"babamla öğretmenim arasındaki tartışmalar, kültürle olan ilk temasımın zevkli hatıralarıdır. benim aracılığım ile yapılan ve tartışmacıların pek farkına varmadıkları bu konuşmalar benim için sinsi bir keyifti. ilk gün koşa koşa eve gelmiş ve hemen babama yetiştirmiştim. baba sen yanlış biliyormuşsun öğretmenimiz söyledi:biz mektebe değil okula gidiyormuşuz. babam okuduğu gazeteden başını kaldırdı yorgun ve ilgisiz nazarlarla baktı yüzüme. "dur bakalım hele" dedi. babamın sonradan daha iyi farkettiğim karakterinin eşsiz bir özetiydi bu cümle. "dur bakalım hele." hem kendi durur, hemde herkesi durdururdu bu cümleyle. benim hızımı, annemin hırçın ve telaşlı atılmalarını hep bu amansız cümlesiyle keserdi. "dur bakalım hele." dünya tefekkür tarihine "durbakalımhelecilik" geçmez ise babama yapılmış en büyük haksızlık olacaktır bu."
Babamın öldüğü gün birine âşık olmuştum. Bazen böyle olur, her şey üst üste gelir. Metrodaydım, boş yerler vardı ama en köşede ayakta duruyordum. Onu düşünüyordum, romantik şeyler değil, bir buluşma ayarlayabilmek gibi pratik şeyler ve kaç istasyon sonra inmem gerektiğini de düşünüyordum diğer yandan. Yirmi bir yaşındaydım o zaman, ama çarklar hep döner, her yaşta döner. Büyük bir kentteysen bir sürü gereksiz şey bilmen lazım yoksa kendini salak gibi hissedersin. Sonuçta inmem gereken istasyonda indim. Eve gittim. Herkesin yüzünde aynı ifade. Ölüm haberi vermek zorunda kalanların yaşamaktan duydukları tatlı utanç. Bunlar çehrelere asılı açık kanıtlardır. ilk insanlardan bu yana incele incele bu hale gelmişlerdir. Bir gün öyle bir dil gelişecek ki tek laf etmeye gerek kalmayacak. Herkesin yüzünden anlaşılacak ne demek istediği. Neden diye sordum, ölüm sebebi yani. Söylediler. Gerçek yaşama sevincini görmek istiyorsanız mezarlıklara gidin, orada gezen insanların yüzlerine bakın.
ihtiyar gassali hatırlıyorum babamı yıkadığı mermerin önünde. Beyaz sakallıydı. Ama rüyalara giren aksakallı dedeler gibi değil, Hemingway gibi. işini seviyordu ve çok konuşuyordu. Bu tarz işleri yapan adamların fazla konuşmaması gerekir. Ama o bunu takmıyordu. Bir sürü şey sordu. Cevap vermedim. Cevap alamadığı her sorudan sonra ayrı ayrı şaşırıyordu. Büyük bir samimiyetle şaşırıyordu. Konuşulmaması gereken yerler vardır. Çocuklara ve ihtiyarlara anlatamazsın bunu. Hepsi doğal anarşist.
Cenaze günü çok soğuktu. Sonra hep uyumak istedim. Doğal sakinleştirici. Sevdiğiniz biri öldükten sonra yaşama tekrar devam etmek bisiklet kullanmayı öğrenmeye benziyor. Ama yokuş aşağı giden bir bisiklet oluyor bu. Dengeyi sağlamanın tuhaf coşkusundan bahsetmiyorum burada ya da sadece bundan bahsetmiyorum. Kafayı gözü yarmak üzere olmanın korkusundan da bahsediyorum. Ne demek istediğimi sahiden anlıyor musunuz?
Sonra zaman geçti. Zaman hiçbir şeyi düzeltmez. Daha beter de etmez. Zamandan bağımsız şeyler bunlar. Karanlıkta uzanıp bir sigara daha yakmaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. Babam öldüğü için değil. Âşık olduğum için değil. 21 yaşında olduğum için değil. Öyle olması gerektiği için.
Sonra biraz içtim ve telefona sarıldım. Bu adil bir şey değil. iki taraf için de. insanlar sizin alkollü olduğunuzu anlar ama bellekleri bunu böyle kaydetmez. Çünkü gelen sadece sestir. O sesin üstüne en ayık halinizi yerleştirir bellek. Bellek böyle namussuz bir orospu çocuğudur işte. Sizi üçkâğıda getirmek için elinden gelen her şeyi yapar. Hepimiz yanlış hatıralara sahibiz. Öyle yaşanmadı onlar. Hatıralarını yazan ihtiyarları düşünün, kitabı bitirdikleri zaman öleceklerini bilirler, o yüzden bitiremezler bir türlü, yaşamak için sallamayı sürdürmeleri gerekir.
Onu aradım ve seni seviyorum dedim. Çarklar durdu, yargılama bitti. Hayatımda ilk kez çekip gitmek istemiyorum. Şimdi bile utanıyorum söylediklerimden. Herkesin kalbinin çizildiği bir yer var. Orada görünmez bir duvara çarpıyorsun. Daha öteye gidemiyorsun. Bütün dünyan o çakıldığın yerden uzanabildiğin yere kadar oluyor artık. Benim çakıldığım yer de o günlerde bir yerde işte. Ama tam nerede bilemiyorum. Hiçbir zaman da bilemeyeceğim bunu. Orası beni daha iyi bilecek.
Sonra konuşalım dedi. Sonra konuştuk. Hastanenin karşısındaki otoparkta. Otoparkın bir köşesini oto yıkamacıya çevirmişlerdi diğer köşesini çay bahçesine. Çok amaçlı grotesk bir yer. Ne konuştuğumuzu yazmayacağım. O kadar da değil. Çünkü bunlar özel şeyler. Zaten ben hayatımı anlatmak istemiyorum ki. Yaşadıklarımı düşünerek oradan bir sonuca varmak istiyorum sadece. Sanırım demode bir yazarım. Genellemeleri seviyorum ve noktayı koyduktan sonra ardımda iyi kötü bir anlam bırakmak istiyorum. Artık bunun bir anlamı kalmadığını düşünsem bile böyle yapıyorum. Lanet olsun, öyle alıştım çünkü, nasıl başlarsa öyle gider.
Sonra yine zaman geçti. Zaman geçmesi önemli değildir. Sanırım bundan bahsetmiştik. "O zamanlar bir şeyleri reddetmeye ihtiyacım vardı ve sen tam bunun üstüne geldin." dedi. "O kadar iyiydin ki o zaman. Annem sanki bu yüzden yedi ay daha yaşadı. Ne demek istediğimi sahiden anlıyor musun?" Anlıyordum. iki karışlık mesafede, birbirimizi göremeden uzanmıştık. Kaç kişi olduğumuzu bilemeden uzanmıştık o karanlıkta, yanımızdaki ölülerle beraber uzanmıştık. Karanlıkta nüfus sayımı şöyle yapılır. Yaşayanlar bir sigara yakar.
Sen şimdi ordasın diye nasıl güzeldir istanbul
Artık eksiği kalmadı, seninle güzeldir istanbul
Canımın içi, boğaza baktıysan hele,
dünya gözüyle buluştuysa Haliç'le gözlerin
Nasıl da tamamlanmıştır ikinizin de mavisi
Ellerin şifa dağıtır dokundukça,
Pera'nın yosunlu duvarlarına.
Galata kulesinin restorasyonu tamamlanır.
ihmal etme yedi tepenin hiçbirini.
Kutsasın varlığın teker teker her birini
Anlamını yitirmiş her semt seninle anlamlanır
Sen şimdi istanbul'dasın ya
Kız Kulesinin kız kardeşi.
Artık başka her yer gurbettir
Sakın dönme, orada kal istanbul seninle güzel
Bana artık usulca yanına sokulmak yakışır..
Varlığında ben
Karayiplerde korsanım
kılıcımı sana balık tutmak için kullanıyorum
müsade et ellerimle besleyeyim seni
ellerim temiz
ellerim eve ekmek götüren işçi eli..
Varlığında ben
Hüseyin'in matarasıyım
Kerbela'nın sıcağına inat
son nefesinde içtiği buz gibi
son damla suyum..
Varlığında ben
emperyalizme direnen bir devrimciyim
bütün tersaneleri işgal edilse de yurdumun
iki kişilik bir sal yapıp kuytuda
okyanus okyanus dolaşıp
illegal bildiriler dağıtabilirim..
Varlığında ben
gıyabında sevmekten kurtulup seni
gözlerinin içine bakıp
Seni seviyorum diyebilirim..
Ben senin tek zaferinim sakın aklından çıkarma
Peleponnes savaşlarını da Spartalılar kazanmıştı
Penelope Cruz fena kadın sayılmaz
Demek ki fenalık bir tür vitamin eksikliğidir
Ya da bunları boşver şimdi
Madam Cruie Oscar mı almıştı Nobel mi?
Bir bardak çayın sadece bir bardak çay demek olmadığı zamanlarda
Geçici heveslere kapılmıştım sana aşık olmak gibi
Sen artık mitolojiksin çay da ülserimi azdırıyor
ikiniz arasında bir bağlantı var sanki
Şimdi banyo terliklerimin uçlarındaki boşluktan
Dönüp geçmişe baktığımda
Bir türlü karar veremiyorum
Sen mi daha iyiydin Florance Nightingale'mi ?
Yaşadıklarımdan hayal ettiklerimi çıkarttığımda
Geriye kocaman bir hayal kırıklığı kaldı.
Gerçi matematik oldum olası zayıf bende
ama konu bu değil şimdi..
Hayattan tamamen ümidimi kestiğim anlarda bile
şaşırmaktan alıkoyamadım kendimi
yavrusuna yiyecek götürmek için çırpınan serçeye.
Ya da her bozulduğunda yuvası
dehşetli bir tutkuyla aynı yere
çer çöp taşıyan güvercine.
Ne var dedim kendi kendime, ne var
Ne var da tutunmaya çalışıyorsunuz bu kadar
Bu rezil hayata?
Çıkamadım tabi işin içinden
ve serçelerle güvercinlere havale ettim bütün ontolojik kaygılarımı..
Rakı ya da Kafka ya da Xanax ya da Perec
hepsinde aradığım şey aynı aslında.
Usanmadan her defasında bozulan yuvasına
çer çöp taşıyan güvercinin
hevesidir yakalamaya çalıştığım her neyse..
Benden geçen şeylerin farkındayım elbette
içimden geçenlerle ters orantılı hemen hepsi
Gölgesine sığındığım rakı şişesinin görkemi
Azalsa da o son lanet duble içildiğinde
gecenin son saatlerinde
içinde serçeler ve güvercinler gezinen
laflar etme arzusu doluyor bir yerlerimde.
Ağzımı açacak oluyorum
ama dinleyen kimse yok
Neyse diyorum sonra, neyse
Neyse..
japonca şarkısından sonra çaldığında japonca'nın devamı gibi geliyor. ya da cenk aynı tadı her şarkısında fazlasıyla veriyor. bu kulak fakiri de devamı sanıyor. *
çok samimi bir dille yazılmış. kelimeler hiç yorulmamış. süslenmemiş sade bir anlatımı var. tekrar tekrar ve tekrar okutuyor kendini.
iyiyim, bir şeyim yok
sade bir hayatım var şimdi
camiden terapiste - terapistten camiye
doktor beni gözlerimin de olduğuna
inandırmaya başladı
dünyayı benimsedim, yadırgamadım çok
evim gibi hissediyorum
ellerim titremiyor o kelimeyi duyduğumda
müzik susuyor ara sıra.. olsun
acıdan çarpılmış suratlar, anna akhmatova
evim gibi hissediyorum
göğü bir şey kırıp geçiriyor boydan boya
boyun eğdiriyor papatyaya ilk damla
papatya da iyi,
bir şeyi yok aslında
sade bir hayatı var onun da
kımıldanıyor ilk damladan sonra
parmaklarım titriyor
benimsedim hayır;sıcacık da yazları ayrıca..
hem o da burada yaşıyormuş artık.
değil mi, niçin üzülelim umut yoksa
niçin gömülmesin ölmüş olan toprağa
parmakları da gömülmesin;peki niçin?
sıkılmıştır, gemiye göbeğinden bağlı astronot gibi
ve kopmuşsa bağ, canlı da olsa aşk
canlı da olsa değil mi, niçin gömülmesin cesedi
camisi de olan bir uzaya..
koşu koşuver nar gözlüm
yuvarlak biçimli ayakların
küheylan kolanı gibi kuşağın
gürbüz kalçalarının üzerinde
koştur azaplardan kaçalım
koruklar üzümlenmiş mi bakalım
bir söze iki gülüş bir öpücük
iki bedeni birbirine katalım
ruhsatlım sevdamsın beri gel
kanın höpürtülü başın dik
o seven yuyan bakışınla
içimi yu mermer döşegel
dorukta yeni ay ince işaret
geceye bir şey olmaz gayri
ne kem gözler gizlenir karanlığa
ne evin sevincinden korkan bulunur
asmalarda güneş ve çocuklarımız
çardakta ıslak ve ekşi uyur
bacın bazlama yağlasın sahan
mutluyuz tüm dünyaya duy
evrendeki tüm boşluklar hazindir.
sessizliğin epidemik elemi,
yankıdaki avuntuyu gölgeler.
kulak asma, bırak ne derse desin
podyumu, poligonu ateşe versin
modayı takip eden cansız mankenler.
demli bir denizde uçuşuyorduk
kanlı mehtap hislerimi sömürdü.
dün gene yıllar geçti,
mazi, kıyametin kopan kısmıdır
çocuktuk, oy hakkı yok, ah acıklı statü
bir cepte kuşüzümü, diğerinde kuştüyü
masumiyete gırla azap reva görüldü.
israr, aczin soyundan; ikna etmek kısırdır.
şanlı mitolojinin tahtına geçti
kapitalist şamata ve muasır magazin
şimdi moda star leşi ve göğe yakın çadır.
acizlerin sürprizi, nişanıdır krizin
iddialı değilsen, hiç yenilmezsin.
benim bir sırrım var mı?.. işte bu bir sır.
dünde mi kaldı cidden yirminci asır?
sıkı dur geri tepsin delilik taş yürekten
hüznün kaynar asidiyle karışmaktansa,
yalnızlık bastırınca, ıstıraba münhasır
yeminler ver mutlaka yastığı ısır
mezartaşı yontan bir adamın gözleri
miras pay edilirken uykusu gelen
bir çocuk gibi
bomboş bakar dünyaya.
der ki bu şenlikistanda
her şeyin varisi benim adım muamma
kuruyan yüzünüzü ancak ben onarırım
cilt bakım setleri gider boşa
size bembeyaz bir yüz yaparım.
kör
körüm ben, aydınlığa karşı kötürüm
umrumda değil gündüzün uzaması
hiç karışmam tanrının işine
mesela kaç ölçek kırmızı katıyor güle
-gül neyse-
körüm ben, seslerden insan yaparım
dolaşıp dururum gece bekçisi gibi
şart olsun ki
insan burda karanlıktan kuruyor
bana mı bulaştı yoksa,
dünyanın isi.
mecnun
kusura kalma teselli hazretleri
sana layık bir mürit olamadım besbelli
büyük şehirlerin küçük içinde
dansa kaldırılan utangaç bir kız gibi
buldum bu dünyada kendimi.
ve camları hohlayıp da çizdiğim resimlerden
bir ben kaldım ve sevgilim
suyu ihmal edilmiş fesleğen gibi gitti
gözlerim terledi yolunu gözlemekten.
sevgili
gökyüzü kapalı ben açık hece
bir dua damlar yapraklarıma
ceylan derisinden bir ezan sesi
gelir ve cilt olur dudaklarıma.
foto ali
bir vesikalık kestim aynanın içinden
pazar ola ey çünkü ben
yana yatmayan saçları gibi bir insanın
hep şuna inandım,
geciken bir mektup, düşünün sevgilinizden
işte o mektup benim, siz karşımda gülerken
üzüntümdür yüzünüzde patlayan
foto ali ben
falso alırken her şey hayatın karşısında
çoğaltırım sizi hiç üşenmeden.
dilenci
ey insan sana küstüm çünkü sen beni
birazdan kurşuna dizilecek bir mahkum gibi
bıraktın ve gittin endişe limanında.
ama sorarım, mesela samatyada
kimin bahçesi daha büyük
ölümden.
cüce
kurban olduğum,
iki ters bir düz örerken insanları
birkaç ilmek daha atsaydın bu fakire
sevaba girerdin ve
olmazdı kimseye hıncım
ama şimdi üç beş santim için
zıplayıp duruyor elim ayağım.
deli
deli sizsiniz böyle bir çağda
akıllı kaldığınız için.
ben sizin
akla hayale sığmayan yanınızım
siz ki dünyayı üstünüze giyseniz
yine de açıkta kalırsınız çünkü gözleriniz
dipsiz bir ambar sanki.
ah siz,
mezarlıklar müdür olsanız bundan daha iyi
bir koyup hiç almasanız bir tohum gibi
kendinizi toprağa.
biz türkler kainatın kırsal kesimlerinden
doludizgin akarak vatandaş sadeliğiyle
lisanslı kungfucular, sendikalı personel,
gibi kanlı bir hicretin arifesinde
keramet sezinledik yaydan fırlayan okta
yalanladık dünyayı tekrar adeta
sağduyulu derbeder avrupalılar şokta.
biz türklere kainat iki numara büyük;
itiraf tecrübemiz noksandır işin aslı.
birbirine layık olamayan düşmanlar gibi romantik
değildik mutlu olacak denli hırslı.
melaikeden öğüt aldığımız yer söğüt
dört asır sürdü hız çağımız, işte kanıtı:
atlarımızın yelesinde biriken kükürt.
biz türkler kainata bakıp 'her neyse' derdik,
haksızlık etmeyeyim, salavat da getirdik.
dün hep vardır, yarınınsa adı var;
refleks değil kaprisin fırça darbeleridir
tarih tablosunda hiç bitmeyen rötuşlar.
biz türkler kainatta bir avluya toplansak
kreşte unutulmuş bir defterde veyahut
dergilerden kesilmiş gözlerimizle;
nefsimiz kabarırken, vicdanımız seyrelmiş
tamam işte ben de onu diyorum ahbap:
biziz o düz ovada avlanan keklik
minimalizme fitiz, nihilizme geçmedik
tuhaflığın garipliği acayip eksantrik
biz türkler kainatı fetihte zorlanırız.
bize hiç yaramadı, astronomiden kopmak
lakin dâhiler dahi aptalca şeyler yapar
hastalıkla hastayla kolay baş ederiz de
bir cesede su içirmek zordur muhakkak.
biz türklerin şu fani kainatta
en büyük lüksümüz kısa ömürlü olmak.
yaşasın! ne kadar da ideolojik yaklaşıyoruz birbirimize
bazen çok korkuyorum.
ama bu; aslanlarımı açıklamama engel olmuyor
çünkü fena halde yaraşıyor birbirine gece ve balta
ve anneciğim derdi vardı neyin altına giysen olur bir siyah pantolonum şimdi gibi ay!
tekhnem dolu müfsidle!
bu da caddelerden derviş dervişegelmeme mâni değildir
yolları ay bastı mı lambalara koşuyorum ya, bundan
bunun için kent nesnesi o bıçakla bakunin'di deştiğim
ki ben devletin taş kestiğini en baştan bilirdim
isa'yı polise doğru
lttuğum zaman.
ellerini el olarak tutmak istiyor ellerim
de ki bunun kaburgamdaki kiliseyle ilgisi yok değildir
zaten en az on iki kişiden biri haindir
ama gözlerimi öyle yırtma annem ilkokul öğretmeniydi benim!
sokaklara çıkıyorum sonra kedilerden görüyorum
gazinolardan
inanmazsın bir taşra kurmuşlar aynı bize bakıyor
bir yanım asaf halet söylüyor diğer yanım fabrika
bir şiiri birkaç kalemle yazmak lazımdır geliyor bana
bugün yepyeni bir imparatorluk öğreniyorum
ekmeğin ağırlığından da yeni bir imparatorluk
örneğin gül dönüyor bir beygiri tasfiye ediyor şair
arabca akdeniz diyor ben
aynadan dönüyorum ayna
benden dönmüyor.
çok sihirli bir kabri söndürüyorum
bir havari morfin gibi anne söylüyor
ağlıyorum bak bir çocuk bak bir çocuk bak
bak bir çocuk çok kötü bir gömlek kuruyor.
belki de yangın çıksa ve ikna edilmiş olurum
torbamı topluyorum ve annem şarkı dinlemiş olur
korkuyorum çobanım yok metal nazlı pim aktif
çözmüyorum çözersem kın fena halde kalınlaşıyor.
manchesterden geliyorlar ve liverpooldan geldiler
birazdan padişah mı öldürecekler dedim
bir milyon kadardılar ah atları vardı
artık seni bir çiçek yerine kopartmak
istiyorum sevgilim.
işte sahneden indim ve öpüyorum ağzından
annem meç yaptırmazsa iftara geç gelir haz
ey sıkıntının sevdiğim aritmetiği
söyle banabana söyle; bir kere daha kabz?
`inanmışım kaybetmek esrarıdır esrarın
çıldırmış bir vaşak gibi kaybediyorum`
ipimden kurtulmuşum kaybediyorum
birleşmiyor ellerimiz haykırıyor trapez
tanklar tank olup geçiyor üstümüzden
helvetius haklı devlet şaşkın piyanist kara
memleket sana rağmen ket vururken yarama
şu çıplak çocuk şu tüyük bürk şairi ben
-ve emir 'kun' diyor, doğruluyorum-
bu ülke'den daha bıçkın tamlama bilmiyorum.
`ayakkabılarını kapımın önünde görmeyi istiyorum!
çünkü bu,
seni seviyorum içine nal salmak demektir.
ve hareketinin bana durduğunu akla uydurur.
oysa seni sevmem toplumu meşru kılar
ve gitmen beni dile indirger sevgilim.`
zaten kırılmış bir kızsın şimdi dövülmüş bir av
yanmış ırmaklar öneriyorsun toy bedenine
kavmin yanlış tufanlardan geçip duruyor
gözlerime baka baka ağlayıp aşk diyorsun
bir tekkenin ortasına sirk treni devriliyor.
ki hala çocuk övmeye duruyorsam bu
'şehrin en uzak yerinden gelen o'nunla
ve izmit'le ve fargo'yla ve horasan'la
ve hafıs'ın beni eve götürdüğü kınla ilgili bir matkabı
girdiği çene kemiğiyle birlikte söküp
şu karşıki düğün salonuna ilave edemememdendir.
yoksa lar ve ortaokul öğretmenleri giremesinler diye
babam ve bilhassa dedem
mahallemize yeterinde toplu polis gönderilmesi konusunda
gerekli telefonları etmiş durumdalar sevgilim!
ama yine de sırf sen sürdürebil diye ayın alnında melekçe
ve şüpheye düşmeden kelebek besleyebilsin diye bir padişah açıkça
benim alıp kını
öte yana geçmem gerektir
içinden memleketi çekeyim diye.
hem düşünsene;
bu bizi nasıl imparatorlaştırır!
yoo, hayır! omzunu açma. omzun ideoloji taşır.
ve fakat 'dil'e rağmen bütün bunlar sevgilim
ayaklarına beyaz çoraplar giydirmek istemediğim anlamına gelmeyebilir.
çünkü bak süleyman bu sayfadan henüz geçmiş gibi gül lekesi
ve apaçık kudüsmüş bir zebrayım ben uzun menzilli şiirlere şikar!
elbet bir gün batar, kuşlar döner, çarmıh baştan düzenlenir
ve bana tertemiz eller verir cezayirli o tüccar.
o vakit sana bakıyorum kadar büyür akdeniz
cumhuriyetin tersinden tertib ettiği çarşılar gibi
sonra uzun süre bir takibediliyormuşum hissi...
siz hiç yahudi bir minibüs şöförü düşlediniz mi?
allahım karımı bugün işe almadılar
inanç doğru söylüyor bu adamlar islamcı
inanç'ın abdesti var ama namaz kılmıyor
karım başını örtmüyor diye onu asalım
her allah'a inanan allah benimdir diyor
bu momentum bu sürtünme bu düzenek ahkamcı
allahım sanki hak etmiştik o işi
ya biz yanılıyoruz ya adamlar islamcı
allahım karımın ellerini bırakma
örtse de örtmese de başını çok seviyorum
bu sözleri sana ağzımla söylüyorum
melekler paraleli bir dakika kapatsın
seninle çok özel konuşacaklarım var:
mahşerdeki sürprizi yayınlama allahım
beni burda rezil et kefarete razıyım
hiç günah işlemeyen büyük recmi başlatsın
hakkımızı yiyenler diyorlar ki islamcı
allahım bağışla ben islamcı değilim
bu adamlar islamcı ben müslüman adayı
ömrünce bir müslüman belki cehennemliktir
son dakika basmışsa en yitik istifayı
allahım elimden her şeyimi al
istersen günahlara sundur gövdemi
ama gelsin peygamber yine rüyama
mahrum etme benden sana sevgimi
allahım karımın işe ihtiyacı var
rektör tutmuş kitabı hem adını veriyor
ey kul hakkı yiyerek kadrolaşan utanmaz
yüzünüze tükürsem şemsiyeniz var
ey peygamber ve kitap ve tanrı bezirganları
azalarak kaybolun hayatımızdan
bize sevgi tebliğ edecek
müslüman
lazım
allahım sana son bir duam daha var
ölünce müslüman bir çaycı olarak
yani hani münhalse kontenjan kadro
cennetinde bana mümkünse iş ver
inanç'ı da aldır, karımı da yanına
ki peygamber'e çay demlesin karım
inanç ile birlikte o'na çay taşıyalım