Erkekler de kadınlar da doğuştan bir zara sahiptir. Bu zar, bağışıklık sistemi gelişinceye dek üreme ve aynı zamanda boşaltım organlarının korunması amacına hizmet etmektedir. Çocuğun gelişimi ile birlikte ise bu yöndeki ihtiyacın ortadan kalkması ve bahsi geçen bu biyolojik parçanın işlevini yitirmesi söz konusudur. işlevini yitiren bu biyolojik parçanın günümüzde genellikle ergenlik çağına gelen erkeklerde bulunmayıp da kadınlarda bulunmasının sebebi ise bu kadar basit bir beyin fırtınası ile kolaylıkla anlaşılabilecek bir husustur.
Erkeklerde ergenlik dönemine dahi kalmadan bu söz konusu zar; doktorların hekimlerin yardımları ile türlü şölenler, davetler, yemekler eşliğinde gururla göğüsler gerile gerile saf dışı bırakılırken, "erkek oldun artık" denilirken; aynı biyolojik parça farklı bir cinsiyette 'bekaret' adını almakta ve bu biyolojik parçanın yine saf dışı kalmış olması bu kez bir gurur değil, utanç ifade etmektedir.
Yaratıcının aynı amaçla bizlere bahşettiği bir oluşumu bu şekilde lanse etmek de düşünmeyi bilmeyen, düşünmeye düşman kesimlerin algısıdır.
edit: olsa nerede olacaktı diyenlere cevaben ise, zaten vardı ve de evet tam da tahmin ettiğiniz gibi etrafındaydı. Çünkü amacı dediğim gibi korumaktır.
Kafalardaki tüm soruların cevabı 'sünnet'tir.
Evet erkeklerin daha önce ilişkiye girip girmediği sünnetsiz şekilde de bilinemez. Bu da o zarın asıl amacının bekareti belirlemek olmadığını kanıtlar niteliktedir.
Dersini dinlerken çoğu zaman yüzümde istemsizce bir gülümseme uyandıran saygıdeğer hocamız.
78 yaşına gelmesine rağmen 20lik delikanlılara taş çıkartacak çeviklikte olan ve bu nedenle her ders hayretler içerisinde bırakan Ceza Hukuku profesörüdür. Kendisi de bu yönünü sıklıkla "Daha ölmedik yahu daha ölmedik!" diyerek akabinde de gülmesi ile latife yollu belirtmektedir. Allah başımızdan eksik etmesin.
Bu arada içel hocayı bir tek ben mi Yaşar Kemal'e benzetiyorum?
Ne kadar burada saygınlığını yitirdiğinden, yalancı olduklarından bahsedilse de herkesin bir gün muhtaç kalacağı kişidir. Burada atıp tutanların hepsi işi düştüğünde "aman avukat canım avukat" diye yana yakıla kapısına çok gidecektir.
Türk hukukunda avukatla temsil zorunluluğu yoktur. istemiyorsanız birine vekalet vermek zorunda değilsiniz. Kimse kimseden zorla vekalet almıyor yani.
Ben kendi dava dilekçemi kendim yazarım, kimsenin beni savunmasına gerek yok ben tüm hukuki yolları bilirim diyorsan tamam tüm yazdıklarında haklısın. Ama bir dava açılacağı zaman daha dilekçeyi hangi mahkemeye yazacağını bilmeyen adam avukatlığın saygınlığını sorgulamadan önce durup bir düşünmeli.
Hukuk ve avukatlık zihinlerdeki 'yalancı, sahtekâr' algısından ibaret değildir.
Şu algı beni hem güldürüp hem de düşündürmektedir. Gerçekten hukuku yukarıdaki bu maddeleri tartışacak kadar basit ve lakayt bir kurum olarak mı görüyorsunuz?
Türk aile hukuku açısından evlenme sırasında yapılabilecek tek şey 'mal rejiminin' belirlenmesidir.
Evlilik sözleşmesinin dört çeşidi bulunmaktadır. Bunlar;
- edinilmiş mallara katılma(yasal rejim)
- mal ayrılığı
- paylaşmalı mal ayrılığı
- mal ortaklığı 'dır.
Bu sözleşme, mal rejimi sözleşmesi olarak da karşımıza çıkabiliyorken noterde düzenlenmemiş veya noter tarafından onaylanmamış sözleşmeler ise geçerli sayılamamaktadır.
Bir bilgi olması açısından ise bu sözleşmenin muhtemel bir boşanma durumu göz önünde tutularak yapılan bir sözleşme olduğunu söylemeliyim.
Bunlara ek olarak halihazırda yürürlükte olan Türk Medeni Kanunumuzun 23. Maddesinin hükümlerine göre 'kişilik' koruma altına alınmış olup 'kimsenin hak ve fiil ehliyetlerinden kısmen de olsa vazgeçemeyeceği, özgürlüklerinden vazgeçemeyeceği veya onları hukuka ya da ahlaka aykırı olarak sınırlayamayacağı' emredici olarak düzenlenmiştir.
Bu bilgiler ışığında "eteğin boyu, seksin süresi" gibi sözleşmeye eklenecek hukuki olmayan hususların hükümsüz sayılmaktan öteye gidemeyeceğini ve ölü bir sözleşme kurulmuş olacağını göstermiş bulunmaktayız.
Davulcudur. Hala içimi bir fena edendir. Bu yaşımda bile sahur vakitlerinde gerilmeme, huzursuzlanmama ve kalbimde tuhaf kıpraşımlar hissetmeme neden olur.
Aynadaki halini gördükçe kendisini bu hale düşüren insanı ve ağlamaya sebep olan olayı bir daha unutmamak üzere yeminlerin edileceği, sözlerin verileceği, intikam çanlarının çalmaya başladığı andır. Aynadaki akiste görülen benliğin zayıfladığı duruma neden olan kişi ve olaylar, işitilen sözler bir daha asla unutulmamak üzere hafızaya kazınacaktır.
ille de yalnız öleceğim diyen bir insan var mıdır bilemiyorum... Ama yalnız ölmeyeceğim diye de hayatımı olur olmaz insanlarla doldurup türlü dertleriyle ve ileride başıma açacakları dertlerle uğraşmam daha da mantıksız. Görüldüğü gibi zayıflıkla eziklikle ilişkilendiremediğimdir. Diğer türlüsü de insan bağımlılığıdır. Asıl güçsüzlük yalnızlıktan korkmaktır.
Evlenmek için yanıp tutuşup da daha sonra meraklısı gibi görünmemek için "yalnız ölmek istemiyorum' diyerek durumu dramatize edip meşrulaştırmaya çalışanlardır.
Açık açık "seni salak yerine koyuyorum" dese daha iyi olacak erkektir. Kız bir de bunu farketmez gelir hava atmaya çalışır. Biz de şiirden hoşlanıyoruz evet ama şiiri kötü emellerine alet edenlerden asla değil... aman ha ilişkinin ilk evrelerinde okunan şiirlere dikkat!!!
"Bütün zorba hükümdarlar hep dini alet edindiler; Hakiki ulema, dini bütün alimler hiçbir vakit bu zorba hükümdarlara boyun eğmediler. Fakat gerçekte alim olmamakla beraber, sırf o kılıkta bulundukları için alim sanılan, çıkarına düşkün haris ve imansız bir takım hocalar da vardır. Hükümdarlar işte bunları ele aldılar ve işte bunlar dine uygundur diye fetva verdiler. Gerektikçe yanlış hadisler uydurmaktan çekinmediler. Gerçek ve imanlı ulema her vakit her devirde bunların kinine hedef oldu."