heroo
-182 (bahtsız bedevi)
altıncı nesil yazar 28 takipçi 454.20 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    geçmiş yılların özlenmesi

    1.
  1. bir hakikat. özellikle yaş ilerledikçe özellikle çocukluk çağı burunda tütüyor.
    Bir göz atın isterseniz;
    https://leventbulut.com/e...-turkiyeyi-cok-ozluyorum/
    1 ...
  2. çay içerken gönül demlemek

    1.
  3. rus geline ait bir söz.
    çay tirayakisi ülkemiz de bizi, bizden daha iyi anlatmış.
    şuradan okunabilir;
    https://leventbulut.com/cay-icerken-gonul-demlenir/
    3 ...
  4. 26 mayıs 2021 levent bulut köşe yazısı

    1.
  5. devletin kurumları arası yaşanan işlevsizliği anlatan yazıdır. Yazı şöyle:

    devlet sana diyor ki: 'sen gazetecisin. seni tanıyorum. al bak bu da kartın.'
    ama kimlik istendiğinde uzatıp 'gazeteciyim' dediğinde polis haklı olarak 'sarı değil ki bu.' diyor.

    mevzuata göre resmî nitelikli ama tanımıyor.

    bir örnek vereyim: gazeteye giderken sivil polisler kimliğini gösterip gbt kontrolü için durdurdu. basın kartını uzattığımda aramızda şöyle bir konuşma geçti:
    -kimliğin yok mu senin?
    -o elinizde ki kimlik zaten.
    - ben türkiye cumhuriyeti kimliği soruyorum.

    - tamam. elinizdeki de türkiye cumhuriyeti cumhurbaşkanlığı iletişim başkanlığı tarafından verilen resmi bir kimlik.
    - ben anlamam. bu gazetede geçerli; bizde geçerli değil.

    - resmî nitelikli olan bir kimlik nasıl geçersiz olur?
    o sırada kadın polis memuru söze girerek:
    - ancak görevde geçerli olur bu kimlik, dedi...
    *
    ben basın kartının resmî nitelikli olduğunu...

    cumhurbaşkanlığı'nca uzun araştırma ve bekleme süresinin ardından verildiğini...

    yönetmenlikte tarifinin bulunduğunu söylesem de memur arkadaş "kimliğin yok diye 158 lira para cezası yazarım" dedi.
    *
    ülkenin çivisi çıktı artık. bakın basın kartı yönetmeliği ne diyor:
    cumhurbaşkanı kararının tarihi: 13/12/2018 sayısı: 465.
    yayımlandığı resmî gazete'nin tarihi: 14/12/2018 sayısı: 30625.

    madde 5: basın kartı, bu yönetmelikte belirtilen kişilere verilen resmî nitelikte bir kimlik belgesidir. basın kartı, bu yönetmelikte belirtilen hâllerde süreli veya geçici olarak verilebileceği gibi sürekli nitelik de kazanabilir.

    bu kadar açık ve netken, bir polis "ben bunu tanımıyorum. normal kimlik ver. yoksa ceza keserim" diye nasıl konuşabiliyor?! neymiş basın kartı gazetede geçerliymiş. herhalde, yazı yazarken basın kartını masaya koyup öyle yazıyoruz. böyle düşünüyor olmalı.
    bu mantıkla hareket edersek, sanırım benim de kimliğini gösteren memura, "o karakolda geçerli olur. ayrıca sahte de olabilir. bana ehliyet ya da nüfus cüzdanınızı gösterin. ben bu kartı tanımıyorum" demem lazımdı.
    *
    uzatmayayım, sadede geleyim. mesele basın kartını gösterip geçeyim değil, mesele resmî nitelikli bir kimliğin kimlik olarak kabul edilmemesi...

    yönetmenlikte var olanın tanınmaması...

    ben demiyorum ki basın kartını gösterip geçeyim. diyorum ki, ehliyet gibi nüfus cüzdanı gibi kimlik olarak görülsün.
    zira böyle olduğunu zaten mevzuat söylüyor.

    eğer resmi nitelikli olmasına rağmen, bankada, noterde, kimlik istendiğinde poliste geçmiyor ve tanınmıyorsa isterseniz bin kere yönetmenlik değişin basın kartının itibarı artmaz. kartın itibarının artması için başta devletin kurumları tarafından tanınıyor, işlem yapılabiliyor olması gerekir.

    kaynak: https://www.gunboyugazete...rti-ve-itibari-6105yy.htm
    2 ...
  6. akp ve mhp nin akşener korkusu

    1.
  7. levent bulut'un bugün köşesinde incelediği korkudur.

    buyurun:
    AKP, 19 yıldır ülkeyi tek başına yönetiyor. Bu süre zarfında girdikleri her seçimi kazandılar. Tabiî bunda rakip gibi görünen ama AKP'nin sıkıştığı en kritik anlarda destek veren Devlet Bahçeli'nin de hakkını yememek lâzım.
    *
    Bir örnek verecek olursak; 7 Haziran 2015 seçimleri sonunda tek başına hükümet kuramayacağı ortaya çıkan AKP'nin imdadına yine Bahçeli yetişmişti. Hatırlayın... O akşam Bahçeli, koalisyona kapılarını kapatarak seçim sonuçları dahi kesinleşmeden "AK Parti'den size yönelik koalisyon teklifi gelirse cevabınız ne olur?" sorusu karşısında, MHP'yi dışarıda tutarak, AKP ile HDP veya AKP, CHP ve HDP koalisyonlarını önermişti.
    MHP'nin ana muhalefet partisi görevini üstlenmeye hazır olduğunu söyleyen Bahçeli. "Eğer bunların hiç birisinden sonuç alınamıyorsa, en erken seçim ne zaman olacaksa o zamanda seçim olur." demişti.
    *
    CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun, resmi koalisyon görüşmeleri başlamadan önce Bahçeli'ye "Birlikte hükümet kuralım, Başbakan sen ol." çağrısı bile fayda etmemişti.
    *
    Sonrasını biliyorsunuz. 7 Haziran'da 31'i yeni, toplam 80 milletvekili çıkaran MHP, 1 Kasım 2015'te yapılan erken seçimlerde 37 milletvekilini kaybetti. Bahçeli'nin seçim sonuçlarıyla ilgili yorumu ise, "Milletimiz koalisyondan kaçan AKP'ye iktidar görevi verdi." oldu.
    *
    Şimdi bunları anlatmamın sebebi şu: Bahçeli, birçok kritik kararda Erdoğan'a destek veren bir siyaset izlemesine rağmen Başkanlık sistemine hep karşı çıkmıştı. Hatta seçim gecesi koalisyon seçeneklerine kapıları kapatan Bahçeli, "AKP için sonun başlangıcı görülmüştür. AKP 7 Haziran seçimlerinde devletin tüm imkânlarını pervasızca kullanmıştır. TRT'yi, yandaş medyayı AKP için seferber edilmiştir. Hazine kaynakları AKP'nin elinde ahlâksızca kullanılmıştır. Haksızlık, usulsüzlük hiçbir dönemde olmadığı kadar yaşanmıştır. Erdoğan Cumhurbaşkanı olduğunu inkâr edercesine meydanlara çıkmıştır. Erdoğan'ın Başkanlık hayali gerçek olamamıştır. Mitingler düzenleyip AK Parti'ye oy dilenen Erdoğan kaybetmiş, miadını doldurmuştur." sözleriyle  Erdoğan'ı ve AKP'yi çok sert bir şekilde eleştirmişti.
    *
    AK Parti'ye ve Erdoğan'a yönelik eleştirileri ta ki parti içi muhalefet harekete geçinceye kadar devam etti. Akabinde  Meral Akşener'le birlikte öne çıkan muhaliflerin önlenemez hareketiyle, daha önce başkanlık sistemini çeşitli tarihlerde "Başkanlık, federasyon demektir, Türkiye'yi bölünmeye götürür." ifadeleriyle sert bir şekilde eleştiren Bahçeli, "AKP başkanlık sistemi inadını sürdürecekse bunu Meclis'e getirmelidir." deyiverdi.
    Ardından referandumda da başkanlık sistemine tüm ifadeleriyle tezat tam destek verdi.
    *
    Uzatmayayım Başkanlık sistemi için "Türkiye'yi bölünmeye götürür" sözünden "Türklüğün bekası için evet diyeceğiz"e geçen Bahçeli ile "Her türlü milliyetçiliği ayaklar altına aldık." diyen Erdoğan'ın ittifakının ana kaynağı Meral Akşener korkusudur.
    *
    "Peki kardeşim neden korksunlar?" diyebilirsiniz. Cevaplayalım:
    Korkuyorlar çünkü Akşener siyasete yeni bir soluk ve umut getirdi. Muhalefet canlandı ve söylemleri çeşitlendi. Her türlü engellemeye karşılık yılmadı, durmadı.
     
    *
    Hatırlayalım Akşener'in adını anmıyorlardı. Gözle görülür bir ambargo uyguluyorlardı. Çöp ve hafriyat kamyonlarıyla yolunu kesiyor, programlarına engel çıkarıyor, meydanları dolduran kalabalığı görmezden geliyorlardı. Buna rağmen %10 alarak meclise girmesine engel olamadılar.

    Şurası bir gerçek ki AKP'nin istanbul, Ankara gibi büyükşehirleri kaybetmelerinde Kılıçdaroğlu'nun aday seçimi kadar iYi Parti faktörü inkar edilemez.
    *
    Kuruluşundan bu yana iYi Parti yükselişini sürdürüyor. Bunu AKP ve MHP'de görüyor. işte o yüzden kimi zaman Millet ittifakı'nı dağıtmak için yerden yere vurdukları iYi Parti'ye yeri gelince "yerli ve milli", kimi zaman ise "evine dön" çağrıları yapıyorlar. Akşener ise bu çağrılara yeni ittifaklar arayışı içine girerek cevap veriyor ve korkuyu körüklüyor.
    *
    Sadede gelirsek katıldığı bir televizyon programında, bir sonraki seçime ilişkin tahminlerini açıklayan Akşener,  iYi Parti'nin büyüdüğünü, CHP'nin oylarının ise düşmediğini belirterek, "Buna karşılık DEVA ve Gelecek Partileri var, Saadet Partisi fena gitmiyor. Muhtemelen yarın bir iş birliği olacak gibi gözüküyor. DEVA ve Gelecek Partisi'nden bahsediyorum." sözleriyle şimdide kutuplaşan Türkiye'de Millet ittifakı'nın diğer partilerle diyalog kurmasına öncülük ediyor.
    Demek ki Cumhur ittifakında Akşener korkusu boşuna değilmiş!..

    kaynak: https://www.gunboyugazete...osuna-degilmis-6027yy.htm
    3 ...
  8. deneme yanılma ile ülke yönetilmesi

    1.
  9. levent bulut'un bugün köşesinde değindiği durum.
    Okumanızı tavsiye ederim:

    "Merkez Bankası başkanlarının 20 ay içinde 4 defa değişmesi, siyasi iradenin ülkeyi deneme  yanılma yöntemi ile yönettiğinin en büyük kanıtlarındandır. Keza bir yazımda ülkemizin nasıl deneme yanılma metodu ile yönetildiğini şöyle anlatmıştım:
    "iktidara geldikleri günden bu yana, ülkeyi deneme yanılma yönetimi ile yönetiyorlar. Örneğin 
    FETÖ konusunda...
    O zaman eleştirenleri, iktidarı uyaranları, kumpastan şikâyet edenleri din düşmanı, Ergenekoncu, darbeci ilan ettiler.

    Sonra ne oldu gördük; herkesten daha yüksek sesle FETÖ'yü de, kumpası da lanetlediler...
    Deneme yanılma, demek ki iktidarın en büyük meziyeti (!)
    * * *
    Terör çetesinden birkaç zibidiyi Habur'dan Türkiye'ye girerken engellemeyenler, çadır mahkemesi kurarak gelenlerin serbest kalmalarını sağlayanlar, ancak katılımların artması ve terör örgütünün siyasallaşmasıyla diyaloğu kesti.
    Deneme yanılma demem, herhalde beyhude değil...
    Tarımdan eğitime, ekonomiden sanayiye, sağlıktan yargıya her alanda "deneme yanılma" uygulamasına tanık olduk.
    Tutarsız yönetim anlayışı da ister istemez mağdur insan sayımızı artırdı.
    * * *
    Yığınla örnek vermek mümkün...
    Çelişki yumağı halindeki bir siyasal irade; sorun çözmek yerine, sorun üretiyor.
    Hepsini de her defasında vatandaşa, yeni ve hayatı kolaylaştıran kararlar diye sunuyor.

    Dolayısıyla sorun çözen değil, sorun üstüne sorun eklenen bir ülke yarattılar."
    Şimdi düşünün lütfen, böyle bir ülke yerli ya da yabancı yatırımcılara güven verir mi? Böyle bir
    ülkenin uluslararası arenada ciddiyeti olur mu? Kendileri atıyor, kendileri görevden alıyor. Neden atandı, açıklama yok.
    Neden görevden alındı, yine açıklama yok.
    Yaşananların ardından dolar rekor kırdı, borsada  sert düşüş yaşandı. Doğal olarak bu durum sokaktaki vatandaşa da yansıyacak.
    Döviz arttıkça maliyet giderleri de katlanacak.
    Fiyatlar arttıkça enflasyon da yükselecek.
    Hepsi birbirine bağlı, bir tesbihin taneleri gibi.
    ***
    Ama ülkemizde doğruya doğru demedikçe hiç birşey düzelmeyecek. Şimdi bu süreçte yaşananların sorumlusu açıkça belli ama sürekli değişen bir partinin değişmeyen kitlesince  tüm bu olumsuzlukların sorunu CHP'dir. Bay Kemal'dir. O yüzden ne desek, ne yazsak boş.
     
    * * *
    TEBESSÜM
     
    Halkın sürekli olarak artan işsizlikten ve cepleri yakan pahalılıktan şikâyet ettiğini duyan 
    Başbakan, durumu bizzat incelemek için tebdili kıyafetle sokağa çıkar, bir lokantaya girer.
     
    Başköşede kılıksız bir adamın, görkemli bir sofra donattırıp, keyif yapmakta olduğunu görünce:
    "işte mutlu bir vatandaş… " diyerek adamın karşısına oturur:
    "Hayatından memnun musun hemşehrim?"
    "Çok memnunum, hiçbir şikâyetim yok!"
    "Kazancın ne kadar?"
    "Valla işler çok iyi… Günde en az 200 lira kazanıyorum!"
    "Peki, enflasyon artar, yeni zamlar gelirse kazancın ne kadar olur?"
    "300 olur…"
    "Ya her şeye her hafta zam yapılırsa?"
    "O zaman 500  olur."
    "Ya her gün zam gelirse?"
    "işlerim daha da artar, günlük kazancım 1000 lira olur!"
    "Güzeeel…Senin işin ne hemşerim?"
    "Ben mezarcıyım efendim!"

    Bu fıkra değerli ağabeyim Rahmi Turan'ın yeni çıkan  "Tebessüm" adlı kitabından. (S.35)
    Rahmi ağabeyi çocukluğumdan bu yana takip ederim.
    Yıllarca köşesinde sadece acı gerçekleri yazıp ülkede yapılan doğru ve yanlış işleri ortaya serdi. Espri ve şaka kadar eşsiz bir eleştiri gücüne sahip olan mizahı da sütunundan hiç eksik etmedi.

    işte Rahmi ağabey, uzun yıllardır köşesinde Tebessüm başlığı altında yayımladığı fıkraları  aynı adla bir kitapta topladı.

    Bir solukta okuyup bitirdim. içinde bulunduğumuz şu pandemi ve günlük sıkıntılar arasında okumanızı da şiddetle tavsiye eder, kıymetli büyüğüme hürmetlerimi iletirim.

    Sözcü Kitapevi- 0212 948 22 78 (http://www.sozcukitabevi.com )"

    Kaynak: https://www.gunboyugazete...y-degismeyecek-5764yy.htm
    6 ...
  10. 2 kızın birbirine tokat atması

    1.
  11. ne yapmaya çalıştıkları anlaşılmayan kızlardır.

    https://www.youtube.com/watch?v=z59AMFSa1hU
    2 ...
  12. akp nin türkiye ye müstahak olması

    2.
  13. moderatörler tarafından girilen entrylerin silindiği başlık.
    0 ...
  14. çiller ve soylu merkez sağı dağıt iddiası

    1.
  15. doğru parti genel başkanı Rıfat serdaroğlu'nun levent bulut'a verdiği röportaj da savunduğu iddia.

    spoiler:

    Doğru Parti'nin Süleyman Soylu tarafından kurdurulduğu iddialarına sert yanıt veren Serdaroğlu, "Türk Milletinin çimentosu olan merkez sağı satan 3 kişi vardır. Çiller-Ağar ve Soylu. Üçü de AKP'dedir ve merkez sağı dağıtmanın karşılığını peşin-peşin almışlardır" ifadelerini kullandı.

    kaynak: https://www.gunboyugazete...soylu-mu-kurdu-60052h.htm
    3 ...
  16. dudak payı nasıl olmalı sorunsalı

    1.
  17. merak edilen sorunsaldır. levent bulut'un tweetir da şu paylaştığı https://twitter.com/Leven...tatus/1286561345786257408 tweet den de görüleceğe üzere standart bir ölçüsü yok.
    0 ...
  18. 13 mayıs 2020 levent bulut köşe yazısı

    1.
  19. vergilerin nereye harcandığını sorgulayan köşe yazısıdır.

    okunması gereken yazıdır.

    Koronavirüs vakası ülkemizde ilk görüldüğü tarihte herkes kendi maskesini alıyordu. Vaka sayısı yükseldikçe maske fiyatları da fahiş derece arttı ve bulunmaz oldu. Fiyat artışlarına karşı bir tedbir almayan hükümet, olayı sadece izlemekle yetindi. Bir müddet sonra ise Ticaret Bakanı ulaşılabilir noktalarda maskelerin satılacağını açıkladı.

    Toplumun her kesiminden "devlet bir maske de mi veremiyor" tepkisi gelince bu sefer maskelerin her eve ve herkese ücretsiz dağıtılacağını duyurdular...
    Bu işi ise PTT'ye havale ettiler!
    Akabinde şak, piyasada maske satışlarını yasakladılar.
    E hâl böyle olunca vatandaş parasıyla da maske bulamaz oldu.
    ***
    Milyonlarca insana PTT üzerinden dağıtılamayacağı aşikârdı. Öyle de oldu.
    Zira insanlar PTT'lere akın edince yine vazgeçtiler.
    Aldıkları yeni karara göre ise; herkesin telefonuna bir kod numarası gönderilecek ve bu kodla maskeler eczanelerden alınacak dediler.

    Bu sırada "34 ülkeye yardım ettik" beyanları veriyor; kendi insanımızın ihtiyacı varken kişi başı millî geliri 45-46 bin dolar olan ingiltere, Fransa, italya gibi ülkelere milletin parasıyla yardım yapmakla övünüyorlardı.
    ***
    Bildiğiniz gibi o maske kodu herkese gelmedi. Gelenler ise memleketin dört bir yanında para kuyrukları gibi eczanelerde maske kuyrukları oluşturdu.
    Baktılar bu şekilde de olmayacak.
    Maske satışını tavan fiyatı 1 liradan olmak üzere serbest bıraktılar. Yani her zamanki gibi önce önerilere kulak tıkadılar ve deneme yanılma yöntemini uygulayarak başta yapmaları gerekeni sonda yaptılar.
    ***
    Şimdi maske satışları serbest. Ücretsiz dağıtacağız dediklerinden bu yana geçen bu süre zarfında kaç maske dağıtıldı, o muallak.
    ***
    işin acı verici yanı ne biliyor musunuz!? Suriyelilere karşılıksız 40 milyar doların üzerinde para harcayanların, yediği içtiği her şey için vergi veren kendi vatandaşına maske dağıtamayışıydı.
    ***
    Vergi topluyorlar ama karşılığında doğru düzgün bir maske bile veremediler. Oysa bugünler için değil midir toplanan o vergiler? Yapılan hizmeti güçlendirmek, ülkeyi geliştirip kalkındırmak için her devlet, vatandaşından vergi almıyor mu?
    Alıyor...

    Türkiye Cumhuriyeti anayasasında yer aldığı üzere de, her Türk vatandaşı vergi ödemekle yükümlü.
    Kaldı ki ülkemizin petrol, doğal gaz gibi zenginliği olmadığından devletin gelirlerinin yaklaşık %85'i vergilerle sağlanıyor.
    Eyvallah.
    Peki ama ne oluyor, nereye gidiyor bu kadar vergi?
    Bilen var mı?
    Yok!
    ***
    Öyle garip işler yapıyorlar ki... Bir yandan vergi topladılar, diğer yandan elde avuçta ne varsa "Devlet ekonomiyle uğraşamaz, ticaretle uğraşamaz, imalatla uğraşamaz." diyerek sattılar.

    Sonra da çıkıp tanzim satışı adı altında domates, biber işine girdiler. Toplanan vergilerle yapılması gereken otoyolu, köprüyü ise özel sektör yapıyor diye övündüler.
    ***
    Neymiş, devletin kasasından tek kuruş çıkmamış.
    iyi de vatandaşın cebinden çıkıyor.
    Özel sektör köprü yapıyor ama hayrına değil ki...
    Hazineden geçiş garantili!
    Geçen de ödüyor geçmeyen de.
    Poşete 25 kuruş verilmesi gibi fizikî ödeme yapmayan vatandaş için bir anlam ifade etmiyor bu durum.
    Hatta övüyorlar yol yaptı diye.
    ***
    18 yıldır vergi topluyorlar.
    Fakat fabrika açmıyorlar, istihdam yaratmıyorlar.
    Niye?
    Kendilerince TOBB üyelerinin her biri yanına bir işçi alınca işsizliğin biteceğini düşünüyorlar da ondan!..
    ***
    2019 bütçesinde faiz ödemeleri 117 milyar liraydı. Bu yılın bütçesinde ise faize gidecek para tam 140 milyar lira. Yediğimiz, içtiğimiz, kullandığımız her şeyden alınan vergi görüyorsunuz işte, faize gidiyor.
    Sorsan dış güçler bizi kıskanıyordur. Böyle bir sistemi niye kıskanmasınlar ki? Diyelim ki bir sıfır kilometre araç alacaksınız.
    ÖTV eklenmiş her sıfır kilometre alınan aracın fiyatına ayrıca KDV de ekleniyor. Yani verginin de vergisini ödüyoruz.

    Farklı bir deyişle bir sana bir devlete alıyorsun. E, elin Alman'ı seni kıskanmasın da ne yapsın, üretmeden bir otomobil satmış gibi para alınan ülkeyi herkes kıskanır.
    ***
    Geçen zaman içinde AKP üretim yerine tüketim yapan bir topluma evirdi ülkeyi.
    Böyle bir ülke ve sistemde işsizlik düşer mi?
    Düşmez.
    ***
    Daha önce yazmıştım yine yazayım; Başkanlık gelecek Türkiye şaha kalkacak, uçacak dedikleri bu sistemle daha fazla devam edilemez.

    Bir-iki sene içerisinde kendi getirdikleri sistem için "Başkanlık sistemi ülkemize uymadı. Vatandaşımız güçlendirilmiş parlamenter sistemi istiyor. Biz bu sistemi getireceğiz ve Türkiye daha demokratik, daha adil, daha güçlü olacak. Başkanlık sistemi ülkemiz için ayak bağı." denilerek erken seçime gidilirse şaşırmayın.
    Bakalım o zaman milletimizin cevabı ne olacak?

    Kaynak: https://www.gunboyugazete...-icin-toplanir-4217yy.htm
    0 ...
  20. hırsızların gözü karartması

    1.
  21. bir gerçek.

    Levent bulut'un başından geçen olayda açıkca görülüyor:

    işten eve döndüğümde korona muhabbetinden dolayı ilk önce hiçbir yere elimi dokundurmadan doğruca banyoya giriyorum. giysilerimi orada çıkarıyor, duşumu alıp temiz pijamalarımı giyiyorum. eğer ayça uyumuyorsa yemeğe kadar onunla oynuyor, uyuyorsa yemek saatine kadar uzanıyorum.

    bu rutinim böyle sürerken şimdi size anlatacağım olay ise ramazan'dan bir gün önce yaşandı. o gün yine duşumu almıştım, ayça uyuyordu. ben de her zamanki gibi uzandım.
    ***
    uyuya kalmışım. ülkü yemek için uyandırdı. hafif terlemişim. zira hasta olmayayım diye ülkü odanın camını kapatmış. sofraya geçerken panjuru da kapadı. yemeğimizi yedik salona geçtik.
    ayça'nın elinde annesinin telefonu var.
    ülkü bir çocuk şarkısı açmış ve ayça videoyu izlerken meyve yedirme derdinde.
    oturduğum koltuğun hemen arkasında kapalı otoparka inen bölüme bakan pencere var. ve yerden 10 metre yükseklikte. korkuluk yok ama panjurlu ve her akşam yaptığımız gibi hava kararınca panjuru kapattık.
    ***
    saat 21.15 civarı.
    odanın ışığı ve tv açık.
    ülkü:
    - hadi kızım mama... hadi kuzum bir kaşık daha söylemleriyle ayça'ya yemek yedirme çabasında.
    ben de telefondan bir şeylere bakıyorum.
    bir an o kapalı panjur sallanmaya başladı.
    anlam veremedim.
    panjurun sallanması bu sefer yukarı doğru kaldırılmaya dönüştü.
    "ne oluyor ya" diye söylenerek doğruldum.
    "fırtına mı çıktı acaba" düşüncesiyle durumu anlamaya çalışıyorum.
    keza çok rüzgârlı havalarda panjurlar aşağı yukarı, sağa sola hareket edebiliyordu.
    bir an, biri girmeye çalışıyor olabilir mi diye düşündüm ama mantıksız geldi.
    kaldı ki yerden 10 metre yükseklikteki bir pencerenin panjurunu kaldırmaya çalışmak için merdiven gerekli.
    üstelik saat daha 21.15...
    ***
    panjur yukarı aşağı hareket ederken düğmeye basıp kaldırmaya başladım.
    bir müddet aralanınca, başımı pencereden uzattığımda sırtı dönük iki kişinin otopark girişinden sokağın aşağı yönüne doğru koştuğunu gördüm.
    o ana kadar da halen ne olduğunu anlamaya çalışıyorum.
    aşağı bakıyorum merdiven falan yok.
    ama panjurun kaldırılmaya çalışıldığı aşikâr.
    tüm bunlar beynimde dönüyor ve mantık arıyorum.
    o sırada ülkü'nün "bu odanın camını sen mi açtın" sorusuyla.
    yatak odasına koşturdum.
    ***
    odanın camı sonuna kadar açıktı.
    oysa ben duş alıp uzandığımda ülkü kapatmış ve hafif terlemiştim.
    o an anladık ki hırsızlık girişimi olmuş.
    saat 21.15'te, aynı anda 2 yerden girmeye çalışılmış.
    apar topar pijamalarla çıktım dışarı.
    dışarıdan bakınca yatak odamızın penceresindeki panjurun bir kısmının kırılmış olduğunu ve pencerenin açılmış olduğunu gördüm.
    hemen 155'i aradım... semt karakolundan polisler ve olay yeri inceleme ekipleri geldi.
    ***
    güvenlik kameralarını inceledik.
    3 kişiler.
    1'i sokakta gözcü.
    o kadar rahat gelip apartman bahçesine giriyorlar ki izleseniz herhalde bunlar apartmanın gençleri dersiniz.
    korkuluğu olan yan komşunun camının altından eğilerek geçip, bizim evin önüne geliyorlar. çocuk odasının camının panjurunu hafiften kaldırıp bakıyorlar ama o kısım sokağa baktığı için zorlamıyorlar. keza etraf bina dolu ve sokaktan geçenler olabilir.
    o yüzden arka tarafa dolaşıp yatak odasının önüne geliyorlar. oradaki güvenlik kamerasını ters çevirip panjuru kırıyorlar. kırık kısımdan ise tornavida ile pencereyi açıyorlar.
    o sırada içlerinden biri, salondaki yukarıda anlattığım pencereyi zorluyor.
    ***
    kameralarda görünmese de ben ısrarla ve inatla o pencerenin zorlandığını ve orada olmam sebebiyle hırsızlığın girişim aşamasında kaldığını söylememe rağmen komşular ve polis, olayın heyecanı ile söylediğimi sanıyorlardı. hava aydınlanıp baktığımızda, bildiğiniz bina su tahliye borusunun üstünde, ayakkabı izlerini görünce durumun vahametini anladılar.
    ***
    o boru kapalı otoparka inen kısımdan başlıyor ve yerden giderek yükseliyor. tam bizim pencerenin altındaki klimanın motoruna paralel geçiyordu.
    işte o boru üzerinden yürüyüp klimanın motoruna tutunup oradan girmeye çalışıyorlar.
    velhasıl eş dost herkesin söylediği; verilmiş sadakamızın olduğu.
    haklılar. dünyanın bin türlü hâli var ve hayatlar anlık bir olay yüzünden değişebiliyor.
    ***
    malumunuz ramazan ayındayız.
    orucu bozan bozmayan haller gibi sorular havalarda uçuşuyor.
    amenna...
    ama ben neyi merak ediyorum biliyor musunuz?
    hırsızlar başarılı olsa, evimiz soyulsa ya da biz içerideyken birimize bir şey olsa bunun vebali kimin üzerineydi acaba?

    Kaynak: https://www.gunboyugazete...r/vebali-kimin-4158yy.htm
    0 ...
  22. maske bulamayıp 34 ülkeye yardımı alkışlayan tip

    1.
  23. evde kalırken izlenecek film

    1.
  24. kişinin zevkine göre değişen filmdir.

    imdb top 250 listesi içinden seçilmesini öneririm. ya da şurada iki film tavsiyesi var meraklısı için:
    https://www.gunboyugazete...enecek-filmler-4072yy.htm
    0 ...
  25. türkiye nin korona ile mücadeleyi sertleştirmesi

    1.
  26. 25 mart 2020 levent bulut köşe yazısı

    1.
  27. inşallah dedirten yazıdır.

    yazı şöyle:

    izlediniz mi bilmiyorum sosyal medyada koronavirüs salgını sürecinde en çok vakanın ve can kaybının görüldüğü italya'dan çok paylaşılan bir video var. Ülkenin Delia beldesinin Belediye Başkanı Gianfilippo Bancheri'in söyledikleri dünyada gündem oldu. Öyle ki görüntüler kısa sürede birçok ülkenin ana haber bültenlerinde bile yer aldı.
    ***
    Videoda halkın tüm uyarılara rağmen sokağa çıkmasına sinirlenen bir başkanın sitem dolu sözleri duyuluyor. "Her şey düzelecek" yazan posterler hazırlamanın, salgının önüne geçmek için yeterli olmayacağını söyleyen Bancheri, kendine has üslubu ile durumu halka şöyle anlatıyor:

    "Gerekli şeyleri almak için 10 günde bir alışverişe çıkmamız gerekirken, her şey normalmiş gibi her gün alışverişe çıkarsanız her şey nasıl güzel olacak.

    Sigara içiyor olabilirsiniz, bu beni ilgilendirmez ama bir çıkışınızda bolca sigara almak yerine her gün sigara almak için markete giderseniz içinde bulunduğumuz durum nasıl düzelecek?
    Size evde kalmanızı söylediğim halde her gün istasyona gidip benzin alırsanız nasıl düzelecek?

    Evinize kuaför çağırıp saçınızı yaptırmaya devam ederseniz durum nasıl iyileşecek?
    Bu durumda saçınızı yaptırmanın ne anlamı var?
    Hepiniz koşu yapmak için dışarı çıkarsanız durum nasıl düzelecek?
    ***
    Herkes çok stres altında oluğunu söylüyor.
    20 yıldır düzenli olarak koşuyorum.
    Şehrimizde toplasan 20 koşucu vardı.
    Şimdi ne oldu da hepiniz koşmaya bu kadar hevesli oldunuz?
    Koşmayı bu kadar mı seviyorsunuz?
    En son ilkokulda koşmuşsunuzdur herhalde.
    Şimdi niye koşuyorsunuz?
    ***
    Bugün pazar, birçok insan barbekü yapmak için dışarı çıkmış.
    Barbekü!
    Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?
    ***
    Bir de evlerinde parti yapan insanlar var.
    Daha bugün gidip onlara engel olmak zorunda kaldım.
    'Biz sağlıklıyız, aynı apartmanda yaşıyoruz' diyorlar.
    Virüs böyle yayılır işte.
    Evde kalmak demek ailenle evde kalmak demektir, Komşunla evde parti vermek değil.
    Ne zamandan beri komşularımıza bu kadar düşkün olduk, onlarla bu kadar yakın olduk.
    Bazıları 'Her şey güzel olacak' posterleri hazırladıklarını söylüyor. Bir poster yapmak için 20 kişi bir eve doluştunuz. Virüs işte bu şekilde yayılıyor."
    ***
    işte başkanın sözleri böyle... Sizce haksız mı?
    Görüyorsunuz işte italya da olsa, ingiltere de olsa Türkiye de olsa fark etmiyor.
    Maalesef salgını ve virüsü ciddiye almayan büyük bir kitle var.
    Devleti yönetenlerden; ilgili tüm kurum ve kuruluşlardan sürekli uyarılar gelmesine rağmen, 'bana bir şey olmaz' ya da 'zaten günün birinde ölmeyecek miyiz' diyen büyük bir kitle tedbirleri umursamıyor.
    ***
    Oysa anlamadıkları, bu virüs sadece kendileri için değil, aileleri ve sevdikleri için de çok tehlikeli.
    Müthiş bir hızla yayılıyor.

    Ülke idarecileri haklı olarak tedbir alıyor ve bu önlemleri arttırarak devam ederken sürekli söyledikleri ise "evde kal" söylemi oluyor.
    Ama neye yarıyor?
    ***
    Tedbirlere uyan da var, umursamayan da...
    En ufak bir sağlık sorununda "bir şey varsa sevdiklerime bulaştırmayayım" diye hastaneye koşan da var, karantinadan kaçan da...
    Korkan da var, tatil olarak gören de var...
    ***
    Böyle tehlikeli bir virüse rağmen insanlarda bilinç yok. Bu yüzden çeşitli ülkeler sert tedbirler almak zorunda kaldı. Ama en sert tedbiri salgının ortaya çıktığı Çin gösterdi. Daha ilk vakalar olmaya başladığında anda o bölgeyi karantinaya alıp sokağa çıkma yasağı uyguladı. insanları evlerinde durmaya zorladı.
    Droneler ile denetim yapıp dışarıda olanları tutukladı. Bu sayede salgın diğer bölgelere sıçramadan önlendi.

    Oysa virüsü ciddiye almayan, vatandaş ne der oy kaybederiz korkusuyla gevşek tedbir uygulayan, yasakları antidemokratik bulan ülkeler, acı bilançolar sonucunda birer birer önlemleri sıkılaştırıp nihayetinde sokağa çıkma yasağı ilan ettiler.
    ***
    Ne yazık ki ülkemizde sokağa çıkma yasağı getirilmezse önlemler hep eksik kalacak. Zira insanlarımız bilinçsiz...
    Şöyle bir bakın; yurtdışından gelip kendini karantinaya almayan, evde kalmak çok sıkıcı, hava güzel deyip kendini dışarı atan, çoluk çocuğu alıp misafirliğe giden, hasta ziyaret edip sahillere akan, hastaneden kaçan, tedbirlere uymak yerine bize bir şey olmaz diyen milyonlarca insan var…

    Bu kitleyi de ricayla, minnetle evde tutmak mümkün değil...
    Yerli ve milli aşı üretimi yapan Refik Saydam Hıfzısıhha Entistüsü'nü kapatıp, avuç dolusu parayla dışardan aşı alan ve bu salgın karşısında çaresizce Aşı Entitüsü kurmak zorunda kalan yöneticilerimiz, umarım sokağa çıkma yasağı için de on binlerce kişinin enfekte olmasını beklemez....

    https://www.gunboyugazete...k-gec-kalinmaz-3994yy.htm
    0 ...
  28. 11 mart 2020 akp milletvekili transferi

    1.
  29. levent bulut'un twitter hesabından dile getirdiği iddia.

    Rusya ziyaretinde yaşananların Türkiye’deki yarattığı tartışmalardan bunalan Ak Parti, yarın gündem değiştirmek için milletvekili transferleri açıklayabilir. Kulislere göre iyiparti’den istifa eden Antalya milletvekili Tuba Vural Çokal yarın AKP rozeti takacak.

    Biliyorsunuz, AKP’nin muhalefet partilerinden yaklaşık 100 dolayında ilçe ve belde belediye başkanını transfer edeceği daha önce haberlere yansımıştı.

    tuba vural çokal dışında iddialara göre fatih mehmet şeker ile ismail ok da aKP rozeti takacak. Düşüncem eğer bir erken ve baskın seçim olacak olsa yarın hepsini topluca açıklar ve şov yaparlar. Eğer gündemde baskın seçim yoksa bu transferleri zamana yayarlar.

    Neticede üçü CHP, Saadet Partisi ve iYi Parti'den, ikisi bağımsız beş belediye başkanı, AKP Meclis Grup Toplantısı'nda iktidar partisine katılmıştı.

    AKP'ye katılan belediye başkanlarının rozetlerini Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan takmıştı.
    AKP transferlerle tabanını konsolide etmek isteyecektir. Düşünsenize her hafta muhalif bir belediye il ve ilçe başkanı transfer ettiklerini. Ayda bir vekil transferi açıkladıklarını. Tabana verecekleri mesaj ise şu: Kötüysek niye geliyorlar?

    https://mobile.twitter.co...tatus/1237384548872105984
    3 ...
  30. açım diyen işsizin gözaltına alınması

    1.
  31. kadın taksi şoförleri

    1.
  32. istanbul'da 100-150 kadar olduklarını öğrendiğim taksicilerdir.
    yeniçağ'dan sümeyra kırca'nın haberine göre ilginç hikayelerde varmış.

    https://www.yenicaggazete...-guzellesecek-269767h.htm
    1 ...
  33. 23 şubat 2020 de tarihe tanık olunması

    1.
  34. galatasaray'ın fenerbahçe'yi 3-1 yendiği maç sonrası galatasaray taraftarınca söylenen söz.

    Cevap için şu tvit önerilir.

    https://twitter.com/Leven...tatus/1231888769860751360
    0 ...
  35. türkiye nin en büyük sorunun partizanlık olması

    1.
  36. levent bulut'un bir yazısı.

    yazı şöyle:
    sokaktaki vatandaşa bugün türkiye'nin en büyük meselesi nedir diye sorsanız size ilk söyleyecekleri; işsizlik, ekonomi, terör ve eğitim olacaktır.
    oysa bana göre en büyük mesele partizanlıktır. şöyle bir bakın yukarıdaki meseleler aslında partizanlar olmasa çözülebilecek meselelerdir.
    ama ülkemizde partizanlar yüzünden hiçbir şeyi çözemezsen de, kandırılıp, yanıltılsan da o koltuklarda oturmaya devam edilir.
    particilik yapanlar oy verdiği partiyi o kadar benimseyip sahipleniyorlar ki, partisinin yaptığı yanlışı asla kabullenmiyorlar.
    *
    bu partizanlar duruma göre parti çıkarlarını ülke çıkarlarından bile üstün hâle getirdiklerini asla görmezler. örneğin; ağzını açtığında "vatan millet sakarya..." derken, yunanların ege adalarımızda cirit atmasına ses etmezler.
    bu partizanlara mantıklı bir soru sorduğunuzda doğruya "doğru" ya da "evet, haklısın" demezler. size ilk başta belki hak bile verirler. ama sonra bir partili yöneticisinin yaptığı açıklamaları mantıksız bulsalar da kabullenirler.
    sıkıştığı anda da kendi kendilerine ürettikleri bahane: "oy verilecek başka parti mi var?
    kime oy verelim?" olur.
    *
    partisi; ergenekon operasyonlarını savunuyorsa savcı kesilirler. barzani'ye "kardeş" denildiğinde gurur duyarlar.
    bir cemaate "hizmet hareketi" deniyorsa övgü yarışına başlarlar. pardon kandırıldık dediklerinde ise, "kul beşerdir; beşer ise şaşar." diye anında aklar ve paklarlar. kandırılmak, yanılmak, şaşırmak doğaldır onlar için.

    her şeye bir kılıfları vardır; dolar artıyorsa dış güçler ve faiz lobisindendir, düşüyorsa hükümetin becerisinden.
    kredi kuruluşları not yükselttiğinde ekonomi çok iyidir, not düşürüldüğünde ise "zaten gâvurlar bizi kıskanıyorlar"dır.
    istanbul'da yaşayıp köprülerden zamlı geçerken, yolunu bilmediği osmangazi köprüsü'nde yapılan indirime göbek atarlar.
    "geçmediğim köprünün parasını benden niye alıyorlar?" diye sorgulamazlar. "çalıyorlar ama çalışıyorlar" diyerek akıllara zarar bir bahane uydururlar.
    oysa allah: "çaldın ama çalıştın, yürü cennete der mi?" diye düşünmezler.
    *
    camilere cumadan cumaya giderler. allah'ın ilk emri "ıkra: oku!" olmasına rağmen okumazlar.üstelik "allah okumuşların şerrinden bizi korusun!" diyen zihniyet de bunlardan çıkar.
    ne kadar gerçekleri, hakkı söylesen de duble yollardan, ekonominin büyümesinden dem vururlar. allah kur'ân'da "düşünmez misiniz! akıl etmez misiniz!" diye defalarca uyarmasına rağmen tarımda kendi kendine yeten bir ülke iken, "samanı, buğdayı neden ithal ediyoruz?" diye sorgulamazlar.

    kredi kartının asgarisini ödeyemezken, "ımf'ye borcumuz yok!" diye övünürler. kul hakkı ve liyakate bakmadan torpille bir yerlere girmeye çalışırlar. belediye başkanlığı seçimlerinde öve öve bitiremedikleri kişinin emirle gitmesine sevinirler. çünkü tanıdıkları, yakın oldukları yeni bir partili gelecek ve mutlaka bir çıkarları olacaktır. parti liderlerine ise asla bir şey demez, diyemezler...

    çünkü onlara göre lider, partinin sahibi gibidir. yazacak, söylenecek çok şey var ama uzatmaya gerek yok. partizanlık bitmedikçe işimiz zor.
    partizanlık bitmediği sürece değişmeyen seçmen kitlesinin, değişti denilen türkiye'sinde bunlar yaşanmaya devam edecek.

    http://www.guncelmeydan.c...zanlik-olmasi-t48890.html
    1 ...
  37. büyüklüğün yalnızlık sanılması

    1.
  38. akp zihniyetidir.

    bu durum şöyle anlatılmakta:
    afganistan ve ırak işgali ile başlayan, tunus, cezayir, mısır, libya ve son olarak suriye'de yaşananların küresel güçlerin "böl ve yönet politikası" olduğu açıkça görülüyor. türkiye ise bölgedeki gelişmeleri doğru okuyamıyor. küresel elitlerin ortadoğu'yu yeniden yapılandırma planları içinde kıbrıs da bulunmakta. zira 22 ülkenin haritası değiştirecek bop kapsamında arap ülkeleri yeniden dizayn edilirken, ortadoğu'nun kapısı olan "kıbrıs" bu projenin dışında olamaz.

    ***
    fakat son 18 yılda türkiye'yi yönetenler adanın nasıl bir kıymeti haiz olduğun farkında değiller. zira "kıbrıs'ı alarak sizin kolunuzu kestik" sözüyle, adanın önemi ve değerini gösteren basiretli ve ileri görüşlü devlet adamlarının yerini, günümüz türkiye'sinde kıbrıslı türklere "besleme" diyen devlet adamları aldı.
    o kadar yanlış bir politika izlendi ki, bunun sonuçlarını doğu akdeniz'de görüyoruz işte...
    ***
    önce kıbrıs sorununa şöyle bir geçmişe gidip olanlara bir bakalım:
    1974'de yapılan kıbrıs barış harekâtı’nın üzerinden 46 yıl geçmesine rağmen, kıbrıs meselesi hâlâ çözülemedi.
    barış harekâtı’nın sonucu olarak adada yaşayan türkler lehine yalnızca kuzey kıbrıs türk cumhuriyeti kuruldu, ancak geçen süre zarfında yeni kurulan cumhuriyet lehine de hiçbir gelişme olmadı.
    uluslararası arenada tanınmayan kktc'ye ekonomik ve siyasî ambargolar konuldu.
    ***

    meselenin çözümü için nisan 2004'de türklere dayatılan annan planı, tamamen rumların lehine olmasına rağmen, gerek türkiye'de, gerekse de kktc'de halka çözüm için en ideal plan gibi gösterildi. hayatını kıbrıs'a ve bağımsızlığa adayan rahmetli rauf denktaş, küresel güçler ve türkiye'yi yönetenler tarafından "günah keçisi" yapılarak, kendi koltuğu için çözüm istemiyor suçlamalarına maruz kaldı.
    ***
    akp hükümeti, çözümsüzlük çözüm değil diyerek dört elle annan planına sarılırken, türk halkına ise kıbrıs'ı ab yolunda tek engel olarak sundular. bununla birlikte yandaşlar, enteller ve liboşlar harekete geçerek adadaki askerî varlığımızı rumların dile getirdiği gibi işgalci diye nitelemeye başladılar. sanki türkiye adayı işgal etmiş gibi adada yaşayan türklerin yaşadığı acılar görmezden gelinerek unutturulmak istendi.
    ***
    türkiye'deki "ver kurtulcu" zihniyete paralel olarak adadaki bazı sivil toplum kuruluşlarına küresel güçlerin fon yardımları ve türkiye'yi yönetenlerin desteği ile kktc'de "yes be annemciler " türedi ve annan planı türk ve rum kesimlerinde oylandı.
    türkler plana evet derken, tamamen lehlerine olan plana rumlardan hayır çıktı.
    ***
    secim sonuçlarından plana destek veren türkiye ve kktc'deki yöneticiler, meselenin rumlardan kaynaklandığını tüm dünya gördü diye düşünüp ödül beklerken, bırakın ödülü ambargoları bile kaldırtamadılar. rumların, adanın tümünü temsilen ab'nin tam üyesi yapılmasına da ancak ağzı açık seyirci kaldılar.
    ***
    küresel çete büyük ortadoğu'yu kontrol altına alabilmek için kıbrıs'ta egemen olmak istiyor. böylece doğu akdeniz ve ortadoğu enerji kaynaklarının dağıtımında önemli rolü olacak iskenderun körfezi'nin kontrolüne sahip olacaklar.
    ***
    ada, enerji trafiği ve ülke güvenliğinin dışında, çevresinde büyük petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip. rumlar, israil ve abd şirketleri ile birlikte petrol ve doğalgaz arama ve çıkarma çalışmalarına da devam ediyor. türkiye ise bu duruma karşın kendi kıta sahanlığında kalan bölgelerde doğalgaz arama faaliyetlerine başlarken, libya'daki hükümetle işbirliği yaptı.
    ama yetmez...
    ***
    bugün doğu akdeniz'de gerginlik sürüyor. oysa durumun bu hâle geleceği baştan belliydi. türkiye'de bunu göremeyen devlet adamı yoksa allah sonumuzu hayır etsin. zira bölgede arama faaliyetleri birdenbire başlamadı. rumlar 2002'den itibaren doğu akdeniz'de başta mısır olmak üzere diğer kıyıdaş ülkeler lübnan, suriye ve israil'le münhasır ekonomik bölge anlaşması yaptı. türkiye buna bir önlem almak yerine ne yaptı? hiç!
    üstüne bu ülkelerle bir bir papaz oldu.
    ***
    bugün abd'nin noble ve exxon mobil şirketlerinin yanı sıra italyan enı ve fransız total şirketleri bölgede arama faaliyetleri yaparken türkiye ise kanal istanbul'u tartışıyor. dünya liderine sahibiz, bölgesel süper gücüz diyen iktidar ve yandaşlarına soruyorum: komşularımızdan hangisiyle diplomasimiz var? hangisi sözümüzü dinler? tamam türkiye büyük ve düşmanı çok!.. ama büyüklük yalnızlık demek değildir!..
    büyüklük; millî bir politikanın olması, düşmanlarının senin çıkarlarınla çatışmadan kaçınması demektir. eğer bir ülkenin millî bir dış politikası yoksa o devlette bağımsızlıktan söz edilebilir mi?

    https://www.gunboyugazete...alnizlik-midir-3640yy.htm
    0 ...
  39. ülkenin şirket gibi yönetilmesi

    1.
  40. levent bulut'un twitter hesabında çocuk örneğiyle açıkladığı durum.

    https://twitter.com/Leven...tatus/1217022774453198849
    0 ...
  41. iran ın yeni hedef olması

    1.
  42. levent bulut'un bugün gündeme getirdiği durum.

    yazı şöyle:

    küresel elitler tarafından başlatılan 3. paylaşım savaşının "başla" komutu orta doğu'dan verildi.
    abd şahinleri soğuk savaş döneminin bitmesiyle varlıklarını "sömürerek devam ettirebilmek için" yeni bir düşman belirlemeliydi. belirledi de: müslüman coğrafya.
    önce "islami terörist" kavramı yaratarak beyinlere "müslüman teröristlerin saldırısı altındayız" mesajı yolladı. 11 eylül günü kanlı bir gösteri yapıldı. gösteri afganistan'ın işgali için kullanıldı.
    ırak "nükleer silah var" yalanıyla işgal edildi. fas'tan suriye'ye "arap baharı" yalanıyla "soros kışı" getirildi.
    *
    bu coğrafya'nın iki kilit ülkesi vardır: türkiye ve iran.
    küresel çete iran'dan önce suriye'ye girip iran'ın bir dalını kesecek, büyük israil'e giden yolda, büyük kürdistan yalanıyla bizzat kürtleri kullanarak büyük israil'i kuracaktır.
    nil'den fırat'a: vaat edilen topraklar...
    *
    hedefe varmak için türkiye, pkk kıskacıyla sıkıştırıldı. borçlandırıldı.
    açıktan destekledikleri hükümete verdikleri borç paralar; geri dönüşümü olmayan duble yollara harcandı. üretim bitirilirken, tüketime yönlendirilen ülkemiz ithalat cennetine dönüştürüldü. böylece ekonomik kıskaca alınan türkiye'nin iç ve dış politikası kontrol edildi.
    *
    küresel efendiler için lejyoner asker yapılmak istenen türk ordusu'na operasyonlar yapıldı.
    20. yüzyılın başında mazlum milletlerin kurtuluş mücadelesinde örnek aldığı türkiye, 100 yıl sonra emperyalistlere taşeron olmaya soyunuyor; izmir'den, incirlik'ten kalkan savaş uçakları masum milletlerin üzerine "demokrasi giydirilmiş" bombalar yağdırıyor.
    su, enerji, yer altı ve yer üstü zenginliklerini ele geçirmek isteyen küresel elit, darağacına asmak istediği üç ülkeyi (türkiye, iran, suriye) siyasiler üzerinden ele geçirmek istiyor. türkiye bu tuzağa düşerse sadece bir haçlı savaşının piyonu değil, aynı zamanda kendi ülkesinin de celladı olacaktır.
    *
    'türkiye'yi intihara götüren bu süreçte, dönüştürülen medya ve satın alınmış aydınların halkı yanıltması nedeniyle "savaşa sürülmeden önce", dört farklı meslekten arkadaş bir araya gelerek bir kitap çıkarmak istedik...'
    *
    bu satırlar rıfat serdaroğlu, murat köylü, zahide uçar ve "şahsımın" kaleme aldığı darağacı: türkiye, iran ve suriye adlı kitaptan.
    2011 yılında çıkan kitapta ırak'ın işgaliyle başlayan ve arap baharı adı altında orta doğu ülkelerinde yaşananların bop projesinin bir parçası olduğunu ifade etmiş ve suriye'den sonra iran'ın hedefe konacağını anlatmıştık.
    *
    zira adamlar açık açık bop projesi ile türkiye'nin de dahil olduğu 22 ülkenin sınırlarının değişeceğini, dönemin abd dışişleri bakanı condoleezza rice'in 07 ağustos 2003'te washington post gazetesindeki makalesinde; "büyük ortadoğu projesi ile türkiye dahil 22 ülkenin sınırlarını değiştireceğiz" ifadesiyle açıkça söylemişti.
    *
    bop projesinin coğrafyamızla ilgili en büyük hedefi, türkiye, iran-suriye ve ırak'tan koparılacak parçalarla kurulacak ve 2. israil olarak adlandırılan "kürt devletinin" kurulmasını sağlamak. işte bu proje adım adım uygulandı.
    önce ırak'la başladı ve bu ülke işgal edildi. bugün ırak'ta merkezi hükümetle birlikte kuzey ırak yönetimi var. bu yönetimin başında ise hani şu ak parti kongrelerinde "türkiye seninle gurur duyuyor" denilen bağımsız kürdistan için referandum yapan, abd'nin bölgede bir numaralı adamı olan barzani var.
    *
    tabii ırak işgali sonrası sıra suriye'ye geldi. bu ülkeye harekât başlamadan önce ise türkiye'de atatürkçü, vatansever paşalara cıa güdümlü fetö ile ergenekon-balyoz gibi davalarla operasyonlar yapılıyordu. açılımlar sayesinde de pkk'lıların ayağına seyyar mahkememeler gönderiliyordu. bugün türkiye'nin ısrarla haklı olarak terör örgütüdür dediği ypg'nin bağlı olduğu pyd'nin liderini ankara'da ağırlıyorlardı. (sonra bunların biti kanlanıp türkiye için tehdit oluşturmaya başlayınca barış pınarı harekatı düzenlenmek zorunda kalındı). kısaca sıra suriye'ye geldiğinde her şey hazırdı.
    *
    ırak'ın ardından suriye de acılara boğuldu. "en kötü barış savaştan iyidir" sözünün kanıtı milyonlarca insan yerinden yurdundan olmasıydı. suriye'de bunlar yaşanırken libya'ya da operasyon başladı.
    bizimkiler önce "nato'nun libya'da ne işi var." deyip, sonra tam destek verdiler.
    nato, müslüman bir ülkeyi bombalarken, bizimkiler de bavulla para gönderiyordu.
    *
    uzun uzun anlatmayacağım yaşananları biliyorsunuz. sonuç itibariyle libya ve suriye'de ırak'ta olduğu gibi merkezi yönetimle birlikte yeni yönetimler çıktı. tabii bunlar olurken türkiye'nin de demografik yapısı değişti. diğer milletleri de eklersek 6 milyona yakın yabancı var ülkemizde.
    *
    şu an suriye'nin kuzeyinde abd'nin açıkça desteklediği pkk/ypg kantonları bulunuyor. "suriye bizim eski vilayetimizdi. cuma namazını şam'da kılacağız." söylemleriyle esad'ı devirmek için yola çıkanlar şimdi ypg'yi bölgeden nasıl temizleriz diye düşünüyor. ama yaptıkları hatadan ders almamış olacaklar ki libya'ya da türk askeri gönderiyorlar. bunu savunurken de "destek isteyen grup bm ve ab ülkelerince meşru kabul edilip tanınıyor" diyorlar. madem destek verilen grup meşru ve uluslararası arenada tanınıyor. o zaman neden bm barış gücü yerine sadece türk askeri gidiyor?
    *
    gelelim iran'a. görünen o ki iran için sıra gelmiş. devrim muhafızları'nın kudüs gücü'nün komutanı kasım süleymani ve ırak'taki şii milis grup haşdi şabi'nin ikinci komutanı ebu mehdi el mühendis'e abd'nin saldırı düzenleyerek öldürmesiyle düğmeye basıldı. türkiye, ırak, suriye ve libya'da düştüğü yanlışlara düşmemeli.zira iran’dan sonra sıra kimde dersiniz?

    kaynak: http://www.leventbulut.ne...efinde-bu-sefer-iran-var/
    3 ...
  43. kanal istanbul u anlatan en iyi karikatür

    1.
  44. 11 aralık 2019 levent bulut köşe yazısı

    1.
  45. güldüren yazıdır.

    Metro her zamanki gibi yine kalabalıktı. Günün yorgunluğundan bunalan insanlar bir an önce kendilerini eve atma telaşı içinde koşuşturuyorlardı. Ülkü'ye: "Bir sonrakini bekleyelim. Üç dakikası var." dedim.
    "Olur." dedi isteksizce.
    Yedi yıl olmuştu birbirimize gönül vereli...
    Birbirimizi çok iyi tanıyor, birbirimizin huyunu suyunu çok iyi biliyorduk.
    Al işte! Yine sinir etmeyi başarmıştım.
    Hoş, nasıl kızdırdığımı da hatırlamıyordum.
    Çok kızdığı zaman tek kaşı kalkar, gözlerinden şimşekler çakardı.
    Böyle durumda yapılacak en iyi şey ya susmak, ya kaçmaktı!
    ***
    Neyse... En azından kaşı şimdi sabitti. Üstelemez, siniri geçene kadar konuşmazsam kızgınlığı birazdan geçerdi.
    Bindiğimiz metroda boş olan üçlü koltuklardaki yerlerimize otururken, ikimiz de sessizdik.
    Metronun hareketinden sonra toplasan 10 dakika etmez ama bana bir saat gibi geçen zaman sonunda dayanamayıp: "indikten sonra minibüse mi bineceksin, yoksa yürüyecek misin?" diye sordum.
    Cevabı keskindi:
    - Git istemiyorum gelme benimle!
    - Neden?
    - Nedeni var mı ya... Git işte!
    Tek kaşı kalkmıştı. Anlaşıldı; durum ciddiydi. Sustum yine.
    Metroda bulunduğumuz bölümde tek tük ayakta yolcu vardı. Birkaç durak sonra onlar da yer bulup oturmuşlardı. Biz ise halen susuyorduk. Bir müddet böyle gittikten sonra metro yeni bir durağa yanaşmak için yavaşlamıştı.
    - Geçmedi mi kızgınlığın, dedim.
    - Geçmedi!!
    Bu sefer ben efelendim:
    - iyi o zaman! ineyim ben bu durakta!
    Hafif bir şaşkınlıkla:
    - Eee in!
    - Bak inerim!!
    Daha sert ve kızgın bir tonla:
    - inn!..
    ***
    Oturduğum yerden kalkıp kapıya doğru yürürken, metro da durağa girmişti. Hiç yapmadığım ve yapmayacağım bir işi yapıyor, arkama bakmadan çekip gidiyordum. Helal olsundu bana! O arkamdan şaşkınlıkla bakarken, ben kafamda planımı yapmıştım. Oturduğumuz yerden sola doğru gidince metro camı bitiyor, metronun körüklü ara boşluğu geldiğinden inenin nereye gittiği görülmüyordu.

    iner inmez diğer kapıdan tekrar binecek, o şaşkın şaşkın indiğim kapıdan dışarı bakarken gelip tekrar yanına oturacaktım. Ayakta yolcu olmadığı ve karşı koltukta da boş yer olduğu için bir başkasının yanına oturma ihtimali yok denecek kadar azdı. Ama ola ki biri oturursa rica eder kaldırırdım. Beni tekrar görünce mutlaka tebessüm eder siniri geçer diye düşündüm.
    ***
    Kapı açılır açılmaz planımı uygulamaya koydum. Hışımla inip sol tarafa doğru hızlıca yürümeye başladım. Diğer kapıdan tekrar bindim. Şimdi beni görünce mutlaka gülecek diye düşünürken, beynimden vurulmuşa döndüm.
    Oturduğu koltuk boştu.
    Peşimden ineceğini hesaba katmamıştım.

    Öyle bir an oldu ki iki kapının da tam ortasındaydım. Ama az önce bindiğim yer bana daha yakın geldi. Yıldırım hızıyla dönüp kapıya koşmam bir şeyi değiştirmedi. Kapı kapanmış ben kapıya "Aşkım!" diyerek yapışmıştım.
    ***
    Ellerim kapının penceresine dayalı bir şekilde metro hareket ederken, sevdiğimin gözleri gülmekten kaybolmuştu.
    Planım istediğim gibi olmasa da siniri geçmiş, tebessüm etmesini beklerken, o katıla katıla gülmüştü.
    Ve o gün bugündür metroda bana çok kızgın olduğu zaman "Bak inerim!" demem yetiyor.

    Kaynak: https://www.gunboyugazete...ir-metro-anisi-3429yy.htm
    0 ...
  46. bahçeli nin halefi oktay vural iddiası

    1.
  47. levent bulut'un bugün köşesinde gündeme getirdiği iddiadır.

    Devlet Bahçeli'nin MHP'de kendinden sonraki dönem için stratejisini sessizce uyguladığı biliniyor. "Satranç ustası gibi 2-3 hamle sonrasını hesaplayan" Bahçeli, zamanı geldiğinde koltuğunu halefine devredecektir şüphesiz. Ama bu halef kim olabilir? Son günlerde bana gelen bilgilerden sonra, kulisleri bir yoklayayım dedim.
    *
    Önce bir geriye dönelim. Hatırlarsanız Bahçeli 2016 yılında kalp ameliyatı olmuştu. işte o dönem başlayan liderlik tartışmaları, Bahçeli’nin “Başkanlık Sistemi”ne yeşil ışık yakmasının ardından MHP içindeki muhaliflerin imza toplayıp kongre istemesiyle sonuçlanmıştı. Sonrasını biliyorsunuz. Kongre süreci işlemedi, parti yönetiminde değişiklik isteyen muhalifler başka çareleri kalmayınca ayrılıp iyi Parti'yi kurdular. Bu olayların ardından kapanan liderlik tartışması Bahçeli'nin 23 Eylül'de yüksek ateş ve mide bulantısı şikâyetiyle hastaneye kaldırılmasıyla yeniden alevlendi. Tedavi sonrası Bahçeli, 21 gün sonra partisinin başına döndü ve çalışmalarına devam etti. Fakat o günden bu yana kulislerde fısıltıyla yapılan MHP'nin geleceği hakkındaki yorumlar, artık yüksek sesle söylenir oldu.
    *
    Kulislere göre Bahçeli, son yaşadığı sağlık sorunundan sonra halefi olabilecek isimleri masaya yatırdı. Genel Başkanlık görevini sağlığı elverdiği sürece kimseye devretmeye niyetli olmayan Bahçeli'nin bu kararında, partinin geleceğini belirsiz bırakmak istemeyişinin etkisi büyük. MHP içindeki bir kaynağıma göre de Bahçeli; liderlik yarışının kavgaya dönüşebileceği, partide küslükler ve ayrılıklar yaratabileceği, bu durumun da bir dava partisi olan MHP'ye yakışmayacağı görüşünde.
    *
    Aynı kaynağıma “Peki, Bahçeli ne istiyor?” diye sorduğumda; "Görevi bırakacağı gün geldiğinde lider değişiminin ülkücü gelenek ve usullere uygun gerçekleşmesini istiyor." dedi.
    “Kendinden sonraki liderin de ülkücü gelenekten biri olması şart yani.” dediğimde aramızda şöyle bir konuşma geçti:
    - “Net olarak söyleyebilirim ki Evet. Ülkücü gelenekten gelmesi en önemli kriter. Ayrıca siyaseten yıpranmamış ve partide genç yaşlı herkesin kabulleneceği, kısaca çimento olabilecek birini istiyor."

    - “Peki var mı öyle biri?”
    - "Birkaç isim var ama Oktay Vural'ın ismi bu günlerde çok dillendiriliyor.”
    - “iyi ama en son 2018 seçimlerinde milletvekili listelerine konmamıştı.”
    - “Haklısın lakin, siyasi çizgisini hiç bozmadı. Partisine kızıp, küsmedi. Partim böyle uygun gördü, siyasi tecrübelerimi paylaşmaya hazırım, dedi. En büyük artısı da MHP içinde yaşanan kongre sürecinde Meral Akşener ve arkadaşlarına destek vermemiş olması. Onların peşinden de gitmedi. Bahçeli’nin yıllarca sağ kolu oldu. Genel Başkan yardımcılığı yaptı. Kesin aklındaki “tek” isimdir demiyorum ama o isimler arasında en güçlü adaydır diyebilirim.”
    *
    Konuşmamızın ardından ben olaya bir de Cumhur ittifakı açısından baktım. MHP’de bir lider değişikliği ne de olsa “Pazara kadar değil mezara kadar” denilen ittifak için çok önemli bir durum.
    Şüphesiz Bahçeli halefini seçerken ittifaka zarar vermeyecek biri olmasını isteyecektir. Bu bağlamda ismi geçtiği için Vural’ı inceleyecek olursak, Erdoğan’ın karşı çıkmayacağı hatta destek verebileceği bir isim olarak göze çarpıyor...
    Neden mi?
    Başkanlık için ‘yüzde 50 artı biri’ kazanması gerekiyor da ondan. Şöyle izah edeyim: AK Parti içinden iki yeni parti çıkacak olması Erdoğan ve AKP için bir sonraki seçimleri hayatî bir meseleye dönüştürdü. Erdoğan tek başına yüzde 50 ve üstü alamadığı sürece Cumhur ittifakına mutlaka yeni ortaklar bulmak zorunda. Yoksa seçimlerde işi zor. Bu bağlamda AK Parti, iYi Parti’yi yanına çekmek, Millet ittifakı’nı bozmak ve siyasi dengeleri değiştirmek isteyecektir. Keza iyi Parti ittifaka girecek söylemleri bugüne kadar birkaç kez de gündeme geldi. HDP’yi kırmızı çizgi olarak gören iyi Parti, CHP’ye sert mesajlar vermiş, bu durum basında Millet ittifakı çatırdıyor diye haber olmuştu.
    *
    Dikkat ederseniz Erdoğan’ın da iyi Parti ve Akşener’e dönük söylemleri yumuşadı. Hatta 29 Ekim törenlerinde Kılıçdaroğlu’nu ve CHP’nin kurmaylarını pas geçen Erdoğan, Akşener’le tokalaşmıştı. iyi Parti’nin ittifaka direk davet edilmeyişinin ve somut adım atılamayışının tek nedeni ise Bahçeli ne der düşüncesiydi. işte tam da bu yüzden Cumhur ittifakı’nı sürdürecek, iyi Parti’nin de ittifaka girmesi için çabalayacak, Bahçeli’nin de “kardeşim” dediği ve Akşener’le arası çok iyi olan Vural’ın ismi bu yüzden ön plana çıkıyor.
    *

    Demem o ki AK Parti bir sonraki seçimler için iyi Parti’yi yanına çekmek ya da Millet ittifakı’nın bozulması için çabalayabilir. Ama kuruluş aşamasında bir salon bile verilmeyen, siyasi hakaretlere maruz kalan, türlü engellemelere rağmen yollarından dönmeyerek yokluklar ve zorluklar içinde partileşen ve barajı aşan iyi Parti ile seçime girebilsinler diye milletvekillerini istifa ettirip iyi Parti’ye veren CHP’nin de mutlaka stratejileri vardır. Onlar da boş durmayacaktır.
    *
    Bir başka senaryo da ise MHP’de gerçekleşecek olası bir lider değişikliğinde iyi Parti ile MHP birleşebilir. Kısacası önümüzdeki günler ne getirir, MHP'de neler yaşanır, lider kim olur bilmiyorum… Ama görünen o ki, MHP ve dolasıyla Türk siyasi hayatında önümüzdeki günler çok şeylere gebe.

    https://www.gunboyugazete...-vural-sesleri-3305yy.htm
    0 ...
  48. 23 ekim 2019 levent bulut köşe yazısı

    1.
  49. düşündürten sorular içeren yazıdır.

    Yazı şöyle:

    Reis, “dış güçler”le ilgili dedi ki:
    “Belli meselelerde insanın kendisini değil de, başkasını sorgulaması ve suçlaması bir kaçıştır. Bir kolaycılıktır. Daha da önemlisi kendi kendisini aldatmasıdır. Bakın şu anda Irak ve Suriye tarihlerinin en zor süreçlerinden geçiyor. Hiç kimse çıkıp da ne Irak'ta ne de Suriye'de başkalarını, başka etkenleri, dış güçleri suçlamasın. Önce işe kendimizden başlamamız lazım. Herkes sorulması gereken soruları eğer gerçekten cesursa kendisine yöneltsin.”
    Şimdi ben de Suriye'de kârda mıyız zararda mıyız düşünülsün istiyor ve soruyorum:
    ABD bölgeden çekilip bizim harekâtımıza izin vermese, Rusya kısmen onaylamasa operasyonu yapabilir miydik?
    Dünyada “Türk'ün Türk’ten başka dostu yoktur” eyvallah. Ama dünyada politikalar yöneticilerinin şahsî dostlukları ile değil devletin çıkarlarıyla yapılır. AB ülkelerinin en büyük müşterilerinden biriyiz. Dünyanın da en büyük 17. ekonomisine de sahibiz. Nasıl oluyor da bir iki devlet dışında bize destek veren, vermese bile ses etmeyen ülke çıkmıyor? Biz nerede bir yanlış yapıyoruz?
    *
    Savaş hâlinde bile olsa devletlerin temsilcileri arasındaki "diplomatik ilişkiler" seviyeliydi. “Monşerler” diye zamanında dışlanan diplomatların yerine atanan “bakaracı” gibilerle derdimizi yeterince anlatabiliyor muyuz?
    *
    Ecdat Avrupa’da kralları protokolde sadrazama denk sayarken “Ben onlarla görüşmeyeceğim onlarla karşıtları görüşecek.” denilmesini, işte olması gereken bu diye desteklerken, çark edilip ABD heyeti ile görüşülmesine hiç canınız sıkılmadı mı?
    *
    “Trump bize ateşkes ilan et diyor. Asla etmeyiz.” deyip harekâtın durdurulması sinirinizi bozmuyor mu?
    *
    Devleti yönetenler evet milletimizi temsil ediyor. Dış politikada ne olursa olsun arkalarındayız… Ama dış politikalar içeride oy toplamaya mı yönelik? Yoksa milletin tabiî olarak devletin çıkarlarına mı dönük yapılır?
    *
    Harekât başlarken amaç Türkiye-Suriye sınırı boyunca 32 km derinlikte bir güvenli bölge oluşturmaktı. ABD izin verdi harekât başladı. ABD dur dedi harekât sonlandı. Ateşkese göre Tel Abyad ve Resulayn arasında 120 km’lik bölgede teröristler 32 km güneye inecek deniyor. Oysa Türkiye'nin Suriye ile sınırı 444 km. O alanların da çok büyük bölümü PYD’lilerin elinde. Pe ki bu hâlde o devasa büyüklükteki alanda bulunan teröristler ne olacak?
    *
    Türkiye Suriye sınırı eskiden hep mayınlıydı. Sonra birden hükümetimiz ülkemizde tarım alanı kalmamış gibi o mayınlı araziyi domates, hıyar yetiştirilecek diye temizletmeye karar verdi. Sonrasında Suriye'de olaylar çıktı göçmen dalgası başladı. Ülkemizi yönetenler BOP projesinden dolayı böyle olaylar çıkacağını önceden biliyorlar mıydı?
    *
    Trollerin sosyal medyada savunması şu: “Suriye zaten karışacaktı biz de oyun kurucu olarak karıştık.” Peki soruyorum: Siz hangi oyunu kurdunuz da başarılı oldunuz? Göçmenler elinizde kaldı. Sınırında PYD özerklik kurdu. Bu nasıl oyun?
    *
    Operasyona karşı çıkan AB'ye “Göçmenleri salarım ha!...” diyerek tehdit etmek ne kadar doğru? Bunlar muhacir, mazlum, mağdur kardeşlerimiz mi? Yoksa Avrupa’ya karşı kullanacağımız bir tehlikeli koz mu?
    *
    Diyelim AB rest çekti. Hadi gönder bakalım dedi. 3,5 milyon Suriyeli kadın, çoluk ve çocuğu nasıl göndereceksiniz? Parti mitingine partizan mı taşıyorsunuz?! AB Türkiye'den kara, deniz ve hava ulaşımını askıya alsa üstüne bir de yaptırım uygulasa ne edeceğiz?
    *
    AKPli yöneticilerden biri “Bizi 15 Temmuz'da Suriyeliler kurtardı” diyor bir başkası Suriyeli misafirlerimiz ülkelerine dönmek istese de göndermeyeceklerini söylüyor. Karar verin; bunlar muhacir mi, ensar mı, misafir mi, ülkenin sahibi mi yoksa AB’yi tehdit etmek için bulundurulan silah mı?
    *
    Dengesiz Trump’ın mektubu milletimizi sinirlendirdi. Mektup çöpe atıldı, deniyor. Devletin en üst makamında milleti temsil eden kişiye hitaben yazılanlar millete de yönetilmiştir. Karşılığı çöpe atmak mıydı, yoksa milletimizin onuru adına aynı minvalde cevap vermek miydi?

    Kaynak: https://www.gunboyugazete...rmak-istiyorum-3211yy.htm
    3 ...
  50. sevdikleriniz için sigarasiz hayati seçin

    1.
  51. sigarayı bırakmak isteyenlerin okuması gereken yazı.

    kaynak: https://www.gunboyugazete...z-hayati-secin-3022yy.htm

    yazı şöyle:

    ilkokul 4 bitmiş 5'inci sınıfa geçmiştim. tatil başlamış; kimi arkadaşım memleketine köyüne giderken, kimi ailece yaylaya gitmişti. kalan arkadaşlarımın ise çoğu çalışıyordu. akşamı iple çekiyordum. çünkü arkadaşlar işten gelince ancak toplanıyor, sokak lambalarının altında top oynuyorduk. bu yüzden gündüzlerim sıkıcı geçiyordu.

    inşaat, oto tamircisi, berber ya da esnaf gibi babası meslek sahibi olanlar babalarının yanında çalışırken, kimisi de buldukları işlere giriyordu. çok sevdiğim iki arkadaşım ise simit satıyordu. benimde aklımda simit satmak vardı.

    *

    bir müddet sonra evde tutturdum ben de çalışacağım diye. babam devlet memuru, annem ev hanımı. ben ve 4 kız kardeşim var. evin tek oğluyum ya, hem çalışayım aile bütçesine katkıda bulunayım hem akşama kadar arkadaşların işten gelmesini beklemeyeyim derdindeyim.

    *

    “ne yapacaksın?” dedi babam.

    -simit satacağım.

    - nasıl yapacaksın? güneşin altında gezmesi kolay mı?

    - yapan nasıl yapıyorsa öyle yaparım.

    “tamam yarın sabah erkenden kalkıp gideriz.” dedi.

    hayatımda hatırladığım ve babama ilk küstüğüm olay bu oldu. çünkü babam sabah beni uyandırmaya kıyamadan çekip gitmişti. o gün akşama kadar doğru düzgün yemek yemedim. akşam da bayağı bir trip yaptım. hayal kırıklığı yaşıyordum. babam o gün gönlümü almaya çalıştı ve “bu sefer söz yarın kaldıracağım.” dedi.

    *

    sabah dediği gibi yaptı. ama bu sefer başka mesele vardı. evde bulunan en küçük tepsiyi çıkarmıştı.

    buna fazla simit sığmaz diye itiraz etsem de babamın “ya bu ya hiç götürmem!” restiyle çark ettim.

    *

    gittik, 15 tane simit aldık. ben az aldık diye hayıflanırken babam “taşıyamazsın. kolların yorulur.” diye söyleniyor. inat ettim “biraz daha alalım.” dedim.

    “benden sana bu kadar sermaye. gerisini kendin kazanır kendin alırsın.” deyince hak verdim.

    -nereye gideceksin?

    -bilmem gezinirim öyle.

    “gel bizim dairenin o civarda sat.” teklifini geri çevirmedim. babam o yıllarda maliyede millî emlak şefliği’ndeydi.

    gittik daireye. ne kadar arkadaşı varsa gelen başımı okşuyor, para veriyor ama simit almıyordu.

    bir iki saat içinde hatırı sayılır bir param olurken tepsim dolu duruyordu. içimden tamam böyle giderse kendime bir bisiklet bile alırım diye hayaller kurmaya başladım.

    bir müddet sonra babamın tüm arkadaşlarıyla tanışmış oldum. sonra oradan ayrılıp sokağa çıktım.

    *

    dolaşırken birkaç simitçiyle daha karşılaştım. “taze simiiiiitttttt!”, ya da “gevrek siiiiiimiiiiittttt! diye bas bas bağırıyorlar. kendimi ne kadar zorlasam da şener şen'in züğürt

    ağa filmindeki domates satarken “domates” dediği gibi sadece "simit… simit…” diye cılız bir ses çıkardım.

    *

    yapamıyor, bağıramıyordum. bir müddet öyle bağırmadan dolaştım. sonra tamircilerin olduğu bir yere geldim. ustalardan biri çağırdı. koştum hemen simit satacağım diye. bana para uzatıp “şu bakkaldan bana bir sigara alır mısın? tepsini bırak koş gel hadi.” dedi.

    önce soru cümlesi ardından emir cümlesi.

    yok diyemedim. yaşca büyük. utandım. “tamam ağabey” dedim.

    ben bakkala gittim geldim ki bıraktığım tepsi boş. meğer usta çıraklarına ve diğer ustalara birer ikişer dağıtmış.

    sigarayı ve para üstünü verdim ve tepsimdeki simitlerin parasını alıp elimde boş tepsiyle koşa koşa babamın yanına gittim.

    çıkalı bir saat olmadan hepsini bitirmiştim. tekrar simit alıp satmak aklımdan geçse de kardeşlerime alacağım çikolataları püskevitleri hayal edince vazgeçtim. kendime ilk plastik bir top aldığımı hatırlıyorum. topu olan mahalle maçlarında asla kaleye geçmez, istediği adamı da kendi takımına seçerdi. artık benim de topum vardı ve maçları kendim kurabilecektim.

    *

    uzatmayayım… ben babamın dairesine diğer günlerde gittim. bu sefer para veren simit de aldı. sonra ki günler de artık simit alan sayısı iyice azaldı ve sonunda kimse almaz oldu.

    böyle bir müddet gitti.

    bir gün, tam artık gidip dolaşayım, dediğimde babam iki tane duble çay söyleyip “gel kahvaltı yapalım.” dedi.

    kahvaltı dediği de neydi? tabiî ki benim simitler.

    arkadaş! simit satamıyorum… babamın da maşallahı var 2-3 simit gömüyor, üstüne dairedeki arkadaşlarına birer ikişer ikram ediyor, benim sermaye eriyor.

    sonuç itibariyle babamın sayesinde iflas ettim.

    yeniden sermaye vermedi. “ilk kazandığın parayı ne yaptın?” dedi.

    -simit alacaktım ama top aldım püskevit aldım çikolata aldım.

    “ee… sermayeni ayırsaydın.” dedi ve konuyu kapattı. zaten sonradan öğrendim ki arkadaşlarını da tembihlemiş, para vermeyin, simit almayın diye. sonra para veriyorsanız simidini alın, bitsin, eve dönsün, demiş.

    *

    aslında o yıllar bana çok şey kazandırdı. ticarette her zaman için sermayeni korumanın ve ayırmanın gerekliğini öğrendim. her gün aynı şekilde kazanılamayacağını, “bura benim bölgem. git, başka yerde simit sat.” diyen benden yaşça büyük simitçiyle ekmek parası için nasıl kavga edildiğini öğrendim. o günlerde neler gözlemlediğimi bir başka yazımda anlatırım.

    *

    bunları anlatmamın sebebi, sigara denen meretle tanışmamın simit sattığım o dönemle başlaması. tam 16 yıl boyunca içtim bu zıkkımı. ve 16 yıl sonra ülkü'nün “beni seviyorsan içme, içersen ölümü gör!” dediği günden bu yana ağzıma sürmedim. bırakasımda vardı ama bırakamıyordum. fakat ülkü'nün o sözünden sonra hani telefonunuza bir mesaj gelir, bunu 10 kişiye göndermesen işin bozulur, ailenden biri vefat eder gibi dinî sözler olur ya onun gibi korktum.

    sanki içersem başına bir iş gelecekmiş gibi geldi. vicdan yaptım. bir daha içmedim. ülkü ise babasını kaybettikten sonra bayağı bir zaman sigara içti. fakat ayça’mızı öğrendiği günden bu yana, yavrumuza zarar vermemek için 2 yıldır içmiyor.

    *

    11 yaşında sigaraya hangi gün başladığımı bilmiyorum ama bıraktığım tarihi hatırlıyorum. evet 2006'nın 4 eylül’ünde sigarayı bıraktım. yani bugün tam 13 yıl olmuş. uzun uzun sigaranın sağlığa ve bütçeye verdiği zararı anlatmaktansa bugünün anısına nasıl bıraktığımı anlatmak istedim.

    belki bir faydası olur. belki sizin sevdiğiniz size “içersen ölümü gör.” demez ama içersem sevdiklerimi göremeyebilirim diye düşünen çıkar. belki bırakmak isteyenler denemeye karar verir. bilmiyorum. ama ne yaparsanız yapın kendinizi düşünmüyorsanız sevdiklerinizi düşünün ve sigarasız bir hayatı arzulayın.
    1 ...
  52. 8 ağustos 2019 batuhan çolak yazısı

    1.
  53. duygularımı tercüme eden yazı:

    Madende kaza olur, yüzlerce vatandaş toprak altındayken "fıtrat" derler,
    Zeytin ağaçlarına göz dikip, betonlaştırmak için yasa çıkarırlar,
    Çocuk gelinleri meşrulaştırmaya çalışıp kanun teklifi verirler,
    Milli sermayeyi yok pahasına özelleştirirler,
    "Millet bahçesi" diyerek doğal güzellikleri gasp ederler,
    Yazlık-Kışlık Saray derken el değmemiş ormanlara girerler,
    "Maden bulup, zengin oluyoruz" diyerek Kaz Dağları'nı peşkeş çekerler…
    Vatandaş;
    Çaresiz, sinirli, duyarlı, kızgın, tepkili…
    Vatandaş;
    Kendisi için, çocukları için, nefes alabilmek için gitmediği yerlere, görmediği vatan topraklarına yürüyor. Ağaçlarımız, nefesimiz kesilmesin diye.
    Kendi vatandaşını ülke topraklarını koruması için yollara döken, üzerine terörist iması yapıp terör örgütleriyle ilişkilendiren, böyle bir yönetim şekli, böyle bir siyaset anlayışı olabilir mi?
    Türkiye'de siyaset çökmüş durumda.
    Kaz Dağları "buzdağının" sadece görünen kısmı.
    Kim bilir; bilmediğimiz, görmediğimiz ne doğal güzelliklerimiz yok pahasına talan edildi.
    Ama onların derdi başka…
    Asgari ücretin 2 bin lira olduğu yerde, utanmıyor, çekinmiyor, gocunmuyor "vekil maaşları yetmiyor" açıklaması yapabiliyor.
    ***
    Talan edilen, betonlaştırılan, peşkeş çekilen doğal varlıklarımıza bakıldığında, Kaz Dağları ne ilkti ne de son olacak.
    Yola, inşaata; betona odaklanmış bir zihniyette, daha çok milli değerimiz, milli varlığımız yok olup gidecek.
    Örnek aldıkları Osmanlı'nın tarihi mirasını bile korumaktan aciz, yüzlerce yıllık yapılara pencere takan bir zihniyetle karşı karşıyayız.
    "Ama Kaz Dağları büyük proje, oradan gelecek parayla Türkiye kalkınacak, sen Türkiye'nin kalkınmasını istemiyor musun" diyen kasaba ağzıyla konuşanlar damlar hemen.

    Evet kardeşim! Sizin kalkındırdığınız Türkiye bizim için; yaşam alanı kalmamış, otoyolları, köprüleri paralı, sokakta huzurunun olmadığı, çocukları evlendirmek için yasaların hazırlandığı, zeytin arazilerine göz dikildiği bir yer.
    Biz böyle bir gelişmişlik, böyle bir Türkiye istemiyoruz.
    En iyi üniversitemiz dünya sıralamasında 538'ciliğe gerilemiş, en değerli bilim insanlarımız yurt dışında eğitim almış, ülkenin birçok bölgesinde aşiretler, şeyhler, ağalar kol geziyor.
    Gelişelim dedikçe geriye gitmişiz.
    Yargı, en güvenilmeyen kurum olmuş.
    Hastanelerde sığınmacılardan sıra bulunamaz olmuş.
    Demografik yapısı hallaç pamuğu edilmiş bir ülkeyiz artık.
    Kültür bırakmadınız, doğa bırakmadınız, ekonomi bırakmadınız.
    Bırakın da nefes alacak yerlerimiz kalsın.
    Onlara da göz dikiyorsanız; nereyle ilişkilendirirseniz ilişkilendirin susmayacağız.
    Çünkü özgürlük sadece kendi kendine hareket edebilme ve bir yerden bir yere gitme eylemi değildir.

    Özgürlük; huzurdur, refahtır, bağımlı olmamaktır.
    Özgürlüğümüzü, huzurumuzu, refahımızı çalamazsınız.
    Bugün, Kaz Dağları, yarın bir başka yer…
    Ama artık durun! Çünkü günden güne çöküyorsunuz!
    Siz gittikten sonra ülkemizde; yeşilimizle, huzurumuzla yaşamak istiyoruz.

    Kaynak: https://www.yenicaggazete.../cokuyorsunuz-52853yy.htm
    3 ...
  54. askerlikten muafiyet yetkisi gerekli mi

    1.
  55. bir yazarın köşesinde kaleme aldığı soru.

    yazı şöyle:

    TSK'nın 350 bin kişilik personel sayısı, yeni çıkacak askerlik yasası ile en az 130 bin kişi düşecek. Bir o kadarda kalan sayı içinde 6 ayı dolduracak personel bulunduğu ifade ediliyor. Yani anlayacağınız Türk ordusunun sayısı 3 ay içinde 75-100 bin arasına inecek. Bununla beraber yeni askerlik yasasında, "Özel Durumlarda Muafiyet ve Erteleme" başlığı altında Cumhurbaşkanı'na askerliğini yapmayanlara muafiyet yetkisi geliyor.
    ***
    Cumhurbaşkanına tanınan bu yetki ise tartışma konusu oldu. Düzenlemeye tepki gösteren CHP Millî Savunma Komisyonu üyesi Mehmet Ali Çelebi, "Demokratik bir ülkede olmaması gereken, ihtiyaçtan değil, keyfiyetten doğan bir madde. Mesela bir gün, Cumhurbaşkanı, çıksa, 'benim beyaz çayımı hazırlayan çaycı gönüllü, askerlikten muaf tutuyorum' dese, kim ne diyebilir? 'Gönüllüler' kısmının açıklanması lazım." ifadeleriyle eleştirirken, AKP Milletvekili Şirin Ünal ise yeni bir adım atılırken, bazı risklerin alınması gerektiğini ifade ederek, seferberlik halinde ihtiyaç duyulanların askere çağrılmasına engel bir durum olmadığını savundu.
    ***
    Söz konusu maddeye tepki gösteren iYi Parti Genel Başkan Yardımcısı ve izmir Milletvekili Aytun Çıray da, "Bunlar milis mi olacaklar? Olacaksa nerede kime karşı kullanılacaklar?" ifadeleriyle düzenlemeye tepki gösterdi.
    Bu yazıyı yazarken henüz MHP tarafından olumlu veya olumsuz bir açıklamaya rastlamadım. Ya da varsa ben görmedim.
    HDP'li Nimetullah Erdoğmuş ise yasaya muhalefet şerhi koyarak, esas olarak zorunlu askerliğin kaldırılmasından yana olduklarını belirtip, zorunlu askerlik uygulaması devam edecekse de "vicdani ret" hakkının tanınması gerektiğini belirti.
    Daha önce sık sık gündeme gelen ve bir erkeğin politik görüşleri, ahlâkî değerleri veya dinî inançları doğrultusunda zorunlu askerliği reddetmesi olan vicdanî reddin yolu AKP döneminde defalarca açılmaya çalışılmıştı.
    ***
    Hatırlarsanız "vatandaş"ın biri çıkıp laik, Kemalist değerlere dayanan ordunun, dinî inançlarına aykırı olduğunu, görev yapmak istemediğini belirttiğinde, 2011 yılında dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin, AB'yi bahane ederek, Millî Savunma Bakanlığı'nın vicdanî ret ile ilgili çalışmalar yaptığını açıklamıştı. Vatan borcunu ödemekten kaçan sözde aydın ve vicdancılar ile, islâmcı geçinen çevreler, hemen bu konunun üstüne atladılar. Kararının daha çok imanî sebeplerden olduğunu; "vicdanî ret"ten çok "imanî ret" veya "islâmî ret" kavramının kullanılmasını daha doğru gördüklerini söylemişlerdi.
    Gelen tepkilerin ardından Bakanlığın çalışması rafa kaldırılmıştı. Bu yeni düzenlemeyle birlikte vicdanî retçiler yeniden piyasaya çıktı.
    ***
    Şunu belirteyim; Vatandaşlık görevi olan askerliği kimin yapıp yapmayacağını bir kişinin belirlemesini doğru bulmuyorum. Kör topal da olsa iyi kötü bir demokratik hukuk devletiyken, yönetim şeklimizi ahbap çavuş ilişkisine dönüştürüyoruz. Biliyorsunuz ahbap çavuş kültüründe; yeteneğinden, becerisinden ve başarılarından ziyade kimlerden olduğu ve kimleri tanıdığı önemlidir. Bu kültüre tâbi olanlar, birey olmakta zorlanan kişilerdir ve hemşericilik, particilik gibi ortak paydalardan nemalanırlar. Son 17 yılda ehliyet ve liyakat kriterlerine bakınca bu anlayışı çok daha iyi görüyoruz.
    ***
    Adamına göre muamele yapılan ülkede herkesin ortak bir vatandaşlık görevi değil miydi askerlik? Şimdi bu durumu tersine çevirmenin ne âlemi var? Ayrıca bu düzenlemeyle "Cumhurbaşkanı muaf yetkisini nasıl kullanacak? Kriterleri ne olacak? Bu gönüllülerin görevleri ne?" gibi soruların cevabı belirsiz.
    Hem merak ediyorum bir vatandaş gidip nöbetini tutarken, askerlikten muaf tutulanlar, sıcacık yatağında hangi vicdanî, hangi dinî duygular içerisinde yatacak acaba?
    ***
    Sadede gelirsek; S-400 yüzünden tehdit edilirken, terör örgütü sınırımızın dibinde 70 bin kişilik teçhizatlı bir güç hâline gelirken Türk ordusunun sayı olarak azaltılması, Cumhurbaşkanının, askerliğini yapmayanlara muafiyet tanıma yetkisi ne kadar doğrudur?
    Hani lafa geldi mi aynı gemideyiz diyorlar ya, o yüzden soruyorum.
    Ey yetkililer! Umarım 'ben yaptım oldu' mantığı ile hareket etmezsiniz. Aldığınız kararlarının enini boyunu, önünü ardını düşünmüşsünüzdür!
    Zira hatalarınız sadece sizi değil; bütün ülkeyi bağlıyor.

    kaynak
    http://www.gunboyugazetes...isi-gerekli-mi-2680yy.htm
    1 ...
  56. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük