ankara ile dahil olduğum veritabanı. yalnızım sözlük, geçici arkadaşlıklar kuruyorum. bilkent senfoni konserinden, müze gezilerine, tiyatrodan, ekşi kitap zirvelerine katılabiliriz. hadi bakalım yeşillendirin.
hoş bi yer gibi. dur bakalım. daha önce de yazmış ancak çok kısa sürelerde uçurulmuştum. hatırladığım kadarıyla din eleştirileri sebebiyleydi. ama sakin olun. ekşi'den de aynı sebeple, aynı entry'lerle uçurulmuştum. neyse işte. uludağ'da bir haftayı geçmedi yazarlığım. göremedim, tanıyamadım. geçen ay da ekşi'de çaylağa düşünce, 1 ay lanet bitimini beklemek için burada yazar oldum. açıldı ekşi yazarlığım ama bura hakkında yazılanları okuduğumda bi takip edesim geldi açıkçası. devam edeyim, bakalım nasıl bir yer. sıcak mıcak diyorlar. görücez.
chpli mhpli olmayan über insan. liberal kendisi. ama öyle böyle değil. pür liberal. kendi liberalizm teorisini yazıyor. sikimsonik liboşlarla filan işi olmaz. kemalistle, dinciyle, milliyetçiyle hiç olmaz. adamın dibi, liberalin dibi, zekinin dibi.
YENi YAZAR. hoş geldi. sefalar getirdi. uludağ sözlük'teki 3. hesabı. ekşi sözlük yazarı aynı zamanda. şu an çaylaklığa düşürüldü. rasyonel perspektif nick'i orda. ekşi'de de 4. hesabı. bahsi geçen 5 diğer hesap uçurulmuştur. ayrıca ihlsozluk'ten 20 dakika içerisinde uçurularak rekoru elinde bulundurmaktadır. inci sözlük'ten bile 3 kere uçurularak kayda geçmiştir. süper insan kendisi. keyifle takip ediyoruz.
"aldatılmak.. bir günlüğün ilk sayfasının ilk kelimesi olması ne kötü.. heyecanla ve keyifle alınan günlüğün ilk kelimesi beni saatlerce ağlatan kelime.
peki aldatılmak neden kötüdür? aptal yerine konduğun için mi, kaybetme korkusundan mı, sevdiğin halde terk etmen gerektiğinden mi? neden için ezilir? hangi duygu bu kadar kötü hissettirebilir ki? ben aldatıldım. yalanlarla, adamlarla, oyunlarla aldatıldım. uzun süredir yaşadığım en acı his. gururunu kırıyor, sevgini yaralıyor, seni ondan soğutuyor, bir yandan da yakıyor. çok sıcak bir cam bardağı buzlu suyla doldurmak gibi. ne kadar sıcaktıysa, o kadar zarar veriyor bardağa. delip geçiyor, kırıyor, paramparça ediyor kalbini.
çok üzülüyorum ben. ağlamam durmuyor. hiçbir şeyden keyif almaz hale geldim. okulum, şehrim, arkadaşlarım, yeni dersler, yeni insanlar, hiçbir şey tad vermiyor. hiçbir şey heyecanlandırmıyor beni. içim buz gibi. ölü bakışlarla dolaşıyorum e trafta. bira, dost mjuhabbeti, yeni bir parfüm kokusu, güzel bir defter, okunması gereken bir kitap... anlamsız geliyor her şey. hiçbir şey dokunmaya değer değil.
birine onun dokunması, onun bunu arzulamış olması, ona zarar vermeleri olasılığı üzüyor beni. beni aptal yerine koyması, gururumu hiç düşünmemiş olması acı veriyor bana.
aldatılmak. ilk kelimesi bir günlüğün. acı verici. tek açıklaması bu. son sözcüğü bir günün. aldatılmak."
aslında gerici bir adım olan evlenmenin simgesel değeri nedeniyle değer görmüş olması sayesinde içinde bulunduğu öneri, talep. evlilik, ataerkil toplum yapısının bir dayatması olarak var olmuş olmasına rağmen günümüzde simgesel bir değeri vardır. ayrıca devlet denen kurumlarda hayatımızı sürdürdüğümüz için evlilik gerçekleştirmiş çiftlere bu devlet hak ve ayrıcalık tanıma yetkisine sahiptir. bu yüzden eşcinseller de evlilik hakkı istemektedir. artık "eşcinsel evlilik" kavramı, kendine has bir değer kazanmış olup özgürlüğün ve özgürlükçülüğün simgesi haline gelmiştir. kısaca geçmişini ve üzerine düşüncelerimi de şöyle özetleyeyim: eşcinsel birliktelik kavramı, dünya literatürüne 1989 yılında girdi. medeni birliktelik adıyla, danimarkada, eşcinsel çiftlere yasal birliktelik yolu açıldı. 2001de ise hollandada evlilik adıyla resmen birlikte olmalarına izin verildi. bugünkü dünyada 12 ülkede, amerika ve meksikanın toplam 9 eyaletinde eşcinsel evlilik serbestken; 20 ülkede ve avustralya, meksika, amerika ve venezuelanın toplam 17 eyaletinde medeni birliktelik adıyla yasallaştırılabiliyor. bunların yanında, 50ye yakın ülke ve 20 kadar eyalette halen eşcinsel evlilik tartışmaları sürüyor. diğer taraftan ise türkiye gibi geri kalmış ülkelerde de, bir bakan çıkıp bu hastalıktır, tedavi edilmelidir. diyebiliyor. neyse ki arap yarımadasında ya da afrikada değiliz. zira orda birçok ülkede ölüm cezasından para cezasına uzanan bir yelpazede eşcinsellik cezalandırılabiliyor. peki, eşcinsel evliliğe izin verilmeli midir, verilmemeli midir? bu soruyu yanıtlamak için de ensest evlilik tartışmasında sorguladığımız gibi öncelikle devletin ne olduğunu sorgulamamız gerekiyor. devlet, bireylerin tek tek yapamayacağı şeyleri yapmak için para toplayıp bunları bir kuruma yaptırması, kendine bir hizmetkâr yaratmasıyla ortaya çıkmıştır. devlet, benim hizmetkârımdır. devletin başkalarının hakkını korumayı amaçlayan kısıtlamalardan fazlasını yapması meşru değildir. kim, nasıl, hangi hakla hayır, siz ikiniz de erkeksiniz. siz evlenemezsiniz! diyebilir? devlet kısıtlayamaz, ya bireyler? bu yaz amerikadaydım ve televizyonda her gün eşcinsel evlilik ve eşcinsellerin askerlik durumları tartışılıyordu. hatrımda kalan en mantıklı konuşma şuydu: eşcinsel evlilik karşıtı bir papaz, ben eşcinsel evliliğe karşıyım. dedi. karşısında bulunan insan hakları savunucusuysa cevaben, eşcinsel evliliğe karşıysan, bir erkekle evlenmezsin, olur biter. dedi. evet, çok doğru. eğer eşcinsel evliliğe karşıysanız, hemcinsinizle evlenmeyin, ama hepsi bu kadar. beni kısıtlamaya kimsenin hakkı yok. buna cevaben çocukların eşcinsel çiftleri görmesinin olumsuz olacağını ve devletin ve toplumun bu çocukları korumak için eşcinsel evliliği sınırlandırabileceğini söyleyenler oluyor. burda, eşcinselliğin özentiyle ortaya çıkmayacağını, genetik faktörlerin etkisini açıklamayacağım. hamaset nutukları atmayı bilenler, birkaç sözcüğü googlelayarak bunların tamamına erişebilir. ben diğer taraftan bakarak, tartışma boyutunda birkaç şey söylemek istiyorum. eşcinsellik artık bilinmez bir şey zaten değildir. çocuklarının etkilenmesini istemeyen aileler başta interneti, ardından televizyonu, ve gazeteleri çocuklarına yasaklamalıdırlar. ayrıca eşcinsellik de yasal suç değil türkiyede, bunun suça dönüşmesi ve cezalandırılması için çalışmalıdırlar; zira birçok yerde iki erkek/iki kadın el ele gezebiliyor. diğer taraftan ise tüm bunları yapmaktansa, çocuğuna cinsel yönelimlerden bahsedebilir, çocuğun empoze edilen toplumsal olgulara zıt bir manzarayla karşılaşmasını engelleyebilirler. eşcinselliği, çocuğun gözünde normalleştirirlerse, çocuk da psikolojik bunalım yaşamayacak, bocalamayacak, özenmeyecektir. eğer gerçekten eşcinselse bunu kendinden utanmadan söyleyebilecek; heteroseksüelse, eşcinsel dostları olabilecektir.
katlanmaktir cok sevmek. kavgaya, gurultuye, yalanlara, belki aldatilmaya..
yeminler etmektir, sozler vermektir. bazilarini tutamayacagini bile bile.. affetmektir yeminini bozani. tekrar tekrar guvenmektir ona. cok sevmek, hem cesurluk hem korkakliktir.
ezilmektir. seni azarlamasina katlanmak, herkesin ortasinda kucuk dusurse bile unutmaktir. bazen bu konuda patlasan da, bir saat sonra pisman olmaktir.
guvenememektir cok sevmek. hep gitmesinden korkmaktir. kaybetme korkusuyla yanip tutusmaktir.
cok sevmek, guvenmektir. olesiye guvenmek.. seni aldatmis olsa da, cok aci cektirmis olsa da onun gozlerine inanmak, tekrar yapmayacagini bilmektir. askin atesinin her kotu aniyi yakmasini beklemektir.
affetmektir. defalarca sozunu bozsa da, seni uzse, cok kirsa da 'git' diyememektir.
'kal' diyebilmektir cok sevmek. icten ice gitmek istedigine inansan da ona muhtac oldugunu gosterebilmektir.
cok sevmek, pisman olmaktir. ayrilmayi, ona dair esyalari yok etmeyi dusunmekten utanmaktir. soyledigin sozlerden pisman olmak, zamani geri cevirebilmek icin anlamsizca tanriya yakarmaktir.
cok sevmek, iliklerie kadar hissettigin bir duygu, gozlerinden akan tane tane yaslardir..
evet efendim. akp iktidarı altında türkiye ekonomisi nasıl gelişti/değişti? geçmiş 90 yıla kıyasla büyüme hızlarında nasıl değişim oldu/oldu mu? hangi sektörler nasıl etkilendi? imf politikalarıyla ilişki ne oldu?
""şimdi açık açık gerçekleri konuşmak gerekiyor. hiçbirimiz kendimizi kandırmayalım. eşitlik-eşitlik diye tutturmayalım. bu kutsal kitaplara baktığımızda da, doğayı gözlemlediğimizde de apaçık ortada olan bir gerçek. bizler üstün varlıklarız. hayvanlar bizim onları kullanmamız için varlar. tek başlarına bıraktığımızda nasıl sefil bir hayatta olduklarını görüyoruz. bizse onları alıp onlara yem veriyoruz, yer veriyoruz. haliyle onlardan çıkar elde etmek de hakkımız oluyor. sizin deyiminizle köleleştirmemiz, onları kullanmamız bizim verdiğimiz nimetler karşılığında hakkımızdır."
yanlış yüzyıldan bir pasaj almışım. şimdi bu cümlelerdeki hayvan kelimelerini çıkarıp, siyah kelimesini koyun yerine. işte bundan sadece 100 yıl önce aynen bunlar söyleniyordu siyah ırk hakkında. çok değil, sadece bir asır geçmiş olmasına karşın tüm dünyada genel-geçer bir suçtur ırkçılık. özellikle medeniyetin beşiği olarak adlandırdığımız amerika ve avrupayı kapsayan batı dünyasında sıfır toleransla karşılaşır, sadece beyanı dahi ciddi ceza alınmasına sebebiyet verir."
-------------
bir yaşam biçimi.
tanım mecburiyetini geçtikten sonra entry'me başlayabilirim. işbu entry'mde konu üzerine hayat hikayem, vegan olma sebeplerim ve itirazlara cevaplarım yer alacaktır.
1. konu üzerine hayat hikayem
veganlık hikayem, taa küçüklük yıllarıma dayanıyor. ben tc'li bir çocuğum. burdurluyum aslen baba tarafından. ciddi anlamda etobur bir aileden geliyorum. şu an 22 yaşında ve ailemden ayrıyım ancak 18 yaşıma kadar -1 yılı hariç olmak üzere- 17 yıl ailemle yaşadım. ve aklımın erdiği zamanı düşündüğüm zaman, evde hayvansal gıda alınmayan gün yoktur, et yenmeyen gün sayılıdır. aslına bakarsanız, et yenmeyen gün hatırlamıyorum şimdi annemin yemeklerini düşününce etsiz bir şey göremiyorum. kahvaltıda salam vazgeçilmezdir, zaman varsa sucuk veya sosis kavrulur ve/veya yumurta çakılır, bal yenir.
hayvansal ürünlerden rahatsız olduğumu hiç hatırlamıyorum. ancak et konusunda çok kez gelip gitmişliğim var. tam ne zamana denk gelir hatırlamıyorum ama yakın bir zaman sallıyorum, 16-17 yaşlarımdan itibaren her kurban bayramında köye gidişimizde içim kıyılıyordu. bizim orda kesilmeden bir gün önce hayvan bizim eve (babaannem ve dedemin evi tabi) getirilir, geceyi orda geçirirdi. ben de hayvanları çok severdim ve mutlaka yanına giderdim. hemen her seferinde de hayvanla duygusal bağ kurardım. hatırlıyorum, onlarca dakika konuşurdum onlarla. ha bu arada, hayvan dediğim koyun moyun değil, bildiğin dana ama öyle böyle değil. 8-9 bin lira yatırılan tonluk danalardan. ama o cüssesine rağmen bana öyle tatlı gelirdi ki, sever okşardım onu, konuşurdum. 2 sene öncesindekinde hatta, uzuuuun uzun sohbet etmiştim onla ve sonraki gün kesileceği için ağlamıştım onun yanındayken.
hayvan eve getirilirken başlıyordu eziyet. öncesini bilmiyorum tabi, avlu dediğimiz evin önündeki geniş bahçenin önüne kadar kamyonla getiriliyor hayvan. sonra ordan indirmek gerekiyor. hayvan öylesine korkmuş oluyor ki ne yapsak etsek inmiyor bir türlü kamyondan. traktör giriyor devreye. hayvanın orasına burasına ipler doluyorlar, zincir takıyorlar, bunu da traktörün kepçesine bağlıyorlar. bunun zoruyla hayvan çekilerek alınıyor aşağı. ve ardından avluya girdiriliyor. neyse sonraki gün oluyor, kesilecek. ama hayvan çok çok büyük olduğu için onu deviremiyor kimse. traktör geliyor yine, ayağından zincirle kepçeye bağlanıyor hayvan. kepçe kalkıyor ve hayvan yere düşüyor. bir de kafasını kıbleye getirme var ki, hayvan için asıl eziyet. şahit olduğum ve hatırladığım ona yakın kurbanın en az 2-3 tanesinde kemikleri kırıldı hayvanın, en az 6-7'sinde ise zincirle bağlı olduğu yer kanadı. ardından bildiğimiz şeyler.. kafası kesiliyor..
her kurban bayramında çok kötü olurdum. çok üzülürdüm. annem de çok üzülürdü. 2 kurban bayramında hiç et yemedim. ve 1-2 ay süren vejetaryenlik hikayelerim de onlardan sonra başladı. dalga konusu olmuştu çevremde. "kurban geldi, bizimki vejetaryen olur" diyorlardı. ama kısa bir süre sonra bunu tamamen unutuyor ve et yemeye devam ediyordum.
en son bundan yaklaşık 1-1,5 yıl önce vejetaryen olmaya karar verdim yine bu kez izlediğim bir video'nun hemen sonrasında. ama nasıl et yerdim.. yakın arkadaşım "ohh iyi hayvanlar aleminin yarısı kurtuldu" demişti. her neyse.
gelelim bugüne. en yakın arkadaşlarımdan biri 2 senedir vejetaryen. ancak son 7-8 aydır görüşmüyorduk. son 2 aydır görüşüyoruz. ve bundan bi 3 hafta kadar önce biriyle tanıştırdı beni. her ikisi de hayvan özgürlüğü forumundan. hem tanıştırdığı çocukla, hem kendisiyle konuştukça eski hislerimi hissetmeye başladım. her alanda rasyonel olduğunu iddia edip övünen ben, tam bir aptal olduğumu fark ettim. her gün yaptığım bir şeyin yanlışlığını biliyordum, bundan hicap duyuyordum, ancak zamanla buna duyarsızlaşıyordum. belki de temel nokta bu: "her gün yapmak". ve çevredeki herkesin yapması. bu ciddi anlamda duyarsızlaştırıyor insanı. tanıştığım çocuğun yanında tavuk döner yerken bana dönüp "şu an ceset yiyorsun." demesi beni aşırı rahatsız etti ve konu üzerine düşünmeye karar verdim yeniden ama bu kez duygusal değil kapsamlı ve rasyonel. zira duygusal patlamalar yaşayınca 2 ayda sönüyordu. 2-3 günümün hemen tüm mesaisini bu işe harcadım. belgeseller izledim, onlarca hayvan çiftliği ve mezbaha video'su izledim (bu arada video'nun türkçe adı olmaması ne kötüymüş lan), veganlık ve vejateryenlikle ilgili tonla yazı okudum, ekşi'deki başlıklarını baştan sonra taradım. ve vegan olmayı "denemeye" karar verdim 2 hafta boyunca. hiçbir vegan kültürüm olmadığı için iki gün boyunca rulokat yedim, ki sonradan rulokat'ın çikolata barındırmasından dolayı vegan olmadığını öğrendim. her neyse, en azından etten uzaklaşmıştım. ama bu zamandan sonra 2-3 kere daha et yedim. daha sonra yakın arkadaşım bana peter singer'ın practical ethics kitabını verdi. 2 gün içinde tamamını taradım ve çoğunu okudum. bu kadar şevkle kitap okumayalı çok uzun süre olmuştu. bir yandan da internetten vegan kültürüyle ilgili (pratiğe uygulayabilir miyim diye) araştırmalarımı sürdürdüm ve 20 eylül 2013'ün ilk saatlerinde kesin olarak vegan olmaya karar verdim. son 3 günümün de çok büyük kısmını tamamen bu konuyu araştırmaya veriyorum. bu entry'yi de hem ilk andaki hevesimi korumuş olmak hem de ilerde kafam bulanırsa tekrar dönüp okumak için erkenden yazıyorum.
size söyleyeyim, henüz yalnızca 3 gün olmasına rağmen bunu öylesine benimsedim ki, bugün arkadaşım karşımda tavuk butu yerken gerçekten çok rahatsız oldum. şekilsiz bir et olsa neyse ama, o but bir canlının koca bacağı. bunun farkında olarak bakınca insan inanılmaz huzursuz oluyor. ve bunu fark ettiğimde çok sevindim.
2. neden vegan oldum
öncelikle sağlık mağlık meselesine girmicem. çünkü tamamen etik sebeplerle veganlığı seçtim. aslına bakarsanız bunun tam bir seçim olmadığını da düşünüyorum. şu anki aklım benim hayvansal ürün yememe izin vermiyor.
2.1. neden et yemiyorum?
bu çok açık. ben ceset yemek istemiyorum. üstelik bu, sıradan bir ceset değil. tam olarak benim o anda, o eylemi yapmam için üretilmiş, tüm hayatını (tavuksa 3 hafta) güneş ışığı görmeden daracık bir kafeste geçirmiş, ve sonunda bilinçliyken ayağından ters-düz asılıp kafası 10 ms'de kesilmiş bir canlının cesedi. tam olarak benim bunu yapabilmem için eziyet görmüş ve canı alınmış bir hayvanın cesedi. bunu şu an düşünmek bile beni çok etkiliyor. bugüne kadar belki yüzlerce (çok yedim, kesin yüzlerce hatta) hayvanın bunu benim yüzümden yaşaması beni çok rahatsız ediyor.
2.2. neden diğer hayvansal gıdaları tüketmiyorum?
eti zaten vejetaryenler yemiyor ve veganlardan daha güçlü bir oluşumlar, çoğu kimse de rahatça anlayabiliyor et yenmemesinin sebebini. ancak peki süt, yumurta, hayvansal yağ neden tüketmiyorum? (diğer yan ürünlere de gelicem)
bunun sebebi de yine hayvanların yaşam şartları. inekler sanılanın aksine her zaman süt üretmezler. yalnızca doğum yaptıktan sonra süt üretirler. bunun için de köy hayvanıysa süt vermeyi kestiği an bir hayvan tarafından alelacele hamile bırakılır inek, eğer endüstriyel hayvancılık çiftliğindeyse vajinasına sokulan makinelerle sperm bırakılır. böylece inek yine hamile kalır ve süt akışı kesilmez. doğan yavrularına da farklı muamele yapılır. eğer yavru dişiyse büyütülür, erkekse çoğunlukla öldürülür ve hayvan maması yapılır. ancak her türlü annelerinden koparılır yavrular. 20 yıllık bir vegan aktivisti şöyle diyor: "onlarca çiftlik gezdim, her birinde haftalarca çalışıp gizli çekimler yaptım. yumurta fabrikası, domuz fabrikası, inek fabrikası vs vs. hatırladığım en kötü an, doğan yavrusu alınan anne ineğin bağırmalarıydı. günlerce sürerdi." bizim masum gördüğümüz süt için yaşanıyor bunlar. hayvanlar gün boyu hiç kımıldamadan memeleri makinelere bağlı, kafaları bir demir platformla sabitlenmiş yaşıyorlar. memelerindeki süt son damlasına kadar emiliyor. günde 3 kez. öyle emiliyor ki, iltihap ve kan da geliyor. ve bu bilinen bir şey. örneğin abd'de 200 ml sütün içinde 1 damla iltihap (mg'ı vardır bilmiyorum) yasal, fazlası değil. her neyse. süt verimliliği düşen hayvanlar da doğru mezbahaya, kesilmeye.
yumurta ise en korkunçlarından. tavuklar günde iki kez yumurtlatılıyorlar. gün ışığı görmedikleri kafeslerinde geçiriyorlar tüm ömürlerini. yumurtadan çıkan civcivlere ne oluyor biliyor musunuz? dişi ve erkek diye ayrılıyorlar. dişiler yetiştiriliyor, ve erkekler canlı canlı dev kıyma makinelerine atılıyor. hayatlarının ilk gününde, ilk birkaç saatlerinin içinde ezilerek parçalanıyorlar. sadece amerika'da, her yıl, istenmeyen 200 milyon erkek civciv hayatlarının ilk gününde parçalanarak öldürülüyorlar. dişi civcivler ise ya yumurta endüstrisi için bekletilip anneleriyle aynı hayatı yaşıyor, ya da et olması için hormonlarla büyütülüyorlar. öyle ki, 3 hafta içerisinde kesilecek büyüklüğe erişiyorlar. hayvanların çoğunda aşırı şişmanlamaktan dolayı yürüme problemi oluyor ve çoğu ayağa bile kalkamadan öldürülüyorlar. bir kısmı da ani kalp krizi geçirip ölüyor.
2.3. yan ürünleri neden kullanmıyorum?
hayvanın kemiği, derisi vs kullanılarak yapılan tüm ürünlerin kullanımı da, bu işleme kârlılık kazandıracak dolayısıyla talebi de artırmış olacaktır. bu sebeple onun için öldürülmemiş olan hayvanın herhangi bir yan ürününü de kullanmayı reddediyorum. biliyorum ki dünyada hiçbir hayvan bağırsağı için öldürülmemiştir. ve kokoreçe bayılan ben, kokoreç yersem çok da aksi bir durum olmayacak. ama gelin görün ki, o hayvanı kesip parça parça satan insanlara daha fazla para kazandıracak yaptığım eylem ve doğrudan cinayete ortak olmuş olacağım.
bununla birlikte, hayvanlar üzerinde test edilen ürünleri de kullanmıyorum. tek istisna var, can sağlığımın tehlikeye girmesi. bu da ilaç kullanmamın önündeki engeli kaldırıyor. ancak şampuan, deodorant gibi yan ürünlerin hayvanlar üzerinde test edilmeyenlerini alıcam. bununla ilgili, tüm markalara ait geniş bilgileri olan arkadaşlar var, onlardan yardım alıcam.
budur.
3- itirazlara cevaplarım
a. besin zincirini/doğallık argümanı.
deniyor ki, "besin zincirinin parçası bu da. zaten doğal yaşama baktığımız zaman da hayvanlar birbirini yiyor, bizlerin yemesi de doğaldır."
ben de diyorum ki, haklısın. doğal yaşamda etçil hayvanlar diğer hayvanları yiyor. hayatta kalmak için mecburlar buna. tüm sistemleri bunun üzerine kurulmuş ve bunu yapmazlarsa ölürler. ben ölecek durumda olursam, değil insan dışı hayvanı, değil insanı, babamı da yerim. ancak biz insanların yaşamını sürdürebilmek için diğer hayvanları yemesine ihtiyacı yok. bununla birlikte, rasyonel düşünebilme yetisi en gelişmiş olan canlı olmakla övünüyoruz. bizden çok daha düşük seviyede (düşünme ve yargılama konusunda) bir canlı eğer bir hata bile yapsa (ki hata değildir hatta yapması elzemdir) bunu kendi yaptıklarımızı aklamak için bir dayanak olarak göremeyiz. nasıl ki zihinsel engelli birini işaret edip "o bir insanı öldürdü, o zaman biz de...." diye argüman üretemiyorsak, bizden aklen daha düşük seviyedeki bir canlının "hata"sına bakıp yine böyle bir argüman üretemeyiz. ancak yine tekrarlıyorum, bu hata değildir, elzemdir. ben aynı durumda olsam ben de yaparım. ancak bizim hayatta kalmak için ete ihtiyacımız yok.
diğer bir taraftan bakarsak. doğallık diyenlerin en yakın sokak hayvanını bulup yemesini bekliyorum. ama tüfek, bıçak, ateş yok. madem doğalız, madem etçiliz, yakalayacaksın elinle, parçalayacaksın dişinle, yiyeceksin öylece. bunu yapacak ne içgüdüsü var insanın, ne de fiziksel imkanı. fiziksel olarak %100 otçul hayvanlarız. bağırsaklarımızın uzuluğundan tutun mide yapısına, dişlerin yapısından tutun çene hareketlerine kadar hepsi %100 otçuldur. zaten etçil olmadığımız için sağlık sorunları yaşıyor et yiyen insanların çoğu.
b. bitki argümanı
diyor ki, "madem hayvan yemiyorsunuz, canı var, o zaman mesela domates de yemeyin. onun da canı var."
ve bu alınan ilk tepkilerden biri oluyor. çoğu vegan ve vejetaryen insanın karşılaştığını düşünüyorum. öncelikle tam olarak bu söylediğinizi uygulayan insanlar da var. fruteryanlar. ancak ben bu noktada farklı düşünüyorum. insan dışı hayvanlar, tıpkı insanlar gibi, acı çeken, zevk duyan, bilinçli, aile kuran, düşünen varlıklardır. ancak bitkiler için bunların hiçbirinden bahsedemeyiz. varlığı ve yokluğu bir yani. bir duygusal bağı yok, sen onu kopardığında acı çekmiyor, yaşamaktan zevk almıyor, hormon salgılamıyor, bilinci yok. en azından modern bilim şimdilik böyle söylüyor. bu sebeple onları kullanmakta sorun görmüyoruz.
c. zarar veren hayvanlar argümanı
diyor ki, "o zaman sivrisinekleri bırakıcaz emsinler bizi, karasinekler yemeklerimize konsun, vs"
diyorum ki, sen çok yanlış gelmişsin kardeş. şöyle ki, kendi can ve mal güvenliğim tehlikede olduğu zaman, yani karşımdaki canlı (insan dışı hayvan veya insan, hiç fark etmez) bana doğrudan bir zarar veriyorsa, onunla mücadele ederim. ancak bir insan aynı tavrı gösterse ne yapacaksam, bir insan dışı hayvana da aynı tepkiyi göstermeye dikkat ederim. sivrisinek yer beni diye öldürmem mesela. (bu arada bu son 3 gündür aldığım bir karar değil, yıllardır yaptığım bir şey. dedemin sinekliğini (sinek öldüren şap şap şey işte) iki üç kere çöpe atmıştım ondan gizli. tabi her seferinde ciddi bir tartışmaya giriyorduk anlıyorlardı benim yaptığımı. bununla birlikte bir hayvan bana saldırırsa ve canımı tehlikeye atarsa onu gözümü kırpmadan öldürürüm de, tıpkı insana yapacağım gibi. karasineklerin de yemeğime konması sağlık açısından zararlı olacağı için bunu da istemem ancak çözüm onları öldürmek değil ortamdan uzaklaştırmak. zaten başta hata bende. baştan alıcaksın tedbirini, sokmicaksın eve. dışarda yemek yediğimiz yerlerde zaten hemen hiç olmuyor. öyle işte.
d. sen yemeyince ne oluyor sorusu
diyor ki, "sen yemeyince ne oluyor? hayvan kesildi işte."
şimdi öncelikle ben yemeyince (ortalama) hayatım boyunca 3000 kara hayvanının hayatını kurtarmış oluyorum. bununla birlikte sayısı, sebebi, sonucu önemsiz, bir cinayete ortak olmamanın huzurunu yaşıyorum. aynı zamanda harekete de ciddi bir katkıdır. şimdi bahçeli hesaplarına sokmayın beni ama herkes bir arkadaşının aklını çelse on yıla neler olur.
---------------------
öyle işte efendim. son olarak birkaç video izlemenizi tavsiye edicem.
bu video kesimhanelerdeki vahşeti gösteriyor (hassas kimseler de izlesin. neden oluyorsanız bilin): http://meatvideo.com/
bu video'da da endüstriyel hayvancılık çiftliklerinden satın alınarak özgürlüğüne kavuşturulmuş ineklerin ilk kez güneş ışığı görmesine şahit oluyoruz:
burda ise hayatını labaratuvarda geçirmiş köpeklerin ilk kez çimene ayak basmalarını görüyoruz:
daha geniş bilgi için şu videoyu da izlemenizi tavsiye ederim, 70 dk'lik bir video (ki yukardaki bilgilerimi edindiğim kaynaklardan biri): http://www.youtube.com/watch?v=8ocqCy0qEkA
öyle işte. barış içinde kalın. vicdan ve mantığınızı dinleyin.
yine beni sinirlendirmiştir. kadın çocuk gösterip "o peşinden çok koşturacak", erkeği gösterip "o da peşlerinden çok koşacak" diyor. ardından da "onlar bu kadar farklıyken, neden bezleri aynı olsun?" diye soruyor. erkek bebek için mavi, kadın için pembe bebek bezi yapmışlar. bezin emici kısmı filan ayrıymış, orası tamam.
ama nerden tutsan elinde kalıyor arkadaş. minicik bebeklere bile toplumsal cinsiyet rolleri bu kadar yüklenir mi?
doktoraya başladığında yayımlanmış paper'ı olmayan über insan. doktora teziyse nash equilibrium diye bilinen, modern ekonominin temel taşlarından olan denge teoremi.