayışı. o duyum. bu katiyen bir aşağılama, bir küçük görme değildir. olamaz!
orijinal adı orchestre des jeunes de la méditerannée olan fransız kuruluşu bir orkestradır. 1984 yılında kurulmuştur. amacı akdeniz ülkelerinden sınavla müzisyen seçerek büyük bir orkestra kurmak ve bu genç insanların birbirleri ile fikir ve tecrübe alışverişinde bulunmalarını sağlamaktır. kurulduğundan bu güne 21 farklı ülkeden 1700 müzisyenle 58 eğitmeni ile beraber 16 ülkede 165 konser vermiştir. repertuvarında her zaman genç nesil bir fransız eser bulunduran orkestra gideceği ülkeye göre o ülkedende besteci ile anlaşarak eser sipariş ettirmektedir. bu sayede modern müziğe azımsanmayacak bir katkı sağlamışlardır. finansmanını her yıl değişik kurumlar üstlensede ana sponsorları fransız devletidir.
2006 yılında eğitim ve prova süreci ile birlikte izmir'de toplanmayı uygun gören orkestra yönetimi maalesef o sene patlak veren ortadoğu'daki savaşlar yüzünden bu programı iptal etmiştir.
ayrıca bu güne kadar 100 kadar türk'te bu tecrübeye ortak olmuştur.
avrupa'da faaliyet gösteren aldi süper marketlerinde karşılaşabileceğiniz kola markasıdır. coca cola'ya tat olarak yaklaşamaz ama pepsi ile yarışır. gerek upucuz fiyatı gerek 25 cent'lik depozitosu ile bekar/öğrenci/fakir sofralarının vazgeçilmezidir.
beni oldukça hüzünlendiren farktır. yazar kişisi sözlüğe ilk giriş anında bir teste tabii tutulduğu düşüncesi ile üstü başı temiz bayramlıklarını giymiş bir çocuk edası ile gayet düzgün, bilgi dolu yazılar yazmaya çabalarken bir an durup son girdiği entry'lere göz atar ve ne kadar boş yazılar olduğunu görür. hani uzaktan gördüğü topluluğa önceleri soğuk davranıp düzgün bir intiba bırakmaya çabalayan kişi, araya kaynayınca ne oldum delisi olup ipleri gevşetir ya işte bu aradaki fark tamamen bunun bir kanıtıdır. örnek;
türkiye'de bin dokuz yüz doksanların bir numaralı aktivitesi. sonra ikibinlerde baktılar bu iş böyle olmayacak, bir "kedi kesiyorlar" hurafesi ile hepsini yıkayıp aklayıp pakladılar. kalmadı metalci falan.
edit: bu ne lan. kala kala bu başlık başa kalmış. tey allahım.
türkiye'de 50 bin kişilik stat yapmanın gereksiz bir iş olduğunu açıklayan tarafımdan söylenen söz. bunu söylememdeki gerekçeye gelirsek ankara'ya 50 bin kişilik stat yapılacağının 'müjdelenmiş' olması. ilk maç dolar, ikinci maç dolar, üçüncü maç 10 bin kişiye oynamaya devam eder o takımlar. hayır 40 bin kişilikte değil. 50 bin! sonunun atatürk olimpiyat stadı gibi olacağını kestirmek zor olmasa gerek.
türkiye'de ideal stat büyüklüğü kanımca 35 bindir. itiraf etmek gerekirse üç büyükler bile yeri geliyor bu kadar kişiyi stada çekemiyor. türkiye süper liginin seyirci ortalamasıda ortada. bunu yükseltecek en ufak bir organizasyon yokken ne gerek var 50 bin kişilik yapıp boş yer bırakmaya. o paraya ankara'da daha az kapasiteli daha modern bir stat yapsalar olmuyor mu? ve ya iki adet 35 binlik stat. birisi tabii ki izmir'de olmak üzere.
hemen düzeltelim akıllara başka birşey gelmesin. bu yapılmasını önerdiğim bir çocuk programının adıdır. esin kaynağım ise sevgi kelebeği veyahut pıtırcık ormanı gibi çocukların aklını çelebilecek bir isim tamlamasıdır.
programımızın amacı çocuklarımızı erken yaşta 'ayar' denilen olguyla tanıştırıp hayata da erken atılmalarını sağlamaktır. sunucu olarak birbirlerine sürekli ayar veren ve bu programların olmazsa olmazı, yüzleri her daim gülen, 32 dişide beyaz ve aynı anda görülebilen 'teen' ablalarımız ve abilerimizdir. işte efenim yok kağıttan uzay yapmaca veya kuru kalem ile kapı boyamaca gibi etkinlikler yapılırken çocuklar sürekli sunucu ablaya abiye ayar vermekte, buram buram terletmektedirler. oyun saatinde tabii ki 'hugo' sahne alacak ve telefonla bağlanıp en sağlam ayarı çeken çocuğa eti'den çukulatalı ayar hediye edilecektir. programın sonunda yine olmazsa olmaz bize öğüt veren yaşlı, ton ton bir amca çıkacaktır ve elinden geldiğince bize bir masal, hikaye anlatmaya çalışacak, ancak yine ortalıkta gezinen, içlerinde ufak yaşta sanayide çalışmaya başlamış çocuklarında bulunduğu bir grup bitmez tükenmez sorular ve alaycı konuşmalarla amcayı o koltuğa oturup o makyajı yaptığına pişman edeceklerdir.
hazır konu açılmışken eğer bu isim tutmazsa eldeki diğer projeye geçilebilir; ayar sokağı
bildiğiniz senin benim tüm çocukluğumuzu tüketmiş olan susam sokağı adlı çocuk programının günümüz yüzyılına uyarlanmış halidir. tabii ki belli başlı değişikliklerle.
mesela minik kuş mahalledeki herkesi tanıdığından torbacılık görevini benimsemiş bir kukla olacaktır. 'abi mal var.. yeni geldi..' diye etrafta dolaşacak, polis falan geldiğinde kanatlanıp uçacak. temiz iş. kurabiye canavarının bu noktada hangi rolü üstlendiğini açıkça anlatmaya gerek yok sanırım. kendiside minik kuşun bir numaralı müdavimlerinden birisi: ayar canavarı. ancak nasıl orjinalinde canavarı olduğu halde kurabiyeleri mideye indiremiyorsa bizim versiyonumuzda da nefesi içine çekemiyor, ağıza dolan duman geri oradan havaya karışıyor. kırpık'ın isminin aynı kalması ve zaten küfede yaşıyor oluşu kendisinin küfelik olduğunun kanıtı olmakla beraber temiz bir müptela gibi alıyor malını çekiliyor küfesine bakıyor keyfine. edi büdü mahalleyi haraca bağlamış, etraftaki otopark vs. ne varsa kapmış yağız delikanlı rolünde olacaklar. haraç listesinde minik kuş bile var. gerisini siz düşünün.
işte diğer figüranlar ile bu kuklalar arasında gelişen dialoglarla örülü bir 45 dakikalık program her sabah çocuklarımıza izlettirilirse, genç dimalar hem çevrelerindeki hayata hemde türkiye'de ki hayata kısa yoldan alışırlar, mevzulara çok önceden ayıkmış olurlar.
şampiyonlar ligi'nde c grubu maçı. skor zürich lehine 1-0. golüde 10. dakikada Tihinen atmış.
evet.. adamlar milan'ı evinde 1-0 yenmişler. eve geldim, sonucu en enteresan maç bu görünüyor ama kimse izlememiş sanırım. banada başlığını açmak kaldı. ancak halen merak ediyorum, daha 10. dakikada geriye düşen milan, kendi evinde nasıl bir tane bile gol bulamaz... yani bulamadı.
sony firmasinin eylül 2009 tarihinde piyasaya sürmeyi planladigi ince sürüm play station 3 oluyor kendileri. önerilen amerika satis fiyati 300 dolar, avrupa fiyati ise 300 euro olacak imis. genel özelliklerine gelirsek;
- ps3 fat'tan 1.8 kilo daha hafif, %3.5 boydan %10 enden daha kisa.
- standart 120gb olarak piyasaya sürülecegi iddia ediliyor ancak ilerleyen aylarda 250gb'lik versiyonu cikabilirmis.
- ps3 fat versiyonundan cok daha sessiz calisacakmis. (fan sesi)
- icinde cikacak olan yeni versiyon 3.00 ile gelecekmis. ancak bunun yaninda artik sisteme isletim sistemi yükleyemeyecekmisiz. yani linux ve benzeri sistemler yükleyen arkadaslara selam gönderiyor sony. bircok tema ve görsel hizmetlerde yenilik barindiriyormus.
son yillarda moda olmus, cemil ipekci adini kullanarak lafa girme ve hatta cevap verme kalibi. cümle icinde kullanalim;
a."cemil ipekci bile akp'ye oy verdi, sen daha ne diyorsun?"
b."cemil ipekci bile belediyeden is aldi, sen ne diyorsun?"
c."cemil ipekci bile muhafazakar ibneyim dedi, sen ne diyorsun?"
bonus:"cemil ipekci bile heerenveen-sivas macina üst oynamis, sen ne diyorsun?"
asıl yazımı 'ausländerbehörde' olan almanca kelime. 'yabancılar şubesi' anlamına gelir. genellikle soğuk ve itici yerlerdir. sıranızı bekleyip içeri girdikten sonra sizinle ilgilenen memur sanki işi sizinle ilgilenmek değilmiş gibi muamele eder. sanki o işi hayrına yapıyordur, devlet adına orada bulunmamaktadır. bana bunları yazdıran şube leipzig şubesidir ki kendileri 2005 yılında almanya'nın en dostane yabancılar şubesi ödülünü almıştır. varın gerisini siz düşünün.
1994 yılında kurulmuş ve iki adet sınıfla öğrenime başlamıştır. 1995 yılında klasik batı müziği alanında ilk kez ortaöğretim düzeyinde açılmıştır. 1996 yılında konservatuvar öğrencilerinden oluşan senfoni orkestrasını kurmuştur. konservatuvarda 1 müzik laboratuvarı, 1 kütüphane, 14 kültür sınıfı, 5 teori sınıfı 56 çalgı sınıfı olmak üzere toplam 75 adet sınıf bulunmaktadır. ayrıca 6 adet büyük derslik mevcuttur. halen pekçok önemli masterclasslara, konserlere ve yarışmalara ev sahipliği yapmaktadır.
bu kadar teknik bilgiden sonra kişisel olarak eklemek isterim ki bu konservatuvar dağın eteklerinde kurulu olan mersin üniversitesi'nde ciddi bir öneme sahiptir. değeri keşfedildiğinden beri her üniversite aktivitesinde görevli olmuş, mersin'i ve üniversitesini gerek ilçede, gerek diğer illerde ve yurtdışında verdiği konserler ve katıldığı festivaller ile son derece başarılı bir şekilde temsil etmişlerdir. ayrıca bünyesinde pekçok önemli müzisyen barındırmış, pekçokta iyi müzisyen yetiştirip türkiye'nin bir avuç olan klasik müzik dünyasına kazandırmıştır.
ingiltere prömiyer liginde haftanın mücadelesi. türkiye saati ile 18'de başlamıştır. yanılmıyorsam spormax kanalı veriyor mücadeleyi. internet üzerinden de bulmak mümkün. her ne kadar mutlak favori chelsea gösterilsede arsenal'in bu gibi ciddi maçlarda enteresan performanslar sergilediğini gördük, biliyoruz. umarım güzel bir mücadele olur.
bu hafta ligimizin avrupa liglerini aratmayan gollerinden birisinin daha atıldığı ve trabzonspor'un ilk yarı itibari ile oyunu 1-0 götürdüğü turkcell süper lig mücadelesi.
pc'deki football manager oyunun psp versiyonu. okulda, tuvalette, seyahatlerde ve keza yatmadan önce yataklarında dahi durmadan oynamalarını sağlamışlar. yani oyundan kopmak mümkün değil. psp camiasında kısaca fmh olarak tanınır. daha önceleri fmh 2006, fmh 2007 ve fmh 2008 olarak raflarda yerini aldı ve biz kullanıcıların ziyadesiyle zamanlarını çaldı. her seri üstüne katarak ilerledi ve asıl bomba bu oyunda patlayacak. sıkı durun çünkü orjinal pc'den alıştığımız 2 boyutlu maç motoru bu sene psp versiyonunda da olacak! her ne kadar türkiye ligi'ni barındırmasada ingiltere 4. liginden bir takımı alıp şampiyonlar ligi şampiyonu yapana kadar geçen sürede neredeyse herkesi tanır hale geliyorsunuz. alt yapıları, brezilya, arjantin liglerini karıştırmaktan beyniniz dönüyor.
fm 09 ile aynı tarihlerde çıkması bekleniyor. ancak tarafımca 2 aydır beklenmekte.
dünyada veya en azından avrupa'da futbol takımları arasında yapılan taraftar değişim programinin adidir. kisaca adı ise tatadep'tir.*
madem avrupa birliğinin oluşumuyla beraber öğrenci değişim programları başladı; öğrenciler bu sayede yeni kültürler, yeni ülkeler ve birçok deneyim yaşayıp anavatanlarına geri dönüyorlar, bu sistemi en popüler spor olan futbol içinde uygulayabiliriz. misal ultraslan'dan bir grubu alıp arsenal maçına götürebilir, onlara birkaç marş öğretip maç boyu tezahürat nasıl yapılırmış öğretebilirler. tam tersi liverpool'dan bir grup alıp fenerbahçe maçına götürerek, onlarada birkaç türkçe tezahürat yanında kendi bildiklerini fenerbahçe için uygulamalarını sağlarsak en azından o gün o maçta az biraz ingiltere prömiyer lig tadı alınabilir.
ayrıca asıl bu kuralı 2. liglere uygularsak, mesela mersin idman yurdu'ndan şeytanlar adlı taraftar grubundan birazını ispanya'nın ikinci liginde bir takım ile değişim yapabiliriz. sonuçları parlak olmayacaktır ancak en olmadı genç taraftarlar arasında değişim yapılıp futbol kültürlerini genişletilebiliriz. kardeş takım hesabı.
bilmiyorum belki bu sayede futboldaki şiddet olayları azalır, futbol dünyası bambaşka bir yönü ile dünyaya sunulur.
kişi tarafından pek hoş karşılanmayan durumdur. yazar bir çok bilgi içerikli entry veya ciddi fikir beyanlarında bulunduğu entryler girmiştir ancak popüler olan futbol ve tabii ki yazıları çok daha ön plana çıkmıştır.
önce ben butonuna tıklar ve o acı gerçekle karşı karşıya kalır. aslında kendisi uzaktan bakıldığında tamamen fanatik olarak adlandırılacak şekilde entryler girmiştir ve yazdığı diğer girişlerin esamesi okunmamaktadır. derin bir iç çeker. ardından sol frame'de gözüne takılan milan baros başlığına tıklar ve devamı gelir.
asya'da 2004 yılında 26 bölüm olarak tv'de yayınlanmış manga serisi. siyah bir küre çeşitli sebeplerle ölen insanların arasından seçtiği kişileri bir odada toplar ve onlara çeşitli görevler vermektedir. ancak insanlar daha neler olup bittiğini anlamadan kendilerini bu aksiyonun içinde buluverirler ve zaten tüm zamanlarını hem bunu anlamak hemde görevi tamamlamak ile geçirirler. tür olarak bilim kurgu aksiyondur. dizi kanaatimce yavaş bir şekilde ilerlesede izlemeye değer bir mangadır.
dünyanın ilk denizaltı motorsikleti. yüzde yüz yerli yapımı. hatta o derece yerli yapımı ki ismini fenerbahçe ve galatasaray'ın ilk hecelerinden alıyor. aletin yapımında Fenerbahçe Spor Kulübü eski başkanlarından Ali Şen, Sualtı Araştırmaları ve Teknolojileri Derneği Başkanı Erkan Ayral ve ikinci Başkanı Merih Karabağ emeği geçmiş. sayın ayral'da galatasaray'lı olunca bu ismi vermeyi uygun görmüşler.
2008 Pekin Olimpiyatları'nda oyunlara katılan en küçük sporcu. yüzmede mücadele edecek olan 14 yaşındaki Ediz Yıldırımer, Türkiye'nin ve olimpiyat oyunlara katılan en küçük sporcu olma özelliği taşıyor. kendisine şimdiden başarılar diliyoruz. bu olimpiyatlarda değil ama gelecek oyunlarda türkiye'nin madalya umududur. ayrıca 2 yıl önce 1500 metre yüzmede kendi yaş dalında dünyanın iyi derecesini elde etmiştir.
1965 diyarbakır doğumlu, milli bilardo takımında 2008 dünya artistik bilardo şampiyonu olmuş sporcudur. ayrıca bugüne kadar türkiye'de birçok birincilikler ve kupalar kazanmıştır. turnuvalara katılmasının dahilinde özel bilardo gösterileride yapmaktadır. dünya artistik bilardo şampiyonu olduğu oyunda setlerde 2-0 öne geçtikten sonra ispanyol rakibi durumu 2-2'ye getirmiştir. hatta şampiyonu belli edecek son 3 vuruşta 14 sayı geriden gelerek rakibinin hatalarından faydalanıp son vuruşların hepsini gerçekleştirip şampiyon olmuştur. ödül olarak 3.000 euro'nun yanında kupayı türkiye'ye getirmiştir.
insanın doğumu nasıl sürprizse ölümüde öyledir. biz ne kadar doğal bir şey desekte değildir işte. doğum zor, ölümde öyle. ancak öldükten sonra daha da zor olan vefat edenin arkasında bıraktığı eşyalardır. kişi ölür, hastaneye gider ve ya hastanede ölmüştür, morga kaldırılır, bir yakınını çağırıp özel eşyalarını elinize verirler. işte o an ölümün ne kadar gerçek olduğu suratınıza sizi uzun bir süre ağlatacak ağır bir tokat gibi vurur. elinizde bir kutu, içinde eşyalar, onlar size bakar siz onlara bakamazsınız çünkü ağlıyorsunuzdur.
cenaze kalkar, taziyeleri kabul edersiniz ancak eşyaların siz atmadıkça hiçbir yere gittiği yoktur. daha acısı her eşya bir anı taşır ve bakar bakar yine ağlarsınız. oysa eşya cansızdır, anlamsızdır ve sadece kullanırsınız. yani tek taraflı bir çıkar ilişkisi içindesinizdir. ancak işte o anda eşyalar sizden intikam alırcasına hayatınızı karartır. düşünen, her şeye bir anlam verme telaşında olan insan, bunun acısını, zararını belkide en çok böyle durumlarda görür.
şu anda televizyonda suna pekyuysal'ı bekleyen bir çift beyaz terliği görünce aklıma babamın eşyalarının bir kutuyla elime verildiği gün aklıma geldi. tek bir cep telefonuna bakıp dakikalarca ağladığımı hatırlarım. işte o an asla unutulmayan anlar arasına ilk 10'dan girer.
geocities sitesinden sonra ilaç gibi gelmişti bize. düşünün bir kere. web sitesi yapabiliyorsunuz ama meşhur geocisites sadece 5mb yer vermiş. sonra bir duyuyorsunuz adamlar 50mb yer vermişler sayfa yapın diye. sanırım o dönem geocities'i olupta 50megs sitesinde sayfası olmayan yok gibiydi. ancak bunlarında derdi çoktu. bir kere çok yavaştı türkiye'den girmek. zaten 56k internet var. hey allahım. neyse. allahtan herhangi bir deli hakim daha yasaklatmamış siteyide gönül rahatlığı ile bir tıkladım, gezdim, eski günleri yad ettim.
1963 Rheinfelden, almanya doğumlu dünyaca ünlü keman virtüözüdür. beş yaşında piyanoya başlamış, ardından kemana yönelmiştir. daha onüç yaşında herbert von karajan kendisini berlin filarmoni orkestrası'nda solist olarak çalmaya davet etmiş, hemen ardından daniel barenboim yönetiminde ingiliz oda orkestrası ile bir konser daha vermiştir. onbeş yaşında ilk cd kaydını karajan yönetimindeki berlin filarmoni orkestrası ile mozart'ın üçüncü ve beşinci keman konçertolarını çalarak yapmıştır. ardından genç yaşta kariyerinde patlama yaşayan mutter, 1980 yılında zubin mehta yönetiminde new york filarmoni orkestrası ile konsere çıkmıştır. daha yirmi iki yaşında ünlü ingiliz müzik okulu royal academy of music'i onur derecesi ile bitirmiştir.
erken gelen solistlik kariyer ile birlikte artık turnelere çıkan ve dünyada önemli salonlarda konser veren süper genç yetenek bir kemancı haline gelir. bir yandan cd ve dvd kayıtları yapmayı sürdürmüş ve ünlü besteciler kendisine ithaf ettikleri eserler yazmışlardır. kendisinin iki tane 1703 ve 1710 yapımı Stradivarius kemanı vardır. kariyerinde grammy ödülü olan ender klasik virtüözlerden birisidir. dünyanın önde gelen plak şirketlerinden Deutsche Grammophon'dan 28 adet, diğer ünlü yapımcı firma olan emi'den 6 adet cd'si halihazırda piyasa bulunmaktadır.